Hz.Ali daha sonra şöyle buyurdu

“Allah evliya ve dostlarından dünyayı aldı onu düşmanlarına verdi, Hz. Peygamberi açlıktan karnına taş bağlıyordu, Hz. Musa açlıktan çöldeki otları yiyordu, öyle ki çok zayıf ve cılız olduğundan derisinin altından yediği otların yeşilliği gözüküyordu. 

Peygamberler dünyayı zaruret halinde o da doyacak kadar aldıkları halde bir leşe benzetirlerdi, onlara göre dünya kötü kokan bir leş gibiydi. Onlar dünyadan sadece ihtiyaç duydukları kadar alırlardı. Leş gibi koktuğu için doyasıya yemezlerdi, ondan doyasıya yiyen ve karnını doyuranlara şaşırırlardı.”

Ey kardeşler Allah'a andolsun ki bu dünya kendi hayrını düşünenler için leşten daha kötüdür ve ölüden daha murdardır, tabakhanede çalışanlar oranın kötü kokusunu anlamazlar, orada oturur rahatsız olmazlar.

Hazret daha sonra şöyle buyurdular:

“Dünya ehlinin dünyaya meyletmesi ve onun için kavga etmeleri seni şaşırtmasın, onlar havlayan köpekler veya av peşinde koşan yırtıcı hayvanlar gibidir, bazıları bazılarına havlar durur, güçlü olanlar güçsüzü yer, çok olan azı bitirir.” [20]

Hekim Senai bu sözü alıp şiire dökerek şöyle demiştir:

Bu dünya bir murdar gibidir,

Binlerce akbaba konar üstüne,

Bu ona vurur pençe,

O buna vurur gaga,

Sonunda hepsi de bırakır gider,

Hepsinden geriye kalır bu murdar.

Ey Senai ölüm sesi geldi,

O cihanda kendine bir yer tut.

Sakın sakın seni kendine benzetmesin,

Bir avuç şeytan görmüş hırsız.


Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Allah'a andolsun ki sizin bu dünyanız benim gözümde cüzamlı birinin elinde duran etsiz domuz kemiğinden daha değersizdir.” [21]

Bu, dünyayı aşağılamanın son derecesidir. Zira her şeyin kemiği değersizdir, bu kemik; domuzun, özellikle de cüzzamlı birinin elinde olursa. . .

4- Bir ömür Allah'ın nimetlerinden istifade eden, ama imtihan anında nimetlerine küfredip hakiki nimet sahibinden yüz çeviren ve Allah'tan başkasına koşan kimseler için vereceğimiz bu örneği Şeyh Behai “Keşkül”ünde şiir diliyle zikretmiştir, bizde onu burada nakletmek istiyoruz:

Bir abidin biri Lübnan dağlarına yerleşti,

Ashab-i Kehf gibi mağaraya yerleşti,

Kalbini haktan başkasından yıkadı,

İzzet hazinesini uzlette buldu.

Gündüzleri oruçla oldu meşgul,

Akşam yemeğine bir ekmek gelirdi.

Yarısını akşam, yarısını sahur,

Kanaatten kalbinde vardı, yüz sevinç.

Böylece yaşayıp gidiyordu,

Dağdan asla inmedi çöle,

Tesadüfen bir gece gelmedi ekmek.

O zahit açlıktan inledi durdu,

Akşam ve yatsı namazını kıldı.

Kalbi vesvese içinde akşamı düşündü.

O kadar ızdırap vardı ki onda,

Ne ibadet etti abid ne de uyudu.

Sabah o makamdan olunca,

O abid dağlardan indi aşağı.

O dağın yakınında bir köy vardı,

Köyün ehli hep kafir ve sahtekar,

Abid gelip bir kafirin kapısında durdu.

Kafir ona bir iki arpa ekmeği verdi,

Abid o ekmeği aldı ve teşekkür etti.

Yiyecek bulduğundan rahat etti.

Yeniden yerine dönmek istedi,

Arpa ekmeğiyle iftar etmek istedi.

Kafirin uyuz bir köpeği gördü onu.

Açlıktan bir deri bir kemik kalmıştı.

Yanında pergelle bir çizgi çizsen,

Onu ekmek görür ölürdü sevinçten.

