Hz Ali’nin İslâm’daki Önceliği

Daha sonra Nuruddin bin Sabbağ el-Maliki, aynı bölümde imam Sa’lebi’den naklederek “Tevbe” suresinin 101. ayetinin tefsirine ilişkin şunları yazmaktadır:

“İbn-i Abbas, Cabir bin Abdullah Ensari, Zeyd bin Erkam, Muhammed bin Münkedir ve Rabia el-Merai şöyle diyorlar:

“Hatice’den sonra Resulullah’a ilk iman eden Ali’dir.”

Daha sonra şöyle devam ediyor. “Hz. Ali (k.v), bu manaya değinerek alim ve büyüklerin naklettiği şiirinde şöyle buyurmuştur:

Muhammed peygamber kardeşim ve amcam oğludur.

Hamza, Seyyid’üş- şüheda benim amcamdır.

Resulullah’ın kızı Fatıma, benim eşimdir.

Ahmed’in iki torunu, Fatıma’dan olan çocuklarımdır.

Hanginizin böyle benim gibi kısmeti vardır?

Hepinizden önce çocukken iman ettim,

O zaman henüz buluğ çağına ermemiştim.

Resulullah (s.a.a) Gadir-i Hum günü,

Benim için kendi velayetini size farz kıldı.

Yazıklar olsun! Yazıklar olsun! Yazıklar olsun!

Bana zulüm ederek yarın Allah’ın huzuruna çıkacak kimseye.

Muhammed bin Talha eş-Şafii “Metalib’us- Süul”un 11. sayfasında ve sizin diğer büyük muhaddis ve tarihçileriniz şöyle nakletmişlerdir:

“Hz. Ali (a.s) bu şiiri Muaviye’ye cevap olarak yazmıştır. Şöyle ki, Muaviye Hz. Ali (a.s)’a yazdığı bir mektupta babasının cahiliye devrinde kabile reisi olmasından dolayı övünmüş ve kendisini de müminlerin dayısı, vahiy katibi ve fazilet sahibi bir kişi olarak tanımlamıştı.

Hz. Ali (a.s) mektubu okuduktan sonra şöyle buyurdular: “Acaba Seyyid’üş- Şüheda Hamza’nın ciğerini yiyenin oğlu bana karşı faziletlerle mi övünüyor?” Derken mezkur şiiri okuyarak bu şiirde Gadir-i Hum olayını dile getirdi.

Böylece kendisinin İmam, Halife ve Müslümanların işlerinde tasarruf yetkisine sahip olduğunu belirterek Resulullah’dan sonra hilafete daha layık olduğunu ispatlamaktadır. Muaviye onca derin düşmanlığına rağmen Hz. Ali’nin bu üstünlük tefahürlerini yalanlayamadı.

Yine Hakim Ebu’l- Kasım Haskani -sizin en tanınan ve güvenilir alimlerinizdendir- mezkur ayetin açıklanmasında Abdurrahman bin Avf’dan şöyle naklediyor: “Kureyş’ten on kişi iman ettiler ve onların ilki de Ali bin Ebu Talip’ti.”

Sizin büyük alimleriniz Ahmed bin Hanbel Müsned’inde, Hatip Harezmi Menakıb’da, Süleyman Belhi el-Hanefi Yenabi’ul- Meveddet’in 12. babında Enes bin Malik’den Resul-i Ekrem’in şöyle buyurduğunu nakl ediyorlar:

“Melekler bana ve Ali’ye yedi yıl salat ettiler. Bu müddet içerisinde şahadet kelimesi (La ilahe İllallah), ben ve Ali hariç kimseden göğe yükselmedi.”

İbn-i Ebi’l- Hadid-i Mütezili “Nehc’ul- Belağa Şerhi”inde s. 375’den 378’e kadar sizin kendi ravi ve alimlerinizden, Hz. Ali’nin herkesten daha önce iman etmesine dair bir çok hadis nakletmiştir. O, son olarak bütün hadis ve ihtilaflı görüşlere ilişkin şöyle diyor:

“Şimdiye kadar zikrettiklerimizin tümü, ilk iman edenin Hz. Ali olduğunu göstermektedir. Bu konuda muhalif görüş çok azdır; az görüşe itibar edilmez.”

Kütüb’üs- Sitte sahiplerinden İmam Ebu Abdurrahman “Hasais’ul- Alevi” adlı eserinin girişinde bu konuda altı hadis getirerek Hz. Resulullah’a ilk iman eden ve O’nunla ilk kez namaz kılanın Hz. Ali olduğunu tasdik etmiştir

Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefî “Yenabi’ul- Mevedde”nin 12. babında Tirmizi, Himvini, İbn-i Mace, Ahmed bin Hanbel, Hafız Ebu Naim, imam Sa’lebi, İbn-i Mağazili, Ebu’l- Muayyid Harezmi ve Deylemi’den bu hadisi değişik anlatımlarla nakletmiştir. Onların hepsinin özet ve neticesi şudur:

“Hz. Ali (a.s) herkesten önce iman etmiştir.” Hatta mutaassıp İbn-i Hacer-i Mekki “Savaik”in ikinci fasılda aynı anlamda bir hadis nakletmiştir. Süleyman Belhi “Yenabi’ul- Mevedde” kitabında o hadislerden bazılarını ondan nakletmiştir. 

Yenabi’ul- Mevedde’nin 12. babının sonunda “Menakıb”dan kendi senediyle Ebu Zübeyr-i Mekki’den, o da Cabir bin Abdullah Ensari’den çok bereketli bir hadis nakletmiştir. Beylerin müsaadesiyle, hücceti tamamlamak için bu hadisi okuyayım: Resulullah (s.a.a) buyurdular ki:

“Allah Tebarek ve Teala beni halkın içinden seçti, beni elçi yaptı ve bana kitapların en iyisini nazil etti. Arz ettim ki: “Allah’ım! sen Musa’yı Firavun’a gönderdin; derken o senden, kardeşi Harun’u kendisine vezir yapmanı, Harun’la onu güçlendirmeni ve onunla sözünü doğrulamanı istedi.


