Zikr Ehli Âl-i Muhammed’dir

Zikr Ehlinden maksat, Kur’ân’nın dengi olan Ali (a.s) ve onun İmam olan 11 masum evladıdır. Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde”nin 39. babının 119. sayfasında (İstanbul baskısı), o da imam Sa’lebi’nin Keşf’ul- Beyan tefsirinden, Cabir bin Abdullah-i Ensari’den naklen şöyle naklediyor: “Ali bin Ebu Talip; “Zikr Ehli biziz.” buyurmuştur. 

Zikr Kur’ân’ın adlarından birisidir. Ehl-i Beyt (a.s) ise Kur’ân ehlidirler. Sizin ve bizim alimlerimiz muteber kitaplarında Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu naklediyorlar:

“Beni kaybetmeden önce sorun benden. Allah’ın kitabını sorun benden. Çünkü ben bir ayet nazil olduğu zaman gece mi yoksa gündüz mü, düzlükte mi yoksa tepede mi nazil olduğunu biliyorum. 

Allah’a and olsun nazil olan ayetlerin hepsinin nüzul sebeplerini, nerede nazil olduklarını ve kime nazil olduklarını şüphesiz biliyorum. Çünkü Rabbim bana fasih bir dil ve algılayıcı bir kalp bağışlamıştır.”

Demek ki, Kur’ân’ın ayetleri delil olarak gösterildiği zaman, bu onun hakiki anlamı ve gerçek müfessirlerin beyanıyla uyumlu olmalıdır. Yoksa herkes kendi görüş ve zevkine, inanç ve fikrine göre Kur’ân’ın ayetlerini tefsir ederse, bu durum ihtilaf ve ayrılığın dışında hiçbir sonuç doğurmaz.

Bu mukaddimeden sonra kastettiğiniz o ayeti okuyun. Eğer gerçeğe uygun olursa, onu canı gönülle kabul eder, başımızın üstüne koyarız.
Dört Halifenin Hilafetiyle İlgili Ayetin Nakli ve Onun Yanıtı

Şeyh: Fetih suresinin 29. ayetinde Kur’ân şöyle buyuruyor:

“Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber bulunanlar, kafirlere karşı çok çetin, kendi aralarında çok merhametlidirler. Sen onları rüku eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah’tan bir lütuf ve ihsan ister dururlar. Görünüşlerine gelince, yüzlerinde secde izi-alametleri vardır.”

Bu ayet-i kerime bir yönden Ebu Bekir’in (r.z) şeref ve faziletini ispat ederken, bir yönden de hulefa-i raşidinin hilafetini belirlemektedir. Şia camiasının iddiasının aksine bu ayet, Ali’nin (k.v) ilk halife değil de 4. halife olduğunu bildiriyor.

Davetçi: Ayet-i Kerimenin zahirinden ne hulefa-i raşidinin hilafeti çıkıyor, ne de Ebu Bekir’in faziletli. Buna bir açıklık getirin. İddia ettiğiniz anlam ayetin neresinden anlaşılıyor?

Şeyh: Ayetin Ebu Bekir’in (r.z) şeref ve faziletine delil olan tarafı “onunla beraber bulunanlar” cümlesidir. Bu cümle onun faziletini ispat etmektedir. Çünkü Resulullah Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Ebu Bekir Leylet’ul- Ğar’da Peygamberle birlikte idi.

Hulefa-i raşidinin hilafetlerine gelince; bu mezkur ayette apaçık görülmektedir. “Vellezine meahu” (Onunla beraber bulunanlar)’dan maksat, yukarıda da söylediğim gibi Ebu Bekir’dir. O hicrette Sevr Mağarasında Resulullah (s.a.a)’la beraber idi. “Eşiddau ale’l- kuffar” (Kafirlere karşı çetinlerdirler)’den maksat, Ömer (r.z)’dir.

Çünkü o kafirlere karşı çok şiddetliydi. Rühamau beynehum” (Kendi aralarında merhametlidirler)’den maksat da Osman (r.z)’dır. Çünkü o çok merhametliydi. Ve “Siymahum fi vücuhihim min eser’is- sücud” (Yüzlerinde secde alametleri görünmektedir) cümlesinden maksat da Ali bin Ebu Talip (k.v)’tir.

Ümit ederim hakkın bizimle olduğunu kabul edip onu tasdik edersiniz. Görüyorsunuz ki Ali birinci halife değil 4. halifedir. Zira Allah Teala onu Kur’ân’da 4. mertebede zikretmiştir.

