Şehristani’nin Yanıltmaları

Onların dünyaca ünlü nice kitapları var, ama ilmi yönden yazarı herhangi bir değere sahip değildir. Örneğin Muhammed Abdulkerim Şehristani’nin (Ö: 548 h.k) “Milel ve Nihal” adlı kitabı ünlü olmasına rağmen araştırmacı alimlerin gözünde beş paralık değeri yoktur.

Bu kitabı açıp okuduğunuzda Şiilere ne iftiralar atmamış ki?! Hz. Ali’ye tapmak, tenasüh ve teşbihten tutun, aklın ve şeriatın kabul etmediği ve Şiilerin ruhunun bile haberi olmadığı birçok hurafeyi Şialara nispet veriyor. 

Bu şahsın, gerçekleri anlama idrakinin olmadığı açıkça bellidir. Tarihi olaylar hakkında da her hangi bir bilgisi olmadığı açıktır. Dünyanın bir köşesinde oturmuş kim ne demişse, yeterli araştırma yapmadan başlamış hepsini yazmaya. Adını da “Milel ve Nihal” (Milletler ve İnançlar) koymuş!

İnsan, bu kitabın bazı yerlerindeki yalanları görünce, öteki bölümlerde yer alan sözleri de gözden düşüyor. Sonra, öteki bölümlerin yalan ve hayal ürünü olarak yazılmadığı nereden belli? diye düşünüyor insan. Okuyucuların, kitabın mahiyetini ve yazarının nasıl bir şahsiyete sahip olduğunu bilmeleri için sadece tarihi bir olayı örnek olarak aktaracağım: İsna Aşeriyye’nin (yani Şiilerin) durumunu anlatırken şöyle yazıyor:

“İmam Muhammed Taki’den sonra, mezarı Kum’da olan İmam Ali bin Muhammed Naki...”

Halbuki ister alim olsun ister cahil, ister dost olsun ister düşman, ister büyük olsun ister küçük, Hz. Hadi (İmam Ali Naki) (a.s)’ın mezar-ı şerifinin Samerra’da oğlu İmam Hasan Askeri (a.s)’ın yanında olduğunu herkes biliyor. Büyük bir haremi olup altından yapılmış büyük bir kubbesi de vardır. Kacar şahlarından Nasıruddin Şah onu tezhip etme iftiharına nail olmuştur.

Yeter, sözü fazla uzatmak istemiyorum. Bunlar binlerce örnekten biriydi. Artık sayın Şeyh; Şiiler yalan söylüyor, iftira atıyor, demesinler. Görüyorsunuz sizin kendi büyük alimleriniz bu işi yapıyorlar. Ebu Hureyre’ye iftira atıp hakaret etmediğimin bilinmesi için de, Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinin onun içyüzü hakkında yazdıkları sözlerden bazılarına değineceğim.

[1] - Bakara/285.

[2] - Bakara/253.

[3] - Tathir ayetinin meali: “Ey Ehl-i Beyt! Gerçekten Allah, ancak sizden ricsi (günah ve çirkinliği) gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” (Ahzab/33)

[4] - Mâide/55.

[5] - Meryem/96.

[6] - Kitabın 9. celesesinde, Gazali’nin bu cümlesini, Gadir-i Hum hadisiyle beraber naklettik.

[7] - Yaklaşık üç kilogram olan bir ölçü kabı.

[8] - Muzeyre; Sütten yapılmış olan bir tür yemeğin ismidir. Bu yemek Muaviye’ye mahsustu.

