Vesayet Hakkındaki Rivayetlerin Nakli

Sayın Şeyh’in bir daha; “Bizim alimlerimizin nezdinde bu hadis red edilmiştir” dememesi için bu mananın ispatı hakkında kısa olarak birkaç hadis nakletmek zorundayım:

1- İmam Sa’lebi Menakıb ve Tefsirinde, İbn-i Meğazili eş-Şafii, Menakıb’da, Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ül- Kurba’nın altıncı Meveddet’inde, ikinci halife Ömer bin Hattab’dan şöyle rivayet etmekteler: “Resulullah (s.a.a) ashabı arasında kardeşlik akdi yaptığında şöyle buyurdular:

“Bu Ali dünya ve ahirette kardeşimdir, ehlim nezdinde halifemdir, ümmetim arasında vasimdir, ilmimin varisidir, borçlarımın ödeyicisidir, onun malı benim malım, benim malım da onun malıdır, onun yararı benim yararım, onun zararı da benim zararımdır, onu seven beni sevmiştir, ona buğz eden bana buğz etmiştir.”

2- Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi, Yenabi’ul- Mevedde kitabının 15. babını bu konuya ayırmış ve Sa’lebi, Himvini, Hafız Ebu Naim, Ahmed bin Hanbel, İbn-i Meğazili, Harezmi ve Deylemi’den Ali (a.s)’ın vesayetini ispat eden 20’den fazla rivayet nakletmiştir.

Bu rivayetlerden sadece bazısını siz beyler için nakletmek istiyorum. Şeyh Süleyman Belhi, Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inden (Sibt bin Cevzi de Tezkiret’ul- Havas’il- Ümmet s. 26’da ve İbn-i Meğazili eş-Şafii de Menakıb’da bu rivayeti nakletmişlerdir) rivayet etmiş olduğu üzere Enes bin Malik şöyle diyor:

“Selman’a, vasisinin kim olduğunu Peygamber (s.a.a)’e sormasını söyledim. Selman da; “Ya Resulellah vasin kimdir?” diye sordu.

Resulullah da; “Ey Salman, Musa’nın vasisi kimdi?” diye sordu.

Salman; “Yuşa bin Nun idi” dedi.

Peygamber (s.a.a) de; “Benim vasim, varisim, borçlarımı ödeyen ve vaadime vefa gösteren Ali bin Ebi Talip’tir.” diye buyurdu.

3- Muvaffak bin Ahmed’den, o da Bureyde’den Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Her nebinin bir vasi ve varisi vardır. Şüphesiz Ali de benim vasim ve varisimdir.”

(Muhammed bin Genci eş-Şafii de Kifayet’ut-Talib s. 131, bab 62’de müsned olarak bu rivayeti nakletmekte ve şöyle demektedir: “Bu hadis, Şam Muhaddisi’nin de Tarih’inde rivayet etmiş olduğu güzel bir hadistir.”

4- Şeyh’ul- İslâm Himvini’den, o da Ebuzer’den Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Ben Peygamberlerin sonuncusuyum; ey Ali, sen de kıyamete kadar vasilerin sonuncususun.”

5- Hatib-i Harezmi’den, o da Ümmü Seleme’den Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Allah-u Teala her peygambere bir vasi seçmiştir; Ali de benden sonra Ehl-i Beytim, itretim ve ümmetim arasında benim vasimdir.”

6- İbn-i Meğazili Şafii’den, o da Asbeğ bin Nebate’den (Buhari ve Müslim’in de kendisinden rivayet etmiştir) Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Ey insanlar, ben yaratıkların İmamıyım ve mahlukatın en iyisinin vasisiyim. Doğru yola hidayet edici tertemiz itretin babasıyım. Ben Resulullah (s.a.a)’in kardeşi, vasisi, velisi, dostu ve habibiyim.

Ben müminlerin emiriyim. Eli, ayağı ve alnı akların (secde uzuvları nurlu olanların) önderiyim ve vasilerin efendisiyim. Benimle savaşmak Allah-u Teala ile savaşmak ve benimle barışmak Allah-u Teala ile barışmaktır. Bana itaat Allah-u Teala’ya itaattir. Benim velayetim Allah’ın velayetidir. Bana uyanlar Allah’ın dostlarıdır, benim yaranlarım Allah-u Teala’nın yaranlarıdır.”

