Muhammed Ehl-i Beyt’ine Salat Etme Hususunda Yapılan Tenkit ve Onun Yanıtı

Davetçi: Şia topluluğu kesinlikle nassa aykırı bir iş yapmamışlardır ve yapmıyorlar da. Geçmiş asırlarda onların düşmanları örneğin: Havariç, Nasibi, Emevi ve onlara uyanlar bahaneler arayıp ve Şiileri bidat ehli olarak tanıtmaları için asılsız deliller getirmişlerdir.

Şia’nın büyük alimleri onların bütün cevaplarını vermiş ve bidat ehli olmadıklarını ispatlamışlardır. Kalem düşmanın elinde olursa, istediğini yazar. Bu konunun da cevabı teferruatıyla verilmiştir. Ama vakit geçtiğinden dolayı geniş bir şekilde cevap vermekten vazgeçiyorum.

Buyurduklarınızın cevapsız kalmaması ve meselenin de meclisteki hazır bulunan aziz kardeşlerimiz tarafından yanlış anlaşılmaması için konuyla ilgili bazı noktalara kısaca değinmek istiyorum:

Birinci olarak; mezkur ayet, salat ve selamın başkalarına söylenmesini men etmemiştir; Müslümanların Hz. Peygamber (s.a.a)’e salat etmelerinin gerekli olduğunu emretmektedir.

İkinci olarak; mezkur ayeti nazil eden Allah-u Teâla Saffat suresinin 130. ayetinde şöyle buyurmaktadır:

“Âl-i Yasin’e selam olsun.”

Risalet ailesinin büyük özelliklerinden biri de Kur’ân’ın her yerinde büyük peygamberlere özel selam ediyor; buyuruyor ki:

“Alemler arasında Nuh’a selam olsun”, “İbrahim’e selam olsun”, “Musa ve Harun’a selam olsun” [67]

Kur’ân’ın hiçbir yerinde peygamberlerin evlatlarına selam söylenmemiştir. Sadece Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)’in evlatlarına selam söylenmiştir. Allah-u Teâla “Yasin evlatlarına selam olsun” buyuruyor. 

“Yasin” Resulullah’ın isimlerinden biridir.
Yasin Kelimesinin Manası ve “Sin” Edatının Peygamberin Mübarek İsmi Olması Hususunda

Bildiğiniz gibi Kur’ân-ı Mecid’de Hz. Peygamber’in on iki isminden beş tanesi ümmetin basiretinin artması için zikr olunmuştur. Beş kutsal isim şunlardır: Muhammed, Ahmed, Abdullah, Nun ve Yasin. 36. Sürenin evvelinde şöyle buyuruyor:

“Yâ Sîn, andolsun hikmetli Kur’ân’a, gerçekten sen gönderilen (peygamber)lerdensin.”

Yâ nida edatıdır, “Sîn” de Resulullah’ın mübarek ismidir; O Hazretin hakikatine, zahiri ve batini eşitliğine işarettir.

Nevvab: Tehecci harflerinin arasında “Sîn” edatının, O Hazretin mübarek ismi olmasının sebebi nedir?

Davetçi: Az önce arz ettiğim gibi mana alemine ve O Hazretin hakikat-ı i’tidalına işarettir. Çünkü Hatemiyet makamını hâiz olacak kimse, vücudu hâdd-i itidale erişen ve zahiri ile batini eşit olan kimsedir. Bu mertebe O Hazretin mukaddes vücudunda mevcut idi. İşte bundan dolayı “Sin” edatıyla O Hazret için makam isbat edilmektedir.

Herkesin anlayabileceği bir üslupla beyan edecek olursak, tehecci harflerinin arasında zahir ve batini eşit olan sadece “Sin” edatıdır. Şöyle ki ilm-i a’dad (hesap) alimleri nezdinde yirmi sekiz tane tehecci harflerinin her birisinin zübür ve beyyine’si[68] vardır; her harfin zübür ve beyyine’si tatbik edildiğinde kesinlikle ya zübürü fazladır veya beyyinesi.

Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Cesaret ettiğimden dolayı affedin; meseleyi iyice anlamaktan aciz olduğum için bu gecelerde meseleleri, herkesin anlayabileceği sade ve açık bir şekilde beyan etmenizi istiyorum. Çünkü zübür ve beyyine'nin ne olduğunu anlayamadık; muammanın çözümü için gayet açık bir şekilde izahta bulunmanızı rica ediyoruz.