Ey Allah’ım ve Seyyidim! Şimdi ben de senden istiyorum ki, bana da kendi ailemden (yakınımdan) vezir kılasın, onunla pazımı güçlendiresin. Öyleyse Ali’yi bana vezir ve kardeş kıl, onun kalbine cesaret ver, onu düşmanına karşı heybetli kıl.

(Allah’ım) O bana ilk iman eden ve beni tasdik edendir; benimle senin vahdaniyetini ikrar eden ilk şahıstır.” Kuşkusuz ben bunu Rabbimden istedim, O da bana bağışladı (yani Ali’yi benim vezir ve kardeşim yaptı).

Öyleyse Ali, vasilerin efendisidir; O’na katılmak saadettir; O’nun itaatinde ölmek şahadettir; O’nun ismi Tevrat’ta benim ismimle birliktedir; O’nun eşi Sıddıka-i Kubra benim kızımdır; O’nun cennet gençlerinin efendileri olan iki oğlu, benim çocuklarımdır; 

O, O’nun iki oğlu Hasan ve Hüseyin ve Onlardan sonra gelecek olan İmamlar peygamberlerden sonra Allah’ın (c.c) insanlara hüccetidirler; Onlar ümmetim içinde ilim kapılarıdır; Onlara tabi olan ateşten kurtulmuştur;

Onlara uyan sırat-i müstakime (doğru yola) hidayet olmuştur; Allah Teala Onların sevgisini kime bağışlamışsa, onu cennete götürür.” (Ey basiret sahipleri ibret alın!)

Eğer Şia kaynaklarına istinat etmeksizin sadece sizin kendi büyük alimlerinizin naklettikleri hadisleri zikredecek olursam, sabaha kadar bitmez, sanırım bu kadar yeterlidir.

Şimdiye kadar arz ettiklerimle şunu anlatmak istedim; beyler bilsinler ki, Hz. Ali (a.s) Resulullah (s.a.a) ile ilk baştan daima birlikte olan bir şahıstı; öyleyse o yüce şahsiyetli insanı, “Vellezine meahu...” (Onunla birlikte olan...) ayetinin kapsamında bilmemiz, daha evla ve gerçeğe daha uygundur.

Hz. Ali’nin Çocuk Olduğundan Dolayı İmanını Düşük Görmek ve Böyle Bir Düşüncenin Yanıtı


Hafız: Ali (k.v)’in herkesten önce iman ettiği konusu kesindir ve hiç kimse bunda şüphe etmemiştir. Ama dikkat edilmesi gereken nükte şudur ki, Hz. Ali’nin ilk iman etmesi diğer sahabelerden üstün olmasına delil olamaz. Ebu Bekir, Ömer, Osman (r.z) gibi büyük halifelerin Ali (k.v)’den bir müddet sonra iman ettikleri doğrudur.

Ama onların imanı Ali’nin imanından farklıdır; onların imanı Ali’nin imanından kesinlikle daha üstün ve daha faziletlidir. Çünkü Ali baliğ olmamış bir çocuktu. Onlar ise yaşlı ve kamil akıl sahipleri insanlardı.

Açıktır ki, aklı kamil, yaşlı ve dünya görmüş birinin imanı, çocuk ve henüz baliğ olmayan kimsenin imanından daha faziletli ve daha üstündür. Buna ilaveten, Ali’nin imanı taklidi (körü körüne bir) iman idi.

Ama onların imanı tahkiki (araştırılarak elde edilen bir) imandı. Tahkiki iman, kesinlikle taklidi inanmadan daha üstündür. Zira 12 veya 13 yaşındaki bir çocuk sadece taklit yoluyla iman eder ve Ali de teklif çağına erişmemiş bir çocuk olarak kesinlikle taklit yüzünden iman etmiştir.

Davetçi: Sizin gibi büyük şahsiyetlerin bu tarz konuşmaları hayret vericidir. Doğrusu sizin böyle konuşmanıza çok şaşırdım. Bilemiyorum, inat ediyorsunuz mu diyeyim?!

Ama sizin gibi bir alime böyle bir şeyi yakıştırmaya kalbim razı olmuyor. Ancak şöyle diyeyim; galiba siz geçmişlerinize uyarak düşünmeden ve dikkat etmeden konuşuyorsunuz. Yani siz (Emevilerin tahrikiyle Harici ve Nasibilere) taklit ederek konuşuyorsunuz. Bu konuda bir araştırmanız yoktur.

Size soruyorum, Hz. Ali’nin çocuk iken iman etmesi, kendi meyli ve iradesiyle miydi yoksa Resulullah (s.a.a)’in davetiyle miydi?

Hafız: İlk olarak şunu deyim ki, siz neden konuşma tarzından dolayı üzülüyorsunuz? Şüphelerin içte kalıp insanı rahatsız etmesindense hakikatlerin ortaya çıkması için tartışmak daha iyidir.

İkinci olarak, sizin sorunuzun cevabı açıktır. Ali (k.v) kendi meyil ve iradesiyle değil, Resulullah (s.a.a)’in davetiyle iman etmiştir.

