Sahabenin Uhud, Huneyn ve Hudeybiye’de Ahitlerini Çiğnemesi

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Uhud ve Huneyn savaşlarında bütün ashaptan kaçmayacaklarına dair söz almasına rağmen kaçmadılar mı? Acaba Taberi, İbn-i Ebi’l- Hadid, İbn-i A’sem-i Kufi ve diğer tarihçilerinizin de yazdığı gibi ashabın bu kaçışı ve Hz. Peygamber’i düşman karşısında yalnız bırakmaları sözünde durmamak değil midir?

Allah-u Teala’ya and olsun siz gereksiz yere bize itiraz ediyorsunuz, Şiiler büyük alimlerinizin dediklerini diyorlar, kitaplarında alim ve tarihçilerinizin söylediklerini yazıyorlar, eğer Şii alimleri sahabeyi eleştiriyorsa bu bizzat kendi alimlerinizin yazdıklarıdır.

İnsaflıca Hüküm Vermek Gerekir


O halde neden gereksiz yere bize saldırıyorsunuz? Siz yazınca sakıncası olmuyor ve eleştirilmiyorsunuz da. Ama biz söyleyince veya yazınca kafir oluyoruz, katlimiz helal oluyor ve ashabın yaptığı bazı çirkin amelleri söylemekle suçlu duruma düşüyoruz!

Eğer sahabeyi eleştirmek kötü ve Rafızîlikse bütün sahabe Rafızî olmuş demektir; çünkü sahabenin çoğu, hatta Ebu Bekir ve Ömer bile birbirini kınamış, amellerini kötülemişlerdir.

Eğer vaktimiz olmuş olsaydı, onların sözlerini tümüyle beyan ederdim. Ashabın da diğer insanlar gibi hata yapabilirler; onlardan takva sahibi olanlar övülmüşlerdir, heva ve heveslerine uyanlar ise kınanmışlardır. 

Meseleyi daha iyi anlayabilmeniz için lütfen İbn-i Ebi’l- Hadid’in Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin c. 4 s. 454’ten 462’ye kadar olan sayfalarına müracaat ediniz; orada Zeydi’nin, sahabe hakkında Ebu’l- Meali Cuveyni’nin itirazlarına verdiği uzun cevabı görünüz ve sahabenin ihtilafa düşerek birbirlerine lanet ettiklerini ve birbirlerini küfür ve fısk ile suçladıklarını biliniz.

Elbette buğz ve sevgi meselesinde Şiiler ile alimleriniz arasında büyük fark vardır. Zira sizler sahabeden sadece bazısına karşı aşırı bir sevgi besliyorsunuz. “Bir şeyi sevmek insanı kör ve sağır kılar” kaidesi esasınca, onlar hakkında hiçbir kötülük görmüyorsunuz. Onlara muhabbet gözüyle baktığınız için kötülüklerini de iyi görüyorsunuz.

İşte bundan dolayı onları tüm hatalar ve ayıplardan münezzeh kılmaya çalışıyorsunuz. Onların apaçık ayıpları karşısında verdiğiniz cevaplar gerçekten gülünçtür.

Allah şahittir ki, biz Peygamber (s.a.a)’in ashabına buğz ve düşmanlık gözüyle bakmıyoruz. Biz olaylara delil ve mantık açısından bakıyoruz. İyileri iyi, kötüleri de kötü görerek hakla hükmediyoruz.

Beyler, biz ve siz kıyamete inanıyoruz, dört günlük dünya hayatının hiçbir değeri yoktur, o günü düşünmemiz gerekir.

Allah’a and olsun ki biz Şiiler mazlumuz, sebepsiz yere meseleyi avam halka yanlış aktarmayınız, muvahhid Şiileri kafir ve Rafızî olarak suçlamayınız.

