Fatıma’yı İncitmek, Allah’ı ve Peygamber’i İncitmektir

Örneğin: İmam Ahmed Müsned’de, Süleyman Kunduzi Yenabi’ul- Mevedde’de, Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’da, İbn-i Hacer Savaik’da (Tirmizi, Hakim ve benzerlerinden naklen) çok az bir tabir ve lafız farklılıklarıyla Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in defalarca şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:

“Fatıma benim bir parçamdır, gözümün nurudur, kalbimin meyvesidir ve ruhumdur; onu inciten beni incitmiştir, beni inciten Allah’ı incitmiştir; Onu gazaplandıran beni gazaplandırmıştır, ona eziyet den bana eziyet etmiştir.”

İbn-i Hacer İsabe’de Fatıma (a.s)’ın biyografisini anlatırken Buhari ve Müslim’den naklen Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Fatıma benim bir parçamdır, ona eziyet eden bana eziyet etmiştir, onu rahatsız eden beni rahatsız etmiştir.”

Muhammed bin Talha eş-Şafii Metalib’us- Süul, s. 6’da, Hafız Ebu Naim İsfahani Hilyet’ul- Evliya, c. 2, s. 40’da ve imam Nesai Hesais’ul- Alevi’de Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:

“Fatıma benim kızım ve bir parçamdır; onu rahatsız eden beni rahatsız etmiştir, ona eziyet eden bana eziyet etmiştir.”

Ebu’l- Kasım Hüseyin bin Muhammed (Rağib-i İsfahani) Muhazarat’ul- Udeba, c. 2, s. 214’de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Fatıma benim bir parçamdır; öyleyse onu gazaplandıran beni gazaplandırmıştır.”

Hafız Ebu Musa bin el Müsenna Basri (Ö. H. 252) Mucem’inde, İbn-i Hacer Askalani İsabe c. 4, s. 375’de, Ebu Ya’la Musuli Sünen’inde, Taberani Mu’cem’inde, Hakim Nişaburi Müstedrek c. 3, s. 154’de, Hafız Ebu Naim İsfahani, Fezail’us- Sahabe’de, Hafız bin Asakir Tarih’uş- Şam’da, Sibt bin Cevzi Tezkire s. 175’de,

Taberi Zahair s. 39’da, İbn-i Hacer-i Mekki Savaik, s. 105’de ve Ebu’l- İrfan es-Sebban İs’af’ur- Rağibin, s. 171’de, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Hz. Fatıma’ya şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:

“Ya Fatıma, Allah-u Teala senin gazabın için gazap eder, senin hoşnutluğun için hoşnut olur.”

Muhammed bin İsmail-i Buhari, Sahih’in “Menakıb-i Karabet-i Resulullah” babında, s. 71’de (Mesur bin Muhzime’den naklen) ve hakeza, s. 75’de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Fatıma benim bir parçamdır; onu gazaplandıran beni gazaplandırmıştır.”

Buhari ve Müslim’in Sahih’inde Ebu Davut ve Tirmizi’nin Sünen’inde, Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde, İbn-i Hacer’in Savaik’inde, Şeyh Süleyman Belhi’nin Yenabi’sinde ve daha birçok muteber kitaplarınızda 

Hz. Fatıma’nın faziletleri hususunda birçok benzeri rivayetler nakledilmiştir. Bunları, Hz. Fatıma’nın onlardan hoşnut olmadan vefat ettiğini bildiren hadislerle nasıl değerlendirebiliyorsunuz?

Şeyh: Bu rivayetler doğrudur. Ama Hz. Ali’nin hakkında nakl olunmuştur. Zira Hz. Ali Ebu Cehl’in kızını almak isteyince Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ona kızdı ve şöyle buyurdu: 

“Her kim Fatıma’yı incitirse beni incitmiştir; beni inciten de Allah’ın gazabına uğramıştır.” Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in bu sözlerden maksadı, Hz. Ali idi!!!

Davetçi: İnsan ve diğer hayvanlar arasında birçok fark vardır. İnsanı hayvandan ayıran iki önemli güç akıl ve fikirdir. Yani hayvandan üstün olanlar, hayatlarını akıl ve fikir önderliğinde şekillendirenlerdir.