[9] - Yıllar önce trenle, Kazimeyn’den Samerra’ya bir grup Şii ile birlikte gidiyorduk. Bizim bulunduğumuz vagonda Musullu bir grup şahıslar da vardı. Onlardan ikisi ehli Sünnet’in kadı ve alimiydiler. Daima bizi küçümsüyor, alay ediyor ve iftira atıyorlardı. Benim Arapça bildiğimden haberleri yoktu. İş bir yere vardı ki, kadı şöyle konuşmaya başladı:

“Bu Rafizilerin birçok fasit ahlak ve adetleri vardır. Tamamen bidatçı olup müşriktirler. Onların acayip bidatlarından biri şudur: Namazın selamını verdiklerinde ellerini üç kere havaya kaldırıp “Han’el- Emin” (Cebrail hiyanet etti) diyorlar.”

Yanındakiler sordular: “Emin kimdir? ve nasıl bir hiyanette bulunmuştur?”

Şeyh (alim) şöyle cevap verdi: “şiiler diyorlar ki; Peygamber (s.a.a), Ali ve Cafer Hira’da uyuyorlardı. Allah, nübüvvet vahyini Ali’ye götürmesi için Cebrail’i görevlendirdi. Ama Cebrail hiyanet edip vahyi Hatem’ul- Enbiya’ya verdi. Onun için bütün şiiler Cebrail’e düşmandırlar. Her namazdan sonra üç kere “Han’el- Emin” (Cebrail hiyanet etti.) derler. Yani vahyi Ali’nin yerine Hatem’ul- Enbiya’ya verdi.

Ben artık dayanamadım, şeyhe dedim ki: “Şeyhim, yalan ve iftira büyük günahlardan mıdır yoksa küçük günahlardan mı?” Dedi ki: “Büyük günahlardan.” Dedim ki: “Öyleyse bu ak sakalınla neden iki günah işleyip şiiler hakkında insanları yanıltıyorsunuz?” Büyük bir utanmazlıkla; “Ben gerçek ne ise onu söyledim” diye cevap verdi.

Musullulardan; “Aranızda Farsça bilen var mı” diye sorduğumda birkaç kişi bildiklerini söylediler. Bunun üzerine konudan haberi olmayan şiilerden on veya on iki ziyaretçiyi yaşlı-genç olmak üzere tek-tek çağırıp şöyle sordum: “Siz namazın selamından sonra ellerinizi kulaklarınızın hizasına kadırıp ne diyorsunuz?” Dediler ki:” Namazımızın kabul olması için üç defa “Allah-u Ekber” deriz.”

Şeyhe dedim ki: “Utandınız mı Şeyhim, yoksa utanmadınız mı?” Şeyh; “Onları sen öğrettin” diye cevap verdi. Dedim ki: “Allah’tan kork! Hep yanınızda oturup yerimden kımıldamadığımı görmediniz mi?” Sonra Musullulara dönüp şöyle dedim: “Rica ediyorum kalkın, öteki kompartımanlara gidin, şiilerden kendiniz sorun. Farsça bilen bir-iki kişi gidip döndüler.

Döndükten sonra Şeyhe; “Bu yalanları söylemekten amacın neydi? Şehirli olsun, köylü olsun kimden sorduysak dediler ki; “Biz Allah-u Ekber” diyoruz. Hatta; “Han’el- Emin” (Emin hıyanet etti) demiyor musunuz?” diye sorduğumuzda; “Biz şimdiye kadar böyle bir şey duymadık” diye cevap verdiler.” Gençler tahsilli oldukları için Şeyhe çok sinirlenmişlerdi.

Şeyh: “Daha önce de söyledim, ben bunları kitaplarda okudum.” Dedi. Onlar da: “Alim birisinin araştırmadan bir şeyi söylememesi gerektiğini bilmiyor musun?”diye onu kınadılar. Bunlar sünni alimlerin şiilere attıkları iftiralardan bir örnekti. İşte bu şekilde şiileri sünni kardeşlere kötülüyorlar.