Davetçi: Memnuniyetle; “zübür”, kağıdın üzerinde yazılan harfin şeklidir; “beyyine” de okunurken artıklığı ortaya çıkan şeydir. Mesela “S” edatı kağıdın üzerinde bir harftir, ama okunduğunda üç harf “sin” oluyor ve böylece iki harf artıyor. Çünkü 28 tane olan tehecci harflerinin arasında, tatbik edildiğinde zübür ve beyyine’si eşit olacak sadece “Sin” harfidir. Sin atmış aded’dir, beyyine’si de “în” harflerinden ibaret olup atmıştır; “î” on, “n” de ellidir, ikisi toplam 60 oluyor.[69]

İşte bu yüzden Kur’ân’da Hatem’ul- Enbiyaya “Yâ Sîn” olarak hitap edilir. Bu Hz. Peygamber’in zahir ve batınına işarettir. Yâ Sîn yani “Ey zahir ve batın açısından itidale[70] sahip olan kimse!”
Âl-i Yasin’den Maksat Muhammed Ehl-i Beytidir

Binaenaleyh Sîn Resulullah’ın mübarek ismidir. Allah-u Teala şu ayette buyuruyor ki:

“Selam’un ala âl-i Yâsîn” (Âl-i Yasin’e selam olsun.)

Hafız: Buyurduğunuz bu şeyler sihirli kelamla ispatlamak istediğiniz sözlerdir; alimler arasında böyle bir mana (Âl-i Yasin’e selam olsun) söylenmemiştir.

Davetçi: Rica ediyorum bir şeyi nefyettiğinizde kesin bir karar vererek onu nefyetmeyin, cevabı verildiğinde üzüntü hasıl olmaması için ihtimal vererek konuşun. Siz kendi kitaplarınızdan ya haberiniz yoktur veya haberiniz olsa da tasdik etmeyi salah görmüyorsunuz. Ama biz sizin kitaplarınızdan haberdarız ve hakkı da inkar etmek istemiyoruz.

Sizin büyük alimlerinizin kitaplarında mezkur manaya çok işaret edilmiştir. Örneğin: Mutaassıp İbn-i Hacer-i Mekki, “Savaik’ul- Muhrika” kitabında Ehl-i Beyt hakkında nakl ettiği ayetlerden üçüncü ayetin hemen aşağısında yazmıştır ki bir grup müfessirler İbn-i Abbas’dan şöyle nakletmişlerdir: “Âl-i Yasin’den Maksat, Muhammed Ehl-i Beyti’dir.” Binaenaleyh “Âl-i Yasin’e selam olsun” demek Muhammed (s.a.a)’in Ehl-i Beytine selam olsun demektir.

Yine yazıyor ki, imam Fahri Razi şöyle zikretmiştir: “Peygamber’in Ehl-i Beyt’i beş şeyde O Hazretle eşit durumdadır:

a) Selam’da; buyurmuştur ki: “Selam olsun sana ey peygamber.” Yine buyurmuştur ki; “Âl-i Yasin’e selam olsun” Yani Muhammed’in (s.a.a) Ehl-i Beytine selam olsun.

b) Teşehhüd’de O’na ve O’nlara salat etmekte.

c) Taharette; Allah-u Teala buyurmuştur ki: “Tâha!” Yani: “Ey Tahir (ve münezzeh)” O’nların hakkında da tathir ayetini nazil ederek: “Allah her çeşit ricsi (kötülüğü) siz (Ehl-i Beyt’ten) uzaklaştırmak ve sizi tertemiz kılmak istiyor.” buyurmuştur.

d) Sadakayı O’nlara haram kılmakta.

e) Muhabbette; Allah-u Teâla buyurmuştur ki:

“Ey Peygamber, de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız öyleyse bana uyun da Allah sizi sevsin.”

Yine buyurmuştur ki: “Ey Peygamber de ki: Ben buna (tebliğime) karşılık, akrabalara (Ehl-i Beyt’ime) sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum.”[71]

Seyyid Ebubekir bin Şehabüddin-i Alevi, “Reşfet’üs- Sadi min Bahr-i Fezail-i Ben’in-Nebiyyi’l-Hadi” adlı kitabının birinci babında bir grup cemaatın İbn-i Abbas’dan, ikinci babında da Nekkaş’ın, Kelbi’den; “Mezkur ayetteki Âl-i Yasin’den maksat Muhammed’in Âl’i (Ehl-i Beyt’i)'dir.” diye naklettiklerini söylemiştir.

İmam Fahri Razi “Tefsir-i Kebir”in 7. cildinde söz konusu ayetin hemen altında onun manası için çeşitli sûretler nakletmiştir; ikinci sûrette “Âl-i Yasin’den maksat Muhammed’in (s.a.a) Ehl-i Beyti’dir.” demiştir.

Yine İbn-i Hacer “Savaik” kitabında bir grup müfessirlerin İbn-i Abbas’dan şöyle naklettiklerini yazmıştır: “Selam’un ala Âl-i Yasin”den maksat “Selam’un ala Âl-i Muhammed’dir.”