İnsan duyduğu her şeyi hemen kabul etmemelidir, akıl ve fikriyle değerlendirmelidir, aklı kabul ediyorsa kabullenmeli, aksi takdirde reddetmelidir. İşte bu yüzden Kur’ân şöyle buyuruyor:

“Sözü işiten ve en iyisine tabi olan kullarımı müjdele. İşte onlar Allah’ın kendilerini hidayete eriştirdikleridir ve onlar temiz akıl sahipleridir.”[15]

Geçmişlerinizin nakletmiş olduğu rivayetleri akıl tezgahında cerh-u tadil etmeden, üzerinde durup düşünmeden, bu akşam yaptığınız gibi hemen kabul diyor ve tekrarlıyorsunuz. Bu yüzden kısa olarak bir cevap vermek zorundayım.

Önceden de söylediğim gibi alimlerinizin de onayladığı üzere Hz. Ali (a.s) Tathir ayetinin muhatabıdır ve zati bir temizliği vardır. Yani her türlü rics, pislik, lehv ve kötü ahlaktan münezzehtir. Hakeza Mübahele ayetinde de önceki akşamlar bahsettiğim gibi Allah-u Teala Hz. Ali’yi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in nefsi olarak kabul etmiştir. 

Diğer taraftan Hz. Ali (a.s) Resulullah (s.a.a)’in ilim kapısıdır; Kur’ân’dan ve onun ahkam ve düsturlarından haberdardı. Allah-u Teala’nın şöyle buyurduğunu da çok iyi biliyordu:

“Allah’ın Resulüne eziyet etmeniz, sizin için câiz değildir.”[16]

Hz. Ali (a.s) gibi birisinin Resulullah (s.a.a)’e eziyet edecek, O’nu hoşnutsuz kılacak bir amel veya söze bulaşmasını akıl nasıl kabul edebilir? 

Büyük ahlak abidesi olan Resulullah gibi bir insanın Allah-u Teala’nın sevgilisine, hem de Kur’ân-ı Kerim’in istisnasız helal kıldığı bir işte gazaplanması mümkün müdür? Allah-u Teala bu hususta bir fark gözetmemiştir. Nikah meselesi şu ayetin hükmüne göre geneldir:

“...Size helal olan kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikahlayın...”[17]

Bu ayetin hükmü, bütün enbiya, evsiya ve tüm ümmet arasında geneldir. Eğer farzen Hz. Ali (a.s) böyle bir şey isteseydi şer’i açıdan câiz olduğu için Resulullah (s.a.a) helal olan bir şey hususunda O’na gazaplanmaz ve bu kelimeleri O’na söylemezdi.[18]

O halde akıl ve fikir sahibi herkes biraz araştıracak olursa, bu hadisin de Emeviler’in uydurması olduğunu kolayca anlayabilir; nitekim büyük ve değerli alimleriniz de bunu itiraf etmişlerdir.

Ebu Cafer İskafi’nin Muaviye’nin Zamanındaki Rivayetlerin Uyduruk Olmasına Dair Beyanı

İbn-i Ebi’l- Hadid Mutezili Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 1, s. 358’de bu konuda üstadı Ebu Cafer İskafi el-Bağdadi’den naklen şöyle diyor:

“Muaviye bin Ebi Süfyan ashap ve tabibinden bir grubu Hz. Ali (a.s) hakkında çirkin rivayetler uydurmakla görevlendirmişti. Halkın Hz. Ali’den uzaklaşması için halk içinde O’na lanet etmelerini emretmişti.

Ebu Hureyre, Amr bin As, Muğire bin Şu’be ve Tabiin’den Urve bin Zubeyr gibileri bu işle görevlenmişlerdi. Ebu Hureyre bu konuda, Hz. Ali (a.s)’ın Resulullah (s.a.a) hayattayken Ebu Cehil’in kızıyla evlenmek istediği hakkındaki rivayeti uydurdu. Sözde Resulullah (s.a.a) O’na kızarak minbere çıkmış ve şöyle buyurmuştur:

“Allah-u Teala’nın dostuyla düşmanının arasını bulmak mümkün değildir. Fatıma benim bir parçamdır; ona eziyet eden bana eziyet etmiştir; Ebu Cehil’in kızını almak isteyen benim kızımdan uzaklaşmalıdır.” [19]

Sonra Ebu Cafer İskafi şöyle diyor: “Bu hadis, Kerabisi rivayeti olarak meşhurdur. Yani uydurulan her rivayete kerabisi diyorlar.”[20]

İbn-i Ebi’l- Hadid devamında şöyle diyor: “Bu hadis Buhari ve Müslim’in Sahih’lerinde Musavver bin Mahzeme’den rivayet edilmiştir.”