7- Hakeza İbn-i Meğazili Şafii Menakıb’da Abdullah bin Mesud’dan naklen Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmektedir:

“Davet (risalet), ben ve Ali ile sona erdi; ikimiz de asla puta tapmadık; Allah-u Teala beni peygamber, Ali’yi de vasi karar kıldı.”

8- Mir Seyyid Ali Hemedani eş-Şafii Meveddet’ul- Kurba’nın 4. Meveddet’inde Utbe bin Amir-i Cehni’den şöyle rivayet etmektedir:

“Resulullah’a, Allah-u Teala’nın birliği, Muhammed’in peygamberliği ve Ali’nin vasiliği üzerine biat ettik. Dolayısıyla bu üçünden her birini terk edecek olursak kafir oluruz.”

9- Meveddet’ul- Kurba’da yer alan bir hadiste de Peygamber-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Şüphesiz Allah-u Teala her peygambere bir vasi karar kılmıştır. Şiys’i Adem’e, Yuşa’yı Musa’ya, Şem’un’u İsa’ya ve Ali’yi de bana vasi kılmıştır. Ali vasilerin en üstünüdür. Ben davet edici, Ali ise (hak ve hakikati) aydınlatıcıdır.”

10- Yenabi kitabının sahibi, Harezmi’nin Menakıb’ından Ebu Eyyub Ensari’nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Resulullah (s.a.a) hastalanınca Fatıma (a.s) Hazretin yanına geldi ve sürekli ağlıyordu. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onun ağladığını görünce şöyle buyurdular:

“Ey Fatıma, Allah-u Teala’nın sana olan kerameti; herkesten önce İslâm’ı seçen, ilmi herkesten daha çok olan ve hilmi herkesten büyük olan birini sana eş olarak seçmesidir.

Allah Teala yeryüzü ehline baktı, onların arasından beni seçti ve beni peygamber olarak gönderdi. Yine yeryüzü ehline baktı, onların arasından eşin Ali’yi seçti ve O’nu seninle evlendirmemi ve kendime vasi kılmamı bana vahy etti.”

İbn-i Meğazili Şafii Menakıb’da bu rivayetin devamında şu cümleleri de nakletmektedir:

“Ey Fatıma, biz Ehl-i Beyt’e, daha önce kimseye verilmeyen ve bizden sonra da kimsenin derk edemeyeceği yedi özellik verilmiştir: En büyük nebi bizdendir, o da senin babandır; vasimiz en üstün vasidir, o da senin eşindir; şehidimiz en hayırlı şehittir, o da amcan Hamza’dır; cennette istediği yere uçan iki kanatlı da bizdendir, o da amcan oğlu Cafer’dir; cennet ehlinin iki efendisi de bizdendir, onlar da senin oğullarındır.

Nefsim elinde olan Allah-u Teala’ya and olsun ki İsa bin Meryem, arkasında namaz kılacağı bu ümmetin Mehdi’si de senin evlatlarındandır.”

İbrahim bin Muhammed Himvini de Feraid’de bu hadisi naklettikten sonra şu cümleleri de zikretmiştir:

“Yeryüzü zulümle dolduktan sonra Mehdi yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Ey Fatıma, üzülme, ağlama; şüphesiz ki Allah-u Teala sana benden daha merhametli ve şefkatlidir. Bu da kalbimde olan yerin ve makamın sebebiyledir. 

Allah-u Teala seni, soy açısından en büyük, halka en merhametli, eşit bölmede en adaletli ve hükümleri en iyi bilen biriyle evlendirmiştir.”

Zan edersem Nevvab beyin itminanı sağlamak ve Şeyh’in yanlışlığını düzeltmek için Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den rivayet ettiğim bunca hadis yeterlidir. Yoksa Hz. Ali (a.s)’ın vesayetini ifade eden pek çok nebevi hadis mevcuttur.

