Hz. Ali’nin Halifeleri Kurtardığı Yerler ve Onların İtirafları

Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Menakıb-ı Ali bin Ebi Talib”in 57. babında bir takım hadisler naklettikten sonra, Huzeyfe bin Yemanî’nin hadisini senetleriyle nakletmiştir: Bir gün Ömer, Huzeyfe bin Yemani ile karşılaştığında; “Nasıl sabahladın?” diye sordu.

Huzeyfe şöyle cevap verdi: “Öyle bir halde sabahladım ki hakkı sevmiyorum fitneyi seviyorum; görmediğim şeye şehadet ediyorum; mahluk olmayanı koruyorum, abdestsiz namaz kılıyorum; benim için yerde olan Allah için gökte yoktur.”

Ömer, bu sözlerden dolayı öfkelenip onu incitmek istedi. Bu sırada Hz. Ali (a.s) geldi; Ömer’i sinirli görünce nedenini sordu. Ömer olayı anlatınca, Hazret şöyle buyurdu:

“Önemli değil, hepsini doğru söylemiştir. Onun sevmediği haktan maksat, ölümdür; fitneyi sevmesinden maksat, mal ve evlattır;[11] görmediği şeye şahadet etmesinden maksat, 

Allah’ın varlığı, kıyamet günü öldükten sonra dirilmek, cennet-cehennem, sorgu-sualdır; mahluk olmayanı koruyorum demesinden maksat, Kur’ân-ı Kerim’dir -ki o mahluk değildir-; abdestsiz namaz kılıyorum demesinden maksat, 

Resulullah’a (s.a.a) salat göndermesidir;[12] “benim için yerde var ama gökte Allah için yoktur” sözünden maksat ise, kendi hanımı ve ailesidir ki, onun yeryüzünde bir hanımı var; ama Allah-u Teâla bundan beri ve münezzehtir.”

Ömer Hz. Ali’nin bu açıklamasını duyunca şöyle dedi:

“Ali bin Ebi Talib olmasaydı, neredeyse Hattap oğlu helak olacaktı.”

Yusuf-u Genci eş-Şafii daha sonra şöyle diyor: “Ömer’in bu sözü, hadisçilerin yanında kesindir ve birçok tarihçi bunu nakletmişlerdir.”

Menakıb’ın müellifi de şöyle diyor: “Halife Ömer (r.z) defalarca şöyle diyordu: “Ya Ebe’l-Hasan![13] senin içinde olmadığın bir ümmette ben yaşamayayım.”

Yine şöyle diyordu: “Kadınlar, Ali bin Ebi Talib gibi birisini doğurmaktan kısır kalmışlardı.”

Muhammed bin Talha eş-Şafii: “Metalib’us- Süul” da, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefî “Yenabi’ul- Mevedde”nin 14. babında Tirmizi’den, o da İbn-i Abbas’tan naklen uzun bir hadis nakletmiştir. Bu hadisin sonunda şöyle diyor:

“Ashap (r.z), kitabın ahkamında Hz. Ali’ye başvurur, ondan fetva alırlardı. Nitekim Ömer bin Hattap (r.z) bir çok yerde şöyle demiştir:

“Ali olmasaydı Ömer helak olurdu.”

Resulullah (s.a.a) de şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimin en alimi, Ali bin Ebi Talip’tir.”

Meclisin durumunu dikkate alarak yaptığımız bu kısa beyana göre, münazara ve dini tartışmalarda Ömer’in herhangi bir şiddet ve katılığı olmadığını tasdik edersiniz.

