Mevla Kelimesini Eleştiri

Hafız: Bu hadisin aslı hakkında hiçbir şek ve şüphe yoktur. Ama sizin anlattığınız gibi de değildir. Ayrıca bilmek icap eder ki, hadisin metnindeki bir takım ibaretler de sizin maksadınıza ters düşmektedir. Siz sözlerinizde, hadisteki “mevla” sözcüğünün “tasarrufta evleviyet” manasında olduğunu söylemeye çalıştınız.

Halbuki bu hadisteki “mevla” sözcüğü, muhip, dost ve yardımcı manasına gelmektedir. Zira Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Ali’nin (k.v) düşmanlarının çok olduğunu bildiğinden dolayı ümmetine; “Ben kimin muhip, dost ve yardımcısı isem, Ali de onun muhip, dost ve yardımcısıdır” diye söylemek zorunda kaldı. Halktan biat almasının nedeni de kendisinden sonra Ali’ye eziyet etmemelerini sağlamak içindi.

Davetçi: Zan ediyorum bazen zorla geçmişlerinize ve adetlerinize uyuyorsunuz; aksi takdirde biraz dikkat ve insafla bakacak olursanız karine ve delilleri de göz önünde bulundurursanız gerçekleri görebilirsiniz.

Hafız: Hangi karine ve delille sabit etmek istiyorsunuz? Lütfen beyan ediniz.
Mevla Kelimesinin “Tasarrufta Evleviyet” Manasında Olduğunun İspatı ve “Ey Resul! Rabbinden Sana İndirileni Tebliğ Et” Ayetinin Nüzulü

Davetçi: Birinci karine ve delilim Kur’ân’dır. Allah-u Teala “Mâide” suresinin 67. ayetinde şöyle buyuruyor:

“Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et; eğer (bu görevi) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz Allah, kafir olan bir topluluğu hidayete eriştirmez.”

Hafız: Bu ayetin, o gün ve bu iş için nazil olduğu nereden bellidir?

Davetçi: Sizin büyük alimleriniz örneğin: Celaluddin Suyuti Durr’ul- Mansur c. 2, s. 298’de, Hafız bin Ebi Hatem Razi Tefsir-i Gadir’de, Hafız Ebu Cafer Taberi Kitab’ul- Velaye’de, Hafız Ebu Abdullah Mehamili Emali’de, Hafız Ebu Bekir Şirazi, Ma Nezele Min’el- Kur’ân-i Fi Emir’il- Mü’minin’de, 

Hafız Ebu Said Secistani Kitab’ul- Velaye’de, Hafız bin Merduye mezkur ayetin tefsirinde, Hafız Ebu’l- Kasım Haskani Şevahid’ut- Tenzil’de, Ebu’l- Feth Hesail’ul- Alevi’de, Muinuddin Meybudi Şerh-i Divan’da, Kadı Şevkani Feth’ul- Kadir c. 3, s. 57’de, Seyyid Cemaluddin Şirazi Erbain’de, Bedruddin Hanefi Umdet’ul Kari fi Şerh-i Sahih-i Buhari’de, Ahmed Sa’lebi Keşf’ul Beyan tefsirinde, imam Fahr-u Razi Tefsir-i Kebir c. 3, s. 636’da, Hafız Ebu Naim İsfahani Ma Nezele Min’el- Kur’ân-i fi Ali’yyin’de, İbrahim bin Muhammed Himvini Feraid’us- Simtayn’de,

Nizamuddin Nişaburi tefsirinin c. 6, s. 170’inde, Seyyid Şehabuddin Alusi Bağdadi Ruh’ul- Meani c. 2, s. 348’de, Nuruddin bin Sabbağ Maliki Fusul’ul- Muhimme s. 27’de, Ali bin Ahmed Vahidi Esbab’un- Nuzul s. 150’de, Muhammed bin Talha eş-Şafii Metalib’us- Seul s. 16’da, Mir Seyyid Ali Hemedani eş-Şafii Meveddet’ul- Kurba’nın 5. Meveddet’inde, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi Yenabi’ul- Mevedde’nin 39. babında...velhasıl alimlerinizden otuzdan fazla zat kendi muteber kitap ve tefsirlerinde bu ayetin Gadir günü Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu yazmışlardır.