[10] - (Kitapta şiilerin cemaat namazlarını gösteren bir-kaç resim var; biz buna gerek duymadığımız için o resimleri getirmedik. Müt)

[11] - Mısırlı Abdullah Kuseymi “Es- Sıra-u Beyn’el- İslam-ı ve’l- Veseniyyet”te, Mısırlı Muhammed Sabit “El- Cevle fi Rubu’il- Şark’il- Edna”da, Türkistanlı Musa Carullah “El Veşia fi Nakd’il- Akaid’iş- Şia”da, Mısırlı Ahmed Emin “Fecr’ul- İslam ve Zuha’l- İslam”da, vs. alimler İbn-i Teymiyye’nin iddialarını yazmışlardır.

Ebu Hureyre’yi Yeren Haberler ve Onun Durumu

İbn-i Ebi’l- Hadid-i Mütezili “Şerh-i Nehc’ul- Belağa”nın 1. cildinin 358. sayfasında ve 4. ciltte, üstat ve şeyh-i imam Ebu Cafer İskafi’den şöyle naklediyor:

“Muaviye bin Ebi Süfyan, sahabe ve tabiinden bir grubu toplayıp onlardan Hz. Ali (a.s)’ı yeren hadisler uydurmalarını ve bunları halkın arasında yaymalarını istedi. Onlar da bu işle meşgul olmaya başladılar. Ebu Hureyre, Amr bin As ve Muğeyre bin Şube, Hz. Ali (a.s)’ı yeren hadisleri uyduran kimselerdendiler.”

Olayı sayfa 359’a kadar genişçe anlattıktan sonra, aynı sayfada A’maş’tan şöyle rivayet ediyor: “Ebu Hureyre, Muaviye ile beraber Kufe camisine geldi. Halkın kendisine büyük bir ilgi gösterdiğini görünce ayağa kalktı ve . 

(Halkın dikkatini çekmek için) iki eliyle başına vurmaya başladı. Sonra şöyle dedi: “Ey Irak halkı! Benim Allah ve Peygamberinin adına yalan söyleyip cehennem ateşini satın alacağımı zannediyor musunuz? Peygamber’den duyduğum o şeyi benden duyun (yani duyduğumu size naklediyorum) Peygamber’in şöyle buyurduğunu duydum. “Her peygamberin bir haremi vardır; benim haremim de Medine’dir.

Kim orada bir olay çıkarırsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Allah’ı şahit tutuyorum ki, Ali Medine’de olay çıkardı.” (O, bu sözüyle, halkı Hz. Ali’ye lanet etmeye davet etti.)

Muaviye bunu (yani Ebu Hureyre’nin hem de Hz. Ali (a.s)’ın hilafet merkezinde kendisine böyle bir hizmette bulunduğunu) duyunca, onu çağırtıp hediyeler verdi ve Medine’nin valisi yaptı onu.

Bunlar, onun merdut (reddedilmiş) olduğuna delil değil mi? Muaviye’nin hoşuna gitmesi için, Hulefa-i Raşidin’den, hatta onların en faziletlisi, en kâmili ve en şereflisi olan biri hakkında böyle konuşan bir adam, birkaç gün Resulullah (s.a.a)’in sahabesi oldu diye övülmeye layık mıdır?

Şeyh: Onun melun ve merdut olduğuna dair Şiilerin elinde ne gibi deliller vardır?

Davetçi: Elde çok birçok delil vardır. Bu delillerden birisi şudur: Kim Hz. Peygamber (s.a.a)’e sebbederse, o her iki fırkaya (Şii ve Sünni) göre, kesinlikle melun, merdut ve ateş ehlidir.

Daha önce aktardığım ve sizin büyük alimlerinizin de naklettiği hadislerde Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Kim Ali’ye sebbederse, bana sebbetmiştir; kim bana sebbederse, Allah’a sebbetmiştir.”

Ebu Hureyre, mevlamız ve muvahhidlerin mevlası Emir’ul- Müminin Hz. Ali (a.s)’a sebb ve lanet edenlerden birisidir. O, sahte hadisler uydurarak halkı da, Hz. Ali (a.s)’a sebbetmeye zorluyordu!!

