Adak Adama

Davetçi: İnsan bir kavmin veya bir milletin akaidini inceleyip hüküm vermek istediğinde akıl, mantık ve ilim kaidesince, onların cahillerinin söz ve fiillerine bakarak hüküm vermemesi gerekir. Aksine onların kanunlarını ve güvenilir kitaplarını dikkatlice incelemelidir.

Şia’nın inancını öğrenmek istediğiniz zaman cahil ve avam şiaların söz ve hareketlerine bakmanız yanlış bir şeydir. Çarşı-pazarda bilgisiz insanların Ya Ali, Ya İmam Rıza dediklerini gördüğünüzde, onların ya da bütün şiaların müşrik olduğunu söyleyemezsiniz. Bazı cahil kimseler İmamlara, İmam zadelere adak adıyorlarsa, bunu onlara galip olmanız için bir delil saymayın. Zira her kavimde cahil ve laubali kimseler bulunmaktadır.

Ama eğer sizler art niyetsiz ve bahane peşinde olmaksızın akılcı bir araştırma yapmak istiyorsanız, Şia’nın fıkıh kitaplarına başvurmanız gerekir. Bu kitaplar bütün kütüphanelerde, herkesin elinin ulaşacağı yerdedir.

İstidlali fıkıh kitapları ve ilmi hal risaleleri okursanız, Caferi fıkhında, şirke giden yolun olmamasının yanı sıra, hurafeye yönelik kanunlar da yoktur. Aksine gerçek, halis, öz tevhid Caferi fıkhıyla kendisini gösterir.

“Şerh-i Lüme” ve “Şerayi” gibi bütün kütüphanelerde bulunan fıkıh kitaplarını incelerseniz, onlarda adak için özel bir babın ayrıldığını görürsünüz. Yine Şia alimlerinin hepsinin ilm-i hal kitaplarında adak konusuna ait fetvalar vardır. Bu kitaplarda adak için özel bir babın ayrılmasının sebebi, adağın ibadet oluşundan dolayıdır.

Allah için bir amelin yapılmasının gerekli olmasında, adak adandığı zaman iki şartın yerine getirilmesi gerekir. Bu iki şarttan herhangi biri olmazsa adak adanmış sayılmaz. Bu iki şarttan biri “niyet”, ikincisi hangi dille olursa olsun “siyğe” (akid) okunmasıdır. Bir Müslüman bu iki şart olmaksızın adağın gerçekleşmediğini anlarsa, ilk önce bu iki şartın mana ve niteliğini öğrenir ve daha sonra adağını adar.

İnsan bir fakihten ya da onun risalesinden adak meselesini araştırdığı zaman her şeyden önce niyet konusuyla karşılaşır. Niyet, her ibadette özellikle de adakta Allah için ve O’nun rızasını kazanmak için olmalıdır. Demek ki niyet Allah için olmazsa o amel yapılmamış sayılır.

İkinci olarak, niyeti tamamlayıp onu sabitleştirmek için adak adayan kimse, adak adadığı zaman muhakkak adak akdini okuması gerekir. Akitte de Allah adı olmazsa akit gerçekleşmemiş olur.

Örneğin birisi adak adadığı zaman şöyle demesi gerekir: “Lillahi aleyye en esume” (Allah için oruç tutmak benim üzerime gerekli olsun) veya içki içmeyi terk etmek istediği zaman “Lillahi aleyye en etruke şürb’el- hamr” (Allah için içkiyi terk etmek, benim üzerime gerekli olsun) demelidir. Diğer bütün adaklar da bu şekildedir.

Eğer akdi Arapça okumak mümkün olmazsa herkes kendi diliyle okuyabilir. Ama anlamı Arapça’yla aynı olmalıdır.

Eğer niyetinde Allah’tan başkası olursa veya başkasının adını Allah’la beraber getirir ve o başkası ister yaşayan olsun, ister ölü, ister peygamber olsun, ister İmam veya İmam zade, adağı batıldır. Bunu da bilerek ve kasıtla yaparsa müşriktir. Çünkü yukarıdaki ayette Kur’ân açıkça şöyle buyuruyor: “Rabbine itaatte hiç kimseyi ortak tutmasın.” İlim ehli, bunu bilmeyenleri uyarmaları gerekir.

Şia fakihleri, ister yaşayan olsun, ister ölü, peygamber veya İmam için adanan adağın batıl olduğunu, bunu bilerek ve kasten yapanın da müşrik olduğunu söylüyorlar.

Adak, Allah için adanmalıdır, ama adak istenilen yerlerde harcanabilir.

Örneğin, Allah için bir koyunu adayıp onu bir evde, bir ibadet yerinde vb. yerlerde keserse, bunun sakıncası yoktur. Para, elbise vb. şeyleri Allah için adar ve bir fakire bir yetime ya da Resulullah (s.a.a)’in soyundan gelen bir seyyide verirse sakıncası yoktur.

Ama eğer Peygamber (s.a.a) için veya İmamlar (a.s) için veya O’nların soyundan gelmiş olan seyyidler (Peygamber ve İmamların torunları) veya alimler ve yetimler için adak adanırsa, bu adak kesinlikle batıldır. Bilerek ve kasten de olursa şirktir.

Her resulün, fakihin, alimin, vaizin, mübelliğin vazifesi yazmak ve söylemektir. “Peygamberin vazifesi, ancak tebliğdir.” [5]

Halkın vazifesi ise dinlemek ve amel etmektir. Birisi ya da birileri dini vazifelerini öğrenip öğretmenin peşinde değilse ve dini vazifelerine uygun şekilde amel etmiyorlarsa bu o dinin, o mezhebin eksikliğinden değildir.

Zannederim bu kadarı gerçeğin anlaşılması için yeterlidir. Artık bundan sonra kalkıp; “şialar müşriktir” demeyin.

Gizli Şirk


Yeniden konumuza dönersek iyi olur. Şirkin ikinci kısmı “gizli şirk”tir. Bu şirk amellerde, ibadet ve itaatlerde riya olarak kendini gösterir. Bu şirkle, açık şirkin kısımlarından olan ibadette şirkin farkı şudur: İbadet şirkinde Allah’a ortak koşulmakta ve o ortağa da ibadet edilmektedir. Örneğin namaz kılarken eğer şeytanın aldatmasıyla, velayet makamı veya bir mürşit nazara alınırsa, kesinlikle bu amel batıl ve şirkin özüdür.

İbadet ederken Allah’ın zatından başka hiçbir şey insanın zihnine ve fikrine gelmemelidir. Yoksa açık şirk kısmına girer.

Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğu naklediliyor.

“Allah-u Teâla buyuruyor ki, kim salih bir amel işlerse ve benden başkasını da onda ortak ederse, o amel bütünüyle onun içindir; ben ondan [o amelden ya da o ameli yapandan] uzağım. Ben şirkten, ihtiyaçsızların en ihtiyaçsızıyım.”

Yine bir hadiste şöyle nakledilmektedir: “Kim halkın övmesi için namaz kılar, oruç tutar veya hacca giderse, şüphesiz o amelinde Allah’a ortak koşmuştur.”

İmam Cafer-i Sadık (a.s) da şöyle buyuruyor:

“Bir kul, Allah’ın rahmetiyle ahretin sevabını talep ederek bir ameli yapar ve o amele insanlardan birinin rızasını katarsa, o müşriktir.”

Gizli şirkin alanı çok geniştir. Her amele en küçük bir şekilde de olsa Allah’tan başkası ortak koşulursa, bunu yapan müşrik olur.