Acaba Peygamber-i Ekrem ve Ehl-i Beyti’nin takipçilerini boş yere Rafızî olarak adlandırmak ve onlara saldırmak doğru mudur? Eğer Şiileri, gerçekleri anlattıkları ve eleştiride bulundukları için kötü zannedip kafir ilan ediyorsanız, ilk önce kendi büyük alimlerinizi kötü bilmelisiniz. 

Zira bu tür eleştiriler, onların kalemleriyle yazılmış ve muteber kitaplarında kaydedilmiştir.


Sahabe’nin Hudeybiye’de Kaçması


Örneğin: Hudeybiye olayı hakkında İbn-i Ebi’l-Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde ve diğer tarihçileriniz kendi eserlerinde şöyle yazıyorlar: “Hudeybiye barış antlaşmasından sonra başta Ömer bin Hattab olmak üzere birçok sahabe Hz. Peygamber’e karşı kaba konuşarak şöyle dediler: “Biz barış istemiyorduk, savaşmak taraftarıydık, neden barış yaptın?”

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) de onlara; “Savaşmak istiyorsanız özgürsünüz, savaşın.” diye buyurdu. Onlar da bunun üzerine saldırıya geçtiler. Ama bilindiği gibi tetikte bekleyen Kureyş hemen savunmaya geçti. Kureyş’ten öyle ağır bir darbe yediler ki kısa bir süre sonra bozguna uğrayıp kaçmaya başladılar. Hatta Peygamber (s.a.a)’in yanında bile duramayıp çölün dört bir yanına dağıldılar.

Hz. Peygamber (s.a.a) onların durumunu böyle görünce, Hz. Ali’ye Kureyş’in önünü almasını emretti. Kureyş Hz. Ali’yi kendi karşılarında görünce geri dönmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine kaçanlar tek tek geri dönerek yaptıklarından utanç içinde özür dilemeye başladılar.

Resulullah (s.a.a) onlara şöyle buyurdu:

“Ben sizi tanımıyor muyum? Büyük Bedir’de düşman karşısında titreyen, bunun üzerine Allah-u Teala da meleklerini yardımınıza gönderen sizler değil miydiniz? Uhud günü beni yalnız bırakarak firar edip dağlara çıkan sizler değil miydiniz? Ne kadar çağırdıysam da gelmediniz!”

Velhasıl Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onları şiddetli bir şekilde kınadı ve hatalarını tek tek sıraladı. Onlar da hatalarını itiraf ederek habire özür diliyorlardı.

İbn-i Ebi’l- Hadid burada şöyle diyor: “Ömer Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vaatlerini tekzip edince, Peygamber (s.a.a) Ömer’i kınadı. Dolayısıyla Hz. Peygamber (s.a.a)’in Ömer’i bu şekilde kınamasından, Uhud’da kaçanlardan birinin de Ömer olduğu anlaşılmaktadır.”

Şimdi gördüğünüz gibi İbn-i Ebi’l- Hadid gibi büyük alimlerinizin dediklerini biz de diyecek olursak, neden halifeye ihanet ediyorsunuz? diye hemen bizleri kınar, tekfir edersiniz.

Ama bilindiği gibi İbn-i Ebi’l- Hadid ve benzerlerine bir şey demiyorsunuz. Halbuki biz söylerken de hakaret etmek niyetinde değiliz, sadece tarihi olayları dile getiriyoruz. Bize kötü gözle baktığınız için de söylediklerimizin bir etkisi olmuyor. Bakınız Arap şairi böylesi durumu ne de güzel beyan ediyor:

Seven gözler hiçbir ayıbı görmez,

Ama gazap gözleri tüm kötülükleri görür.

Kıyamette alimlerinizle İlahi mahkemede hesaplaşacağımız çok şeyler vardır. Dünya geçicidir; kendinizi, İlahi mahkemede yankılanacak olan mazlumane feryatlarımıza cevap vermeye hazırlayın!

Hafız: Size, kıyamet günü şikayet edeceğiniz ne zülüm yapıldı ki?