Davetçi: Resulullah (s.a.a), Hz. Ali’yi İslâm’a davet ettiğinde, çocuk erginlik çağına ermedikçe ona herhangi bir teklif (dini vazife) olmadığını biliyor muydu yoksa bilmiyor muydu? Eğer bilmiyordu derseniz,

O Hazrete cehalet nispeti vermiş olursunuz; eğer bilmesine rağmen yine de davet etti demiş olursanız, o zaman Resulullah (s.a.a), (haşa) abes ve yerinde olmayan boş bir iş yapmış olur. Şu da açıktır ki, Resulullah’a boş ve abes şeyleri nispet vermek kesinlikle küfürdür.

Peygamberler boş ve abes işlerden münezzehtirler; özellikle de Hatem’ul- Enbiya (s.a.a). Zira Allah-u Teâla Kur’ân’da Necm suresinin 3. ayetinde buyuruyor ki:

“O, kuruntudan ve keyfinden konuşmuyor; söylediği şey vahiyden başka bir şey değildir.”
Hz. Ali’nin Küçük Yaşta İman Etmesi, O’nun Çok Akıllı ve Faziletli Oluşundandır

Demek ki Resulullah (s.a.a), Hz. Ali’yi davete layık gördüğü için davet etmiştir. Zira O Hazret abes ve boş bir iş yapmaz. Üstelik, yaşın küçük olması aklın kamil olmasıyla çelişmez.

Baliğ olma, teklifin farz olmasına delil değildir. Buluğ ancak şer’i hükümlerde riayet edilir, akli şeylerde değil. Binaenaleyh iman, akli şeylerdendir, şer-i tekliflerden değil.

O hazretin küçük yaşta iman etmesi, O’nun faziletli ve üstün oluşundandır. Nitekim Allah Teala, Meryem suresinin 30. ayetinde, Hz. İsa bin Meryem’in (ala nebiyyina ve âlihi ve aleyh’is- selam) yeni dünyaya geldiğinde şöyle dediğini bildirmektedir: “Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. Allah bana kitap verdi ve beni peygamber kıldı.”

Yine Hz. Yahya (a.s) hakkında aynı surenin 13. ayetinde şöyle buyuruyor: “Daha çocuk iken biz ona hikmet verdik.”

Hicri-Kameri (takvime göre) ikinci asrın ortalarında yaşayan ünlü şair Seyyid İsmail Himyeri (Ö: 179) Hz. Ali’nin methinde yazdığı şiirinde, bu konuya deyinerek şöyle demiştir:

“Yahya’ya çocuklukta peygamberlik makamı verildiği gibi, Resulullah’ın vasisi ve çocuklarının babası olan Ali’ye de, çocuk iken velayet ve hidayet makamı verildi.”

Allah-u Teâla bir kişiye makam vermişse, bunun için o kişinin buluğa ermesi gerekmez; sadece aklının gelişmesi ve o makama layık olması yeterlidir. Gizli ve aşikar her şeyi bilen yalnız Allah’tır; onun için İsa (a.s) ve Yahya (a.s)’ı küçük yaşta peygamberliğe, Ali (a.s)’ı ise 12 veya 13 yaşında velayet ve hilafet makamına seçmesi pek de şaşırılacak bir şey değildir.

Benim sizin sözlerinize daha çok darılmamın sebebi, bu çeşit sözler, Nasibi, Harici ve Emevilerin o hazretin makam ve değerini düşürmek için çıkardıkları sözlerdir. Onlar, Hz. Ali (a.s)’ın küçük yaşta bilinçli olarak değil de taklidi olarak (körü körüne) iman ettiğini söylüyorlar.

Sizin güvenilir büyük alimleriniz de, Hz. Ali’nin bu faziletini itiraf ediyorlar. Eğer bu imanın bir faydası yok idiyse, o zaman Hz. Ali (a.s), neden ilk iman etme onurunun kendisine ait olduğunu sahabeye defalarca söylemiştir?

Arz ettiğim gibi sizin büyük alimleriniz, örneğin: Muhammed bin Talha eş-Şafii, İbn-i Sabbağ el-Maliki, İbn-i Ebi’l- Hadid ve diğer kimseler, O Hazretin şiirlerini nakletmişlerdir; şiirlerin birinde şöyle buyurmuştur:

Ben hepinizden önce çocuk iken iman ettim;

Bu konuda kimse bana ulaşamaz.

Eğer Hz. Ali’nin çocuk yaşta iman etmesi bir fazilet sayılmıyorsa, o zaman Resulullah (s.a.a) neden bu durumu O’nun için bir fazilet ve şeref saymış ve kendisi de bununla iftihar etmiştir?

Süleyman Belhi el-Hanefî “Yenabi’ul- Mevedde”nin 202. sayfasında, 56. babın zımnında “Zehair’ul- Ukba”dan naklen imam’ul- Harem Ahmed bin Abdullah eş-Şafii’den, o da ikinci halife Ömer bin Hattab’dan şöyle naklediyor: “Ben, Ebu Bekir, Ebu Ubeyde bin Cerrah ve bir grup kimseler Resulullah (s.a.a)’in huzuruna idik. Resulullah (s.a.a) elini Ali’nin (a.s) omzuna vurarak şöyle buyurdu:

“Ya Ali! sen iman ve İslam açısından müminlerin evvelisin. sen bana nispetle Harun’un Musa’ya olan nispeti gibisin.”

Yine imam Ahmed bin Hanbel “Müsned”inde İbn-i Abbas’dan naklediyor: “Ben, Ebu Bekir, Ebu Ubeyd bin Cerrah ve bir grup sahabe Resulullah (s.a.a)’in huzurunda idik. Resulullah (s.a.a) mübarek elini Ali’nin (a.s) omzuna vurarak buyurdu ki:

“Sen İslam açısından Müslümanların evvelisin; iman açısından müminlerin evvelisin; sen bana nispetle Harun’un Musa’ya olan nispeti gibisin. Ya Ali! Sana düşman olup da beni sevdiğini söyleyen kimse yalan söylemiştir.”