Davetçi: Doğrusu, konuşmamız yanlış ve garazlı algılanmaması için nasıl cevap vereceğimi bilmiyorum! Ama eğer insafla taassupsuz olarak meseleye bakacak olursanız, işin içinde kötü niyet değil hakikati ortaya çıkarma gayreti olduğunu göreceksiniz.

Şimdiye kadar hiç kimse bu ayeti bu şekilde tefsir etmemiştir. Hatta en muteber tefsir kitaplarınızda bile bu ayet böyle tefsir edilmemiştir. Eğer bu ayet halifeler hakkında olsaydı,

Ebu Bekir Resul-u Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra Hz. Ali (a.s), Beni Haşim ve kendisine karşı çıkıp biat etmeyen diğer büyük sahabelerin itirazlarına karşı bu ayeti delil olarak getirip herkesi susturabilirdi. Demek ki sizin buyurduğunuz bu mana sonradan çıkarılan ve sahibinin de böyle bir tefsire razı olmadığı bir manadır.

Taberi, imam Sa’lebi, Fazıl Nişaburi, Celaluddin Süyuti, Kadı Zemahşeri ve imam Fahr-u Razi gibi diğer büyük müfessirlerinizin hiçbiri ayeti bu şekilde tefsir etmemişlerdir. Ne zamandan beri ve kimler tarafından bu şekilde mana edildiğini bilmiyorum. Üstelik, ayetin kendiside sizin iddianızın tersine ilmi, edebi ve ameli engeller vardır.

Kim ayeti böyle tefsir etmişse boşuna çabalamıştır. Böyle tefsir eden kimse, Ehl-i Sünnetin büyük alimlerinin yazdığı tefsirlerin başında Resulullah (s.a.a)’den naklettikleri şu hadise dikkat etmemiştir:

“Kim Kur’ân’ı kendi reyine göre tefsir ederse, onun yeri ateştir.”

Bunun tefsir değil de tevil olduğunu söyleyecek olursanız, o zaman da bilin ki sizler tevili kesinlikle kabul etmiyorsunuz.

Şeyh: Alicenabınızın bu kadar net bir ayetin karşısında direneceğinizi zannetmiyordum. Eğer hakikate aykırı olarak bu ayete tenkitiniz varsa, gerçeğin ortaya çıkması için onu buyurun.

Nevvab: Kıble sahip! Sizden ricamız, şimdiye kadar ricamızı kabul ettiğiniz gibi, şimdi de sözlerinizi, çok sade bir şekilde herkesin güzel bir şekilde anlaması için söylemenizdir. Çünkü bize bu ayeti çok okudular ve hepimizi Kur’ân’ın hükmüne cezb ederek ve mahkum ettiler.

Davetçi: Evvela ayetin azameti ve oyuncuların sözleri, beyleri o kadar meczup etmiş ki, bundan dolayı onun batın ve zamirlerinden gafil olmuşlardır. Eğer ayetin edebi manasına ve nahiv terkibine birazcık dikkat edecek olursanız, iddianızla asla uyuşmayacağını kendiniz bile görmüş olursunuz.

Şeyh: Öyleyse bir zahmet kendiniz bu ayetin nahiv terkibini ve zamirlerini beyan edin de, onların iddiamızla nasıl uyuşmadığını görelim.

Davetçi: Önce ayetin terkibi yönünü ele alalım. Bildiğiniz gibi ayetin terkibi iki şıktan hariç değildir: Ya diyeceğiz ki; “Muhammed” mübteda, “Resulullah” atf-ı beyan ve “Vellezine meahu” Muhammed kelimesine atf edilmiş, “Eşiddau kelimesi haber ve ondan sonra gelenler de haberden sonra haberdirler. Ya da; “Vellezine meahu” mübteda, “Eşiddau” haber, ondan sonra gelenler de haberden sonra haberdirler dememiz gerekiyor.

Bu kaideyi sizin akide ve sözünüze göre değerlendirirsek iki mana ortaya çıkar. Eğer “Muhammed” mübteda, “Vellezine meahu” da mübtedaya atf edilse ve ondan sonra gelenler de haberden sonra haber olsalar, ayetin manası şöyle olur: “Muhammed (s.a.a) Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Hz. Ali’dir.”