Yanında “haber” diye bir laf etsen,

“hubz”(ekmek)sanır dönerdi deliye.

Köpek, abidin arkasından koku aldı,

Ardından gitti, elbisesinden tuttu.

O iki ekmekten birini ona verdi,

Yola düştü, ondan kurtulmak için.

Köpek yedi ekmeği düştü peşine,

Ta yeniden eziyet etmek istedi,

Abid o ekmeği de verdi ona,

Azabından kurtulsun diye.

Köpek, kafirin o ekmeğini de yedi,

Yeniden düştü peşine.

Gölge gibi peşinden koştu,

Hırlayarak elbisesini yırttı.

Abid dedi bunları görünce,

Ben senin gibi hayasız köpek görmedim.

Sahibin iki ekmekten başka birşey vermedi.

İkisini de sen yedin ey kötü hayvan,

Ardımdan gelmenin manası nedir?

Elbisemi parçaladın sebebi nedir?

Köpek, dile geldi ki ey kemal sahibi,

Hayasız ben değilim gözüne sür,

Ben daha küçükken,

Bu yaşlı kafirin elinde kaldım.

Koyununa çobanlık ettim,

Evine bekçilik ettim,

Lütfundan bazen ekmek verir,

Bazen bir avuç kemik atar.

Bazen unutur bir şey vermez,

Açlıktan kıvranır dururum.

Uzun bir süre geçer aradan,

Ne ekmekten haber gelir

Ne de kemikten.

Bazen de bu yaşlı kafir,

Ne kendine ne de bana ekmek bulur.

Dergahında büyüdüğüm için,

Başkasının dergahına yönelmedim.

Bu yaşlı kafirin kapısında işim,

Bazen şükrederim, bazen sabır.

Senin ki bir gece gelmedi ekmeğin,

Sabır duvarın yıkıldı.

Rezzakın kapısından yüz çevirdin,

Kafirin kapısına koştun.

Dostun ekmeğini bıraktın,

Düşmanıyla barıştın.

Gel de buna insafınla hükmet,

Ben mi hayasızım yoksa sen mi?

Abid bu sözden yere yıkıldı,

Göğsüne vurdu bayıldı.

Ey Behai'nin nefsinin köpeği öğren,

O kafirin köpeğinden kanaat öğren.

Eğer sabırdan bir kapı açılmazsa yüzüne,

Kafirlerin uyuz köpeğinden daha aşağılıksın.[22]

Sadi de bu makamda ne güzel diyor:

Kainatın en yücesi zahirde insandır, en alçağı ise köpek, akıllıların da ittifak ettiği gibi hakkı bilen köpek, nankör insandan daha iyidir:

Köpek asla unutmaz lokmayı,

Bin defa onu taşlasan da.

Bir ömür aşağılığı okşasan,

En küçük bir şeyden sana savaşır.

Burada kalpleri nurani gözleri aydın kılan bir rivayet de nakletmek istiyorum:

“Nakledildiği üzere İmam Sadık (a.s)'ın bir kölesi vardı, İmam bineğine binip camiye gittiğinde o köle de onunla birlikte giderdi, İmam inip camiye girince köle, o dönünceye kadar merkebe bakarı. Böyle bir günde aniden Horosanlı bir kaç yolcu gördü, onlardan biri şöyle dedi:

“Ey köle ne olur efendine söyle de senin yerine ben onun kölesi olayım. Tüm malımı sana veririm, benim çok da malım var, sen git o malları al, ben burada kalayım.”

Köle, sormak için İmam'ın yanına vardı ve şöyle dedi: “Fedan olayım, yıllardır sana hizmet ettiğimi biliyorsun, Allah bana bir hayır gönderirse siz onu engeller misiniz?”

İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Onu ben kendi yanımdan sana veririm, başkasından izin vermem.”

Köle de o Horosanlı adamın hikayesini ona anlattı.

İmam (a.s) şöyle buyurdu: “Eğer bize hizmette isteksiz olmuşsan ve o şahıs bize hizmet etmek istiyorsa onu kabul eder ve seni göndeririz.”