İbn-i Sabbağ-ı Maliki de “Fusul’ul- Mühimme”nin 125. sayfasında “Hasais” kitabından naklen bu hadisin benzerini İbn-i Abbas’tan ve İmam Ebu Naim Abdurrahman Nesai de “Hasais’ul- Alevi” kitabında şöyle naklediyorlar: Ömer bin Hattab’dan şöyle dediğini duydum:

“Ali’yi hayırla anın. Zira Resulullah’dan (s.a.a) işittim ki şöyle buyuruyordu: “Ali’de üç sıfat var...” Ben Ömer olduğum halde onlardan birinin bende olmasını arzu ettim.. Çünkü onlardan her biri benim yanımda dünyadan daha sevimlidir.”

Sonra şöyle devam etti: “Ben, Ebu Bekir, Ebu Ubeyde ve sahabeden bir grup kimseler de oradaydılar. Resulullah elini Ali’nin omzuna koyarak şöyle buyurdu: (Az önce bu sözleri naklettim.)

İbn-i Sabbağ bu sözleri diğerlerinden biraz fazlalıkla nakletmiştir; Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular diyor:

“Ya Ali! Kim seni severse, beni sevmiştir; kim de beni severse, Allah onu sevmiştir; Allah da kimi severse, onu cennete götürür. (Ya Ali!) Kim sana buğz ederse, bana buğz etmiştir; kim de bana buğz ederse, Allah da ona buğz eder ve onu cehenneme sokar.”

Ali’nin (a.s) küçük yaşta iman etmesinin sebebi, O’nun kamil bir akıl sahibi oluşundan kaynaklandığı açıktır. Bu da o hazret için büyük bir fazilettir ve kimse onu bu konuda geçememiştir.

Taberi, kendi tarihinde Muhammed bin Said bin Ebu Vakkas’tan şöyle dediğini naklediyor: Babama; “Ebu Bekir ilk iman eden midir?” diye sorduğumda şöyle dedi: “Hayır, ondan önce 50 kişi iman etmiştir. Yine de iman yönünden o bizden daha faziletlidir.”

Yine Taberi kendi tarihinde şöyle yazılmıştır: “Ömer bin Hattab 45 erkek ve 21 kadından sonra iman etti. Fakat İslam ve iman açısından Ali bin Ebu Talip herkesten öndedir.”
Hz. Ali’nin İmanı Küfürden Sonra Değil, Fıtrattan Olan İmandı

Hz. Ali (a.s)’ın herkesten önce iman etmesi faziletine ilave, bu konuda yalnızca kendisine özgü ve bütün faziletlerden daha önemli olan başka bir fazileti daha vardır. O da, O’nun imanının fıtrattan olmasıdır; diğerlerinin imanı ise küfürlerinden sonra idi.

Emir’ul- Muminin Ali (a.s) bir an bile müşrik olup puta tapmadı. Ama diğer Müslümanlar putperestlikten kurtulup iman ettiler. (Zira O Hazret, buluğ çağına ermeden iman etmişti.) Nitekim Ebu Naim İsfehani “Ma Nezel’el-Kur’an’u fi Ali’yyin” kitabında ve Mir Seyyit Ali el-Hemedani “Meveddet’ul- Kurba”da İbn-i Abbas’tan şöyle nakletmişlerdir:

“Allah’a and olsun ki (ashap içerisinde) Ali bin Ebi Talip’ten başka herkes, puta taptıktan sonra Allah’a iman etmiştir. Ama O, puta tapmaksızın Allah’a iman etmiştir.”

Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 24. babında kendi senetleriyle Resulullah (s.a.a) ’ten şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Ümmetlerin (iman ve tevhitte) öne geçenleri, üç kişidir; bunlar Allah’a bir an bile ortak koşmamışlardır: Habib’un- Neccar Mümini-i Âl-i Yasin, Huzkayl Mümin-i Âl-i Firavun ve Ali bin Ebi Talip. İşte sıddıklar bunlardır. Bunların en efdali ise Ali’dir.”

Nitekim Hz. Ali (a.s), Nehc’ul Belağa’da şöyle buyurmuştur:

“Ben (tevhid) fıtratı üzere doğdum, (Allah’a) iman ve (Resulullah’la) hicrette herkesten öne geçtim.”

Yine Hafız Ebu Naim İsfehani, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii, sizin İbn-i Ebi’l- Hadid ve diğer büyük alimleriniz şöyle nakletmişlerdir: “Şüphesiz, Ali bir an bile Allah’a şirk koşmadı.”

İmam Ahmed bin Hanbel “Müsned”’inde, Süleyman-ı Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde”de İbn-i Abbas’ın Zem’at bin Harice’ye şöyle dediğini nakletmişlerdir:

“O, (Hz. Ali) hiçbir zaman puta tapmadı, şarap içmedi ve (Resulullah’ın peygamberliğine) iman edenlerin ilkidir.”

İbn-i Meğazili eş-Şafii’nin “Fezail”de, İmam Ahmed bin Hanbel’in “Müsned”de, Hatip Harezmi’nin “Menakıb”da, Süleyman Belhi el-Hanefi’nin “Yenabi’ul- Mevedde”de ve diğer büyük alimlerinizin Resulullah (s.a.a)’ten naklettiği bu hadisi görmediniz mi ki, kalkıp da; “Şeyheynin (Ebu Bekir’le Ömer’in) imanı, Ali’nin imanından daha üstündür” diyorsunuz? O hadis şudur: Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:

“Ali’nin imanı ümmetin imanıyla tartılırsa, Ali’nin imanı ümmetimin imanından -kıyamette kadar- daha ağır basar.”