Eğer “Vellezine meahu” mübteda, “Eşiddau” kelimesi haber ve ondan sonra gelenler de haberden sonra haber olursa, o zaman da ayetin manası şöyle olur: “Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’dir.” Kelamın bu çeşit olabilmesinin makul ve edebi olmadığını yeni talebe olanlar bile bilmektedirler.

Buna ilaveten eğer bu ayet-i kerimeden amaç 4. halife olsaydı, o zaman sizin iddianıza uygun olması için kelimeler arasında vav-ı atife olması gerekirdi.

Müfessirlerinizin hepsi bu ayetin bütün müminlere şamil olduğunu söylüyorlar. Yani bunların, müminlerin hepsinin sıfatları olduğu inancındalar.

Sonra ayetin zahirine de bakacak olursak, bu sıfatların hepsinin her zaman Resulullah (s.a.a)’le birlikte olan bir kişiye ait olduğu görülecektir, dört kişiye değil. Eğer O kişinin de Emir’ul- Mü’minin Hz. Ali (a.s) olduğunu söyleyecek olursak, akıl ve nakille daha uyum sağlar.
Mağara Ayetinin Delil Getirilmesi ve Onun Cevabı

Şeyh: Cedel yapmıyorum demeniz şaşırtıcıdır; oysa yine de cedel yapıyorsunuz. Acaba Allah-u Teâla Kur’ân’ı Kerim’in 9. suresinin (Tevbe) 40. ayetinde şöyle buyurmuyor mu?:

“Eğer siz ona (Peygambere) yardım etmezseniz bilin ki, Allah ona zaten yardım etmişti. Hani küfredenler onu iki kişinin ikincisi olarak yurdundan çıkardıklarında, mağarada bulundukları bir sırada arkadaşına şöyle diyordu: “Tasalanma, Allah bizimle.” Bunun üzerine Allah ona sükunet indirdi ve kendisini sizin görmediğiniz ordularla destekledi...”

Bu ayet, önceki ayeti teyit etmesinin yanı sıra, “Vellezine meahu” (onunla beraber olanlar) cümlesinden de, hicret gecesi mağarada Resulullah (s.a.a)’le beraber olan Ebu Bekir’in ümmetin hepsinden daha faziletli ve şerefli olduğuna en büyük delildir.

Ayrıca Resulullah (s.a.a) batini ilimle Ebu Bekir’in O Hazretin halifesi olacağını ve kendisinden sonra da bir halifenin varlığının olması gerektiğini bildiğinden, onu da kendisiyle birlikte götürerek koruması gerekirdi. 

Bu yüzden onu da düşmanların eline düşmemesi için kendisiyle beraber götürdü. Ondan başka hiç kimseyi de yanına almadı. Bu yüzden diyoruz ki halife olmak ilk olarak onun hakkı idi.

Davetçi: Sizler Ehl-i Sünnet gözlüğünü çıkarıp bir kenara bırakmadıkça, çıplak gözle tarafsız ve taassupsuz bir insan gibi ayete bakmadıkça, ayetin iddianıza herhangi bir delil teşkil etmediğini göremezsiniz.

Şeyh: Eğer iddiamızın tersine başka delilleriniz varsa beyan ediniz.

Davetçi: Sizden rica ediyorum, bu konuyu kapatalım artık. Çünkü söz sözü açıyor. Böyle olunca da bazıları inat ettiğimizi zannedebilir, işin sonu da kin ve nefrete dönüşebilir .Bizim halifelerin makamına karşı ihanet ettiğimiz de düşünülebilir. Şimdilik herkesin makamı korunmuştur. Boş yere tevil ve tefsir etmenin bir anlamı yoktur.

Şeyh: Lütfen işin altından kaçmayın. Emin olun ki, mantıklı deliller kin ve nefret doğurmayacağı gibi gerçekleri de ortaya çıkaracaktır.

Davetçi: “İşin altından kaçma” dediğiniz için cevap vermek zorundayım. Kaçma diye bir şey yoktur işin içinde. Ben sadece edebe riayet etmeye çalıştım. Şimdi sözlerimi insaf ve dikkatle dinleyin. Bunun cevabını muhakkik alimler çeşitli yollardan vermişlerdir. Öncelikle şunu belirtelim ki Resul-u Ekrem (s.a.a)’in Ebu Bekir’in kendisinden sonra halife olacağını bildiğinden onun canını korunması Resulullah (s.a.a)’in üzerine farz olduğu iddianız aslı olmayan bir şeydir.