Resulullah (s.a.a) Vefat Ederken Başı Hz. Ali’nin Göğsü Üzerindeydi



Şeyh’in dediği gibi Peygamber-i Ekrem (s.a.a) vefat edince başı Ümm’ül- müminin Aişe’nin göğsünde değildi. Zira Ehl-i Beyt (a.s)’dan rivayet edilen sahih rivayetler, Şia ulemasının icması ve büyük alimlerinizin muteber kitaplarında yer alan rivayetler de bunu reddetmekteler. 

Bütün bunlar Peygamber-i Ekrem (s.a.a) vefat edince başının Emir’ul- Müminin Ali’nin göğsü üzerinde olduğunu ve o saatlerde Hz. Ali’nin göğsüne ilim kapılarının açıldığı rivayet edilmektedir.

Şeyh: Hangi alimimizin kitabında böyle bir şey yer almıştır?

Davetçi: Lütfen Kenz’ul- Ummal’ın c. 4, s. 55’ine, yine c. 6, s. 400’üne, Tabakat-i Muhammed bin Saad’ın c. 2, s. 51’ine, Müstedrek-i Hakim Nişaburi’nin, c. 3, s. 139’una, Telhis-i Zehebi’ye, Süneni İbn-i Ebi Şebye’ye, Kebir-i Taberani’ye, Müsned-i imam Ahmed bin Hanbel’in, 3. Cildine, Hafız Ebu Naim’in Hilyet’ul- Evliya kitabına ve diğer birçok muteber kitaplarınıza müracaat ediniz;

hepsinde farklı tabirlerle Ümm’ül- Müminin Ümmü Seleme, Cabir bin Abdullah Ensari ve diğerlerinden şöyle rivayet edilmiştir: “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) vefat etmeden önce Hz. Ali’yi yanına çağırdı ve ruhu bedeninden çıkana dek mübarek başı O’nun göğsü üzerinde idi.”

Bütün bu rivayetlerden daha önemlisi, bizzat Hz. Ali (a.s)’ın Nehc’ul- Belağa’de buyurmuş olduğu sözdür. İbn-i Ebi’l- Hadid, Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin c. 3, s. 561’inde O Hazretin şöyle buyurduğunu kaydetmiştir:

“Resulullah (s.a.a) vefat edince başı göğsümdeydi; elimin üzerinde olduğu hadle ruhu bedeninde çıktı ve (teyemmüm için) ellerimi yüzüme sürdüm.”

Aynı cild s. 590’da ise Hz. Ali (a.s)’ın Hz. Fatıma’yı defnedince Resulullah’a hitaben şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Şüphesiz seni mezara ben koydum, benim göğsümde can verdin.”

Sağlam olan bütün bu deliller, Aişe’nin rivayetini reddetmektedir. Çünkü Aişe’nin eskiden beri Emir’ul- Muminin Ali’ye karşı katı kini vardı. İnşallah-u Teala önümüzdeki gecelerde bir fırsat bulursam, Aişe’nin Hz. Ali’ye düşmanlığını da beyan etmeye çalışacağım.
Vesayet Hususunda Araştırma

Bütün bu hadisler ışığında Nevvab beyin “Halife varken vasiye ne gerek var?” itirazına da cevap verilmiş oldu. Zira eğer insan, biraz olsun insafla bu menkul hadislere bir bakacak olursa ve özellikle de,

“Büyük peygamberlerin vasilerini tayin eden Allah-u Teala, Ali’yi benim vasim karar kıldı” hadisine dikkat edecek olursa, bu vesayetin sıradan bir aile vesayeti olmadığını çok kolay bir şekilde anlar. Çünkü buradaki vesayetten maksat, ümmetin ferdi ve toplumsal tüm işlerini yöneten hilafettir. Yani nübüvvet makamından sonra gelen vesayet makamıdır.

Hz. Ali (a.s)’ın vesayet makamı bütün büyük alimlerinizin de kabul etmiş olduğu bir şeydir. Bunu sadece, Hz. Ali (a.s)’ın bütün faziletlerini reddeden bir avuç bağnaz insanlar red etmiştir.

Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ül- Belağa Şerhi (Mısır baskısı) c. 1 s. 26 ‘da şöyle diyor:

“Bizim nezdimizde şüphesiz ki Ali Resulullah (s.a.a)’in vasisidir. Sadece inat ehli kimseler bunu red etmekteler.”
Vasiyete Değinen Bazı Sahabelerin Şiirleri

İbn-i Ebi’l- Hadid daha sonra Resulullah (s.a.a)’in ashabından birçok şiirler nakletmektedir ki hepsi de Hz. Ali (a.s)’ın vesayetini beyan etmektedir. Bu şiirlerden ikisi ümmetin alimi Abdullah bin Abbas’ın şu şiirleridir:

Resulullah’ın vasisi, O’nun ailesinin büyüklerindendir

Savaşacak birisi var mıdır? denildiğinde O’nun kahramanıdır.

Yine Huzeyme bin Sabit’ten (Zü’ş- şehadeteyn), onun kendi şiirlerinde şöyle dediği nakledilmiştir:

Resulullah’ın vasisi O’nun ailesinin büyüklerindendir.

Sen de O’nun, o makama sahip olduğuna şahidisin.

Sahabi olan Ebu’l- Heysem bin Teyyan da bir şiirinde şöyle diyor:

Vasi, bizim İmam ve velimizdir.

Gizlilik zâyi oldu, sırlar ise açığa çıktı.

Maksadın ispatı için bu kadarıyla yetiniyoruz. İstediğiniz takdirde bu babdaki diğer şiirlere de müracaat edebilirsiniz. Eğer usanmayacağınızı bilseydim, Hz. Ali (a.s)’ın vesayetini ifade eden daha birçok şiir de naklederdim.

Bunlardan da anlaşıldığı üzere bu vesayet makamı nübüvvet makamından sonra gelen İlahi bir hilafet makamıdır.

Şeyh: Eğer bu rivayetler doğruysa neden kitaplarda Resulullah (s.a.a)’in Ali (k.v) ile ilgili vasiyetnamesini göremiyoruz? Halbuki bilindiği gibi Ebu Bekir ve Ömer’in bile vasiyetleri kitaplarda yer almıştır.

Davetçi: Hz. Ali (a.s)’ın vasilik konusu ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in velayet makamıyla ilgili emirleri, büyük Şia alimlerinin muteber kitaplarında Ehl-i Beyt (a.s) kanalıyla tevatür derecesinde yer almıştır.

Ama bilindiği gibi ilk gecede karar alındığı üzere sadece kendi kitaplarımızdan delil getirmemek için bizzat kendi muteber kitaplarınızda yer alan ve şu anda zihnimde kalan bazı rivayetleri zikretmek istiyorum.

Vasiyet Düsturuna İşaret



Eğer Resulullah (s.a.a) (s.a.a)’in vasiyeti ve Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) hakkındaki düsturlarıyla ilgili bütün hadisleri görmek isterseniz, lütfen şu kitaplara müracaat ediniz:

Tabakat-i İbn-i Sa’d c. 2, s. 61 ve 63, Kenz’ul-Ummal c. 4 s. 54, yine c. 6, s. 155, 393 ve 403, Müsned-i imam Ahmed bin Hanbel c. 4 s. 164, Müstedrek-i Hakim c. 3, s. 59 ve 111, Sünen ve Delail-i Beyhaki, İstiab-i İbn-i Abdulbirr,

Kebir-i Taberani, Tarih-i İbn-i Merduye… ve diğer birçok alimleriniz de farklı zamanlarda ve farklı tabirlerle Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in bu konudaki beyanlarını nakletmişlerdir.

Mükerreren zikredilen ibaretlerin özeti de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şu sözüdür:

“Ya Ali! Sen benim kardeşim, vezirim, borçlarımı ödeyen, vaatlerime vefa gösteren ve zimmetimi beri kılan kimsesin; sen beni yıkayacak, borçlarımı ödeyecek ve beni mezara koyacaksın.”

Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den bu tür açık rivayetler oldukça çoktur. Hepsi de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vasiyetine amel etme nişanelerinin eserleridir. Nitekim Hz. Ali (a.s) vasiyet gereğince Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i gusletmiş, kefenlemiş ve mezara koymuştur; Abdurrezzak’ın Cami’de rivayet ettiğine göre Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in beş yüz bin dirhem borcunu da eda etmiştir.

Şeyh: Kur’ân-ı Kerim’de şöyle bir düstur vardır:

“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa, anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah’tan korkanlar üzerine bir hak olarak farz kılınmıştır.”[19]

Bu ayet gereğince Peygamber-i Ekrem (s.a.a) vefat zamanında vasiyet etmeli ve vasisini tayin etmeliydi. O halde neden Resulullah (s.a.a) vasiyet etmedi. Halbuki bilindiği gibi Ömer ve Ebu Bekir bile vasiyet etmişlerdir.

Davetçi: Evvela; “Birinize ölüm geldiği zaman” cümlesinden kasıt, ölümü görmek (can vermek) anı değildir. Zira o anda insan şuurunu kaybetmekte ve bu vazifesiyle tam amel edememektedir. Dolayısıyla ayetten maksat, yaşlılık, beden takatsizliği ve hastalıktan dolayı ölümün alametleridir.

İkinci olarak; bu sözleriniz beni büyük bir üzüntüye boğdu ve asla unutamayacağım büyük bir musibeti aklıma getirdi.

O büyük musibet şudur ki bizim büyük ceddimiz Resulullah (s.a.a) vasiyet ayetlerinin takibinde vasiyeti pekiştirmek için şöyle buyurmuştur:

“Kim vasiyet etmeden ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüş olur.”

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ümmetinden hiç kimsenin vasiyetsiz ölmesini, öldükten sonra da geriye kalanların ihtilafa düşmesini istemiyordu.

Ama bilindiği gibi Peygamber (s.a.a) 23 yıl boyunca Allah-u Teala’nın kendine vasi tayin etmiş olduğu kimseyi ümmete hatırlatmış ve bunu açıkça beyan etmiştir. Ölüm anında da, ümmetin savaş, ihtilaf ve dalalete düşmesini önleyebilmek için, bu müddet içerisinde söylemiş olduğu sözleri bu vesileyle kemale erdirmek istedi.

Ama ne yazık ki siyaset oyuncuları buna ve İlahi görevini yapmasına mani oldular. Dolayısıyla siz de burada; Peygamber (s.a.a) neden ölüm anında vasiyet etmedi? diye itiraz ediyorsunuz.
Peygamber (s.a.a)’in Emrine İtaat Etmek Farzdır

Şeyh: Zan edersem bu beyanlarınız asla doğru değildir. Zira hiç kimsenin Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e engel olabileceğini sanmıyorum. Nitekim Kur’ân da şöyle buyuruyor:

“Peygamber’in size verdiğini alın ve nehiy ettiğinden de sakının.”[20]

Hakeza birçok ayette de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e itaat edilmesini emrederek şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve resule itaat edin.”

Şüphesiz Resulullah (s.a.a)’in emrine itaat etmemek küfürdür. Dolayısıyla hiçbir sahabe Peygamber (s.a.a)’in vasiyetine engel olmamıştır. Bu tür rivayetler, ümmetin Peygamber (s.a.a)’in emrine itinasızlık göstermesini sağlamak için din düşmanlarının uydurduğu iftira ve yalanlardır.

 

Davetçi: Lütfen kasıtlı olarak gaflet etmeyin. Bu uydurma bir rivayet değildir. Aksine Müslümanların genelinin sıhhatinde ittifak etmiş olduğu hadislerdir. 

Hatta muhaliflerin delil olarak gösterebileceği bir rivayeti nakletmek hususunda oldukça dikkatli davranan Buhari ve Müslim bile kendi Sahihlerinde, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ölüm anında şöyle buyurmuş olduğunu rivayet etmişlerdir:

“Bana kağıt kalem getirin de asla sapıklığa düşmeyeceğiniz şeyleri yazayım.”