Yine Mir Seyyid Ali el-Hemedani “7. Meveddet”de, Hatip Harezmi “Menakıb”de, imam Sa’lebi de tefsirinde, Ömer bin Hattap’tan şöyle nakletmişlerdir: “Şahadet ediyorum ki, Resulullah’ın şöyle buyurduğunu duydum:

“Eğer yedi gökle yedi yer terazinin bir kefesine, Ali’nin imanı da diğer kefesine konulursa, Ali’nin imanı ağır basar.”

Meşhur şair Abdi (Süfyan bin Mus’ab-ı Kufi) bu konu üzerine şiirinde şöyle demiştir:

Şehadet ediyorum ki Muhammed bize bir söz buyurdu;

Bu söz kimseye gizli kalmamalı;

Eğer gök ve yede bulunan bütün mahlukatın imanı,

Terazinin bir kefesine bırakılsa,

Ali’nin imanı da diğer kefesine bırakılsa,

Daha ağır basar Ali’nin imanı.
Hz. Ali, Bütün Ashap ve Ümmetten Daha Faziletliydi

Şafilerin meşhur fıkıh alimi Mir Seyyid el-Hemedani Mevedde-t’ul- Kurba kitabında bu konuda bir hayli hadis naklederek Hz. Ali’nin faziletlerini delil ve sahih hadislerle ispat etmiştir. Yedinci Meveddet’te İbn-i Abbas’tan şöyle nakletmiştir: Resulullah (s.a.a) buyurdular:

“Benim zamanımda bütün alemlerin erkeklerinin en üstünü, Ali’dir.”

Sizin kendi insaflı büyük alimlerinizin çoğunun görüşü de Hz. Ali (a.s)’ın diğer ashaptan daha üstün oluşudur. Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin 3. cildinin 40. sayfasında şöyle yazıyor:

Mutezile şeyhlerinden Ebu Cafer İskafi’nin bir kitabı elime geçti; o kitapta şöyle yazmıştı: Buşr bin Mutemer, Ebu Musa, Cafer bin Mübeşşir ve Bağdat’ın diğer eski alimlerinin mezhebi (görüşleri) şu idi:

“Müslümanların en üstünü, Ali bin Ebu Talip’tir, daha sonra oğlu Hasan, daha sonra oğlu Hüseyin, daha sonra Abdulmuttalib oğlu Hamza ve Ebu Talip oğlu Cafer’dir...”

Bizim şeyhimiz Ebu Abdullah Basri, Şeyh Ebu’l- Kasım Belhi ve Şeyh Ebu’l- Hasan Hayyat (Bağdat’ın sonraki alimlerinden) genellikle Ebu Cafer İskafi’nin görüşünde (Hz. Ali’nin üstünlüğü kanaatinde) idiler.

Üstün olmalarından amaçlanan ise, O’nların sevaplarının herkesten fazla olması, Allah Teala yanında en değerli zatlar olmaları ve kıyamet günü makamlarının herkesten daha yüksek olmaları idi.

Daha sonra aynı sayfanın sonunda Mutezile inancını şiir kalıbında beyan ederek şöyle demiştir:

“Muhammed Mustafa (s.a.a)’dan sonra Allah’ın en üstün kulu ve en şereflisi,

Vasilerin efendisi ve Betul’un kocası olan Murteza Ali’dir.

O’ndan sonra O’nun iki oğlu, sonra Hamza ve Cafer’dir.

Onlardan sonra ise Atik (Zeyd)’tir; bu inkar edilemez.

Şeyh: Siz alimlerin, halife Ebu Bekir’in imanının üstünlüğünün ispatı hakkındaki görüşlerini bilmiş olsaydınız, böyle beyanda bulunmazdınız.

Davetçi: Siz de taassup sahibi alimlerden yüz çevirip insaflı alimlere yönelseniz, onların hepsinin Hz. Ali (a.s)’ın üstünlüğünü tasdik ettiğini göreceksiniz.

Örneğin: İbn-i Ebi’l- Hadid el-Mutezili’nin “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 3, s. 263’ne bakınız. sizin; “Ebu Bekir’in imanı, Ali’nin imanından daha üstündür” beyanınızın aynısını Cahiz’den aktarmış ve büyük Mutezile alimi Ebu İskafi’nin bu iddiaya ilişkin verdiği cevabı da genişçe nakletmiştir. 

İskafi verdiği cevapta, Hz. Ali’nin küçük yaşta ettiği imanın Ebu Bekir ve bütün sahabelerin imanından daha üstün olduğunu akli ve nakli delillerle ispat etmektedir. Daha sonra sayfa 275’de şöyle devam ediyor: Ebu Cafer şöyle dedi:

“Biz ashabın fazilet ve selefliğini inkar etmiyoruz; fakat içlerinden herhangi birinin Hz. Ali (a.s) ’dan üstün olduğu düşüncesini reddediyoruz.”

Şu ana dek konuşulan sözlere göre, Hz. Ali (a.s)’ı diğer sahabeyle kıyaslamak doğru değildir. Zira O Hazretin makamı o kadar yücedir ki, O’nu herhangi bir sahabe veya başka birisiyle kıyaslayamayız. Nerede kaldı ki, siz tek taraflı olan birkaç (faraza ki doğru) hadisle, sahabenin faziletlerini, O Hazretin yüce makamı karşısında üstün gösterebilesiniz!

Nitekim Mir Seyyid Hemedani, “Meveddet’ul- Kurba”nın 7. Mevedde’sinde, Ahmed bin Muhammed el-Kurzi’den şöyle dediğini naklediyor: Abdullah bin Ahmed bin Hanbel’den şöyle dediğini duydum:

“Babam Ahmed bin Hanbel (Hanbelilerin reisi)’den, sahabenin fazileti ve makamı hakkında sorduğumda, Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ın isimlerini zikredip sustular. Dedim ki: “Babacığım, Ali bin Ebu Talip nerde kaldı? (Yani neden O’nun ismini zikretmediniz?)” Dedi ki: “O, Ehl-i Beyt’tendir; bunlar O’nunla kıyaslanamaz.”