Hatta Kadı Fazl bin Ruzbehan bütün inat ve bağnazlığına rağmen şöyle yazmıştır: “Bizim muteber Sihah kitaplarında da sabit kılınmıştır ki bu ayet nazil olunca Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Ali’nin elinden tutarak şöyle buyurdular:

“Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.”

İlginç bir husus da şu ki, bu inatçı ve bağnaz alim Keşf’ul-Ğumme’de Rezin bin Abdullah’tan şu ilginç rivayeti nakletmektedir: “Biz Resulullah (s.a.a)’in zamanında bu ayeti şöyle okuyorduk:

“Ey resul, Rabbinden sana indirileni tebliğ et; ki şüphesiz Ali müminlerin mevlasıdır. Böyle yapmazsan risaletini tebliğ etmemiş olursun.”

Hakeza Suyuti Durr’ul- Mensur’da İbn-i Merduye’den, İbn-i Asakir ve İbn-i Ebi Hatem Ebu Said Hudri ve Abdullah bin Mesud’dan ve Kadı Şevkani de Feth’ul- Kadir tefsirinde: “Biz de Resulullah’ın zamanında mezkur ayeti böyle okuyorduk.” diye rivayet etmişlerdir.

Velhasıl, ayette Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e yapılan tehditten anlaşıldığı üzere tebliğ edilmesi gereken iş, risalet peşice gelen çok önemli bir iştir. Dolayısıyla bu iş Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den sonra dinin ve hükümlerinin koruyuculuğu olan imamet, vesayet ve tasarrufa evla (herkesten yetkili) olmaktır.

“Bugün Size Dininizi Kemale Erdirdim” Ayetinin Gadir-i Hum’da Nazil Olması

İkinci delil ise şu ayettir:

“Bu gün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak size İslâm’ı seçtim”[9]

Hafız: Kesin olan şudur ki, bu ayet Arefe’de nazil olmuştur; alimlerden hiçbirisi bu ayetin Gadir-i Hum’da nazil olduğunu söylememişlerdir.

Davetçi: Rica ediyorum inkar etmede acele etmeyiniz; ispat imkanını da göz önüne alarak ihtiyatlı düşününüz, böylece cevap anında ruhsal açıdan rahatsız olmayasınız.

Elbette doğrudur, bazı alimleriniz bu ayetin Arefe’de nazil olduğunu beyan etmiştir. Ama bilindiği gibi büyük alimlerinizin bir çoğu bu ayetin Gadir-i Hum’da nazil olduğunu açıkça beyan etmişlerdir. Hatta bazı alimleriniz bu ayetin iki defa nazil olduğu ihtimalini de vermişlerdir. Yani bir defa Arefe’de bir defa da Gadir-i Hum’da.

Nitekim Sibt bin Cevzi Tezkiret’ul- Hevass'il- Ümme s. 18’de şöyle diyor: “Muhtemelen bu ayet bir defa Arefe’de, bir defa da Gadir-i Hum’da olmak üzere iki kere nazil olmuştur. Nitekim Besmele de bir kez Mekke’de, bir kez de Medine’de olmak üzere iki defa nazil olmuştur.”

Hakeza Celaluddin Suyuti, Durr’ul- Mansur c. 2, s. 256’da ve İtkan c. 1, s. 31’de, Sa’lebi Keşf’ul- Beyan’da, Hafız Ebu Naim İsfahani, Ma Nezele Min’el- Kur’ân-i fi Ali’yyin’de, Ebu’l- Feth Hasais’ul- Aleviyye’de, İbn-i Kesir Şami, Hafız bin Merduye yoluyla tefsirinin c. 2, s. 14’ünde,

H. 3. asrın büyük tarihçi ve müfessiri Muhammed bin Cerir-i Taberi, Tefsir-u Kitab’ul- Velaye’de, Hafız Ebu’l Kasım Haskani Şevahid’ut- Tenzil’de, Sibt bin Cevzi, Tezkiret-u Hevass’il- Ümme s. 18’de, Ebu’l İshak Himvini Feraid’us- Simtayn bab 12’de, Ebu Sait Secistani Kitab’ul- Velaye’de, Hatip Bağdadi, Tarih-i Bağdat c. 8, s. 290’da, Şafii alimi İbn-i Meğazili, Menakıb’da, Ebu’l- Mueyyed Muvaffak bin Ahmed Harezmi, Menakıb fasıl 14’de ve Maktel’ul- Huseyn fasıl 4’de ve diğer alimleriniz muteber kitaplarında şöyle yazmışlardır:

“Gadir-i Hum’da Resulullah (s.a.a) Allah-u Teala’nın emriyle Hz. Ali’yi velayet makamına tayin edip memur olduğu mesajı halka iletince, koltuk altları görünecek şekilde Ali (a.s)’ın elinden tutarak kaldırıp ümmetine şöyle buyurdu: 

“Ali’yi, Emir’ul- müminin (ümmetin emiri) olarak selamlayın.” Ardından ümmetin tümü bunu yerine getirdi ve henüz yerinden ayrılmadan mezkur ayet nazil oldu.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bu ayetin nazil olmasından dolayı çok sevindi ve ümmetine dönerek şöyle buyurdu:

“Dini kemale erdiren, nimetini tamamlayan, benim risaletime ve benden sonra Ali’nin velayetine razı olan Allah-u Teala ne de büyüktür!”

İmam Haskani ve imam Ahmed bin Hanbel bu olayı detaylı olarak rivayet etmişlerdir. Eğer siz beyler bir saat olsun adetinizden uzaklaşıp insaf gözüyle bakacak olursanız, nazil olan mezkur ayet ve nakledilen rivayetlerden “mevla”dan maksadın imamet ve velayet makamı olduğunu kolayca anlayabilirsiniz.

Eğer “veli” ve “mevla” kelimeleri “her türlü tasarrufta evleviyet” manasını ifade etmemiş olsaydı, sonraki cümle anlamsız olurdu. Bu cümle (Ben kimin mevlası isem...)

her ne zaman Peygamber-i Ekrem (s.a.a) tarafından ifade edilmişse “mevla” kelimesi mutlaka “tasarrufta evleviyet” manasını ifade etmiştir. Resulullah (s.a.a); “Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır” buyurmakla kendisinin haiz olduğu velayet makamını kendisinden sonra ona tahsis kılmıştır.

Biraz insafla bakacak olursanız, gerçekleri görürsünüz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) neden daha önce durak yeri olmayan bu otsuz ve susuz yerde ümmetini topladı; önde gidenlerin geriye dönmesini, geride kalanların da ileri gelmesini emretti; yakıcı güneşin altında herkesin ayaklarının yanmaması için elbisesine sarıldığı ve develerin gölgesinde oturduğu bir ortamda minbere çıktı ve Harezmi ve İbn-i Merduye’nin Menakıb’da, 

Taberi’nin ise Kitab’ul- Velaye’de rivayet etmiş olduğu Hz. Ali (a.s)’ın fazilet ve makamını beyan eden o uzun hutbeyi irad etti; o sıcak ve kurak topraklarda tam üç gün halkın vaktini alarak herkesten Ali için biat aldı? Bütün bunlar sadece halkın Ali’yi sevmesini sağlamak veya onlara Ali’nin kendilerinin dost ve yardımcısı olduğunu bildirmek için miydi?

Halbuki bilindiği gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Hz. Ali’ye olan büyük ilgi ve alakasını bilmeyen yoktu. Zira Peygamber-i Ekrem (s.a.a) defalarca bunu tavsiye etmiştir.

Ayrıca bilmek icap eder ki böylesine sıcak bir ortamda nazil olan ayet ve yapılan onca vurgulamalara rağmen halkı sadece Hz. Ali’yi sevsinler diye orada üç gün gibi uzun bir süre bekletmenin ne anlamı olabilir?

Hatta eğer iyice dikkat edecek olursanız, bu olayın çok önemli bir yönü olmazsa, akıl sahipleri nezdinde bu amel abes bir iş sayılmış olur ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in abes bir işle meşgul olması ise imkansız bir şeydir.