Hatta kendisi, bundan aciz ve Ali’nin (a.s) onun kurtarıcısı olduğunu itiraf etmiştir. Konu o kadar açıktır ki, sizin en mutaassıp alimlerinizden İbn-i Hacer-i Mekki bile “Savaik’ul- Muhrika” kitabının üçüncü faslında İbn-i Sa’d’dan Ömer’in şöyle dediğini nakletmiştir:

“Ali’nin (a.s) olmadığı yerde, çok zor ve karışık işlerden Allah’a sığınırım.”
Savaş Meydanlarında Halife Ömer’den Herhangi Bir Cesaret ve Kahramanlık Görülmemiştir

Hiçbir tarihçi, savaş meydanlarında Halife Ömer’in cesaret ve kahramanlığına dair bir şey yazmamıştır. Hatta aksine, tarihin ve her iki fırkanın tarihçilerinin yazdıklarına göre Ömer, 

büyük bir ordunun veya kafirlerden güçlü bir kahramanın karşısında yer aldığı zaman, direnmeği terk ederek kaçmış ve onun bu ameli neticesinde bir takım diğer Müslümanlar da kaçarak İslâm ordusu yenilgiye uğramıştır.

Hafız: Yavaş lütufsuzluğu nezaketten çıkararak, Müslümanların iftihar kaynağı olan halife Ömer’e (r.z) -ki onun hilafeti döneminde bir çok fetihler Müslümanlara nasip olmuş, İslâm ordusu onun vücudu sebebiyle bütün savaşlarda zafere ulaşmıştır- hakaret ediyorsunuz. 

O büyük insanı korkak, savaştan kaçan ve Müslümanların yenilgisine sebep olan birisi mi sayıyorsunuz? Acaba sizin gibi şerif bir şahısın, halife Ömer (r.z) gibi Müslümanların iftihar ve övgü mayası olan büyük insanlara bu kadar hakaret etmesi ve bizim de dinleyip konuşmamamız doğru mu?

Davetçi: Çok yanıldınız. Kaç gecedir beraberiz ve beni layıkıyla tanıyamadığınıza şaşırıyorum. Benim heva ve hevese kapılarak veya cahilane sevgi ve nefret yüzünden, delilsiz ve burhansız olarak -hangi sınıftan olursa olsun- herhangi bir şahsı, özellikle de tarihte ünlü olan şahısları öveceğimi veya kötüleyeceğimi mi sanıyorsunuz?

Böyle toplantıların olumsuz yanı ve yıllarca Müslümanların bedbahtlığına sebep olan tek şey, su-i zandır (kötü düşünmedir). Bu tavır, Kur’ân-ı Kerim’in düsturuna aykırı olarak Müslümanlardan baş göstermektedir. Oysa Allah-u Teala, Hucurat (49) suresinin 12. ayetinde açıkça şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler, zandan çokça kaçının. Çünkü bazı zanlar günahtır.”

Bu sözler bir Şiinin ağzından çıktığı için onları kötü bir biçimde değerlendirdiniz. Halbuki durum sizin sandığınız gibi değildir. Ben, sizin kendi alim ve tarihçilerinizin söylediğinden fazla bir şey söylemedim.

Şu açıktır ki ne ben, ne de siz geçmişi yaşamadık. Ama aklın hükmüyle, insanların iyi ve kötü amellerini tarih sayfaları üzerinde yargılamamız gerekir.

Yine Hakikatin Beyanı


Benim Ömer’e ihanet ettiğimi buyurduğunuz sözünüze gelince; (kusura bakmayın) burada mugalata yaptınız veya bu sözle muhaliflerin hislerini tahrik etmeye çalıştınız.

Halbuki bizim halifeye ait olan sözümüzde ona hakaret edici bir yön yoktu; sadece tarihte yazılmış olan gerçek bir olayı beyan ettim ve sizin alim ve büyüklerinizin yazdıklarından daha fazla bir şey söylemedim ve söylemem de.

Ama su-i zan ve kötümserliğin ortadan kalkması için, perdeyi kenara itip konuyu daha geniş ve daha net bir şekilde beyan etmem gerekir.