Büyük Şia alimi Seyyid Murtaza da, Tenzih’ul- Enbiya ve’l-Eimme kitabında şöyle diyor: “Bu rivayet Hüseyin Kerabisi’den rivayet edilmiştir; bu şahıs Ehl-i Beyt (a.s) düşmanlarından biridir, bu yüzden onun rivayetleri kabul edilemez.

Ayrıca bilmek icap eder ki sizin muteber kitaplarınızda yer alan rivayetlere göre de Hz. Ali (a.s)’a buğzeden kimse münafıktır; Kur’ân hükmü gereği de ateş ehlidir. O halde onun rivayeti red edilmiştir.

Üstelik, Fatıma’ya eziyet edenlerin kınanması hakkındaki rivayetler, sadece Kerabisi veya Ebu Hureyre’nin rivayet etmiş olduğu Ebu Cehil’in kızıyla ilgili rivayetlerle sınırlı değildir. Bu konuda birçok hadis mevcuttur.

Bu cümleden Hace Parsa-i Buhari Fasl’ul- Hitap’da, imam Ahmed bin Hanbel Müsned’inde ve Seyyid Ali Hemedani eş-Şafii Meveddet’ul- Kurba’nın 13. Mevedde’sinde, Selman Muhammedi’den rivayet etmiş olduğu bir rivayette Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

“Fatıma’nın sevgisi yüz yerde insana yarayacaktır; onların en kolayı ölüm, kabir, mizan, sırat ve hesaptır. Öyleyse kızım Fatıma kimden razı olursa, ben de razı olurum; ben kimden razı olursam, 

Allah da ondan razı olur; Fatıma’nın razı olmadığı kimseden ben de razı değilim, benim razı olmadığım kimseden Allah-u Teala da razı değildir. O halde Fatıma’ya, eşi Ali’ye ve onların soy ve Şialarına zulmedenlere yazıklar olsun.”

Örnek ve şahit olarak zikredilen bu kadar rivayet yeterlidir. Şimdi siz muteber beyler, her iki fırkanın güvenilir kitaplarında yer alan bunca sahih rivayetleri, Buhari, Müslim ve diğer birçok büyük alimlerinizin de, Fatıma’nın Ebu Bekir’e gazap etmiş olduğu halde dünyadan ayrıldığına dair nakletmiş oldukları hadisleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Hafız: Bu rivayetler doğrudur, bizim muteber kitaplarımızda daha çok ve detaylı bir şekilde rivayet edilmiştir. Hz. Ali’nin Ebu Cehil’in kızıyla evlenmek istemesiyle ilgili Kerabisi’nin rivayet etmiş olduğu sözde bu hadise ben de inanamamıştım. Ama bu akşam, bu sorunu hallettiğinizden dolayı çok memnun oldum.
Hz. Fatıma’nın Gazabını Eleştiri ve Onun Yanıtı

Ayrıca bilmek icap eder ki bu rivayetlerdeki gazap, geleneksel bir gazap değil dini bir gazaptır. Dolayısıyla bizim bütün Sahih kitaplarımızda yer aldığı üzere Fatıma (r.z)’ın Ebu Bekir ve Ömer’e öfkesi, dini gazap değildir; yani Hz. Fatıma, dini emirlerin aksine gerçekleşen bir iş sebebiyle bu ikisine gazap etmemiştir. 

Elbette her kim Fatıma’yı dini açıdan gazaplandırırsa, Allah’ın ve Peygamber (s.a.a)’in gazabına uğrayacaktır. Ama Fatıma’nın bu gazabı, hedefine ulaşamadığından her duygusal insanın gösterdiği bir gazap haletidir.

