Aişe’nin Emriyle Basra’da Sahabe ve Müminlerin Katliamı

Bu rivayetler sizin muteber kitaplarınızda yok mudur; o halde neden Şia’ya itiraz ediyorsunuz? Müminlerin kanını dökmek, Peygamber (s.a.a)’in ashabından olan Osman bin Huneyf’e işkence etmek, yüzden fazla hafız ve silahsız devlet memurlarını öldürmek, kırk kişiyi camide katletmek, bu savaşa sebep olan Aişe’nin boynunda değil midir?

Allame Mes’udi Müruc’uz- Zeheb, c. 2, s. 7’de şöyle yazıyor: “Yaraladıkları hariç yetmişten fazla insanı öldürdüler. Bu yetmiş kişiden ellisinin boynunu vurdular. Bu öldürülenler İslâm’da mazlumca öldürülen ilk kimselerdi.”

Bu acı olayın detaylarını İbn-i Cerir, İbn-i Esir ve diğer alim ve tarihçileriniz de nakletmişlerdir.

Ya bu rivayetleri muteber kitaplarınızdan çıkararak (nitekim kitapların yeni baskılarında tahrifler yapılmış ve sadece bazı konular çıkartılmıştır ) büyük alim ve tarihçilerinizi yalanlayın ya da en azından Şiilere itiraz edip onları eleştirmeyin. Zira Şiiler sadece sizin muteber kitaplarınızda yazılanları söylemektedir.

Allah-u Teala’ya yemin olsun ki Şiiler suçsuzdur. Farkımız şudur: Sizler bu muteber kitaplarınızdaki rivayetleri yüzeysel olarak okuyorsunuz. “Bir şeyi sevmek insanı kör ve sağır eder.” kaidesi gereğince önemli tarihi olayları rivayetlerle tatbik etmiyorsunuz.

Sürekli hüsn-ü zanda bulunarak gereksiz yere savunuyor, apaçık gerçeklere teveccüh etmiyorsunuz, etseniz de örtmeye kalkışıyor ve herkesin güleceği bir şekilde tevillere baş vuruyorsunuz.

Ama bilindiği gibi biz olaylara derince, tarafsızca ve insaflıca bakıyoruz. Her iki fırkanın kitaplarındaki rivayetleri olaylarla tatbik ediyor, apaçık gerçekleri keşfediyoruz. 

Tatbik ederken, herhangi bir yerde garazlı ve haksız olduğumuzu görürseniz, mantık üzere itiraz edin, kabul etmeyin. Buna ben de çok sevinirim.

Şeyh: Buyurduklarınız doğrudur. Ümm’ül- Müminin Aişe de bir insandı, masum değildi. Elbette kanmış, hata etmiş, sadeliğinden iki sahabeye aldanmıştır. Ama sonra tövbe etmiş, Allah-u Teala da onu affetmiştir.

Davetçi: Evvela; siz de kabul ediyorsunuz ki bazı büyük sahabiler de hata etmiş ve aldanmıştır. Halbuki bilindiği gibi bunlar da Rıdvan ağacının altında biat edenlerdendi.

Dolayısıyla sizin önceki gece rivayet ettiğiniz; “Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız doğru yola hidayet olursunuz.” hadisi kendiliğinden batıl olmaktadır.

İkinci olarak; Aişe’nin tövbe etmesi sırf bir iddiadır. Aişe’nin kıyamı, savaşı ve katliamı bütün Müslümanlar nezdinde bellidir. Ama tövbe etmesi belli ve kesin değildir.

Aişe’nin, İmam Hasan (a.s)’ın Hz. Peygamber (s.a.a)’in Kenarında Defnedilmesine Mani Olması

Kesin olan bir konu Aişe’nin zati gereği sakin olmadığı, çocukça hareket etmiş olduğu ve her bir davranışının tarihte bir fesada neden olduğudur.

Sizin dediğiniz gibi eğer gerçekten tövbe edip pişman olmuş olsaydı, o zaman neden Peygamber (s.a.a)’in torunu İmam Hasan’ın cenazesi karşısında herkesi üzecek o davranışları sergilerdi ve yeni bir fesada sebep oldu.

Aişe sadece Peygamber (s.a.a)’i üzmek, incitmek, devesine binerek cahiliye kadınları gibi Peygamber (s.a.a)’in halifesiyle savaşmakla kalmıyordu. Yani o sadece yaşayanlara muhalif ve zıt değildi, ölüler için de aynı şeyi yapıyordu. 