O halde akıl sahiplerinin de kabul etmiş olduğu gibi bunca yer ve gök teşrifatı, sadece dostluk ve muhabbet izharı için değildi; aksine risalet makamının ardından gelen velayet makamının tayin ve tespiti içindi.
Sibt Bin Cevzi’nin “Mevla” Sözcüğünün Manası Hakkındaki Görüşü

Nitekim bazı büyük ve değerli alimleriniz de dikkat ve insaf üzere bu manayı tasdik etmişlerdir. Örneğin: Sibt bin Cevzi Tezkiret-u Havas’il- Ümme bab, 2, s. 20’de “mevla” kelimesi için on mana zikretmiş, sonunda da şöyle demiştir: “Bu on manadan dokuzu Resulullah (s.a.a)’in sözü ile uyum arz etmiyor.

Hadisten maksat özel salt itaattir; o halde onuncu mana kastedilmiştir. Bu da tasarrufta evleviyet manasıdır; buna binaen hadisin manası şöyle oluyor: “Ben kimin nefsine kendisinden daha evla isem, Ali de onun nefsine ondan daha evladır.”

Bu manayı, Hafız Ebu’l- Ferec Yahya bin Said Sekafi el-İsfahani de Muruc’ul- Bahreyn kitabında açıkça ifade etmiştir. Orada kendi senediyle şeyhlerinden şöyle bir hadis rivayet etmektedir: Peygamber (s.a.a) Ali’nin elini tutarak şöyle buyurdu: “Ben kimin velisi ve nefsine kendisinden daha evla isem, Ali de onun velisidir.”

Burada Sibt bin Cevzi şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a)’in; “Ben müminlere kendilerinden daha evla değil miyim?” sözü de buna delalet etmektedir. Bu da Hz. Ali’nin imamet ve itaatinin gerekliliğini gösteren apaçık bir nastır.”
Muhammed Bin Talha’nın “Mevla” Kelimesinin
Anlamı Hakkındaki Görüşü

Muhammed bin Talha eş-Şafii de Metalib’us- Süul’un 1. babının 5. faslının ortalarında şöyle diyor: “Mevla kelimesinin birçok manası vardır; tasarrufta evleviyet, yardımcı, varis, efendi, sıddık ve benzeri...

Bu hadis de Mubahale ayetinin sırlarındandır. Allah-u Teala Hz. Ali’yi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in nefsi olarak karar kılmış ve onların nefsini bir olarak saymıştır. Yani Peygamber (s.a.a) bu hadisle, müminlerin nefsi üzerinde varolan haklarını Hz. Ali için de sabit kılmıştır.

Resulullah (s.a.a) müminlerin işinde tasarrufta en evla (yetki sahibi) olandır, müminlerin yardımcısı ve efendisidir. Resulullah (s.a.a) için mevla kelimesinin ifade etmiş olduğu her mana, bu hadisle Hz. Ali için de sabit kılınmıştır.

Bu yüce makamı Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’ye tahsis etmiştir. Bu yüzden Gadir günü, O Hazretin dostları için bayram ve sevinç günü olmuştur.”

Hafız: Kendinizin de belirttiği gibi “mevla” kelimesinin birçok manası vardır. Öyleyse “tasarrufta evleviyet” manasını bunca manalar arasından delil olmaksızın seçmek batıldır.

Davetçi: Bildiğiniz gibi ilm-i usul alimleri farklı manaları olan kelimeler hakkında sadece bir anlamının hakiki olduğunu, diğer anlamlarının ise mecazi olduğunu söylemişlerdir. Dolayısıyla her yerde hakiki mana, mecaz manadan önceliklidir.

Bu esas üzere “mevla” ve “veli” kelimesinin asıl manası tasarrufta evleviyettir. Nitekim “veliy’un nikah”ın manası, nikah işini üstlenen kimsedir. Kadının velisi kocasıdır, çocuğun velisi ise babasıdır.

Sultanın veliahdı da kendisinden sonra saltanat işinde tasarrufta bulunan kimsedir. Ayrıca bilmek icap eder ki, asıl problem sizin sözlerinizdedir ki, “veli” ve “mevla” kelimelerini, onca mana arasından dost ve yardımcı manalarına yorumluyorsunuz. Sebepsiz tahsis ise batıldır. Dolayısıyla bu problem bizden çok sizin için söz konusudur.