Fatıma (a.s) Fedek’i istediğinden, halife de Fedek’i O’na geri vermediğinden dolayı, doğal olarak Fatıma da üzüldü ve gazaplandı. Ama bilindiği gibi sonraları bu normal gazap kalbinden çıktı ve halifenin hükmüne razı oldu.

Onun razı olduğunu gösteren en büyük delil de daha sonda sessiz kalmasıdır! Hatta Ali (k.v) hilafete geçince elindeki bütün güç ve imkana rağmen Fedek’i geri almadı, bu da O’nun halifelerin hükmünden razı olduğunun kesin bir delilidir!

Davetçi: Buyurduğunuz bu konuların her birinin ayrı bir cevabı vardır. Sizin yüzünüzde bir yorgunluk görmesem de ricamı kabul ederseniz bu soruların detaylı cevabını, vakit çok geçtiğinden dolayı yarın akşama bırakayım.

(Mecliste bulunanlar hep bir ağızdan şöyle dediler: Kabul etmiyoruz, çok hassas bir yere yetiştik, bu büyük meselenin neticesi belli olmadıkça bir yere gitmeyeceğiz.)

Davetçi: Sizin isteğiniz üzere, kısa da olsa vakit müsaade ettiği miktarda konunun detayına girmeden özetle cevap vermek istiyorum.
Fatıma’nın Kalbi ve Tüm Azası İmanla Dolu İdi

Evvela; Hz. Fatıma’nın gazabının dini değil, doğal olduğunu söylemekle yanıldınız; düşünmeden ve araştırmadan hüküm verdiniz. Zira Kur’ân-ı Kerim ve hadislerde de yer aldığı üzere, kemal sahibi bir mümin asla böyle bir gazaba kalkışmaz. Nerede kaldı ki Tathir, Mübahele ayeti ve İnsan suresinde övülen Fatıma gibi birsi böyle bir gazapta bulunsun.

Sizin muteber kitaplarınızda da yer aldığı üzere Hz. Fatıma (a.s)’ın imanı kemal derecesine ermişti. Nitekim Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Allah Teala, kızım Fatıma’nın kalp ve bütün azalarını imanla doldurmuştur.”
Fatıma’nın Gazabı Dini İdi

İmanının nişanesi Hakkın emirlerine teslim olan hiçbir mümin ve mümine, bir hakim hak üzere hüküm verdiği takdirde, yani Allah-u Teala’nın hükümlerini uyguladığı zaman ona gazap edemez, özellikle de kin ve ukde dolu bir gazapta bulunamaz, ölünceye kadar bu gazabı taşıyamaz, onların kendi cenazesine namaz kılmasına engel olacak kadar kızamaz. Evvela; 

Fatıma (a.s) Allah-u Teala’nın temizliğine hükmettiği bir insandır. Asla iftira ve yalan atmaz ve bundan dolayı da hakim onun aleyhine hükmetmez.

İkinci olarak; Hz. Fatıma (a.s)’ın gazabı bir hal değişikliği olmuş olsaydı, ortadan kalkması icap ederdi; özellikle kendisinden özür dilendikten sonra kalbinden çıkması gerekirdi. Çünkü Peygamber-i Ekrem (s.a.a): “Mümin, kinci ve ukde ehli değildir.” diye buyurmuştur. Müminin sıfat ve nişanelerinden biri, adet ve nefsani istekler üzere kalbinde kin ve öfke bulundurmamasıdır. 

Bir rivayette de şöyle buyurmuştur: “Mümin bir kimse hata ederse, üç günden fazla onun düşmanlığını kalbinde tutamaz.” Dolayısıyla Hz. Fatıma (a.s) gibi Tathir ayetiyle övülen, bütün varlığı imanla dolan, her türlü kötülük, pislik ve ahlaki rezaletlerden uzak olan, özellikle de Allah-u Teala’nın temiz olduğuna dair şehadette bulunduğu bir kimse asla kin ve ukde ehli olamaz.

Diğer taraftan iki fırkanın da ittifak etmiş olduğu üzere Hz. Fatıma (a.s) Ebu Bekir’e gazap etmiş olduğu hal üzere dünyadan gitti. Binaenaleyh Hz. Fatıma (a.s)’ın gazabı dini bir gazaptı; çünkü Allah-u Teala ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hükümlerinin aleyhine bir hüküm verilmişti; onun bu hükme olan gazabı dini bir gazaptı ve bu gazap Allah-u Teala ve Hz. Peygamber (s.a.a)’in gazabını gerektiren bir gazaptır.