Yani Kur’an’-i Kerim’in ayetleri ve Peygamber-i Ekrem’in sözleri hükmüne göre, Risalet Ehl-i Beyti’nin makam ve mertebesi, en üstün makam ve mertebelerdir; Hz. Ali’nin makam ve mertebesi de bütün sahabe ve diğerlerinden daha yücedir; O’nun ismini ashabın sırasında değil, nübüvvet ve risalet sahibi kimselerin arasında zikretmek gerekir.

Nitekim “Mübahele” ayetinde, Allah Teala O’nu, Resulullah’ın nefsi mesabesinde (derecesinde) tanıtmıştır. Bunun kanıtı başka bir hadistir. “Meveddet”in 7. faslında Ebu Vail’in Abdullah bin Ömer bin Hattap’tan şöyle naklettiği zikr olunmuştur:

“Bir gün Resulullah’ın sahabesini sıralıyorduk. Ebu Bekir, Ömer, Osman dedik. Adamın birisi; Ey Ebu Abdurrahman (Abdullah bin Ömer’in künyesi)! Peki Ali (O’nu neden saymadınız)? diye sordu. Abdullah da cevaben şöyle dedi:

“Ali, Ehl-i Beyt’tendir. O’nunla kimse kıyaslanamaz. O, Resulullah (s.a.a) ile beraber ve O’nun derecesindedir.”

Yani Hz. Ali’in makamı, ümmetin ve sahabenin makamı sırasında değildir; O’nun makamı, Resulullah (s.a.a)’in makamı ve derecesindedir.

Müsaade buyurursanız “Meveddet” kitabının aynı faslında yer alan başka bir hadisi de huzurlarınıza sunayım. Cabir bin Abdullah-i Ensari’den şöyle naklediyor:

“Bir gün Resulullah (s.a.a), Muhacir ve Ensar’ın huzurunda. Ali’ye hitaben şöyle buyurdular:

“Ey Ali! Eğer bir kimse, Allah-u Teâla’ya hakkıyla ibadet eder de sonra seninle Ehl-i Beytinin insanların en üstünü olduğunuz hakkında şüphe ederse, yeri cehennem ateşi olur.”

(Mecliste bulunanların hepsi, özellikle de Hafız, bu hadisi duyar duymaz, şüphe edenlerden olmaması için istiğfar ettiler).

Velhasıl bunlar, Hz. Ali’nin bütün ümmet ve sahabeden daha faziletli ve üstün olduğu hakkında nakledilen hadislerden birer örnekti. Sizler, ya muteber kitaplarınızda bulunan bunca sahih hadisleri reddedeceksiniz veya aklın ve naklin hükmüne göre,

Hz. Ali’nin Ebu Bekir ve Ömer’in de içlerinde bulunduğu tüm sahabelerden daha üstün olduğunu kabul edeceksiniz.

Hz. Ali (a.s) Ahzab ve Hendek savaşında, Arapların kahramanı olan Amr bin Abduvud’u öldürdükten sonra Resulullah (s.a.a)’in buyurduğu, her iki fırkanın da ittifak ettiği şu hadise: “Ali’nin Hendek günündeki vurduğu bir darbesi,

insan ve cinlerin ibadetinden daha üstündür.” iyice dikkat ederseniz, Hz. Ali’nin bir amelinin tüm insan ve cinlerin ibadetinden üstün oluşu O’nun diğer amelleriyle birlikte göz önünde bulundurulmuş olursa, o zaman O Hazretin diğerlerinden üstün oluşu daha iyi anlaşılmış olur. Bunu, çok inatçı ve mutaassıp kimselerden başkası inkar etmez.

Eğer Hz. Ali’nin (a.s) üstünlüğüne hiçbir delil olmasa bile, Mübahele ayeti (ki ayette Allah Teala onu Peygamberin nefsi olarak zikretmiştir) O’nun bütün ashap ve diğer insanlardan üstünlüğünü ispatlamaya yeter.

Zira Resulullah (s.a.a)’in geçmişlerin ve geleceklerin en üstünü olduğu sabittir. Öyleyse Mübahele ayetindeki “Enfüsena” kelimesinin hükmünce, Hz. Ali (a.s) da geçmiş ve geleceklerin en üstünüdür.

O halde beyler tasdik ediniz ki, “Velleziyne meahu” nün (Resulullah’la birlikte olanın) gerçek mısdakı, mevlamız Emir’ul- Müminin Ali (a.s)’dır. Hz. Ali (a.s), İslâm daha zuhur etmeden önce Resulullah (s.a.a) ile beraberdi; İslâm zuhur ettikten sonra da Resulullah (s.a.a)’in ömrünün sonuna kadar sürekli olarak O’nunla birlikte olmuş, yaşamında en küçük hata ve yanlışlık bile görülmemiştir.

(Söz buraya vardığında namaz vakti oldu, beyler namazlarını kılmak için ayağa kalktılar. Namazlarını kılıp çay içtikten sonra, söz Davetçi tarafından başladı.)

Davetçi: Hz. Ali (a.s)’ın Resulullah (s.a.a) hicret ettiği gece O’nunla beraber hareket etmemesine gelince, bunun sebebi çok açıktır. Zira Resulullah (s.a.a)’in emriyle O Hazretin uhdesine ağır görevler bırakılmıştı. Bu nedenle O, Mekke’de kalmalı ve görevlerini yerine getirmeliydi.

Halkın emanetlerinin kendilerine geri verilmesi için, Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali’den daha emin bir kimsesi yoktu. (Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.a), dost ve düşmanlarının ittifakıyla Mekke ehlinin emin bildiği bir kimse idi.