Davetçi: Birçok zulümler yapıldı, hürmetler çiğnendi, bütün bunlardan vazgeçsek bile Hz. Fatıma’nın evlatlarından biri olan ben asla hakkımdan vazgeçmeyeceğim. İlahi adalet mahkemesi kurulunca birçok zulüm ve haksızlıkların hesabını soracağım. O mahkemenin varolduğuna ve adilce hükmedileceğine de kesin inanıyorum.

Hafız: Lütfen sinirleri tahrik etmeyin; elinizden alınan her hakkı ve size yapılan her haksızlık ve zulümleri beyan edin.

Davetçi: Bize yapılan zulümler bugüne ait değildir; bize yapılan zulümler Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra başlamıştır. Peygamber (s.a.a)’in, çocuklarının rızkını temin etsin diye kendilerine bağışladığı tüm hakları gasp edildi.

Hz. Fatıma’nın mazlumane feryadına kulak asılmadı, Hz. Fatıma (a.s) kalbi hüzün ve dertle dolu bir şekilde bu dünyadan göçtü.

Hafız: Siz çok kurnazsınız, heyecanlı sözlerle duygu sömürüsü yapıyorsunuz. Hz. Fatıma’nın sabit olan hangi hakkı gasp edildi? Eğer siz kardeşlerin huzurunda iddianızı ispat edemezseniz, İlahi adalet mahkemesinde asla ispat edemezsiniz. Farz edin bugün İlahi adalet mahkemesi kurulmuş, buyurun hakkınızı ispat ediniz.

Davetçi: Orası adalet mahkemesi yeridir, bağnazlık ve taassup yeri değildir. Temiz ve lekesiz bakışlarla hükmedilmektedir. Eğer adalet üzere hükmedecek olursanız ve insaflıca dinlerseniz bizim hakkaniyetimizi tasdik edersiniz. 

Allah biliyor ki Ben Cedel Ehli Değilim


Hafız: Allah’ın ve büyük ceddiniz Resulullah’ın hakkına and olsun ki benim şahsen hiçbir inat, bağnazlık ve taassubum yoktur.

Huzurunuza geldiğim bu birkaç gecede benim cedel ehli olmadığımı bilmeniz icap eder. Ne zaman delil ve burhan üzere konuştuysanız sukut ettim. Bu sukutum haklı sözünüzü kabul etmiş olduğum manasınadır. 

Aksi takdirde oyunculuk yapmak isteseydim, cedelleşir ve tüm delillerinizi safsatacılıkla reddederdim. Nitekim geçmişlerimiz sürekli bunu yapmışlardır.

Ama bilindiği gibi tabiat olarak ben cedel ve oyun ehli değilim, özellikle söylemem icap eder ki daha önce başka niyetlerle gelmiştim. Ama sizi görünce temiz kalbinize, edebinize, güzel ahlakınıza, sadeliğinize ve cazibenize hayran kaldım, şahsi arzularımla uyuşmasa bile mantıklı ve delilli sözlerinizin karşısında inkarcı olmayacağıma dair Allah-u Teala’ya söz verdim.

Kesin olarak bilin ki ben o ilk geceki insan değilim, hiç kimseden korkum da yoktur; delil, burhan ve dertleşmeleriniz bende büyük etkiler yarattı. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s)’ın sevgisi üzere ölmeyi ve Resulullah (s.a.a)’in karşısına yüzü ak olarak çıkmayı istiyorum.

Davetçi: Sizin gibi alim ve insaflı birinden bundan başkası beklenemezdi. Bu sözleriniz bende bambaşka bir duygu yarattı, kalben size karşı özel bir ilgi duymaya başladım, sizden kabul etmenizi umduğum bir ricada bulunmak istiyorum.

Hafız: Rica ediyorum buyurun.

Davetçi: Rica ediyorum siz bu gece hakim olun, diğer beyler de şahit olsunlar, tam bir tarafsızlıkla insaflıca hükmedin. Bu söylediğim şeylerin hak olup olmadığını ve iddialarımı ispat edip etmediğini siz söyleyin.