Devesine binip Peygamber (s.a.a)’in torunu İmam Hasan’ın cenazesini teşyi eden kafilenin önünü keserek O’nun Peygamber (s.a.a)’in kabri yanına gömülmesine de engel olmuştur.

Yusuf Sibt bin Cevzi Tezkiret’u- Havass’il- Ümme s. 122’de, Allame Mesudi İsbat’ul- Vesiyye, s. 136’da, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 4, s. 18’de (Ebu’l- Ferec ve Yahya bin Hasan’dan naklen),

Muhammed Havendşah Revzat’us- Safa, c. 2’de, Ahmed bin Muhammed bin Hanefi Tarih-u A’sam-i Kufi’nin tercümesinde, İbn-i Şahne Revzat’ul- Menazir’de, Ebu’l- Fida ve başkaları da kendi tarihlerinde şöyle nakletmişlerdir:

“Hz. Hasan’ın cenazesini getirdiklerinde Aişe bir katıra binerek Beni Ümeyye’den bir grup şahısla ve köleleriyle birlikte cenazenin önünü keserek İmam Hasan’ın Peygamber (s.a.a)’in kabrinin yanında defnedilmesine izin vermeyeceklerini söylediler.”

Mesudi’nin rivayetine göre İbn-i Abbas şöyle dedi: “Sana şaşıyorum ey Aişe! Halkın Cemel (Deve) günü demesi sana yetmiyor mu ki şimdi de Katır günü desinler!

Bir gün deveye bir gün de katıra binerek Resulullah (s.a.a)’in hicabını yırttın (ihtiramını korumadın), Allah’ın nurunu söndürmek mi istiyorsun? Halbuki müşrikler istemese de Allah-u Teala nurunu tamamlayacaktır. Biz Allah içiniz O’na doğru dönücüleriz.”

Bazıları da ona şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: “Bir gün deveye bindin, bir gün de katıra; yaşayacak olursan bir gün de file bineceksin. (Yani Ebrehe gibi Allah’la savaşmaya kalkışacaksın.) Sana sekizde birin dokuzda biri düştüğü halde sen hepsine el koydun.”[28]

Haşimoğulları kılıç çekip onları defetmek isteyince İmam Hüseyin (a.s) engel olarak; “Kardeşim, cenazesinin arkasında bir hacamat boynuzu kadar bile kan dökülmemesini vasiyet etmiştir.” buyurdu. Bu yüzden cenazeyi geri götürüp Baki mezarlığında defnettiler.
Aişe’nin Hz. Ali’nin Şehadetine Sevinerek Şükür Secdesi Etmesi

Eğer Aişe gerçekten tövbe etmiş ve Hz. Ali’yle savaşmaktan pişman olmuştuysa, o zaman Hz. Ali (a.s)’ın şehadet haberini duyunca şükür secdesinde bulundu. 

Nitekim Ebu’l- Ferec İsfahani Mekatil’ut- Talibiyyin kitabında Hz. Ali (a.s)’ın biyografisinin sonunda şöyle yazmıştır: “Aişe Hz. Ali (a.s)’ın şehadet haberini duyunca şükür secdesi etti.”

Eğer Aişe gerçekten tövbe edip pişman olmuştuysa, neden böylesine sevinmiş bayram etmiştir. Nitekim İbn-i Cerir-i Taberi Tarih kitabında H. 40. Yıl olaylarını yazarken ve Ebu’l- Ferec İsfahani de mezkur kitabında şöyle yazmışlardır: “Bir köle Aişe’ye Hz. Ali’nin şehadet haberini verince Aişe şöyle dedi:

İçim rahat etti, fikrim rahatladı; Misafirinin gelmesiyle rahat olup gözü aydınlanan kimse gibi.

Yani Aişe misafirini bekleyen birisi gibi sürekli böyle bir haberi bekliyordu. Misafiri gelenin gözü aydınlandığı gibi, Aişe de Hz. Ali (a.s)’ın şehadet haberini duyunca kalbi rahatlamış, huzura ermiştir.

Bu haberi verene; “Onu kim öldürdü?” diye sordu. O da; “Murad oğulları kabilesinden Aburrahman bin Mülcem-i Muradi” dedi. Bunun üzerine de şöyle dedi: “Gerçi Ali benden uzaktır, ama bana ölüm haberini getiren kölenin yüzü toprak görmesin!!”