Zira bizim tahsisimizin bir delili vardır. Bizzat kendi alimlerinizden Sibt bin Cevzi ve Muhammed bin Talha eş-Şafii gibilerin dediği gibi birçok ayet ve rivayetler de bu manayı teyit etmekteler.

En büyük delil, bu manayı tahsis eden iç ve dış karinelerdir. Nitekim onlardan bazısına değindik. Şii ve Sünni yoluyla nakledilen birçok rivayetlerde, Tebliğ ayeti şöyle nakledilmiştir:

“Ey Resul! Ali’nin velayeti ve imameti hakkında sana indirileni tebliğ et...”

Nitekim sizin büyük alimlerinizden olan Celaluddin Suyuti Durr’ul- Mensur’da bu hadisleri bir araya toplamıştır.

Hz. Ali’nin Rahbe’de Gadir Hadisini Delil Göstermesi


Eğer bu hadis ve mevla lafzı imamet ve hilafete delalet etmeseydi, Hz. Ali (a.s) defalarca onu delil olarak göstermez, özellikle de şura toplantılarında şahit olarak ortaya koymazdı. Nitekim Hatip Harezmi Menakıb, s. 217de, İbrahim bin Muhammed Himvini Feraid’in 58. Babında, Hafız bin Ukde Kitab’ul- Velaye’de, İbn-i Hatem Dimaşki “Durr’un Nezim”de, 

İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ül- Belağa Şerhi c. 2, s. 61’de, detaylı olarak bunu rivayet etmiş, özellikle de Kufe’de ashaptan otuz kişinin buna tanıklık ettiğini kaydetmişlerdir.

Ahmed bin Hanbel Müsned’in c. 4, s. 370 ile c. 1, s. 119’da, İbn-i Esir Cezri Usd’ul- Gabe c. 5, s. 205 ve 276 ile c. 3, s. 307’de, İbn-i Kuteybe, Maarif s. 194’de Muhammed Yusuf Genci eş-Şafii, Kifayet’ut- Talib’de, İbn-i Ebi’l- Hadid, Nehc’ül- Belağa Şerhi, c. 1, s. 362’da, Hafız Ebu Naim İsfahani, Hilyet’ul- Evliya, c. 5, s. 26’da, İbn-i Hacer Askalani, İsabe c. 2, s. 408’de, Muhibuddin Taberi, Zehair’ul- Ukba, s. 67’de, imam Abdurrahman Nesai, 

“Hasais’ul- Alevi”, s. 26’da, Allame Semhudi, Cevahir’ul- Akdeyn’de, Şemsuddin Cezri, Esne’l- Metalib, s. 3’de, Süleyman Belhi el-Hanefi, Yenabi’ul- Mevedde’nin 4. babında, Hafız bin Ukde, Kitab’ul- Velaye’de vb. büyük alimler de kendi muteber kitaplarında Hz. Ali (a.s)’ın Kufe’de Müslümanlara bu hadisi delil gösterdiğini kaydetmişlerdir. Hz. Ali (a.s) halkın karşısına çıkarak şöyle buyurmuştur:

“Allah aşkına, kim Gadir-i Hum’da benim hakkımda bir şey duymuşsa kalksın ve tanıklıkta bulunsun.”

Orada bulunan on ikisi Bedir ashabından olan tam otuz sahabe ayağa kalkarak şöyle tanıklıkta bulundular: “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) gözümüzün önünde Ali’nin elinden tutarak halka şöyle buyurdu: “Benim müminlere nefislerinden daha evla olduğumu biliyor musunuz?”

Oradakiler; “Evet” deyince de Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurdular: “Ben kimin mevlasıysam, bu Ali de onun mevlasıdır...”

O cemiyetten üç kişi tanıklık etmekten kaçındı, bunlardan biri de “yaşlandığım için unuttum” diyen Enes bin Malik’ti. Hz. Ali (a.s) da bunun üzerine onlara, özelilikle de Enes’e beddua ederek şöyle buyurdu:

“Eğer yalan söylüyorsan, Allah-u Teala seni abraş hastalığına duçar kılsın ki sarığınla da örtemeyesin.”

Enes daha yerinden kalkmadan abraş hastalığına yakalandı. Bazı rivayetlerde ise kör ve abraş olduğu kaydedilmiştir.

