Güzel ahlak hususunda da bir kaç hikaye nakletmek istiyorum

Nakledildiği üzere Malik Eşter Kufe pazarından geçiyordu, üzerinde ham iplikten örülmüş gömlek ve başında sarık vardı. Pazarda onu tanımayanlardan birisi alay ederek ona taş attı, Malik ona bir şey demedi.

Ona bu alay ettiği kimsenin Hz. Ali'nin arkadaşı Malik Eşter olduğunu söylediklerinde korkudan titremeye başladı, gidip ondan özür dilemek istedi, Malik camiye gitmiş namaz kılıyordu, namazı bitince o adam ayaklarına kapandı, Malik sebebini sorunca da şöyle dedi: “Sana karşı yaptığım küstahlıktan dolayı özür dilerim.” Malik Eşter şöyle dedi: “Önemli değil, Allah'a andolsun ben camiye senin için istiğfar etmeye geldim.” [18]

Görüyorsunuz, Malik Hz. Ali'den ne de güzel ahlak öğrenmişti, Malik ordu komutanlarından oldukça cesur ve azametli biriydi. O kadar cesurdu ki İbn-i Ebil Hadid şöyle diyor: “Her kim, insanlar arasında Hz. Ali dışında Malik kadar cesur biri olamaz.” diye yemin ederse, yemini doğrudur. Hayatı Şam ehlini, ölümü ise Irak ehlini bozguna uğratan insan için ne diyeyim? Hz. Ali de onun hakkında şöyle buyurmuştur:

“Ben Resulullah'a nasıl idiysem Malik de bana öyledir. Keşke sizin aranızda onun gibi iki kişi, hatta bir kişi olsaydı.”

Malik'in düşman karşısındaki azametini şu şiiri açıkça ortaya koymaktadır:

“Eğer Muaviye'ye saldırmazsam, ve tecrübeli dev atlar üstünde uzun kılıçlarla savaşmazsam, Cömertlik, şerafet ve misafirperverlikten mahrum kalayım;

Şimşek çakarcasına veya güneş doğarcasına, kızgın demirler gibi onun ordusunun üzerine yağacağım.” [19]

Bu kadar cesur ve azametli olmasına rağmen kendisine ihanet eden bir pazarcıya karşı gösterdiği böylesine güzel bir ahlaka sahipti. Ona bir şey demediği gibi camiye gidip onun için dua ve istiğfarda bulundu. Dikkat edecek olursan bu cesaret ve nefis hakimiyeti onun fiziksel cesaretinden daha üstündür.

Merhum Şeyh, Müstedrek'in sonunda Hacı Nesıyruddin Tusi hakkında şöyle naklediyor: “Bir gün elinde bir mektup geldi, mektupta kendisine çok ağır hakaretler ve sövgüler vardı, bu cümleden olarak kendisine “it oğlu it” diye sövmüştüler.

Hacı Nesıyruddin Tusi hiçbir kötü karşılık vermeden güzel bir ifadeyle kendisine şöyle yazdı: “Bana it demişsin, bu doğru değildir; zira it dört ayak üzerinde yürümektedir ve tırnakları uzundur, ben ise dik yürüyen ve derisi gözüken biriyim; it gibi tüylerim de yok, geniş tırnaklarım var, konuşan ve gülen biriyim, o halde köpekte olan özellikler bende yok.”

Ona böylesine güzel bir ahlakla cevap yazdı ve onu utandırdı. [20]

Hacı Nesıyruddin Tusi'nin böylesine güzel ahlakına şaşmamak gerekir; zira Allame Hilli onun hakkında şöyle demektedir: “Şeyh akli ve nakli ilimlerde asrının en üstün insanı idi. İlim, hikmet ve şeri hükümler hususunda sayısız kitaplar yazmıştır, gördüğümüz bütün büyüklerden ahlak hususunda daha üstündü.”

Burada şu şiire temessül etmek yerindedir:

“Misk ve karanfilden duyduğun her koku,

Sümbül gibi olan o zülfün devletinden duyarsın.”

Şeyh Nasıyruddin Tusi bu güzel ahlakı İmamlardan öğrenmişti. Duymadınız mı Hz. Ali (a.s) kendisine söven birine cevap vermek isteyen Kanber'e şöyle seslendi:

“Yavaş ol ey Kanber! Bırak bu söven kimse aşağılığıyla kalsın ve sen de sükutunla rahman olan Allah'ı hoşnut eder, şeytanı gazaplandırmış olursun; düşmanına azap vermiş olursun.