Ebu Hureyre’nin Busr Bin Ertat’la Müslümanlar Hakkındaki Zulüm ve Katliamları

Bir başka delil şudur: Taberi, İbn-i Esir, İbn-i Ebi’l- Hadid, Allame Semhudi, İbn-i Haldun, İbn-i Hallakan, vs.. tarihçileriniz şöyle yazarlar: Muaviye bin Ebi Süfyan, hunhar ve zalim Busr bin Ertat’ı Yemenlileri ve Mevlamız Emir’ul- Mümininin Şiilerini katletmesi için 4. bin Şamlı savaşçıyla beraber Medine yolundan harekete geçirdi.

Onlar, Medine, Mekke, Tâif, Tebale (Tehame bölgesinde bir şehir), Necran, Erhab kabilesi (Hemdan kabilelerinden biri), Sen’a ve Hazar Mevt’ta akıl almaz katliamlar yaptılar. Ben-i Haşim ve Emir’ul- Mümininin Şiilerini yaşlı-genç demeden kılıçtan geçirdiler. Hatta Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in amcası Abbas’ın oğlu ve Yemen valisi Ubeydullah’ın çocuklarına bile rahm etmeyip başlarını kestiler. O melunun emriyle öldürülenlerin sayısını 30 binin üzerinde yazmışlardır!!

Emevi ve onların takipçilerinin bu amelleri insanı pek şaşırtmıyor. Çünkü onlar böyle şeyleri devamlı yapıyorlardı. İnsanı şaşırtan şey, sizin başınızın üzerinde tuttuğunuz Ebu Hureyre’nin de, Busr bin Ertat’la birlikte bu sefere çıkıp onun feci katliamlarını görmesi ve orada bulunmasıdır.

Özellikle, Cabir bin Abdullah Ensari, Ebu Eyyub Ensari ve diğer birçok sahabelerin olduğu Medine-i Münevvere’nin savunmasız ve günahsız halkına yapılan zulümleri kendi gözleriyle görüyordu. Sahabeler korkularından ya Medine’den kaçmış veya evlere saklanmışlardı. Ebu Eyyub Ensari gibi Resulullah (s.a.a)’in has sahabelerinin evlerini yakıyorlardı. Ebu Hureyre, bütün bunlara ses çıkarmadığı gibi, yeri geldiğinde bu zulümlere yardımcı da oluyordu.

Medine’deki katliamlardan sonra, bu zulüm ordusu Mekke’ye doğru hareket ederken, Ebu Hureyre orada onların vekili olarak kaldı. Daha sonra Muaviye, onun bu hizmetleri ve Ebu Busr’a yaptığı yardımları karşılığında onu Medine’ye vali tayin etti.

Allah aşkına insafla söyleyin, bu dünya perest insan üç yıl[1] Resul-u Ekrem (s.a.a)’ın sahabesi olmasına rağmen, bu müddet zarfında nasıl oluyor da beş bin hadis nakledebiliyor? Peki, her iki fırkanın kabul ettiği ve Allame Semhudi “Tarih’ul- Medine”de, Ahmed bin Hanbel’in “Müsned”de, Sibt bin Cevzi’nin “Tezkire”nin 163. sayfasında ve daha başka alimlerin Resul-u Ekrem (s.a.a)’den naklettikleri şu meşhur hadisi duymadı mı?:

“Kim Medine halkını zulümle korkutursa, Allah da onu korkutacaktır; Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun; kıyamet günü, Allah Teala, ondan hiçbir şeyi kabul etmeyecektir. -Benim Medine’mi korkutana Allah’ın laneti olsun- Kim Medine halkına kötü kasıtta bulunursa, Allah Teala onu, kurşunun ateşte eridiği gibi eritecektir.”