Şüphesiz Hz. Ali (a.s)’ın bu hadisi şahit göstermesi, O’nun İlahi hilafet ve velayetinin en büyük delilidir.

(Bu esnada müezzin ezan okumaya başladı, yatsı namazını kılıp istirahat ve çay ikramından sonra sohbete devam edildi.)

“Ben Sizin Nefsinizden Size Daha Evla Değil Miyim?” Hadisinin Karinesi

Davetçi: Hadisin kendisinde mevcut olan karine de, mevladan maksadın tasarrufta evleviyet olduğunu ortaya koymaktadır. Zira Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Gadir-i Hum’da okuduğu hutbeden önce ümmete şöyle buyurmuştur: “Ben size kendi nefsinizden daha evla değil miyim?” Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in bu sözü, “Peygamber,

müminlere kendi nefislerinden daha evladır”[10] diye buyuran ayete işarettir. Her iki fırkanın kitaplarında yer alan sahih bir rivayete göre Peygamber (s.a.a) ayrıca şöyle buyurmuştur:

“Ben dünya ve ahirette bütün müminlere kendi nefislerinden daha evla değil miyim?.”

Orada bulunanlar hep birden; “Evet sen bize kendi nefislerimizden daha evlasın!” dediler.

Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

“O halde ben kimin mevlasıysam, bu Ali de onun mevlasıdır.”

Dolayısıyla sözün akışı da mevladan maksadın Resulullah (s.a.a)’in ümmet üzerindeki evleviyeti olduğunu göstermektedir.

Hafız: Birçok rivayetlerde Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in; “Ben size kendi nefsinizden daha evla değil miyim?” diye buyurduğu yer almamıştır.

Davetçi: Gadir hadisi mevzusunda yer alan lafız, ibare ve ravilerin nakilleri farklıdır. Şia rivayetlerinde genellik vardır; Şii alimlerin ekseriyeti muteber kitaplarında söz konusu hadisi bu karineyle rivayet etmişlerdir. Sizin birçok muteber kitaplarınızda da mezkur hadis bu karineyle nakledilmiştir.

Şu anda aklıma geldiği kadarıyla Sibt bin Cevzi, Tezkiret-u Havass’il- Ümme, s. 18’de, imam Ahmed bin Hanbel, Müsned’de, Nuruddin bin Sabbağ Maliki imam Ahmed, Zuhri ve Hafız Ebu-Bekir Beyhaki’den naklen Fusul’ul- Muhimme’de, Ebu’l- Futuh Es’ad bin Ebi’l- Fezail bin Halef el-İcli, el-Mu’cez-u fi Fezail’il- Hulefa’il- Erbaa’da, Hatip Harezmi Menakıb’ın 14. Faslında, Muhammed bin Yusuf Genci eş-Şafii, Kifayet’ut- Talib’in 1. babında, 

Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi, Müsned-i Ahmed, Mişkat’ul- Mesabih, Sünen-i İbn-i Mace, Hafız Ebu Naim İsfahani’nin Hilyet’ul- Evliya, İbn-i Meğazili Şafii’nin Menakıb ve İbn-i Ukde’nin Kitab’ul- Muvalat kitabından naklen Yenabi’ul- Mevedde’nin 4. babında ve diğer bir çok büyük ve değerli alimleriniz, az bir lafız ve beyan farklılığıyla Gadir hadisini rivayet etmiş ve hepsinde de “Ben size kendi nefsinizden daha evla değil miyim?” sözü yer almıştır.

Teberrük olarak imam Ahmed bin Hanbel’in Müsned c. 4, s. 281’de, Burra bin Azib’den müsneden rivayet etmiş olduğu şu rivayeti zikretmek istiyorum; Burra bin Azib şöyle diyor:

“Bir seferde Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’le birlikteydik, Gadir denen yere gelince Peygamber-i Ekrem (s.a.a) cemaat arasında, “Es-Selat’ul- Camia” diye seslendi. Önemli bir olay olunca Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ümmetine böyle sesleniyor ve ümmet toplanınca da kılınan namazın ardından onlara o önemli olay tebliğ ediliyordu.