Köle dönüp gitmek isteyince, İmam (a.s) onu çağırıp şöyle buyurdu:

“Uzun yıllardır hizmet ettiğin için sana bir nasihat etmek istiyorum, o zaman istediğini yapabilirsin. O nasihat şudur: Kıyamet günü Hz. Peygamber Allah'ın nuruna sarılır, Hz. Ali Peygamber'e, diğer İmamlar Hz. Ali'ye, Şiiler de bize sarılır. Bizim girdiğimiz yere girerler.”

Köle bunu duyunca şöyle dedi: “Ben size hizmet edeceğim, yanınızda kalacağım ve ahireti dünyaya tercih ediyorum.” Daha sonra o Horosanlı'nın yanına gitti, Horosanlı ona şöyle dedi: “Ey köle gelirken gittiğin yüze sahip değilsin, ne oldu?”

Köle ona İmam’ın sözlerini nakletti ve onu İmam'ın yanına götürdü. İmam (a.s) onun dostluğunu kabul etti ve köleye de bin eşrefi vermelerini emretti.”

Ben de O Hazret şöyle arz ediyorum: “Ey efendim! Ben de kendimi tanıdığımdan beri kapından ayrılmadım, etim ve derim senin nimetlerinle gelişti, ömrümün sonunda elimden tutmanı, kapından kovmamanı ümit ediyorum. 

Ben zillet ve ihtiyaç içinde şöyle yalvarıyorum: Sizin inayet ve korumanızdan nasıl uzaklaşırım? Size olan ilgim şeref kaynağımdır. Ey İmam, başkasının kapısına gidecek olursam artık yaşamayayım.”

5- Cehaletin aşağılığı ile ilim ve sanata teşvik babında da bir örnek nakletmek istiyorum:

“Ebu’l Kasım Rağıb-i İsfahani, Zeria adlı kitabında şöyle naklediyor: Hekim ve bilgin bir adam, birinin yanına vardı. Güzel bir evi ve padişahlara yakışır halıları vardı. 

Ev sahibi ise cahil biriydi, ilim ve faziletten yoksundu. O hekim bunları görünce adamın yüzüne tükürdü, adam kızarak şöyle dedi: Ey hekim! Yaptığın bu cehalet nedir?

Hekim şöyle dedi: Bu cehalet değil, hikmettir. Tükürüğü en düşük yere tükürürler, ben senin evinde senden daha düşük yer görmedim, dolayısıyla yüzüne tükürdüm.”

Bu bilgin ona cehaletin aşağılığını anlatmak istemişti, öyle bir çirkinlik ki güzel eve sahip olmak ve zengin elbiseler giymekle gizletilemez. Elbette ilmin fazileti, amel olduğu takdirdedir, bu ikisi birlikte olursa fazilet sayılır, ne de güzel demişler:

“Ezel göklerine yükselmek için,

İlim ve amelden iyi merdiven yoktur.

İlim Allah'ın kapısına götürür,

Mülk mal ve makama değil.

İlmi olmayan sapıktır,

Eli ahiretten uzaktır,

İlimsiz amel, çorak yere ekmektir,

Amelsiz ilim, canlı mezara gömülmektir.

Allah'ın hüccetidir boyunlara,

İlim okumak ve amel etmek.

Bildiğinle hemen amel et,

Amelden sonra ilim öğren.

Amelde ilme yetişmezsen,

Üstün alim olursun, başkası değil.

İlim çöplüğe inmez,

Ezeli, yaratıkla uyuşmaz.

Bu kandırıcı beyhudelerden,

Gözler ağarır ve sözler devadır.

Bil ki en iyi ilim,

Hiçbir şey bilmediğini bilmektir.

Hz. İsa (a.s) şöyle buyuruyor:

“İnsanların en kötüsü, ilmi malum ameli ise mechul olan kişidir.”

Hekim Senai ne güzel buyurmuş:

İlim seni senden almazsa,

Cehalet o ilimden yüz defa daha iyidir.

Şeytandır alim değil o,

Dediğini duyduğun, yaptığını duymadığın.

Alem gafildir ve sen gafil,

Uyuyanı uyuyan uyandırır mı?