Orada bulunan Ümmü Seleme’nin kızı Zeyneb onun bu sözünü duyunca şöyle dedi: “Ali hakkında böylesine sevinmen, böyle sözler söylemen doğru mudur?” Aişe durumun kötüleştiğini görünce şöyle cevap verdi: “Farkında değildim, unutkanlıktan söyledim, bundan sonra böyle söyleyecek olursam bana hatırlatın da söylemeyeyim.”

Lütfen sevgi ve buğzunuzu bir kenara bırakın ve ibret alın. Tövbe etmiş olduğu gerçek değildir, son nefesine kadar O’na düşmanlık etmiştir, yoksa sevinmez ve şükür secdesi etmezdi.

Siz beyler bunları neye yorumluyorsunuz? Aişe diğerlerinden daha hafif akıllı ve hayatında daha huzursuz birisi değil miydi?

Şimdi aklıma gelen bir konu da şu ki; siz beyler, Şiiler Osman’ı, kendi alimlerinizin nakletmiş oldukları sözlerle eleştirdiklerinden dolayı onlara düşmanlık gözüyle bakıyorsunuz.
Aişe’nin Osman Hakkındaki Çelişkili Sözleri

Eğer Osman’ı eleştirmek açısından da olsa, o zaman Aişe’ye iyimser olmamanız gerekir. Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ül- Belağa Şerhi c. 2 s. 77’de, Mes’udi Ahbar’uz- Zaman ve Evset kitaplarında, İbn-i Cevzi Tezkiret’u- Havass’il- Ümme s. 36’da, İbn-i Cerir, İbn-i Asakir, İbn-i Esir ve diğer tarihçi ve alimleriniz de şöyle yazmışlardır: “Aişe sürekli Osman’ı kınıyordu.

Nitekim şöyle feryat ediyordu: “Öldürün bu Na’sel’i (ihtiyar ahmağı veya Yahudi Na’sel’e benzeyen bu şahısı). Allah-u Teala onu öldürsün, şüphesiz o kafir olmuştur.”

Ama bilindiği gibi Osman öldürülünce, Hz. Ali’ye olan kin ve düşmanlığı yüzünden şöyle dedi: “Osman mazlum olarak öldürüldü, vallahi onun kanını talep edeceğim, benimle kıyam edin!”

İbn-i Ebi’l- Hadid şöyle yazıyor: “Aişe Osman’a karşı en şiddetli olan kimseydi; hatta Resulullah (s.a.a)’in elbiselerinden birini çıkarıp evine asmış, gelenlere şöyle diyordu: “Bu Resulullah (s.a.a)’in elbisesidir, hala eskimemiş, ama Osman O’nun sünnetini eskitti.”

Yine İbn-i Ebi’l- Hadid şöyle diyor: “Mekke’de Osman’ın ölüm haberini duyan Aişe şöyle dedi: “Yaptıklarından dolayı Allah onu kendi rahmetinden uzak kılsın. Allah-u Teala kullarına zulmedici değildir.” (Yani Allah onu amelinden dolayı cezalandırmıştır.)

Aişe’nin Osman’a söylediği bu tür sözlerden asla rahatsız olmuyorsunuz, ama zavallı Şiilerden duyunca hemen tekfir ediyor, ölümlerine hükmediyorsunuz.

O halde bakışlar temiz olmalıdır, eğer kötümserlik olursa her türlü ayıp bulunabilir. Kesin olan şu ki Aişe, Emir’ul- Muminin Ali’ye karşı kin ve düşmanlık güdüyordu.

Müslümanların Hz. Ali (a.s)’a biat ettiğini duyunca şöyle dedi: “Eğer Osman mazlumca öldürüldüğü halde Ali’nin hilafeti kamil olursa, göklerin yere inmesini (dünyanın yok olmasını) isterim.”

Acaba bu tür farklı ve çelişkili sözler Aişe’nin tutarsızlığını göstermiyor mu?

Şeyh: Aişe’nin söz ve davranışlarındaki bu farklıklar oldukça fazla rivayet edilmiştir. Ama bilindiği gibi şu iki şey kesin ve sabittir:

Birincisi; Ümm’ül- Müminin Aişe (r.z) aldatılmıştır, o gün Ali’nin (k.v) velayet makamının farkında değildi, nitekim kendisi de unuttuğunu ve Basra’da hatırladığını açıkça beyan etmiştir.

İkincisi de; kesinlikle tövbe etmiş ve Allah-u Teala da geçmişlerini görmezlikten gelerek onu cennetin en yüce derecesine götürecektir!

