Zeyd Bin Ali (a.s)’ın Şahadet Vakıası

Sizin büyük alimlerinizden olan “Allame-i Makrizi Ebu’l Abbas Ahmed bin Şafii”, “En- Niza ve’t- Tahasum Fima Beyne Beni Haşim ve Beni Ümeyye” adlı meşhur kitabında onların feci amel ve fiillerini geniş bir şekilde izah etmiştir ki onlar ölü ve diri tanımıyorlardı. Örnek olarak tarihî olan iki önemli vakıayı ve bu kavmin (Beni Ümeyye’nin) işledikleri feci cinayetlerden yeterli bir örneği huzurunuza arz ediyorum.

Beyler (sakın) şaşırmayın, bilin ki söylediğim şeyler senet ve esas üzeredir. O önemli vakıa Hz. Zeyd bin Ali bin Hüseyin (aleyhum’es selam) ve oğlu Yahya’nın şahadetidir. Her iki fırkanın (Şia ve Ehl-i Sünnet’in) bütün tarihçileri şöyle yazmışlardır:

Hişam bin Abdulmelik bin Mervan, kameri 105. yılda hilafete ulaştığında zulüm ve teaddi temelini attı. Kendisi ve ona tabi olanlar özellikle Beni Haşim’e zulüm ve eziyeti en son haddine ulaştırdılar.

Nihayet cenab-ı Zeyd bin Ali, o yegane efendi, şerif, alim, abid, zahit, fakih ve müttaki kişi tazallüm ( zulümden şikayet etmek) için Şam’a halifenin yanına gitti; Resafe’de Hişam’la görüştü Hazret ne için geldiğini beyan etmeden önce Hişam, Resulullah’ın bedeninin bir parçası olan torununu bir misafir olarak karşılamak, ona yardımda bulunmak ve sorunlarını çözmek yerine ilk girişte o hazrete sert bir şekilde hakaret etti ve ağzıma alamayacağım çirkin sözlerle hilafet sarayından kovdu.

Nitekim bizim ve sizin büyük tarihçileriniz örneğin, İmam Mesudi “Müruc’uz- Zeheb”in ikinci cildinde, Allame Makrizi “En- Niza ve’t- tehasum Fima Beyne Beni Haşim ve Beni Ümeyye” kitabında, İbn-i Ebi’l- Hadid-i Mütezili “Şerh-i Nehc’ul- Belağa”da ve diğer şahıslar, mufassal olarak yazıyorlar ki Zeyd bin Ali onca hakaretten, ağır darbelerden ve halifenin yanından kovulduktan sonra mecburen Şam’dan Kufe’ye gitti ve zulmü yok etmek için Emevilerin aleyhine bir hareket başlattı.

Küfe şehrinin hakimi olan Yusuf bin Ömer-i Sakafi büyük bir orduyla o hareketi yok etmek için mücadeleye kalkıştı, o hazret de Haşimi bir şecaat ve cesaretle şu şiirleri okuyup savaşıyordu:

Zilletli Hayat ve izzetli ölüm;

Her ikisini de çetin ve şiddetli görüyorum.

Onlardan birini seçmek zorunda isem,

İzzetli ölüme doğru gitmem daha güzeldir.

Bu esnada aniden düşman tarafından bir ok, hazretin mübarek alnına isabet etti ve böylece şahadet şerbetini içerek likaullaha kavuştu. O hazretin oğlu Cenab-ı Yahya şialarla birlikte o kargaşalık içerisinde babasının mübarek bedenini gizli bir şekilde götürüp şehrin dışındaki bir nehrin içerisinde kabir kazıp defnettiler; defnettikten sonra düşmanların o Hazretin kabrinin nerede olduğunu bilmemeleri için nehrin suyunu o kabrin üzerine cari ettiler(akıttılar).