Elbette bahsedeceğim mevzu sebebiyle, önceki gecelerden daha uzun konuşabilirim, sizden tahammül etmenizi diliyorum. Ben de içimi dökerek biraz rahatlamış ve hafiflemiş olurum.

Bazı cahiller, 1300 yıl önce olan olayları bugün konuşmanın ne faydasının olduğunu soruyorlar. Halbuki ilmi sözler her dönem ve zamanda tartışmaya açıktır ve adil tartışmalarda gerçekler ortaya çıkmaktadır. 

Ayrıca bilmek icap eder ki miras konusu, kanunen her zamanda mirasçılardan biri vasıtasıyla mahkemeye intikal ettirilebilir, ben de o varisçilerden biriyim ve sizden insaflıca cevap vermenizi temenni ediyorum.

Hafız: Büyük bir ilgi ve alakayla sizi dinlemeye hazırız.

Davetçi: Eğer bir baba hayattayken evladına bir mülkü hediye ederse, babası öldükten sonra o mülkün zorla onun elinden alınması zulüm mü, zulüm değil mi?

Hafız: Şüphesiz başkalarının malında haksız olarak tasarrufta bulunmak zulüm ve gasptır.

Davetçi: Eğer bir baba Allah-u Teala’nın emriyle evladına bir mülk hediye ederse, baba vefat ettikten sonra o mülk zorla onun elinden alınacak olursa hükmü nedir?

Hafız: Açıktır ki, sizin anlattığınız şekilde olursa, bu en büyük zulümdür. Ama zalim ve mazlumdan, gasıp ve gasba uğrayandan maksadınızın kimdir? Lütfen daha açık bir şekilde buyurunuz.

Davetçi: Şüphesiz bizim büyük annemiz Hz. Fatıma (a.s) hakkında yapılan zulmün hiç kimseye yapılmadığı apaçık ortadadır.
Fedek’in Gasp Edilmesi

Hayber kalesinin fethinden sonra Fedek’in (Medine dağları eteklerinden Seyf’ul- Bahr’a kadar uzanan bölgede dağınık yedi köyü vardı. Tarıma elverişli ve hurmalıklarla dolu bir bölgeydi.

Bir ucu Medine yakınlarındaki Uhud dağlarına, bir ucu Ariş’e, bir ucu Seyf’ul- Bahr’e ve bir ucu da Devmet’ul- Cendel’e uzanan çok geniş topraklara sahipti.) malikleri ve büyükleri Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in yanına gelerek barış antlaşması imzaladılar. Bu anlaşma esasınca Fedek’in yarısını kendilerine, diğer yarısını da Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e bağışladılar.

Nitekim Yakut Himvi, Futuh’ul- Buldan, c. 6, s. 343’de, Ahmed bin Yahya Belazuri Bağdadi, kendi Tarih kitabında, İbn-i Ebi’l- Hadid Mutezili, Ebu Bekir Ahmed bin Abdulaziz Cevheri’den naklen Nehc’ul- Belağa Şerhi, c. 4, s. 78’de, Muhammed bin Cerir Taberi, Tarih-i Kebir’de ve diğer muhaddis ve tarihçiler kendi eserlerinde bunu açıkça kaydetmişlerdir.

“Ve Ati Ze’l- Kurba Hakkahu” Ayetinin Nüzulü

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Medine’ye dönünce Cebrail şu ayeti nazil etti: “Yakınlara, yoksula ve yolda kakmışa hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.”[12]

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) zev'il- kurba’nın (yakınlarının) kimler olduğunu ve haklarının ne olduğunu düşündüğü bir halde Cebrail yeniden nazil olarak; “Allah Teala buyuruyor ki: “Fedek’i Fatıma’ya ver.” diye arz etti. Hz. Peygamber (s.a.a) de Hz. Fatıma (a.s)’ı çağırarak; “Allah-u Teala, Fedek’i sana vermemi emretti.” diye buyurdular. Bu yüzden o mecliste Fedek’i Fatıma’ya hediye etti.