Bunun cevabı çok kolaydır. Şöyle ki Peygamber-i Ekrem’in halifesi yalnızca Ebu Bekir olsaydı böyle bir ihtimal olabilirdi. Oysa Hulefa-i Raşid’in halifelerinin 4 kişi olduğunu sizin kendiniz söylüyorsunuz. Durum böyle iken getirdiğiniz delile göre Resulullah (s.a.a)’in dört halifenin dördünü de yanında götürmesi gerekiyordu.

Yoksa birinin canını kurtarıp da diğer üçünü tehlikeye atması, hatta o kalan üçünden birini de kesinlikle düşmanın hücumuna uğrayacak şekilde yatağına yatırması bu delille hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır.

Taberi’nin kendi tarihinin üçünü cildinde yazdığına göre, Ebu Bekir Resulullah (s.a.a)’in ne zaman hicret edeceğinden haberi bile yoktu. Hz. Ali (a.s)’ın yanına giderek Hz. Peygamber’in ne durumda olduğunu sordu. O da onun mağaraya gittiğini, işi varsa oraya gitmesi gerektiğini söyledi.

Ebu Bekir de koşarak yarı yolda Resulullah (s.a.a)’e ulaştı. Böylece mecbur beraberce yola devam ettiler. Bundan da anlaşılıyor ki Peygamber-i Ekrem (s.a.a) onu kendisiyle birlikte götürmek istememiştir. Aksine o izinsiz olarak Resulullah’ın yanına gidip yarı yoldan sonra onunla beraber yola devam etmiştir.

Hatta bazı hadislere göre Hz. Peygamber (s.a.a)’in Ebu Bekir’i yanında götürmesinin sebebinin tesadüfi, fitne çıkmaması ve düşmana haber vermesinden korktuğundan dolayı olduğu anlaşılmaktadır.

Nitekim sizin insaflı alimleriniz buna itiraf etmişlerdir. Örneğin: Sizin ünlü alimlerinizden olan Şeyh Ebu’l Kasım bin Sabbağ “En- Nur’u ve’l- Burhan” adlı kitabında Muhammed bin İshak’dan, o da Hassan bin Sabit-i Ensari’den şöyle rivayet etmiştir:

“Hz. Peygamber (s.a.a)’in hicretinden önce Umre için Mekke’ye gittim. Kureyş müşriklerinin Resulullah (s.a.a)’in ashabına sövdüklerini gördüm. O sırada Resulullah (s.a.a) Ali’ye kendi yatağında yatmasını emretti. Ebu Kuhafe’nin oğlu Ebu Bekir’in düşmanlara haber vermesinden korktuğundan dolayı onu yanına olarak mağaraya doğru hareket ettiler.”

Ayetteki istişhat yeri ve fazilet sebebini beyan etmiş olsaydınız çok iyi olurdu. Resulullah (s.a.a)’la birlikte yolculuk yapmak, hilafetin ispatı için nasıl bir delil olabilir?!

Şeyh: İstişhat yeri apaçık malumdur. Birincisi; Resulullah (s.a.a) ile birlikte olması ve Allah’ın ona Resulullah (s.a.a)’in arkadaşı demesi. İkincisi de şu ki; Allah Teala Resulullah’ın dilinden şöyle buyuruyor: “Allah bizimle beraberdir.”[6] Üçüncü olarak da; Allah tarafından Ebu Bekir’e sekine (manevi bir güç) inmesi, onun faziletine büyük bir delildir. Bunların hepsi onun efdalliği ve halifelikte öncelik hakkına sahip olduğunu göstermektedir.

Davetçi: Kimse, Ebu Bekir’in mertebelerini inkar etmiyor. Zira o yaşlı bir Müslüman, ashabın büyüklerinden ve Resulullah (s.a.a)’in zevcesinin babası (yani kayın pederi) idi. Ama sizin az önce saydığınız deliller, Ebu Bekir’e özel bir faziletin ve halifelikte öncelik hakkına sahip olduğunun ispatı için yeterli değildir.

Garezsiz yabancı birisinin karşısına, ona özel bir fazilet ispat etmek için bu ayet hakkında yaptığınız beyanlarla çıkarsanız, kesinlikle itiraza maruz kalırsınız.