Bunun için düşmanları bile emanetlerini O Hazretin yanına emanet olarak bırakırlardı. İşte bu yüzden İslâm’dan önce kendisine Muhammed-i Emin derlerdi.)

Hz. Ali’nin uhdesine bırakılan vazifelerden bir diğeri de, Resulullah (s.a.a)’in ailesiyle geri kalan Müslümanları Medine’ye ulaştırmaktı.

Bunlara ilâveten, eğer o gece Hz. Ali, her ne kadar mağarada Hz. Peygamberle birlikte değildiyse de, ondan daha büyük bir makamı elde etmiştir; o da Resulullah’ın yatağında yatmasıdır. Ebu Bekir Resulullah (s.a.a)’in tufeylisi olarak “ikisinden ikincisi” sayılıyorsa, aynı gece, mağarada arkadaşlıktan daha önemli ve daha iyi olan bir iş için müstakil olarak bir ayet Hz. Ali (a.s)’ın methinde nazil olmuştur.

Hz. Ali’nin bu ameli, her iki fırkanın ittifakıyla O’nun iftihar edilir menkıbe, makam ve faziletlerinden biri sayılmaktadır. Eğer o gece Hz. Ali’nin fedakarlığı ve canından geçmesi olmasaydı, Hz. Peygamber’in canı büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalırdı.
Hicret Gecesi Hz. Ali Hakkında Ayetin Nazil Oluşu

Sizin güvenilir ve büyük alimleriniz muteber tefsir ve hadis kitaplarında bu büyük menkıbeyi nakletmişlerdir. İbn-i Seb’-i Mağribi “Şifa’us- Sudur”da, Tabarani “Evset” ve “Kebir”de,

İbn-i Esir “Usd’ul- Ğabe”nin c. 4, s. 25’inde, Nuruddin bin Sabbağ el-Maliki “Fusul’ul- Mühimme fi Marifet’il- Eimme”nin 33. sayfasında, Ebu İshak Sa’lebi, Fazıl Nişaburi, imam Fahr-u Razi ve Celaluddin Süyuti kendi tefsirlerinde, Şafii olan ünlü muhaddis Hafız Ebu Naim İsfehani “Ma Nezel’el-Kur’ân-u fî Ali’yyin” kitabında,

Hatip Harezmi “Menakıb”ta, Şeyh’ul- İslâm İbrahim bin Muhammed Himvini “Feraid”de, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafi “Kifayet’ut- Talib”in 62. babında, imam Ahmed bin Hanbel “Müsned”inde, Muhammed bin Cerir-i Taberi çeşitli kanallardan, İbn-i Hişam “Siret’un- Nebi”de, Hafız ve Muhaddis-i Şam “Erbain-i Tıval”da, imam Gazali “İhya’ul- Ulum”un c. 3, s. 223’ünde, Ebu Seadat 

“Fezail’u İtret’it- Tahire”de, İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc’ul- Belağa Şerhi”inde, Sibt bin Cevzi “Tezkiret’ul- Havass”ın 21. sayfasında ve diğer büyük alimleriniz çeşitli lafızlarla Hz. Ali’nin hakkındaki bu menkıbeyi (hicret gecesi özel bir ayetin O’nun şanında nazil oluşunu) nakletmişlerdir.

Şeyh Süleyman Belhi el Hanefî “Yenabi’ul- Mevedde”nin 21. babında bir çok alimlerden şöyle nakletmiştir:

“Resulullah (s.a.a) Allah’ın emriyle Medine’ye hicret ettiğinde, Emir’ul- Muminin Ali’yi çağırarak şöyle buyurdular:

“Benim geceleri üzerime örtüp yattığım yeşil Hazremi kumaşını üzerine örterek benim yatağıma yat.”

Hz. Ali de Resulullah (s.a.a)’ın evini saran müşriklerin, yatakta yatanın Ali olduğunu anlamamaları için Hazretin buyurduğu şekilde O’nun yatağında yattılar. Böylece Resulullah (s.a.a) rahatça müşriklerin arasından sıyrılıp çıktılar.

Allah Teala, Cebrail ve Mikail’e:

“Ben sizin aranızda kardeşlik icat ettim. Şimdi birinizin ömrü diğerinden kesinlikle fazladır. Sizden hanginiz, bilmediğiniz ömrünüzün çokluğunu diğerine bağışlamaya hazırdır?”

Arz ettiler ki: “Allah’ım, bu bir emir midir yoksa ihtiyari midir?”

Allah Teala: “Emir değil ihtiyaridir.” buyurdu.

Bunun üzerine onlardan hiçbirisi, irade ve ihtiyarla ömrünün fazla olan süresini diğerine bağışlamaya hazır olmadı. Bu sırada Allah Teala onlara şöyle hitap etti:

“Ben velim olan Ali’yle, nebim olan Muhammed’in arasında kardeşlik icat ettim. Ali kendi hayatını Peygambere feda etmeyi tercih ederek canıyla O Hazreti koruması için O’nun yatağında yattı. Yeryüzüne inin, onu düşmanların şerrinden koruyun.”

Melekler hemen yere indiler; Cebrail Ali’nin baş ucuna, Mikail ise ayak ucuna oturdu ve Cebrail şöyle dedi:

“Tebrikler olsun, tebrikler olsun sana ey Ebu Talip’in oğlu. Allah seninle, meleklere karşı iftihar ediyor.”

Bu sırada Bakara suresinin 207. ayeti Resulullah’a nazil oldu. Ayet şudur:

“İnsanlardan öylesi vardır ki, canını Allah’ın hoşnutluğunu elde etmek için satar,[9] Allah kullarına karşı Rauf’tur, çok merhametlidir.”