Taneyi yaran ve insanları yaratan Allah'a andolsun ki, Allah'ı hilim gibi hiçbir şey hoşnut etmez, sessizlik kadar hiçbir şey şeytanı gazaplandırmaz ve cevap vermemek kadar hiçbir şey ahmağa azap vermez.”

Hem dostları, hem de muhalifleri şeyhi övmüşlerdir. Corci Zeydan “Adab’ul- Lügati'l Arabiyye” kitabında onun hakkında şöyle diyor: “Onun dört yüz bin ciltten fazla dev bir kütüphanesi vardı.”

Şii alimleri hakkında yazdığım “Fevaid 'ur Rezeviyye” kitabında Şeyh hakkında geniş bilgiler verdim. Şeyh, Kum'a on fersah uzaklıktaki Veşare ehlindendir. Ama Tus'da doğmuştur; mezarı ise Kazimiyye'dedir. 

Mezarının üzerinde; “Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta idi.” [21] ayeti yazılıdır. Şeyh, H. 597 yılının Cemadıyelevvel ayının 11. günü dünyaya gelmiş, H. 672 yılının Zilhicce ayının 18'inde Pazartesi günü vefat etmiştir.

Nakledildiği üzere merhum Hacı Şeyh Cafer (Keşf’ul Ğıta'nın sahibi) İsfahan'da namaza başlamadan önce fakirlere yardımda bulundu ve daha sonra namaza durdu, fakir seyyitlerden biri haberdar olunca iki namazın arasında Şeyh'in yanına vararak; “Ceddimin malını bana ver” dedi.

Şeyh; “Sen geç geldin, sana verecek bir şey kalmadı.” diye buyurdu. Seyyit kızdı ve Şeyh'in yüzüne tükürdü. Şeyh mihraptan kalkıp cemaat arasında para toplamaya başlayarak şöyle diyordu: “Her kim Şeyh'in sakalını seviyorsa, Seyyid'e yardım etsin.” Cemaat Şeyh'e para yağdırdı, Şeyh onu seyyide verdi ve daha sonra da ikindi namazına durdu.

Şeyhin güzel ahlakta ne dereceye ulaştığını görüyorsunuz. Halbuki Şeyh Müsümanların lideri, Hüccet'il İslam ve Ehl-i Beyt fakihlerinden biriydi. Fıkıhta öyle bir derecedeydi ki Keşf’ul Gıta kitabını yolculukta yazdı. O şöyle diyordu: “Bütün fıkıh kitaplarını yakacak olsanız bile ben taharet babından diyat babına kadar bütün babları ezberden yazarım.”Şeyh'in bütün evlatları da büyük alim ve fakihlerdendi.

Şeyhimiz Sıkat’ul İslam Nuri onun hakkında şöyle diyor: “Şeyh'in sünnet, adap, seherlerde dua, ağlama, Allah karşısındaki tevazusu ve nefis muhasebesi şaşılacak bir derecedeydi. Sürekli kendi kendine şöyle diyordu:

“Sen önceleri küçük bir Cafer'din, sonra büyük Cafer oldun, sonra Şeyh Cafer, daha sonra Irak Şeyhi, daha sonra da Müslümanların önderi oldun. Yani asla dün ne olduğunu unutma.”

Şeyh, Hz. Ali'nin Ahnef bin Kays'a özelliklerini saydığı şu kimselerdendi:

“Geceleri herkes yattığında, sesler kesildiğinde ve kuşlar yuvasında uyuduğunda onlar kıyamet korkusundan uyuyamazlar, Allah-u Teela da şöyle buyurmaktadır:

“Onlar uykudayken geceleyin ansızın azabımızın gelişinden emin midirler?” Sabahlara kadar feryat eder, ağlar, tesbih eder, mihrapta gözyaşı döker, inlerler. Gece karanlığında hüngür hüngür ağlayarak ibadet ederler.

Ey Ahnef, onların geceleyin ibadet için kalktıklarını görürsün. Sırtları eğilmiş, namazda Kur’an okurlar, yüksek sesle ağlayarak feryat ederler. Feryat edince boğazlarına kadar ateşte yandıklarını sanırsın.