“Ömer’in hilafeti döneminde büyük fetihler Müslümanlara nasip olmuş, İslâm’ın önemli fetihleri onun eliyle gerçekleşmiştir” sözünüze gelince; Ömer’in yöneticiliği döneminde İslam’ın büyük fetihlere ulaştığını kimse inkar etmemiştir. Ama bununla birlikte unutulmamalıdır ki sizin büyük alimleriniz, örneğin:

Kadı Ebu Bekir Hatip “Tarih-i Bağdat”ta, imam Ahmed bin Hanbel “Müsned”de, İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc'ül- Belağa Şerhi”inde vs. kimseler- halife Ömer’in, ülkenin bütün işleri, özellikle ordu sevk etmede, Hz. Ali’yle istişare yapıp O’nun düsturuna uygun olarak hareket ettiğini ikrar ve itiraf etmişlerdir.

Buna ilâveten, İslâm’ın fetihleri, her dönem ve zamanda fark ediyordu. Birinci kısım, bizzat Hz. Resulullah (s.a.a)’in kendi zamanında gerçekleşen büyük fetihlerdir. Bunlar, Hz. Ali (a.s) ’ın vücudunun bereketiyle oluşmuştur. Zira demişlerdir ki:

Ordunun kalabalığı (tek başına) işe yaramaz;

Savaşçı bir er, yüz bin kişiden daha iyidir.

Savaşçı olarak İslam ve Müslümanların övünç kaynağı, vücudu İslam ordusunun fetih ve zaferler elde etmesine sebep olan kişi, Hz. Ali bin Ebi Talip’tir. Zira eğer O, herhangi bir savaşa katılmasaydı,

zafer elde edilmezdi. Bunun kanıtı Hayber Fethidir. O Hazret göz ağrısı nedeniyle savaş meydanına gidemediği için Müslümanlar ard arda yenilgiye uğrayarak Hayber’i bir türlü fethedemiyorlardı. Ama Hz. Ali (a.s), Resulullah (s.a.a) ’in duasıyla iyileşir iyileşmez düşmana amansızca saldırarak Hayber kalelerini fethetti.

Uhud Gazvesinde de bütün Müslümanlar kaçtı. Resulullah (s.a.a)’ın yanında sadece Hz. Ali (a.s) kaldı. Bu anda gaipten şu cümle duyuldu:

“Ali gibi kahraman, Zülfikar gibi de kılıç yoktur.”

Resulullah (s.a.a)’ın vefatından sonraki ikinci kısım fetihlere gelince; bu fetihler, İslam’ın ünlü kahramanları, tecrübeli komutanları ve onların fedakarlık ve özgün savaş planları ile düşmanın karşısına çıkmaları sayesinde gerçekleşmiştir.

Bizim söz konumuz, Ömer’in zamanındaki fetihleri de kapsayan İslâm fetihleri hakkında değildir. Konu, halife Ömer bin Hattab’ın kişisel şiddet, şecaat ve kahramanlığı hakkında idi. Arz ettiğim gibi, tarihte ondan böyle bir şey görülmemiştir.

Hafız: Ömer’in savaş meydanlarından kaçtığını ve bu kaçışı yüzünden Müslümanların mağlup olduğunu buyurmanız, halife Ömer’e ihanet değil midir?

Davetçi: Kişiler hakkındaki tarihi gerçekleri nakletmek ihanet ise bu ihaneti ilk önce sizin büyük alimleriniz ve tarihçileriniz yapmışlardır. Ben sadece onların naklettikleri şeyleri arz ettim. Eğer bir sorun ve eleştiriniz varsa bunu, bu olayları kaydeden kendi büyüklerinize yöneltin.

Hafız: Bizim alimleriniz nerede ve hangi kitapta, halife Ömer’in (r.z) savaş meydanlarından kaçtığını ve Müslümanların yenilgisine sebep olduğunu nakletmişlerdir?
Ebu Bekir ve Ömer’in Hayber Gazvesinde Yenilgiye Uğramaları

Davetçi: Bir çok savaş meydanlarından kaçmışlardır; onların hepsinden daha önemli olan Hayber Gazvesidir; ki onlar bu gazvede yenilgiye uğrayarak geri dönmüşlerdir. 