İki ağacın arasında bir yeri Peygamber-i Ekrem (s.a.a) için ayarladılar. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) namazı kıldırdıktan sonra cemaatın karşısında Hz. Ali (a.s)’ın elinden tutarak oradakilere şöyle buyurdu:

“Benim müminlere kendi nefislerinden daha evla olduğumu bilmiyor musunuz?” Oradakiler; “Evet, biliyoruz” dediler. Peygamber (s.a.a); “Benim her mümine nefsinden daha evla olduğumu bilmiyor musunuz?” diye buyurdu. Oradakiler; “Evet” deyince de şöyle buyurdu: “Ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır. Allah’ım, O’nu seveni sev, düşmanına düşman ol”

Daha sonra Ömer onu karşılayarak şöyle dedi: “Ey İbn-i Ebi Talip, bu makam sana mübarek olsun; sen her mümin ve müminenin mevlası oldun.”

Mir Seyyid Ali Hemedani eş-Şafii Meveddet’ul- Kurba’nın 5. Mevedde’sinde, Süleyman Belhi, Yenabi’de ve Hafız Ebu Naim ise Hilye’de az bir farkla bu hadisi nakletmişlerdir.

Özellikle, İbn-i Sabbağ’ın da Fusul’ul- Muhimme’de kendisinden rivayet etmiş olduğu Hafız Ebu’l- Feth, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sözünü şu şekilde rivayet etmiştir:

“Ey insanlar! Allah Tebarek ve Teala benim mevlamdır, ben ise size nefsinizden daha evlayım ve bilin ki ben kimin mevlasıysam Ali de onun mevlasıdır.”

İbn-i Mace Kazvini, Sünen’de, imam Ebu Abdurrahman Nesai, 81, 83, 93 ve 95. hadislerde bu karineyi nakletmişlerdir. 84. hadiste ise Zeyd bin Erkam’dan Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sözünü şu ibarelerle rivayet etmiştir:

“Benim her mümin ve mümineye kendi nefislerinden daha evla olduğumu bilmiyor musunuz?”

Onlar da şöyle dediler: “Evet şehadet ederiz ki sen her mümine kendi nefsinden daha evlasın.” Bunun üzerine Peygamber (s.a.a); “Şüphesiz ben kimin mevlası isem, bu da onun mevlasıdır.” buyurarak Ali (a.s)’ın elinden tuttu.”

Ebu Bekir Ahmed bin Ali Hatip Bağdadi (Ö. H. 462), Tarih-i Bağdad c. 8. s. 289-290’da Ebu Hureyre’den uzun bir hadis rivayet etmektedir. O rivayette şu hadisi nakletmiştir: “Kim 18 Zilhicce’de (Gadir gününde) oruç tutarsa, 60 ay oruç tutmanın sevabını elde eder.” Daha sonra da Gadir hadisini mezkur karineyle birlikte rivayet etmiştir.

Zan edersem, “Size nefsinizden daha evla değil miyim?” cümlesinin de hadislerde rivayet edildiği hususunda örnek olarak bu miktar yeterli olsa gerek. Artık beyler bir de, bu karinesinin meşhur rivayetlerde olmadığını söylemesinler.
Hassan Bin Sabit’in Resulullah (s.a.a)’in Huzurunda Okuduğu Şiirler

Diğer bir karine de, Hassan bin Sabit el-Ensari’nin Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ali (a.s)’ı velayet makamına tayin ettikten sonra O Hazretin huzurunda söylediği şiirdir. Sibt bin Cevzi ve diğerlerinin rivayet etmiş olduğu üzere Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bu şiirleri duyunca şöyle buyurdular:

“Ey Hassan, bir övgü veya güzel bir kelime ile bize yardımda bulunduğun müddetçe Ruh’ul- Kuds ile teyit edilirsin.”