Davetçi: Tövbe konusunda yeniden konuşmak istemiyorum. Onca Müslümanın kanının dökülmesinin, namusunun çiğnenmesinin ve mallarının yağmalanmasının muhakemesiz üzerinden geçilmesini de söylemiyorum.

Doğrudur ki Allah-u Teala af ve rahmet söz konusu olunca merhamet edenlerin en merhametlisidir. Ama ceza söz konusu olunca da cezalandıranların en şiddetlisidir!

Ayrıca bilmek icap eder ki Aişe son nefesine kadar da bu olayların çıkmasına sebep olduğunu itiraf etmiştir. Bu yüzden büyük alimlerinizin de rivayet ettiğine göre şöyle vasiyette bulunmuştur: “Beni Peygamber (s.a.a)’in yanına defnetmeyin; zira O’ndan sonra neler yaptığımı çok iyi biliyorum.”

Nitekim Hakim Müstedrek’te, İbn-i Kuteybe Mearif’te, Muham-med bin Yusuf Zerendi Siret’un- Nebi’de, İbn-i Beyyi’ Nişaburi ve diğerleri de kendi kitaplarında şöyle nakl etmişlerdir:

“Aişe Abdullah bin Zubeyr’e şöyle vasiyet etmiştir: “Beni Baki mezarlığında bacılarımın yanına gömün; zira ben Peygamber (s.a.a)’den sonra birçok olaylara neden oldum.”

Ama sizin; “Aişe unutkan idi, Hz. Ali (a.s)’ın faziletini bildiren rivayetleri Basra’da hatırladı ve Peygamber (s.a.a)’in kendisini bu işlerden sakındırdığını unutmuştu” şeklindeki sözünüze gelince; bu konuda yanıldınız. Lütfen büyük alimlerinizin muteber kitaplarına bakın ve yanlışlığınızı anlayın; 

özellikle de apaçık gerçekleri anlamak için İbn-i Ebi’l- Hadid’in Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin 2. cildinin 77. sayfasını iyice bir mütalaa edin. Şimdi meselenin aydınlığa kavuşması için o kitabın bazı bölümlerine işaret ediyorum.
Ümmü Seleme’nin Aişe’ye Nasihati

İbn-i Ebi’l- Hadid, Ebi Mihnef Lut bin Yahya Ezdi’nin tarihinden şöyle rivayet etmektedir: “O zaman Ümmü Seleme de Hacc için Mekke’ye gitmişti. Aişe’nin Osman’ın kanını talep ederek Basra’ya doğru gitmek istediğini duyunca çok üzüldü.

Meclislerde Hz. Ali (a.s)’ın faziletlerini rivayet ediyordu. Aişe Ümmü Seleme’nin yanına giderek onu da kandırıp kendisiyle Basra’ya götürmek istedi. Ümmü Seleme ona şöyle dedi:

“Daha düne kadar Osman’a sövüyordun, onu kınıyordun, Ona “Na’sel” (ihtiyar ahmak) diyordun; şimdi de onun kanı bahanesiyle Ali’nin karşısında kıyam mı ediyorsun; Ali’ (a.s)’ın onca faziletlerini unuttun mu? Eğer unuttuysan sana hatırlatayım. Hatırla o günü ki ben Hz. Peygamber’le birlikte senin odana geldik, o arada Ali de içeri girdi,

Peygamber’e yavaştan bir şeyler beyan ediyordu, biraz uzun sürünce sen Ali’ye saldırmak istedin, ben seni bu işten sakındırdım, ama sen dinlemedin, nihayet Ali’ye saldırarak şöyle dedin: “Dokuz günde bir benim sıramdır, şimdi de gelip Peygamber’i meşgul mu ediyorsun?!”

Peygamber (s.a.a) rahatsız olduğundan yüzü kızardığı halde öfkeyle; “Geriye dön; Allah’a and olsun ki Ehl-i Beytim’den ve diğerlerinden hiç kimse imandan çıkmadıkça Ali’ye buğz etmez.” diye buyurdular. Sen de bunun üzerine dediğinden pişman olarak geriye döndün.”

Aişe: “Evet hatırlıyorum.” dedi.

Ümmü Seleme sözünün devamında şöyle dedi: “Ayrıca o günü hatırla ki sen Peygamber (s.a.a)’in mübarek başını yıkıyordun, ben de yemek yapıyordum. Peygamber (s.a.a) mübarek başını kaldırarak şöyle buyurdu:

“Sizden hanginiz günahkar deve sahibisiniz ki Hav’eb köpekleri ona havlayacak ve sırat köprüsünde yüz üstü düşecektir?”