Hz. Ali’nin gözleri ağrı yaptığından dolayı, Resulullah (s.a.a) ilk gün İslâm bayrağını Ebu Bekir’e verdiler. Ebu Bekir İslam ordusu komutanı olarak Yahudilere karşı biraz savaştıktan sonra mağlup olarak geri döndüler. İkinci gün, Peygamber (s.a.a) bayrağı Ömer’e verdi. Ömer daha düşmanla karşılaşmadan korkusundan geri dönüp kaçtılar.

Hafız: Bu beyanlar şiaların çıkardıkları uydurma sözlerdir; onlar çok cesur ve kahraman insanlardı.

Davetçi: Daha önce de belirttiğim gibi Şiiler Ehl-i Beyt’in sadık takipçileridir. Asla yalan söylememiş ve söylemezler de. Çünkü yalan söylemeyi büyük günahlardan bilir ve hadis uydurmaya da asla ihtiyaçları yoktur. Resulullah (s.a.a)’in zamanında gerçekleşen Hayber Gazvesi, İslâm tarihinin en önemli savaşlarından birisi olduğu için her iki fırkanın alim ve tarihçileri bunu nakletmişlerdir. Hatırımda kaldığı kadarını huzurlarınızda arz edeyim:

Hafız Ebu Naim İsfehani “Hilyet’ul- Evliya”nın c.1, s. 62’inde, Muhammed bin Talha eş-Şafii İbn-i Hişam’ın Siresinden naklen “Metalib’us- Süul”un 40. sayfasında, 

Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 14. babında ve sizin daha birçok büyük alim ve tarihçileriniz onların yenilgiye uğrayarak geri dönüp kaçtıklarını yazmışlardır; meclisin vakti, onların hepsinin sözlerini nakletmeye müsaade etmiyor. Ama sizin için bunların hepsinden daha önemlisi, sizin güvenilir kabul ettiğiniz şu iki büyük aliminizin sözleridir:

Muhammed bin İsmail-i Buhari, kendi Sahih’inin 2. cildinin 100. sayfasında (1320 Mısır baskısı), Müslim bin Haccac da kendi Sahih’inin 2. cildinin 324. sayfasında (1320 Mısır baskısı) açık bir şekilde şöyle yazmışlardır: “Halife Ömer, iki defa savaş meydanından geriye dönüp kaçtı.”

Bu konu için apaçık delillerden birisi de, İbn-i Ebi’l- Hadid el-Mutezile’nin Hz. Ali (a.s)’ın fazileti hakkında olan “Aleviyyat-ı Seb’” isimli meşhur şiirinin içerisinde Hayber babında Baiyye Kasidesi adıyla söylediği şu şiirdir:

“Hayber hakkındaki haberleri söylemek istemiyor musun? O savaşta akıl sahiplerini hayrete düşürecek bir takım şeyler vardır. Öne geçip kaçanlar (yani Ebu Bekir’le Ömer), bayrak taşımaya alışmamışlardı. İşte bundan dolayı o yüce bayrağa zillet ve horluk örtüsünü örterek kaçtılar. Halbuki savaştan kaçmanın büyük bir günah olduğunu biliyorlardı. 

Yahudi’lerin büyüklerinden cesur bir genç kılıcını çekmiş, atının üzerinde, baharın yeşilliklerini yemiş şehvet dolu ve kudurmuş bir erkek deve kuşu gibi, sanki gelin evine kına götürüyormuşçasına onlara rahatça saldırmış. Onun kılıç ve mızrağından çıkan ölüm ateşinin yankıları onları korkutmuştur. Ben (İbn-i Ebi’l Hadid) sizin yerinize (Yahudilerin karşısından kaçmanızdan dolayı), özür diliyorum. Zira ölüm herkesin hoşlanmadığı, yaşamını sürdürmek ise herkesin sevdiği bir şeydir. Siz de ölümden korktunuz. Halbuki, herkes ölümü tadacaktır...”