Hafız: Acaba Şia’nın tefsir kitaplarında mı bu ayetin nüzulü hakkında bu sebep zikredilmiştir, yoksa bizim muteber kitaplarımızda bunun şahitlerini mi görmüşsünüz?

Davetçi: Müfessirlerin imamı Ahmed Sa’lebi, Keşf’ul- Beyan tefsirinde, Celaluddin Suyuti kendi tefsirinin 4. cildinde (Hafız bin Merduye Ahmed bin Musa, Ebi Said Hudri ve Hakim Ebu’l- Kasım Haskani’den naklen), İbn-i Kesir İmaduddin İsmail bin Ömer-i Dimaşki eş-Şafii Tarih kitabında ve Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi Tefsir-i Salebi, Cem’ul- Fevaid ve Uyun’ul- Ahbar’dan naklen Yenabi’ul- Mevedde’nin 39. babında şöyle nakletmişlerdir: “Ve ati ze’l kurba...” (Yakınlara... hakkını ver) ayeti nazil olunca, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Fatıma’yı çağırdı ve ona büyük Fedek’i hediye etti.”

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) yaşadığı müddetçe Fedek Fatıma’nın elindeydi, kendisi kiraya veriyor ve kirasını üç taksitle alıyordu. Aldığı bu kiradan kendisine ve evlatlarına bir gece yetecek kadarını ayırıyor, bir bölümünü Haşim oğulları’nın fakirlerine dağıtıyor, geriye kalanları da diğer fakir ve yoksullar arasında bölüştürüyordu.

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) vefat ettikten sonra halifenin memurları gidip Fedek’e el koydular. Lütfen Allah aşkına söyleyin, bu işin adını ne koymak gerekir?

Hafız: Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Allah-u Teala’nın emriyle Fedek’i Fatıma’ya hediye ettiğini ilk kez sizden duyuyorum.

Davetçi: Sizin görmemeniz mümkündür. Ama biz çok gördük, söylediğim gibi birçok büyük alimleriniz muteber kitaplarında bunu kaydetmişlerdir. 

Nitekim Hafız bin Merduye, Vahidi ve Hakim kendi Tefsir ve Tarih kitaplarında, Celaluddin Suyuti Durr’ul- Mensur, c. 4, s. 177’de, Mevla Ali Muttaki Kenz’ul- Ummal’da ve Ahmed bin Hanbel’in Müsned’ine yazdığı haşiyede ve İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 4’de Ebi Said Hudri’den gayri çeşitli yollardan şöyle rivayet etmişlerdir:

“Bu ayet (Ve ati ze’l kurba hakkahu) nazil olunca, Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Fedek’i Fatıma’ya hediye etti.”
“Biz Peygamberler Miras Bırakmayız” Hadisinin Delil Gösterilmesi ve Bunun Yanıtı

Hafız: Bilinen şu ki halifeler Fedek’e, Ebu Bekir’in Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den rivayet etmiş olduğu; “Biz peygamberler miras bırakmayız, bizden geriye kalan şeyler (ümmete) sadakadır.” hadisi sebebiyle el koymuşlardır.

Davetçi: Evvela; Fedek miras değildi, hediyeydi. İkinci olarak; hadis diye rivayet ettiğiniz bu söz, çeşitli açılardan red edilmiştir.

Hafız: Kesin olan bu hadisin merdutluğuna dair delil nedir?

Davetçi: Bu hadisin merdutluğuna dair birçok delili vardır; ki ilim ve insaf ehli herkes bunu tastık etmektedir. Bu hadisi uyduran şahıs düşünmeden bu kelimeleri sarf etmiştir. Eğer düşünecek olmuş olsaydı, akıl ve ilim sahipleri nezdinde gülünç duruma düşmez ve “Biz peygamberler miras bırakmayız” demezdi. Zira bir gün bu iftira ve yalanın bizzat cümleden anlaşılacağını akıl etmemiştir.