Ben yemekten elimi çekerek Peygamber (s.a.a)’e şöyle arz ettim: “Ya Resulullah! Bu işten Allah’a ve Resulüne sığınırım.”

O zaman elini senin sırtına vurarak şöyle buyurdu: “Sakın o kimse sen olmayasın!”

Aişe: “Evet hatırlıyorum.” dedi.

Ümmü Seleme devam ederek şöyle dedi: “ Hatırla o günü ki seferlerin birinde ikimiz de Peygamber (s.a.a)’le birlikteydik. Bir gün Ali Peygamber (s.a.a)’in ayakkabısını dikiyordu, biz de bir gölgede oturmuştuk.

Bu esnada baban Ebu Bekir Ömer’le birlikte gelmek için izin istediler, biz de perdenin arkasına geçtik, biraz konuştuktan sonra şöyle dediler: “Ya Resulullah! Biz seninle birlikte olmanın kıymetini bilmiyoruz; bize halifeni tanıtmanı ve senden sonra sığınmamız gereken kimsenin kim olduğunu söylemeni rica ediyoruz.”

Peygamber (s.a.a) Ebu Bekir ve Ömer’e cevaben; “Ben halifemin mekanını görüyorum (onun makamını iyi tanıyorum). Ama (şimdiden) onu tanıtacak olursam, İsrail oğullarının Harun’un etrafından dağıldığı gibi siz de onun etrafından dağılırsınız.” diye buyurdular. Onlar da sustular ve oradan ayrıldılar.

Onlar gittikten sonra biz dışarı çıktık. Ben şöyle arz ettim: “Ya Resulullah! Kim onlara halife olacaktır?” Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdular: “Ayakkabımı diken şahıs.” Peygamber (s.a.a)’in yanından ayrılıp etrafa baktığımızda Ali’den başka kimseyi görmedik; geri dönerek Peygamber (s.a.a)e; “Ya Resulullah! Ali’den başka kimseyi görmedik.” dedik. Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurdular: “İşte O (Ali) benim halifemdir.”

Aişe: “Evet hatırlıyorum.” dedi.

Ümmü Seleme: “O halde bütün bu hadisleri bilmene rağmen nereye gidiyorsun?” dedi.

Aişe: “İnsanların arasını bulmak için gidiyorum.” dedi.

O halde beyler kabul edin ki Aişe kandırılmamıştır, bilerek kıyam etmiş, fitne çıkarmıştır. Ümmü Seleme ona Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hadislerini hatırlatmıştır. Ama bilindiği gibi o buna rağmen uyanmamıştır.

Hz. Ali (a.s)’ın apaçık gerçek makamını itiraf etmiş olduğu halde Basra’ya doğru yola düşmüş, birçok Müslümanın kanının dökülmesine sebep olan birçok fitneyi yaratmıştır.

Özellikle de “Ayakkabı dikme” hadisi, Hz. Ali (a.s)’ın imamet ve hilafetini ispat eden en büyük delildir. Ümmü Seleme, kendisinden sonra halifenin kim olduğunu sorunca Peygamber (s.a.a); “Ayakkabımı diken benim halifemdir” buyurdu ve o halde Peygamber (s.a.a)’in ayakkabısını Ali’den başkası dikmiyordu.

Şii Müslümanların tek günahı hiçbir adetin etkisinde kalmaması ve uzak görüşlülük esasınca 14 asırlık önemli gerçeklere bakmalarıdır. Onlar hiçbir sevgi ve buğza kapılmadan Kur’ân ayetlerinden ve iki fırkanın muteber kitaplarında yer alan hadislerinden istifade etmekte ve hak üzere hüküm vermekteler.

Bu yüzden Hz. Ali (a.s)’ın hilafetinin büyük oyunlar ve hilelerle dördüncü mertebeye atıldığına ve hakkının gasp edildiğine inanmaktadırlar. Ama bilindiği gibi bu durum O’nun faziletlerini ve hakkındaki nasları ortadan kaldıramamış ve kaldıramayacaktır.

Biz de inanıyor ve itiraf ediyoruz ki Ebu Bekir Sakife’de, Ali, Haşimoğulları, sahabenin büyükleri bulunmaksızın ve Ensar’dan Hazrec Kabilesinin muhalefetine rağmen halife olarak adlandırılmış, ondan sonra da ferdi bir diktatörlükle Ömer ve Ömer’in şurasıyla da Osman hilafet kürsüsünde oturmuşlardır. 