Binaenaleyh, kabul ediniz ki bizim ihanet amacımız yoktur. Biz, sadece tarihteki gerçekleri anlatarak savaş meydanlarındaki mücadelelerde kafirlere karşı şiddetli olan ve onları mağlûp eden kişinin Ömer değil Hz. Ali (a.s) olduğunu vurgulamaya çalıştık ki bilesiniz, halife Ömer’in “Kafirlere karşı şiddetli” ayetinin kapsamına girebilecek herhangi bir kahramanlık ve fedakarlığı yoktu.

Hatta onlar, bırak kahramanlığı güçlü düşmanın karşısında yer alınca, mevzii boş bırakarak savaş alanından bile kaçmışlardır.

Eğer dikkat edip insaflıca düşünecek olursanız, bu büyük sıfatın (Kafirlere karşı şiddetli olma) sahibi, Hz. Ali olduğunu tasdik edeceksiniz. Zira Hz. Ali (a.s), bütün savaş meydanlarında kafirlere karşı şiddetli olup onları yenilgiye uğratan tek şahıstır. Nitekim Kur’ân-ı Kerim, Mâide (5) suresinin 54. ayetinde bu manayı tasdik ederek şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (şunu iyi bilsin ki) Allah, kendisinin onları sevdiği, onlarında kendisini sevdiği, müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise şiddetli (güçlü ve onurlu), Allah yolunda cihat eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan[14] bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olan ve bilendir.”

Hafız: İlginçtir! Siz güzel beyanınız ve zorla, tüm müminler hakkındaki bu ayeti, Ali (k.v) hakkında cari etmek mi istiyorsunuz?

Davetçi: Defalarca görmüş ve tecrübe etmişsiniz ki, söylediğim hiçbir şeyi delilsiz söylememişimdir; sürekli tenkit edip cevap aldınız; bununla birlikte yine de itiraz ediyorsunuz. Lütfen sözünüzü soru şeklinde; “sözünüzün delili nedir?” diye buyurun, ben de cevap vereyim. Şimdi sözünüzün cevabını arz ediyorum.

Birinci olarak; eğer ayet bütün müminler hakkında nazil olup onların hepsini kendi kapsamına alsaydı, asla savaş meydanlarından kaçmazlardı.

Hafız: Acaba, bunca savaşlar yapıp fetihler elde eden Resulullah’ın ashabı ve müminleri, ihanetli bir dille “ferrar” (firar edenler) olarak nitelemeniz insaf mıdır?

Davetçi: Birinci olarak; ben, onlar hakkında ihanetli bir dille konuşmadım. Ben sadece onların karakterlerini açıkladım.

İkinci olarak; ben onlara “ferrar” (savaştan kaçanlar) demedim, bunu diyen tarihtir, ben değilim. Galiba beyler, sahabe ve müminlerin, hatta ashaptan büyüklerinin bile, Uhud ve Huneyn gazvesinde kaçtıklarını ve Resulullah (s.a.a)’i kafirler karşısında yalnız bıraktıklarını unuttular! Nitekim Taberi ve sizin diğer tarihçileriniz bunu kendi kitaplarında yazmışlardır.

Resulullah (s.a.a)’ı düşmanların karşısında yalnız bırakıp cihattan ve savaş meydanlarından kaçanlar nasıl Allah’ın (c.c) ve resulünün sevgilisi olurlar?

Üçüncü olarak; ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu sadece ben söylemiyorum, sizin büyük alimlerinizden örneğin; Ebu İshak imam Ahmed Salebi -hadis imamı olduğunu siz de tasdik ediyorsunuz- “Keşf’ul- Beyan” tefsirinde şöyle yazıyor:

“Bu ayet, Ali bin Ebi Talip (a.s) hakkında nazil olmuştur. Çünkü ayette zikr olunan sıfatlar, Hz. Ali’den (a.s) başka hiç kimsede yoktu.”