Fatıma’nın Sessiz Kalması Razı Olduğundan Dolayı Değildi


Üçüncü olarak; Fatıma (a.s)’ın sessiz kalmasının O’nun rizayetine delalet ettiğini söylemekle hata ettiniz. Zira her sessizlik rizayetin göstergesi değildir. Bazen zalimin güçlü olduğundan dolayı mazlum, düşmanlar karşısında yüz suyunu korumak için sükut etmek zorunda kalıyor.

Mazlum Fatıma (a.s) da onlardan kesinlikle razı olmamış, üstelik bu dünyadan o gazap üzere bile ayrılmıştır. Büyük alimleriniz, özellikle de Buhari ve Müslim gibi iki güvenilir aliminiz şöyle yazmışlardır: “Fatıma Ebu Bekir’e gazap etti; ondan uzak durdu ve ölünceye kadar da onunla konuşmadı.”

Hz. Ali Hilafeti Döneminde İstediği Her Şeyi Yapabilme Gücüne Sahip Değildi


Dördüncü olarak; Hz. Ali (a.s)’ın iktidara geçtiğinde Fedek’i alıp Fatıma’nın çocuklarına geri vermemesinin bu hükme rizayetinin delili olduğunu söylenmeniz de büyük bir yanlışlıktır.

Zira Hz. Ali (a.s) kendi hilafeti döneminde istediğini her şeyi yapabilme, istediği hükmü verebilme ve bir bidati ortadan kaldırabilme gücüne sahip değildi. Bu konuda yapacağı en küçük bir teşebbüs karşısında feryatlar yükselecek, isyanlar başlayacaktı.

Eğer Hz. Ali (a.s) Fedek’i Fatıma’nın evlatlarına geri çevirseydi, özellikle Muaviye ve taraftarları bundan kötü istifade ederlerdi. Ayrıca bilmek icap eder ki Fedek’i red ederlerken de bunda Hz. Ali (a.s)’ın menfaati olduğunu söylemişlerdi. Dolayısıyla böyle bir durumda kendi görüşlerini delillendirir ve O’nun Ebu Bekir ve Ömer’in yoluna aykırı davrandığını yayarlardı.

Ayrıca böyle bir hüküm verebilmesi için uygulamalarında özgür ve güçlü olması gerekliydi. Halbuki bilindiği gibi Hz. Ali (a.s) için öncekilerin amel ve davranışlarının aksine davranabilecek bir güç ve kudret bırakmamışlardı.

Nitekim, minber olayı ve teravih namazında bu durum açıkça ortaya çıktı. Çünkü önceki halifeler Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in namaz kıldığı minberinin yerini değiştirdiler. Hz. Ali (a.s) hilafet makamına gelince minberi Resulullah (s.a.a)’in zamanındaki ilk yerine geri döndürmek istedi. Halk feryat ederek ilk iki halifenin sünnetine aykırı davranıldığını söylediler.

İnsanları cemaat ve teravih namazından sakındırınca, yine halk; “Ali Ömer’in hükmüne aykırı hüküm veriyor” diye feryat ettirler.

Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Hz. Ali (a.s) neden teravih namazının cemaatle kılınmasına engel olmaya çalıştı?
Hz. Ali’nin Teravih Namazının Cemaatla Kılınmasını Yasaklaması

Davetçi: Teravih lügat açısından “tervihe”nin çoğuludur ve kök itibariyle oturmaya denir; daha sonraları Ramazan geceleri dört rekat namazdan sonra dinlenmek için oturmanın adı olmuştur. Daha sonra da Ramazan geceleri kılınan dört rekatlı müstehap namaza denildi. (veya bütün gecelerde kılınan yirmi rekatlı müstehap namazın adı oldu.)