Zira sizin cevabınıza karşılık derler ki: İyilerle arkadaş olmak tek başına faziletli ve üstün olmak için yeterli değildir. Birçok yolculuklarda iyiler kötülerle ve kafirler de Müslümanlarla arkadaş oluyorlar. Nitekim yolculukta bunlar daha çok göze çarpmaktadır.
Şahit ve Örnekler

Yusuf suresinin 39. ayetinde de görüldüğü üzere Hz. Yusuf (a.s) zindanda iken iki arkadaşı vardı. Ayette şöyle buyurmaktadır:

“Ey benim zindan arkadaşlarım! Parçalara bölünüp fırkalaşmış Rabler mi daha hayırlıdır, Vahid ve Kahhar olan Allah mı?”

Müfessirler bu ayet hakkında şöyle diyorlar: Yusuf’u zindana götürdüklerinde, kralın aşçı ve sakisi olan iki kafiri de onunla birlikte zindana götürdüler. Bu üç kişi 5 yıl boyunca bir yerde kaldılar. 

Ayette görüldüğü gibi Hz. Yusuf (a.s) onlara “arkadaşlarım” diye hitap ediyor. Acaba Peygamberin o iki kafire arkadaş diye hitap etmesi onların fazilet ve şereflerini mi ispatlamaktadır. Yoksa onlar iman mı etmişlerdi? Halbuki müfessir ve tarihçilerin hepsi, onların beş yıl arkadaşlıktan sonra kafir olarak Hz. Yusuf’un yanından ayrıldıklarını söylüyorlar.

Kehf suresinin 37. ayetinde de Allah Teala şöyle buyuruyor:

“Kendisiyle konuşan (imanlı fakir) arkadaşı ona dedi ki: Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni bir adam olarak biçimlendiren Allah’ı inkar mı ettin?”

Sizin büyük alimlerinizden olan Fahr-u Razi’nin de “Tefsir-i Kebir”de naklettiği gibi, müfessirlerin geneli bu ayet hakkında şöyle diyorlar: Biri mümin, diğeri de kafir olan iki kardeş vardı. Müminin adı “Yahuda”, kafirin ise “Beradus” idi. 

Aralarında geçen konuşma uzun olduğu için nakletmiyoruz. Ancak görüyorsunuz ki Allah-u Teâla, biri mümin, diğeri de kafir olmasına rağmen onları “arkadaş” olarak nitelendiriyor. Acaba müminin kafirle arkadaş olması, kafire herhangi bir fayda sağladı mı?

Cevap olumsuzdur. Demek ki birisiyle arkadaş olmak tek başına fazilet ve üstünlük için yeterli değildir. Bu konu için birçok delil var, ama zaman bundan fazlasına izin vermiyor.

Resulullah (s.a.a)’in Ebu Bekir’e “Allah bizimle beraberdir.” diye buyurması Allah’ın kesinlikle daima onunla beraber olduğu ve bunun da onun üstünlüğü ve hilafetinin ispatı için delil teşkil ettiği iddianıza gelince; en iyisi bu konudaki inancınızı yeniden gözden geçirin. Çünkü böyle dediğinizde size hemen itiraz ederek şöyle derler. 

“Allah yalnızca mümin ve evliyalarla mı beraberdir? Mümin olmayan birisiyle beraber değil midir?”

Acaba bir yer var mı ki Allah orada bulunmasın? Bir kimse var mı ki Allah onunla beraber olmasın? Bir mecliste hem mümin hem de kafir olursa, Allah’ın yalnızca müminle beraber olduğunu ama kafirle olmadığını akıl kabul eder mi? Nitekim Allah Teala Kur’ân’ın 58. suresi olan Mücadele suresinin 7. ayetinde şöyle buyuruyor:

“Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekte bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur.

Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra yapmakta olduklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Allah, her şeyi bilendir.”

Bu ve buna benzer ayetlere, akli ve nakli delillere göre, ister mümin olsun ister kafir, ister dost olsun ister düşman, isterse de münafık olsun Allah herkesle beraberdir. İki kişi bir arada olsa ve biri diğerine “Allah bizimle beraberdir” derse, bu karşı tarafın faziletli olduğunu ispat etmez.

Nitekim eğer iki iyi adam, ya da iki kötü adam, ya da biri iyi diğeri kötü olan iki kişi bir arada olsalar, yine de Allah onlarla beraberdir.

Şeyh: “Allah bizimledir” sözünden maksat, yani biz Allah’ın sevgili kullarıyız; çünkü Allah’a yöneldik, Allah için ve Allah’ın dinini korumaktan ötürü hareket ettik. Bu yüzden Allah’ın lütfü bizi kapsamaktadır.