Hiçbir tarihçi, Resulullah’ın zamanında yapılan 36 gazvede, Hz. Ali’nin savaş meydanından kaçtığını veya geri çekildiğini yazmamıştır.

Hatta bütün Müslümanların kaçtığı “Uhud” savaşında, o kadar kötü yenilgi, mağlubiyet ve Hz. Hamza’nın (Seyyid’üş- Şüheda) şahadetinden sonra direnen ve zafer elde edilinceye dek sonuna kadar Resulullah (s.a.a) ile beraber savaşan sadece Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) olmuştur.

Yaklaşık 90 tane yara almasına rağmen - ki aşırı derecede kan kaybetmesi yüzünden kaç defa halsizlikten yere düşmüştü- yine de kalkıp Resulullah (s.a.a)’i korudu ve savaşı Müslümanların lehine tamamladı.

Hafız: Acaba büyük sahabelerin kaçtığını söylemeniz utanç verici değil mi? Halbuki başta iki hak halife Ebu Bekir ve Ömer (r.z) olmak üzere tüm sahabe pervane gibi Resulullah’ın etrafında dönüp O’nu koruyorlardı.

Davetçi: Beyefendi galiba tarih okumamışsınız, işte bundan dolayı böyle beyanda bulunuyorsunuz. Uhud, Huneyn ve Hayber savaşında (birkaç kişi hariç) ashabın hepsinin kaçtığını tarihçilerin geneli yazmışlardır. Hayber savaşındaki durumu anlattım. Huneyn savaşında da kaçtıkları kesindir. Nitekim Hamidi “Cem’un Beyn’es- Sahihayn”da; Halebi de “Siret-u Halebiyye”nin c. 3, s.123’ünde şöyle diyorlar:

“Dört kişi hariç bütün sahabe firar ettiler. Ali (a.s) ve Abbas Resulullah (s.a.a)’in önünde, Ebu Abdullah bin Mesud ise Hazretin (s.a.a) solunda yer almışlardı;. Ebu Süfyan bin Haris de Peygamberin merkebinin yularından tutmuştu.”

Uhud savaşında da Müslümanların firar ettiğini kimse inkar etmemiştir. Hakikatin size keşf olması için tarih kitaplarını okumanız iyi olur. Özellikle İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 3, s. 276’ında, nasibi olan Cahiz’in reddinde şöyle demiştir: “Uhud savaşında şu dört kişi; Ali, Zübeyr, Talha ve Ebu Dücane hariç bütün Müslümanlar firar ettiler. Müslümanlar arasından bu dört kişi çıkarılırsa, Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın da firar edenler arasında olduğu açıktır. İşte bunun için Cebrail şöyle dedi:

“Ali gibi kahraman bir genç, Zülfikar gibi de kılıç yoktur.”

Büyük alim ve tarihçilerinizden örneğin; İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc’ul- Belağa Şerhi”inde, Nuruddin Maliki de “Fusul’ul- Mühimme”nin 43. sayfasında ve diğer kimseler şöyle nakletmişlerdir: “O günü gayb’dan şöyle bir ses duyuldu:

“La feta illa Ali, la seyfe illa zülfikar.”

(Ali gibi kahraman bir genç, zülfikar gibi de kılıç yoktur.)

Bütün savaşlarda Hz. Ali, Allah (c.c) tarafından desteklenmiş; melekler de O’na yardım etmeye hazır durumda beklemişlerdir. Nitekim Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 27. babında kendi senediyle Abdullah bin Mesud’dan Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Ali hangi savaşa gönderildiyse, Cebrail’i sağında, Mikail’i solunda ve bir bulutun da onu gölgelendirdiğini görüyordum; nihayet Allah Teala O’na zaferi nasip ediyordu.”