Elbette şu farkla ki onlar kendilerini seçen ve hilafet halkasını boynuna asan bir grubun halifesiydi. Ama bilindiği gibi Hz. Ali (a.s), Allah-u Teala ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in tarafından seçilen bir halifeydi.

Şeyh: Haksızlık ediyorsunuz, onlar arasında hiçbir fark yoktur. Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ı (r.z) hilafete geçiren halk, Ali’yi (k.v) de hilafete geçirmiştir.
Üç Halifenin Tayinindeki Farklılık, Onların Hilafetinin Batıllığına Bir Delildir

Davetçi: Halifelerin hilafet tayininde birçok açıdan farklılıklar vardır. Evvela; icmaya işaret ettiniz. Konuları tekrarlamakla doğru bir yönteme başvurmuyorsunuz. İcma delilinin temelsiz olduğunu önceki akşamlar arz ettim. Ümmetin icması halifelerden hiçbirinin hilafetinin başlangıcında vaki olmamıştır.

İkinci olarak; eğer icmaya dayanıyor ve bunu Allah-u Teala ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a) tarafından ümmet için şer’an ispat ediyorsanız, kaide gereği her halife dünyadan gidince ümmet toplanmalı ve halife seçimi için onların görüşü alınmalıdır.

Ümmet kimin halife olmasına icma ettiyse, o halkın halifesidir (Resulullah’ın halifesi değil); bu yöntemin bütün dönemlerde uygulanması gerekir.

Elbette siz de biliyorsunuz ki İslâm’da hiçbir halife için böyle bir icma vaki olmamıştır; hatta bizim daha önce ispat ettiğimiz nakıs bir icma da (ki ashabın büyüğü, Haşimoğulları ve Ensar orada değillerdi) Ebu Bekir dışında hiç kimse için gerçekleşmemiştir.

İslâm muhaddisleri ve tarihçilerinin ittifak etmiş olduğu üzere Ömer’in hilafeti Ebu Bekir’in tayiniyle gerçekleşmiştir. Eğer hilafet tayininde icma şart olmuş olsaydı, o zaman neden Ebu Bekir’den sonra Ömer’in hilafete seçilmesi icma ile olmamıştır?

Şeyh: Elbette Ebu Bekir, ümmetin icmasıyla hilafete seçildiği hasebiyle onun tek başına halife tayini için söylediği söz, sağlam bir delil sayılmıştır. Ondan sonra artık halife tayini için icmaya gerek kalmamıştır. 

Her halifenin kendinden sonraki halifeyi seçmek için söylediği söz, sağlam bir senet kabul edilmiştir. Kendinden sonraki halifeyi tayin etmek halifenin hakkıdır. Halkı başı boş bırakmamalıdır. Ebu Bekir icma ile seçildiği için Ömer’i hilafete tayin etmiş, Ömer de Peygamber (s.a.a)’in kesin halifesi olmuştur!

Davetçi: Eğer siz kendinden sonraki halife seçiminde böyle bir hakkı halifeye tanıyorsanız ve ümmeti başı boş bırakma hakkının olmadığını beyan ediyorsanız ve onun sözünün sonraki halife tayininde yeterli olduğunu iddia ediyorsanız, o zaman neden insanların hidayetçisi olan Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e gelince bu hakkı kabul etmiyorsunuz?

Neden sizin kitaplarda da yer alan (önceki geceler sadece bazısına işaret ettik bu gece de Ümmü Seleme’nin hadisindeki apaçık nasları takdim etmeye çalıştık) Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in açıkça veya kinaye yoluyla farklı yerlerde Hz. Ali için buyurduğu onca nasları görmezlikten geliyor, kabul etmiyor ve her biri için soğuk teviller yapıyorsunuz? Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid de Ümmü Seleme hadisinde bu gülünç tevili yapmış ve apaçık nassı red etmiştir.

Gerçekten ilginçtir, Ebu Bekir’in sözünün Ömer’in hilafet tayininde bir senet olduğunu hangi ilke üzere söylüyorsunuz? Ama bilindiği gibi öte yandan Resulullah (s.a.a)’in sözünün senet olmadığını ifade ediyor ve o hikmetli kelimeleri soğuk tabirlerle beyan ediyorsunuz.

Ayrıca nereden ve hangi delil üzere icmayla seçilen birinci halifenin kendinden sonraki halifeyi tayin hakkının olduğunu beyan ediyorsunuz? Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den böyle bir emir mi gelmiştir? Cevap kesinlikle olumsuzdur.