Ama Yusuf-u Sakafi’nin müfsit casusları bu olayı ona ulaştırdılar. Bunun üzerine Yusuf-u Sakafi kabrin açılmasını ve bedeninin kabirden çıkarılmasını emretti ve daha sonra hazretin başını bedeninden ayırıp Hişam içim Şam’a gönderdiler. O nanecip asaletsiz ve mel’un Kufe hakimi olan Yusuf-u Sakafi’ye, cenab-ı Zeyd’in bedenini üryan olarak dar ağacına asmalarını emretti”; o mel’unlar da Hişam’ın emri üzerine sefer ayı H. 121 yılında Resulullah (s.a.a)’in zürriyetinin bedenini çıplak olarak ağaca astılar.

Resulullah(s.a.a)’in bedeninin parçası olan o alim ve zahidin bedeni tam dört yıl ağaçta asılı kaldı. H. 126. yılında “Velid bin Yezid bin Abdulmelik bin Mervan” hilafete yetiştiğinde o hazretin kemiklerinin dar ağacından indirilip yakılmasını ve yakıldıktan sonra da külünün rüzgarda savrulmasını emretti (onlara da aynı ameli uyguladılar).
Cenab-ı Yahya’nın Şahadeti

Aynı mezkur ameli o mel’un Velid bin Yezid) Horasan şehirlerinden olan Cürcan[34] şehrinde Cenab-ı “Yahya bin Zeyd bin Ali bin Hüseyin” (aleyhum’es- selam)’ın bedenine yaptı. Çünkü o hazret de Beni Ümeyye’nin zulmüne karşı kıyam etti ve savaş alanında şehit oldu; başını bedeninden ayırıp Şam’a gönderdiler; mübarek bedenini değerli babasının bedeni gibi dar ağacına astılar, altı yıl öylece ağaçta asılı kaldı. Dost ve düşman o hazretin haline ağlıyorlardı. 

Velid cehenneme vasıl olduktan sonra Beni Abbas taraftarlığıyla Beni Ümeyye’nin aleyhine kıyam eden “Ebu Müslim-i Horasanî” Resulullah’ın zürriyetinin bedenini zulüm ağacından kurtarıp Cürcan (Gurgan)’da defnetti. Şimdiye kadar mübarek kabir bütün Müslümanların ziyaretgahı ve onların ihtiram ve saygı gösterdikleri kutsal bir mezardır.[35]

Binaenaleyh örnek olarak zikrettiğimiz cinayetleri işleyen habis (kötü) hanedanın fırsat ellerine geçseydi, Emir’ul- Muminin Hz. Ali bin Ebi Talip (a.s)’ın mübarek naşına aynı şekilde muamele yapacakları hiç de şaşırılacak bir şey olmazdı.

İşte bundan dolayı vasiyet gereğince o hazretin cenazesi geceleyin defnedildi ve kabir üzerine de hiç bir alamet bırakılmadı; Abbasi halifesi olan Harun’ur- Raşid zamanına kadar gizli kaldı. Bir gün Harun’ur- Raşid, kamışlı ve ceylanların bulunduğu yer olan Necef çölüne avcılığa çıktı, tazı ve parslarla ahuları takip ettiler; avcılar “Tell-ü Necef”e[36] sığındılar; ama tazı ve parslar Telle-ü Necef’in üzerine çıkmadılar.

Bu amel bir kaç defa tekrarlandı; yani tazılar geri gittiklerinde ceylanlar tepeden aşağı iniyorlardı, takip edildiklerinde ise tekrar o tepeye sığınıyorlardı. Halife, tazıların tepenin üzerine çıkmadıklarını görünce o mekanda bir sırrın olması gerektiğini anladı; işte bundan dolayı hizmetçilerine o yerin halkından yaşlı bir adamı yanına getirmelerini emretti. Bir ihtiyar adam bulup getirdiklerinde halife o adama; “Bu tepede ne gibi bir sır vardır ki, tazılar ceylanların ardıca onun üzerine çıkmıyorlar?” diye sordu.