Şüphesiz mukaddes İslâm dininde sadece farz namazlar cemaatle kılınır, müstehap namazlar cemaatle kılınmaz, bizzat Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Ramazan geceleri kılınan nafile namazların cemaatle kılınması bidattir. Duha namazı bidat ve günahtır. Ramazan geceleri nafilelerini cemaatle kılmayınız; Duha namazı da kılmayınız. Zira sünnet üzere kılınan namaz, az da olsa bidat olan çok amelden daha iyidir. Her bidat dalalettir, her dalalet cehenneme giden yoldur.”

Ömer H. 14. yılda kendi hilafeti döneminde camiye girince ışıkların yandığını ve insanların toplanmış olduğunu gördü. Ne haberdir? dediğinde; “İnsanlar nafile namazını cemaatle kılmak için toplanmışlardır” dediler. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: “Bu bidattir; ama güzel bir bidattir!”

Buhari Sahih’inde Abdurrahman bin Abdulkari’den şöyle rivayet etmektedir: “Halife insanların dağınık namaz kıldığını görünce onlara müstahap namazların cemaatle kılınmasının daha iyi olduğunu söyledi.

Ubey bin Kaab’a onlara cemaat namazı kıldırmasını emretti. Daha sonra camiye geldiği zaman halkın emrine uyup cemaat namazı kıldığını görünce şöyle dedi: Bu bidat ne de güzel bir bidattir!”

Bu durum Hz. Ali (a.s) zamanına kadar devam etti. Hz. Ali (a.s) bu ameli, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) zamanında uygulanmadığından dolayı yasakladı ve nafilelerin cemaatle kılınmamasının gerektiğini hatırlattı.

Kufe’ye gelince de halkı bundan sakındırdı. Hz. Ali (a.s) yasakladığı halde adet edindikleri için vazgeçmediler. Hz. Ali (a.s) gidince yine kendi aralarından birini seçerek cemaatle nafile namazını kıldılar.

Hz. Ali (a.s) bunu duyunca İmam Hasan’a, eline bir kırbaç alarak halkı bundan alı koymasını emretti. Halk bu durumu görünce; “Ey vah! Ali gelip bizi namazdan men ediyor!” diye ses koparıp feryat ettiler.

Halbuki bilindiği gibi kendileri de Peygamber-i Ekrem (s.a.a) zamanında böyle namaz kılınmadığını ve bunun Ömer zamanında adet olduğunu biliyorlardı. Buna rağmen Hz. Ali (a.s)’a itaat etmediler. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sünnetine de mutabık olan bu işe boyun eğmediler.

O halde Hz. Ali (a.s) Fedek’i nasıl Fatıma’nın evlatlarına geri çevirebilirdi? Bunu yapacak olsaydı, hemen feryatlar yükselir, Hz. Ali (a.s)’ın dünyaya meylettiğini ve evlatlarının menfaatleri için beytülmale el koyduğunu söyleyip dururlardı. İşte bundan dolayı yine eskisi gibi sabretti ve onu Hz. Mehdi’ye bıraktı.

O halde Hz. Ali (a.s)’ın sükutu, o hükme razı olduğunun delili değildi. Eğer kendisinden önceki halifelerin Fedek hususundaki amellerini doğru bulmuş olsaydı artık onlarla tartışmaz, rahatsızlığını ifade etmez ve Allah-u Teala’yı hakem karar kılmazdı.

Nitekim Hz. Ali (a.s) Basra valisi Osman bin Huneyf-i Ensari ile dertleştiği mektubunda şöyle diyor:

“Göğün gölge etmiş olduğu şeylerle (dünya malıyla) dolu olan Fedek bizim elimizdeydi. Bir grup (önceki üç halife) tamahlaşıp (onu elimizden aldılar); bir grup da (Hz. Fatıma ve evlatları) cömertlik yaparak ondan vazgeçtiler. Allah-u Teala (hakla batıl arasında) ne de iyi hüküm edendir.” [21]

Hz. Fatıma’nın, ömrünün sonunda Ömer’den razı olduğunu ve onları affetti demeniz de yanlıştır. Zira böyle bir şey asla vaki olmamıştır. Nitekim daha önce arz ettiğim rivayetlerle, mazlum. Fatıma (a.s)’ın ömrünün sonuna kadar onlardan hoşnut olmadığını, hatta onlara kızgın olarak dünyadan ayrıldığını ispat ettim.