Hicri 4. asrın meşhur muhaddis ve müfessiri Hafız bin Merduye Ahmed bin Musa (Ö. H. 352) Menakıb’da, Muvaffak bin Ahmed Harezmi Menakıb’da ve Maktel’ul- Hüseyin’in 4. fasılda, Celaluddin Suyuti Risalet’ul- Ezhar Fîma Akadeh’uş- Şuara’da, Hafız Ebu Sa’d Harguşi Şeref’ul- Mustafa’da, Hafız Ebu’l- Feth Hasais’ul- Aleviye’de, 

Hafız Cemaluddin Zerendi Nezm-u Durer’is- Simtayn’de, Hafız Ebu Naim İsfahani Ma Nezele Min’el- Kur’ân-i fi Ali’yyin’de, İbrahim bin Muhammed Himvini Feraid’us- Simtayn’nın 12. babında, Hafız Ebu Said Secistani Kitab’ul- Velaye’de, Yusuf Sibt bin Cevzi Tezkiret’ul- Havass’il- Ümme s. 20’de, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii Kifayet’ut- Talib’in 1. babında ve diğer birçok alim ve tarihçileriniz kendi kitaplarında Ebu Said Hudri’den şöyle rivayet etmektedir:

“Gadir-i Hum günü, Hz. Ali (a.s) velayet makamına tayin edilince, Hassan bin Sabit şöyle dedi: Ya Resulellah! Bu konuda birkaç beyit şiir söylememe izin verir misiniz? Peygamber-i Ekrem (s.a.a); “Allah-u Teala’nın bereketiyle söyle” buyurdular. Hassan minbere çıkarak irticalen şu beyitleri söyledi:

Gadir günü Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ümmete seslendi,

Onlar da Peygamber (s.a.a)’in nidasını duydu,

Peygamber (s.a.a); “Mevlanız ve veliniz kimdir?” diye buyurdu.

Allah-u Teala bizim mevlamız ve sen bizim velimizsin,

Hiç kimse bu manayı inkar etmez dediler.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a); “Kalk ya Ali buyurdu;

Şüphesiz benden sonra İmam ve hidayetçi olmana razı oldum.

O halde ben kimin mevlasıysam, Ali de onun mevlasıdır,

Öyleyse Ali’ye köleler gibi gerçek yardımcılar olunuz.”

Sonra dua ederek; “Allah’ım, Ali’ye dost olanla dost ol,

Düşman olanla da düşman ol” buyurdu.

Bu şiir de ashabın, o gün “mevla” lafzından imamet ve hilafeti anladığının en büyük delilidir. Eğer mevla kelimesi imam ve tasarrufta evleviyet manasına olmasaydı, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Hassan’ın şiirlerini ve “Şüphesiz benden sonra İmam ve hidayetçi olmana razı oldum.” sözünü duyunca, ona yanlış anladığını söyler, maksadını anlamadığını ifade ederdi.

Ona, mevladan maksadın imam, önder ve nübüvvet makamından sonra gelen tasarrufta evleviyet makamı olmadığını hatırlatır, dost ve yardımcı manasını kast ettiğini söylerdi.

Halbuki bilindiği gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onu tekzip etmediği gibi, “Ey Hassan, bir övgü veya güzel bir kelime ile bize yardımda bulunduğun müddetçe Ruh’ul- Kuds ile teyit edilirsin.” sözüyle de onu teyit ve tasdik etti. Zaten hutbesinde de imamet ve hilafet makamını tüm açıklığıyla ifade etti.

Dolayısıyla Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Gadir gününde okuduğu bu hutbeyi lütfen iyice okuyunuz. Ebu Cafer Muhammed bin Cerir-i Taberi Kitab’ul-Velaye’de bu hutbenin tamamını nakletmiştir. Bu cümleden Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Dinleyin ve itaat edin; Allah-u Teala sizin mevlanız, Ali ise sizin imamınızdır; o halde imamet kıyamete kadar Ali’nin soyundan benim evlatlarım arasındadır. Ey insanlar, bu Ali benim kardeşim, vasim, ilmimin koruyucusu, bana iman eden herkesin halifesi ve Rabbimin kitabının müfessiridir.”

Lütfen insaflı olunuz; Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bu şiirleri duyunca bir şey demedi ve ayrıca bilmek icap eder ki, kendi sözleri de mevladan maksadın, yardımcı ve dost olmadığının en açık delilidir. 

Dolayısıyla Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in mevladan maksadı, Hassan’ın şiirlerine de yansıdığı gibi İmam, hidayetçi ve Müslümanların işlerinde tasarrufta bulunmakta evla olmaktır. Bu yüzden Hassan’a; “Bu gerçek, Ruh’ul-Kuds’un teyidiyle dilinde cari oldu.” diye buyurdu.