Eğer; “Ben miras bırakmıyorum” demiş olsaydı, bundan bir kaçış noktası bulabilirdi. Ama bilindiği gibi “Biz peygamberler miras bırakmayız” dediğinden dolayı bu hadisi, gerçeklerin ortaya çıkması için kendilerinin buyurdukları gibi Kur’ân’a sunmak zorundayız.

Bu hadisi Kur’ân ayetleriyle karşılaştırdığımız zaman onun doğru olmadığı ortaya çıkıyor; çünkü Kur’ân’da birçok ayet Peygamberlerin mirasıyla ilgili nazil olmuştur.

Büyük Peygamberlerin hepsinin de mirası olmuş ve varisleri ölümlerinden sonra onların mallarına mirasçı olmuşlardır. Dolayısıyla bu hadisin uydurma olduğu apaçık ortadadır.

Büyük muhaddis Ebu Bekir Ahmed bin Abdulaziz Cevheri (İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin c. 4, s. 78’inde Ehl-i Sünnet’in takvalı, güvenilir ve büyük hadis alimlerinden olduğunu kaydetmiştir) Sakife kitabında, İbn-i Esir Nihaye’de, Mesudi, Ahbar’uz Zaman ve Evset’te, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ül- Belağa Şierhi c. 4, s. 78’de (İmam Bakır’dan, Zeynep Kubra’dan, Abdullah bin Hasan bin Hasan’dan ve 

Hz. Fatıma (a.s)’dan olmak üzere birçok yol ve senetlerle rivayet etmiştir) s. 93’de (müsned olarak Aişe’den), s. 94’de (ise Muhammed bin İmran Merzbani ve Zeyd bin Ali bin Hüseyin’den, o da babasından, o da dedesinden, o da Hz. Fatıma (a.s)’dan rivayet etmiştir.) ve diğer birçok alimleriniz de kendi muteber kitaplarında 

Hz. Fatıma (a.s)’ın camide ensar ve muhacirlere karşı okuduğu hutbesini detaylı bir şekilde rivayet etmişlerdir. Hz. Fatıma (a.s) onları bu hutbede Allah-u Teala’ya yemin ettirerek cevap vermeye zorlamıştır. Mantıklı bir cevapları olmadığı için de sukut etmiş, ardından ortalığı velveleye vermişlerdir.

Hz. Fatıma söz konusu hadisin iftira ve yalan oluğu hususunda şöyle delil getirmektedir: “Eğer bu hadis doğruysa ve Peygamberlerin mirası da yoktuysa, o halde Kur’ân’da yer alan bunca miras ayeti ne içindir?
Hz. Fatıma’nın; “Biz Peygamberler Miras Bırakmayız” Hadisini Reddeden Delilleri

Allah-u Teala bir ayette şöyle buyuruyor:

“Süleyman Davud’a varis oldu.”[13]

Zekeriyya olayında da şöyle buyurmaktadır:

“Nezdinden bana bir veli ver, ki o bana varis olsun, Yakup hanedanına da varis olsun.”[14]

Yine Zekeriyya’nın duasıyla ilgili olarak da şöyle buyurmaktadır:

“Zekeriyya’yı da (an)! Hani o rabbine şöyle niyaz etmişti: Rabbim! Beni yalnız bırakma sen varislerin en hayırlısısın. Biz onun duasını kabul ettik, ona Yahya’yı verdik.”[15]

Daha sonra Hz. Fatıma şöyle buyurdular:

“Ey İbn-i Ebu Kuhafe (Ebu Bekir)! Acaba Allah-u Teala’nın ayetinde mi var ki sen babandan miras alıyorsun da ben babamdan miras alamıyorum? Allah-u Teala’ya büyük bir iftirada bulunuyorsunuz. Acaba bildiğiniz halde kasten mi Allah-u Teala’nın kitabıyla amel etmiyorsunuz ve Kur’ân’ı arkanıza atıyorsunuz?