Tertemiz Ehl-i Beyt’e salavat getirmeye gelince, bu her iki fırka (Şia ve Ehl-i Sünnet) arasında kesindir. Hatta Buhari ve Müslim sahihlerinde Hz. Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu tasdik etmişlerdir: “Salavat’ta benimle Ehl-i Beyt’im arasına ayrılık sokmayın.”
Muhammed Âl’ine Salavat Getirmek Sünnet Teşehhüd’de ise Farzdır

Özellikle Buhari, “Sahih-i Buhari”nin üçüncü cildinde, Müslim “Sahih-i Müslim”in birinci cildinde, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Meveddet”de, hatta mutaassıp İbn-i Hacer “Savaik”de ve diğer büyük alimleriniz Ka’b bin Acze’den şöyle naklediyorlar: “İnnellah’e ve melaiketehu yusellune ale’n- nebiy...” ayeti nazil olduğunda Resulullah’a: 

“Ya Resulellah! Sana nasıl selam verilmesini öğrendik, nasıl salat edelim?” dediğimizde buyurdular ki: “Şöyle salat edin: “Allahumme salli ala Muhammed’in ve Âl-i Muhammed”

Diğer rivayetlerde de şu cümle izafe edilmiştir: “Kema salleyte ala İbrahim’e ve Âl-i İbrahim, inneke Hamid’un Mecid.”

İmam Fahri Razi, Tefsir-i Kebir’in altıncı cildinde şöyle naklediyor: Resul-ü Ekrem’den “sana nasıl salat edelim?” sorduklarında şöyle söyleyin buyurdular:

“Allahumme salli ala Muhammed’in ve ala Âl-i Muhammed, kema salleyte ala İbrahim’e ve ala Âl-i İbrahim ve barik ala Muhammed’in ve ala Âl-i Muhammed, kema barekte ala İbrahim’e ve ala Al-i İbrahim, inneke Hamid’ün Mecid.”

İbn-i Hacer aynı rivayeti az bir farklılıkla Hakim’den nakletmiştir ve bu hususta kendi görüşünü şöyle açıklamıştır: “Bu (mezkur) hadiste, Peygamber’e ve Âl-ine (Ehl-i Beyt’ine) salavat getirmenin emir edilmesine dair pek açık bir delil vardır.

Yine Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Bana kesik salavat getirmeyin.”

Ya Resulellah, kesik salavat nedir? dediklerinde:

“Allahumme salli ala Muhammed” söyleyerek susmanızdır; halbuki şöyle söylemelisiniz: “Allahumme salli ala Muhammed ve ala Âl-i Muhammed” buyurdular.

Deylemi de Resulullah’ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Muhammed ve Âl’ine (Ehl-i Beyt’ine) salavat getirilmedikçe dua örtülü kalır (icabete erişmez).”

Şafii’nin şöyle dediğini naklediyorlar:

Ey Resulullah’ın Ehl-i Beyti! Sizin sevginiz,

Allah tarafından Kur’ân’da farz kılınmıştır.

Bu büyük makam size yeter ki

Size salavat getirmeyenin namazı kabul olmaz.[72]

Resulullah (s.a.a)’in şu buyruğu gereğince: “Namaz dinin sütunudur; o kabul olursa diğer ameller de kabul olur; o kabul olmazsa diğer ameller de kabul olmaz.” bütün amallerin kabul olması namaza bağlıdır; az önce zikrettiğimiz hadis gereğince de namazın kabul olması Şafii’nin de itiraf ettiği gibi Muhammed ve Âl-i Muhammed’e salavat getirmeye bağlıdır.

Seyyid Ebubekir bin Şehabuddin Alevi “Reşfet’üs-Sadi min Bahri Fezail-i Beni’n- Nebiyyi’l- Hadi” kitabının ikinci babında Muhammed ve Âl-i Muhammed’e salavat getirmenin farz olması hususunda beyanlarda bulunmuş ve Nesai, Dar-u Kutni, 

İbn-i Hacer ve diğer kimselerden de Teşehhüd’de Hz. Peygamber (s.a.a)’in mübarek isminden sonra Âl-i Muhammed’e (Muhammed Ehl-i Beytine) de salavat getirmenin farz olmasına dair deliller zikretmiştir. Artık vakit geçtiğinden dolayı daha fazla izahta bulunmaktan vazgeçiyorum ve hükmü beylerin temiz vicdanlarına bırakıyorum.

Binaenaleyh (siz Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz) Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beytine selam ve salat etmenin bidat olmadığını, aksine Peygamber’in bizzat kendi düsturuyla bir sünnet ve ibadet olduğunu tasdik ediyorsunuz. Bunları, Ehl-i Sünnet kardeşlerimize yanlış aktaran Hariciler, Nasibiler, mutaassıp ve inatçı düşmanlardan başka kimse kesinlikle inkar etmez.

Bu hükümde Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)’in kenarında yer alan ve zikirde başkalarından önde olan kimseleri başkalarıyla kıyas etmenin ve diğer kimseleri O’nlardan üstün bilmenin cehalet, taassup ve bilgisizlikten kaynaklanması pek açıktır.

Söz buraya vardığında vakit gece yarısını geçtiğinden ve mecliste bulunanlardan bazılarında yorgunluk eseri görüldüğünden dolayı konuşmaya son verdik. Çay içtikten ve yarın gece daha erken gelinmesini kararlaştırdıktan sonra beyler dağıldılar.