İmam Ebu Abdurrahman Nesai de “Hasais’ul- Alevi”nin 202. hadisinde şöyle naklediyor: “İmam Hasan (a.s) siyah sarık ile halkın huzuruna gelerek babasının vasıflarını anlatırken şöyle dedi:

“Hayber gazvesinde, babam Ali düşmanın kalesine doğru gittiğinde, Cebrail sağında, Mikail de solunda savaşıyordu.”

Bütün zafer ve fetihler, O’nun kılıcının şiddeti sayesinde Müslümanlara nasip oluyordu; bu vesileyle Allah ve Resulünün yanında muhbubiyet makamına ulaşıyordu; Cebrail ve Mikail O’nun sağında ve solunda yer alıp savaşmakla iftihar ediyorlardı. İşte bundan dolayı Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“İslâm, sadece Ali’nin kılıcıyla güçlendi.”

[1] - İbn-i Saad’ın “Tabakat”tında, İbn-i Hacer’in “İsabe”sinde ve Ehl-i Sünnetin diğer alimlerinin muteber kitaplarında Ebu Hureyre’nin Hayber’in fethinde Müslüman olduğu yazılıdır.

Buhari’nin rivayetine göre (Sahih-i Buhari’nin “Alamat’un- Nübüvvet’i fi’l- İslam” babında) Ebu Hureyre, Resulullah (s.a.a) ile üç yıldan fazla görüşmeye muvaffak olmamıştır.

İbn-i Hacer “İsabe”de, Hakim “Müstedrek”te, İbn-i Abdulbirr “İstiab”da ve daha başkaları şöyle naklediyorlar: “Ebu Hureyre hicri 57 yılında 78 yaşındayken Akik Vadisi’nde öldü. Cenazesini Medine’ye getirip Baki mezarlığında defnettiler.

[2] - Devs, Ebu Hureyre’nin Yemen’deki kabilesidir.

[3] - Buzine, dağlarda yaşayan bir tür maymundur.

[4] - Vakıa/35-36-37.

[5] - İsteyenler Kiyafet’ut- Talib’in 32. babına başvurabilir.

[6] - Tevbe/40.

[7] - Hicr/34-35.

[8] - Haşr/16-17.

[9] - Kendini Allah’a feda eder; nefsini ve hayatını O’nun rızası karşısında Allah’a satar.

[10] - Ama müfessir, muhaddis ve tarihçilerin çoğunun kanaati, İsmail’in kurban edilmesidir, İshak’ın değil.

[11] - Bir ayette; “Mallarınız ve evlatlarınız fitnedir” diye geçmektedir. (Müt.)

[12] - Arapça’da “Usallî” kelimesi iki manaya gelmektedir: Biri “Namaz kılıyorum”, diğeri ise “salat gönderiyorum.” Bundan dolayı Ömer yanılarak mezkur kelimenin diğer manasını unutmuştur. (Müt.)

[13] - Ebu’l- Hasan, Hz. Ali’nin künyesidir.

[14] - Hz. Ali ve takipçileri gibi.


Hz. Ali, Allah ve Resulünün Sevdikleri Bir Şahıstı

Dördüncü olarak; Allah Teala mezkur ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: “Yuhibbuhum ve yuhibbunehu” (Allah onları, onlar da Allah’ı seviyorlar.) Bu mahbubiyet (sevilme) sıfatı, Hz. Ali (a.s)’ın özelliklerindendir.

Bunun bir çok delili vardır. Örneğin; Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 7. babında kendi senediyle Abdullah bin Abbas’tan şöyle naklediyor:

“Bir gün ben ve babam Resulullah’ın huzurunda oturmuştuk; derken Ali gelip selam verdi. Resulullah (s.a.a) selamın cevabını verdikten sonra güler yüzle yerinden kalkarak Ali’yi bağrına basıp gözlerinin arasından öptü ve yanına oturttu. Babam: “Ya Resulullah! Onu seviyor musun?” diye sorduğunda Hazret şöyle buyurdular:

“Vallahi, Allah (c.c) O’nu benim sevmemden daha çok seviyor.”