Şimdi muhterem beylerden ricam şudur ki, lütfen eve döndüğünüzde, kendinizi her türlü taassup ve Şiilik/Sünnilik düşüncesinden soyutlayıp insaflıca mağara ayeti ile bu ayeti karşılaştırmalı olarak inceleyiniz ve kendinize şu soruyu sorunuz: 


Acaba Resulullah ile üzüntü içinde birkaç günlüğüne beraber olan bir insan mı üstündür; yoksa bilerek, seve seve canını Hz. Peygambere feda eden, Allah’ın meleklere övündüğü ve bu fedakarlığı için hakkında özel bir ayet inen bir kimse mi daha üstündür?

Sizin bir kısım büyük alimleriniz de, kendilerini taassuptan soyutladıkları ve dikkatlice araştırdıkları için Hz. Ali’nin Ebu Bekir’den daha faziletli olduğunu tasdik etmiş ve Hz. Ali’nin Resulullah (s.a.a)’in yatağında yatmasının, Ebu Bekir’in mağarada O Hazretle birlikte oluşundan daha üstün bilmişlerdir.


Ehl-i Sünnet Alimlerinin, Hz. Ali’nin Resulullah’ın Yatağında Yatmasının Ebu Bekir’in Resulullah’la Birlikte Mağarada Oluşundan Daha Üstün Olduğuna Dair İtirafları

Eğer İbn-i Ebi’l- Hadid’in “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin 3. cildinin 269-281. sayfalarını iyice inceleyecek olursanız, göreceksiniz ki Mutezililerin büyük alim ve şeyhlerinden olan imam Ebu Cafer İskafi,

Ebu Osman Cahiz’in (ki Nasibidir) şüphelerinin reddindeki verdiği cevabında, Hz. Ali’nin Ebu Bekir’e olan üstünlüğünü açık delillerle ispatlamakta ve Hz. Ali’nin hicret gecesi Resulullah (s.a.a)’in yatağında yatmasının, Ebu Bekir’in birkaç günlük yolculukta Hz. Peygamberle birlikte olmasından daha üstün olduğunu vurgulamaktadır.

İskafi sözünün devamında şöyle diyor: İslâm alimleri demişlerdir ki: “Hiçbir kimse, Hz. Ali’nin o geceki faziletine ulaşamaz. Ancak İshak ve İbrahim’in kurbanlık mevzusunda teslim olmaları hariç.”[10]

Yine İbn-i Ebi’l- Hadid, 271. sayfanın sonlarında, Ebu Cafer İskafi’nin, Nasibi Ebu Osman Cahiz’e verdiği cevaptaki şu sözlerini nakletmektedir:

“Hz. Ali’nin hicret gecesi Resulullah’ın yatağında yatmasının, Ebu Bekir’in mağarada Hz. Peygamberle birlikte olmasından daha üstün olduğunu, insaflı bir kimseye açık olacak bir şekilde beyan ettik.

Şimdi burada az önce zikrettiğim sözleri pekiştirmek için şunu da ilâve etmek istiyorum: Hicret gecesi Hz. Ali’nin Resulullah (s.a.a)’in yatağında yatmasının, Ebu Bekir’in mağarada Resulullah (s.a.a) ile birlikte bulunmasından daha üstün oluşunun iki sebebi vardır.

Birincisi; Hz. Ali küçüklüğünden beri Resulullah (s.a.a)’a alışmış ve sürekli O’nunla beraber olmuştur (yaklaşık 20 yıllık bir beraberlikleri vardı). Bunca zaman arkadaşlık ve beraberlikten sonra ayrılık çok zor olur. Hele buna bir de korku (Resulullah’ın canın tehlikeye düşmesinden korkma) eklenirse, daha da zor olur. İşte Hz. Ali’nin sevabı bundan dolayı daha çoktur. Zira sevap çekilen zahmete göredir.

İkinci olarak; Ebu Bekir devamlı olarak Mekke’den ayrılıp ticari seferlere gidiyordu. Uzun bir zamandan beri Mekke’den çıkmamış ve sıkılmaya başlamıştı. Şimdi ise Resulullah (s.a.a)’le beraber şehir dışına çıkınca, daha bir rahatlamıştı. 

Ve herhangi bir zahmete de girmemişti. Bu durumda onun için, kılıçlarla baş başa kalan, hasret çeken birisinin fazileti ile karşılaştırılacak herhangi bir sevap yoktur. Zira sevap çekilen bir zahmetin karşılığında insana verilir.”

İbn-i Seb’-i Mağribi “Şifa’us- Sudur”da Hz. Ali (a.s)’ın cesaretini anlatırken şöyle diyor: “Arap alimleri ittifak etmişlerdir ki, Hz. Ali’nin o gece Resulullah (s.a.a)’in yatağında yatması, O Hazretle yolculuktan daha üstündür. Zira, Hz. Ali kendini Resulullah’a feda etti, hayatını O’na bağışladı, cesaretini ise ispat etti.”

Bu konu o kadar açıktır ki kimse bu manayı inkar etmemiştir; inkar eden ya delidir veya delilikten daha kötü olan taassup hastalığına yakalanmıştır. Söz burada biraz uzadığı için özür dilerim, şimdi asıl konumuza geçelim.

Buyurmuş olduğunuz; “Eşidda-u ala’l- Kuffar” (Kafirlere şiddetli olan)’dan maksat, ikinci halife Ömer bin Hattap’tır” sözünüze gelince; bu sadece iddia ile olmaz. Bakalım bu sıfat, mevsufun (sıfatın verildiği kimsenin) hali ile uyum sağlıyor mu sağlamıyor mu? Uyum sağlarsa, onu can ve kalple kabul ederiz.