Orada bulunanlardan bazıları bir şahısın (küframiz) sözlerine aldanarak bağırıp çağırmakla vasiyetin yazılmasına mani oldular. Resulullah (s.a.a)’in huzurunda öylesine gürültü ve ses çıkardılar ki, Peygamber (s.a.a)’in kalbi kırıldı ve rahatsız bir şekilde onları yanından dışarı çıkarttı.

Şeyh: Ben inanamıyorum; kim böyle bir cesarette bulunabilir? Kim Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sözüne karşı durabilir? Halbuki bilindiği gibi sıradan bir Müslüman bile vasiyet edecek olursa hiç kimse ona engel olamaz.

Nerede kaldı ki Peygamber-i Ekrem (s.a.a) gibi itaati farz ve muhalefeti küfrü gerektiren birisine mani olsunlar! Zira büyüklerin vasiyeti doğru yola erişme vesilesidir ve hiç kimse ona engel olamaz. Nitekim Ebu Bekir ve Ömer (r.z) de vasiyet ettiler ve hiç kimse onlara engel olmadı. Dolayısıyla böyle bir rivayete asla inanamam.

Davetçi: İnanmamakta haklısınız; sadece siz değil her Müslüman şaşırmaktadır. Hatta bunun da ötesinde bu olayı duyan herkes şaşırmaktadır. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ömrünün son anlarında ümmetini dalaletten kurtarmak ve onlara doğru yolu göstermek için bir vasiyette bulunmak istiyor, ama ona engel oluyorlar. Lakin bu olay gerçekleşmiş ve Müslümanları büyük bir gam ve hüzne boğmuştur.
İbn-i Abbas’ın Peygamber’in Vasiyetine Engel Olunmasına Ağlaması

Buna sadece ben ve sizler üzülmüyoruz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ashabı da bu musibete ağlamıştır. Nitekim Buhari, Müslim ve diğer büyük ve değerli alimleriniz de Abdullah bin Abbas’ın ağladığını ve sürekli şöyle dediğini kaydetmişlerdir: “Perşembe günü, ah ne perşembe günü!” Abdullah bin Abbas bunu söylerken hüngür hüngür ağlıyordu; öyle ki gözyaşları yeri ıslatıyordu.

Ona; “Perşembe günü ne olmuş ki böylesine ağlıyorsun?” dediklerinde şöyle diyordu: “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ağır hastalanınca ümmetini, yazacağı vasiyetle sapıklıktan korumak için kalem kağıt istedi.

Ama orada bulunanlardan bazıları O’na engel oldular. Bundan da öte; “Hezeyan ediyor!” dediler. İşte o gün asla unutulmayacak olan Perşembe günüydü. Peygamber (s.a.a)’e engel olmalarının yanı sıra küstahça çirkin laflar da kullandılar!”

Şeyh: Kim Resulullah (s.a.a)’in vasiyetine engel oldu?

Davetçi: İkinci Halife Ömer bin Hattab engel oldu.

Şeyh: Böylesine açıkça konuşarak fikrimi rahat ettiğiniz için çok memnun oldum; zira bu tür beyanlardan çok rahatsızlık duyuyordum. Bu tür rivayetlerin Şii halkın uydurması olduğunu sanıyorum. 

Ama sizin ihtiramınızı koruyarak bunu size karşı beyan etmek istememiştim. Şimdi içimde olanı beyan ediyorum ve size tavsiye ediyorum ki bu tür uydurma haberlere inanmayın.

Davetçi: Ben de size tavsiye ediyorum ki düşünmeden hemen red veya kabul etmeyin; zira gerçekler ortaya çıkınca rahatsızlık duyarsınız. Ama bu konuda da acele davrandınız. Hiç düşünmeden eski adetiniz üzere bize kötümser baktığınızdan dolayı temiz Şii Müslümanları hadis uydurmakla suçladınız.

Halbuki defalarca da dediğim gibi biz Şiiler hadis uydurma gereğini duymuyoruz. Zira bizzat kendi kitaplarınızda, bizim lehimize olan ve inançlarımızı ispat eden sayısızca deliller vardır.