Acaba ben Peygamber (s.a.a)’in kızı değil miyim ki beni hakkımdan mahrum ediyorsunuz? O halde genelde bütün insanlar ve özelde Peygamberler hakkında nazil olan bunca miras ayetleri nedir?

Kur’ân ayetleri kıyamete kadar tüm gerçekleriyle baki değil midir? Kur’ân şöyle buyurmuyor mu?:

“Akrabalar Allah’ın Kitabına göre, birbirlerine (mirasta) önceliklidir.”[16]

Hakeza; “Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki kadının hissesi kadar tavsiye eder.”[17]

Hakeza; “Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyette bulunması Allah’tan korkanlar üzerine farz kılındı.”[18]

Acaba beni hangi hususiyet babamın mirasından mahrum etti? Allah-u Teala sizi bir ayetle tahsis mi etti ki babamı o ayetten ihraç ettiniz? Acaba siz babamdan ve amcam oğlu Ali bin Ebi Talib’den Kur’ân-ı Kerim’in genel ve özel hükümlerini daha iyi mi biliyorsunuz?”

Bu deliller ve hak sözler karşısında tümüyle sessiz kaldılar, verecek cevapları olmadığı için mugalâta yaparak bibi Fatıma’ya hakaret ettiler. Hz. Fatıma (a.s) çaresiz kalınca feryat ederek şöyle buyurdular:

“Bugün kalbimi kırdınız, hakkımı gasbettiniz. Ama kıyamette İlahi adalet mahkemesinde sizlerden hakkımı isteyeceğim ve kadir olan Allah-u Teala hakkımı sizden alacaktır. En güzel hüküm Allah-u Teala’nındır.

Muhammed kefil ve efendimdir. Sizinle kıyamette buluşacağız, o gün batıl ehli hüsrana uğrayacak ve pişmanlıkları hiçbir fayda etmeyecektir. Her şeyin bir vakti vardır ve vakti gelince o şey gerçekleşir. Ebedi ve aşağılayıcı azabın kime ineceğini çok yakında göreceksiniz.”

Hafız: Kim Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emaneti ve bedeninin bir parçası olan Hz. Fatıma’ya karşı küstahlık yapıp hakaret edebilir? Sizin bu sözünüze inanamıyorum, mugalâta yapmaları mümkündür; ama hakaret etmeleri asla mümkün değildir. Lütfen bunu bir daha tekrarlamayın!

Davetçi: Şüphesiz halifeniz Ebu Bekir dışında hiç kimse buna cesaret edemezdi. Hz. Fatıma’nın delilleri karşısında cevap veremeyince hemen aynı saatte minbere çıkarak sadece Fatıma’ya değil eşi, amcası oğlu, Allah-u Teala ve Resulünün sevgilisi olan Hz. Ali’ye de hakaret etti!

Hafız: Zan edersem bu iftiralar, avam ve bağnaz Şiiler tarafından uydurulmuştur.

Davetçi: Yanlış düşünüyorsunuz. Bütün bunlar Şiiler tarafından değil, bizzat kendi alimleriniz tarafından da yazılmıştır. Şii Müslümanların böylesine iftira ve yalanlar uydurması imkansızdır.

Her ne kadar bağnaz da olsalar böylesine iftira ve yalan uydurmazlar, dolayısıyla bütün bunlar gerçektir ve bizzat büyük ve değerli alimleriniz rivayet etmişlerdir.

Büyük âlimlerinizin muteber kitaplarına bakacak olursanız, bizzat insaf sahibi alimlerinizin de bu gerçekleri kabul ettiğini göreceksiniz.

Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid Mutezili Nehc’ul- Belağa Şerhi (Mısır baskısı) c. 4, s. 80’de, Ebu Bekir Ahmed bin Abdulaziz Cevheri’den naklen Ebu Bekir’in Ali ve Fatıma (a.s)’ın konuşmasından sonra minbere çıktığını ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in bu iki emanetine yaptığı hakaretleri kaydetmiştir.