Bu kitabı İmam Hasan Mücteba (a.s...)'ın doğum günü H. 1347 yılında bitirdim. Bu kitap bu mübarek ayda bittiği için iki dua ile son vermek istiyorum:

1- Şeyh Müfit Ali bin Mehziyar'dan naklen İmam Cevad (a.s)'ın şu duasını rivayet etmektedir ki Ramazan ayının gece ve gündüzünde bu duayı okumak müstahaptır:

“Ey Her şeyden önce olan, sonra her şeyi yaratan, sonra her şeyi baki ve fani kılan! Ey benzeri olmayan! Ey yüce göklerde veya düşük yerlerde, ne üstünde, ne altında, ne de ortasında; kendisinden başkasına ibadet edilmeyen! Senden başka kimsenin saymaya güç yetiremeyeceği övgü sana layıktır. Muhammed ve Ehl-i Beyt'ine senden başka kimsenin saymaya güç yetiremeyeceği selat-u selamı gönder.”

2- Şeyh Kuleyni ve başkalarının naklettiğine göre İmam Cafer-i Sadık (a.s)'ın Zurare'ye öğrettiği bu dua gaybet zamanında ve Şiiler imtihan edildiğinde okunmalıdır:

“Allah’ım bana nefsini tanıt, bana nefsini tanıtmazsan nebini tanıyamam, Allah’ım bana resulünü tanıt, resulünü bana tanıtmazsan hüccetini tanıyamam, Allah’ım bana hüccetini tanıt, bana hüccetini tanıtmazsan dinimden saparım.”

Alimlerin yazdığına göre gaybet zamanında inananların görevlerinden biri de Hz. Mehdi için dua etmek ve sadaka vermektir. Allah'ı övüp Peygamber'e ve Ehl-i Beyt'ine salavat gönderdikten sonra her zaman okunan dualardan biri de şudur:

“Allah’ım! Bu saatte ve bütün saatlerde (şimdi ve her zaman için) Velin Hüccetin bin Hasan’a- salat ve rahmetin onun ve babalarının üzerine olsun- veli, koruyucu, öncü, yardımcı, kılavuz ve gözcü ol; böylece onu itaat edildiği halde yeryüzünde sakin (hakim) kıl ve uzun bir müddet onu orada faydalandır.”

Bu kitabı bendeniz Abbas-i Kummi 1347 yılında ilahi feyizler dergahı olan İmam Rıza (a.s)'ın hareminde bitirdim. Hamd başta da sonda da Allah'a mahsustur. Salat-u selam Muhammed'e ve Ehl-i Beyt'ine olsun. . .

[1] - Bihar’ul- Envar c. 8, s. 280 

[2] - Bihar’ul- Envar, c. 8, s. 291.

[3] - Bihar’ul- Envar, c. 8, s. 287.

[4] - Meryem/39

[5] - Bihar’ul- Envar c. 8, s. 345.

[6] - Bihar’ul- Envar, c. 67, s. 361.

[7] - Al-i İmran/135-136

[8] - Bihar’ul- Envar c. 6, s. 23.

[9] - Ayn’ul- Hayat/189.

[10] - Bihar’ul- Envar c. 67, s. 387

[11] - Bihar’ul- Envar, c. 41, s. 11.

[12] - Bihar’ul- Envar, c. 67, s. 174.

[13] - Bihar’ul- Envar, c. 75, s. 399.

[14] - Rum/44.

[15] - Nehc'ül-Belağa/246. Söz.

[16] - Sefinet’ul- Bihar, c. 2, s. 610

[17] - Bihar’ul- Envar c. 75, s. 410.

[18] - Hz. Sadık şöyle rivayet ediyor: “Dünya Hz. İsa’ya mavi gözlü bir kadın şeklinde tecelli etti. Hz. İsa, “kaç koca ettin?”diye sordu.”Çok” dedi, “hepsini boşadın mi?”diye sordu.”Hayır hepsini öldürdüm, “dedi. Hz. İsa şöyle dedi: “eyvahlar olsun kalan kocalarına ki geçmiş kocalarından ibret almazlar.”

[19] - Sefinet’ul- Bihar, c.1, s.166.

[20] - Nehc’ul- Belağa/31. Mektup.

[21] - Nehc’ul- Belağa/228. Söz.

[22] - Keşkul, Şeyh Behai, c. 1, s. 227.