Ayrıca birinci halife icma ile seçildiği için, sonraki halifelerde icmanın gerekmediğini, halk tarafından seçilen birinci halifenin kendinden sonraki halifeyi seçebileceğini ve onun sözünün yeterli olduğunu beyan ediyorsunuz. 

Eğer böyle olmuş olsaydı neden sadece bu iş Ömer’in hilafeti zamanında gerçekleşti? Neden Osman’ın hilafetinde Ömer halife tayin etmeyerek işi altı kişilik şuraya bıraktı?

Gerçekten delilinizin ne olduğu belli değildir, deliller ihtilaflı olunca asıl konu da ortadan kaybolur. Eğer hilafetin ispatı için ümmetin icması delil ise ve bütün ümmetin birlikte oy vermesi gerekiyorsa (halbuki bilindiği gibi Ebu Bekir zamanında bile böyle bir icma olmadı) o halde Ömer’in hilafetinde neden böyle bir icma gerçekleşmedi?

Eğer birinci halife seçiminde icmayı şart biliyor, sonraki halifelerde ise icma ile seçilen halifenin sözünün yeterli olacağı kanısında iseniz, o halde bu iş neden Osman zamanında gerçekleşmedi? 

Ömer Ebu Bekir’in aksine halife seçimini şuraya bıraktı. Hem de dünyanın hiçbir yerinde, hatta ilkel kabilelerde bile görülmeyen bir şuraya! Zira dünyadaki bütün meclislerde çoğunluğun görüşünün sağlanması için temsilcileri halk seçmektedir; ama bu şuranın temsilcilerini bizzat Ömer’in kendisi tayin etmiştir.

Ayrıca bilmek icap eder ki bundan da ilginci, bütün temsilcilerin iradesini ipotek altına alarak hepsini Abdurrahman bin Avf’ın emrine verdi. Abdurrahman bin Avf’ın bu kadar yetkili kılındığının hiçbir ilmi, örfi ve şer’i ölçüsü yoktur. Elbette bundan maksat onun Osman’ın yakınlarından olması ve dolayısıyla diğerlerini bırakıp Osman’ı seçeceğinin bilinmesiydi.

Ömer şöyle demişti: “Abdurrahman bin Avf’ın tuttuğu taraf haktır; Abdurrahman kime biat ederse diğerleri de teslim olmalıdır.”

Dikkat edilecek olursa burada şura şeklinde bir diktatörlük öngörülmüştür. Halbuki bilindiği gibi bugünlerin tabiriyle demokrasi bunun tam tersinedir.

Gerçekten çok ilginçtir, Peygamber-i Ekrem (s.a.a), önceki geceler senetlerini de zikrettiğim bir hadiste defalarca şöyle buyurmuştur:

“Ali hakladır ve Ali nerede olursa hak onunladır.”

Yine şöyle buyurmuştur:

“Bu Ali ümmetimin farukudur; hakla batılın arasını ayırandır.”

Nitekim Hakim Müstedrek’te, Hafız Ebu Naim Hilye’de, Taberani Evset’te, İbn-i Asakir Tarih’te, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii Kifayet’ut Talib’te, Taberi Riyaz’un- Nazre’de, Himvini Feraid’de, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde ve Suyuti de Dürr’ul- Mansur’da, İbn-i Abbas, Selman, Ebuzer ve Huzeyfe’den naklen Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmekteler:

“Benden sonra bir fitne kopacaktır, o zaman Ali’den ayrılmayın; zira Ali kıyamette benimle ilk tokalaşacak kimsedir; Ali en büyük sıddık ve bu ümmetin farukudur; hakla batılın arasını ayırmaktadır ve O müminlerin emiridir.”

Önceki geceler senet silsilesini de zikrettiğim bir rivayette Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Ammar’a şöyle buyurmuştur:

“Eğer bütün insanlar bir yola, Ali de başka bir yola gidecek olursa, sen Ali’nin yolundan git, insanlardan müstağni ol. Ey Ammar! Ali seni hidayetten çevirmez ve dalalete sürüklemez. Ey Ammar! Ali’ye itaat, bana ve Allah-u Teala’ya itaattir.”

Durum bu iken Ömer, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emrinin aksine Hz. Ali’yi Abdurrahman’ın başkanlığındaki bir şuraya bırakıyor. Şimdi buna kötümser olmamak mümkün mü?