Ağlama seslerini duyunca boyunlarını zincire vurduklarını sanırsın; gündüzleri yeryüzünde yavaşça ve sabırla yürürler, insanlara hep iyiliği anlatırlar, cahiller konuşunca selam derler, boş şeylerden kaçınırlar, iftira yerlerinden uzak dururlar, halkın değerlerine dil uzatma konusunda dilsiz olurlar, batıl sözleri işitme hususunda sağır olurlar. Gözlerine sürme sürerler, günahlara bakmazlar ve Daru's-selamı arzularlar, zira ona giren hüzün ve şüpheden kurtulur.” [22]

Nakledildiği üzere Sahib bin Abbad kölelerinden bir şerbet istedi, bir kölesi ona şerbet getirdi, içmek isteyince dostlarından biri; “Sakın içme, zehirlidir” diye bağırdı. Şerbeti getiren köle de orada durmuştu.

Sahib; “Efendi, delilin nedir?”diye sordu. Adam; “Tecrübe et, onu sana verene içir de belli olsun” dedi. Sahip; “Böyle bir iş doğru değildir; ben buna izin veremem” dedi. Adam; “O halde onu kuşlardan birine içir.” dedi. Sahib; “Hayvanı cezalandırmak caiz değildir” dedi.

Sonra o kadehi yere boşaltmalarını emretti, o kölesine de bir daha evine girmemesini emretti, ama maaşını kesmedi ve şöyle buyurdu: “Yakini, şekle def etmek doğru değildir, birini maaşını kesmekle cezalandırmak mertliğe yakışmaz.”[23]

Sahib bin Abbad, Âl-i Buye'nin vezirlerinden soylu ve seçkin bir insandı. Edep, fazilet, kemal ve Arapça ilminde zamanının en üstünü idi.

Nakledildiği üzere imla (yazı yazdırma) için oturduğunda, bir sürü insan istifade etmek için etrafına toplanırdı. Altı katip onun sözlerini halka ulaştırırdı.

Yanındaki lugat kitaplarını taşımak için altmış deveye ihtiyaç duyuyordu. Seyyid, alim ve fazıl insanlara çok değer verirdi. Alimleri telif ve tasnif etmeye teşvik ederdi, onun teşvikleri neticesinde Şeyh Hasan bin Muhammed Kummi, Kum Tari’hini yazdı, Şeyh Saduk, Uyun’u- Ahbar’ur- Rıza kitabını yazdı. Sa’lebi ise onun için Yetimet'ud- Dehr kitabını telif etti.

Alim, fakih, seyyid, şair ve erdemli insanlara ihsanda bulunurdu. Her yıl, fakihlere verilmesi için Bağdat'a beş bin eşrefi gönderirdi. Ramazan ayında öğleden sonra yanına gelen herkese iftar verirdi. 

Ramazan geceleri evinde en az bin kişi iftar ederdi. Ramazan ayındaki verdiği sadaka ve ihsanları, yıl boyunca verdiği sadaka ve ihsanlar kadardı. Hz. Ali'yi öğen düşmanlarını yeren bir çok şiir söylemiştir. H. 385 yılının Sefer ayının 24'ünde Rey şehrine yolculukta vefat etmiştir. Cenazesini İsfahan'a getirdiler ve kabri şu anda İsfahan'dadır.

[1] - A'raf/8-9.

[2] - Karia/1-11

[3] - Bihar’ul- Envar, c. 91, s. 49-56.

[4] - Bihar’ul- Envar, c. 91, s. 56.

[5] - Bihar’ul- Envar, c. 91, s. 47.

[6] - Bihar’ul- Envar, c. 91, s. 70.

[7] - Bihar’ul- Envar, c. 91, s. 57.

[8] - Sefinet’ul- Bihar, c. 5, s. 171.

[9] - Ayn’ul- Hayat/ 415.

[10] - Tefsir-i Ebul Futuh Razi c. 4, s. 443.

[11] - Ayn’ul- Hayat/415.

[12] - Sefinet’ul- Bihar, c. 5, s. 171

[13]- Sefinet’ul- Bihar, c. 2 s. 682

[14] - Araf/199-202.

[15] - Yusuf/92.

[16] - Sefinet’ul- Bihar c. 2, s. 682

[17] - Bihar’ul- Envar, c. 45, s. 102.

[18] - Bihar’ul- Envar, c. 45, s. 102.

[19] - Sefinet’ul- Bihar, c. 4, s. 383.

[20] - Sefinet’ul- Bihar c. 2, s. 710.

[21] - Kehf/18.

[22] - Şeyh Behai, c. 1, s. 99.

[23] - Sefinet’ul- Bihar c. 5, s. 46.