Sahabenin büyüklerini bir kenara itmiş, hilafet konusunda onların görüş haklarını ellerinden almıştır. Dolayısıyla bu şurada da Hz. Ali’ye büyük bir haksızlık yapılmıştır; Hz. Ali gibi hak ve batılı birbirinden ayıran büyük bir şahsiyet Abdurrahman gibi birinin emri altına verilmiştir.

Beyler lütfen insaflıca hüküm veriniz. İstiab, İsabe, Hilyet’ul- Evliya ve benzeri kitaplarınıza müracaat ediniz. Hz. Ali (a.s)’ı Abdurrahman ve hatta şura üyesi olan diğer beş kişiyle kıyaslayınız; Abdurrahman’ın mı hakemlik makamına daha layıktı yoksa Emir’el Müminin Hz. Ali mi? Bu kıyaslamakla, siyasi oyunlar üzere velayet hakkının çiğnendiğini bizzat müşahede edin.

Velhasıl, eğer Ömer’in hilafet tayinindeki şura emri, uygulanması gereken bir düstur idiyse, o halde neden Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti hakkında uygulanmadı?

Dört halifenin hilafetinde, dört ayrı metot uygulanmıştır. Bu dördünden hangisi doğru, diğerleri ise batıldı? Eğer hepsinin hak olduğunu beyan ediyorsanız, o halde hilafet tayininde ikna edici bir deliliniz ve sabit bir yolunuz yoktur.

Eğer siz beyler, birazcık adetlerinizden uzaklaşır, apaçık gerçeklere insaf ve derince bakacak olursanız, gerçeklerin, olanların dışında olduğunu görürsünüz.

Göz açık, kulak açık, bu körlük!

Allah’ın göz kapatmasına şaşırıyorum!

Şeyh: Eğer dediğiniz doğruysa ve buyurduğunuz gibi derince bir düşünmek gerekirse, Hz. Ali’nin hilafeti de sarsıntıya uğrayacaktır. Zira önceki üç halifeyi hilafete getiren icma, Ali’yi (k.v) de hilafete getirmiştir.

[1] - Ahzab/36.

[2] - Nisa/83

[3] - Nahl/43.

[4] - Nisa/83.

[5] - Ankebut/49.

[6] - Yani kadın 6 ayda çocuk doğurabilir; çünkü hamileliğin en kısa müddeti 6 aydır.

[7] - Hatta Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinden olan İbn-i Teymiyye, İbn-i Kayyim ve diğerleri, Hz. Fatıma (a.s)’ın, Resulullah (s.a.a)’in Fedek’i kendisine bağışlamış olduğunu iddia ettiğini ikrar etmişlerdir.

[8] - Tevbe/120

[9] - Zümer/33

[10] - Hadid/19.

[11] - Nisa/69.

[12] - Ahzab/33.

[13] - Hud/17.

[14] - Nitekim Buhari, Sahihin 5. cildinde Hayber gazvesi babı s. 9’da ve hakeza c. 8, “Kavl’un- Nebiy la Nurisu Ma Tereknahu sadaka” babı, s. 87’de: “Hz. Fatıma dünyadan göçünceye kadar Ebu Bekir’le konuşmadı” demiştir.

[15] - Zümer/17-18.

[16] - Ahzap/53.

[17] - Nisa/3.

[18] - Şia rivayetlerinden, Hz. Ali (a.s)’ın Hz. Fatıma (a.s) hayattayken başka bir kadınla evlenmesinin câiz olmadığı anlaşılmaktadır. Bu konunun münazara meclisinde açılmasının uygun olmadığından dolayı üzerinde durulmadı.

[19] - Bu hadis uydurma bir hadistir.

[20] - Kerabisi sözlükte; dokunan ve örülen manasına gelmiştir. Hadis uydurduğundan dolayı bu isim ona verilmiş olabilir. (Çev.)

[21] - Nehc’ul- Belağa, mektup 45.

[22] - Nur/26.

[23] - Tahrim /10.

[24] - Tahrim/10.

[25] - Ahzâb/57.

[26] - Ahzap/33.

[27] - Ahzap/32.

[28] - Ölen bir adamın çocukları varsa karısına mirasından sekizde bir düşer. Peygamber (s. a.a)’in dokuz hanımı olduğu için de bu sekizde bir oranının, dokuza bölünmesi icab ederdi. Yani Aişe’nin hakkı Peygamber (s.a.a)’den kalan mirasın sekizde birinin dokuzda biriydi. Ama Aişe buna razı olmayarak hepsine el koydu. (Müt.)