Durum bu iken, Medinelileri korkutup onca zulüm yapan bir orduya nasıl katılabiliyor? Ayrıca, sahte hadisler uydurarak Resulullah (s.a.a)’in vasisi, hak halifesi ve pak Ehl-i Beyt’ine karşı geliyor ve insanları öyle birine sebb ettiriyor ki, ona sebb etmeyi Peygamber (s.a.a) kendisine sebb edilmiş sayıyor. İnsafla söyleyin, Resulullah (s.a.a) adına yalan hadis uyduran böyle birini Allah ve Resulü reddetmez mi?

Şeyh: Resulullah (s.a.a)’in en güvenilir sahabesine dinsiz ve hadis uyduran diyerek haksızlık ediyorsunuz.
Ebu Hureyre’nin Merdutluğu ve Ömer’in Onu Kırbaçlaması

Davetçi: Eğer bir haksızlık olduğunu düşünüyorsanız, bunu ilk yapan ben değilim. Böyle bir şeyi ilk olarak yapan ikinci halife Ömer bin Hattab’dır. İbn-i Esir gibi tarihçiler H.K 23. Yılın olaylarında, İbn-i Ebi’l- Hadid “Şerh-i Nehc’ul Belağa”nın (Mısır baskısı) 3. cilt 104. sayfasında ve daha başkaları şöyle naklediyorlar:

H.K 21 yılında halife Ömer Ebu Hureyre’yi Bahreyn’e vali olarak gönderdi. Ona, Ebu Hureyre kendisine mal toplayıp bir sürü at aldığı haberini verdiler. Bunun üzerine Ömer onu hicri 23 yılında görevinden aldı. 

Halifenin yanına gelir gelmez, halife ona: “Ey Allah’ın ve Allah’ın kitabının düşmanı, Allah’ın malını mı çalıyorsun?” diye kızdı. O da; “Asla hırsızlık yapmadım, onlar halkın bana verdiği hediyelerdi” diye cevap verdi.

İbn-i Mes’ud “Tabakat”ın 4. cildinin 90. Sayfasında, İbn-i Hacer Askalani “İsabe”de ve İbn-i Abdurabbih “Ikd’ul- Ferid”in 1. cildinde şöyle yazıyorlar:

Halife Ebu Hureyre’ye; “Ey Allah’ın düşmanı! Seni Bahreyn’e vali olarak gönderdiğimde ayağında ayakkabın bile yoktu; şimdi asil atların ve 600 dinarlık malın olduğunu duydum. Bunları nereden aldın?” diye sordu.

O da cevaben; “Bunlar halkın hediyeleriydi. Onları çalıştırdım, elimdekiler onlardan elde ettiğim kârlardır.” dedi.

Ömer yerinden kalkıp onu o kadar kırbaçladı ki sırtından kan akmaya başladı. Sonra, Bahreyn’de biriktirdiklerinden 10 bin dinar alıp Beyt’ul- Mal’a vermelerini emretti. Ömer, sadece kendi halifeliği zamanında değil, Resulullah’ın zamanında da Ebu Hureyre’yi yere düşene kadar dövdü.

Bu olayı Müslim “Sahih”in 1. cildinin, 34. sayfasında nakletmiştir. İbn-i Ebi’l- Hadid “Şerh-i Nehc’ul Belağa”nın 1. cilt, 360. sayfasının ilk başında şöyle yazıyor:

“Ebu Cafer İskafi (Mutezli şeyhi) diyor ki; Şeyhlerimiz Ebu Hureyre’yi (akli yönden) sakıncalı bulup onun hadislerini kabul etmiyorlar. Ömer onu kamçılayarak dedi ki; “Hadis nakletmekte çok ileri gittin. Zaten sana Peygamber’in adına yalan uydurmak yakışır!”

İbn-i Asakir “Tarih-i Kebir”de, Muttaki “Kenz’ul- Ummal”ın 239. sayfasında şöyle naklediyorlar: Halife Ömer onu kırbaçlayıp dövdü. Resulullah (s.a.a.)’dan hadis nakletmesine engel olarak dedi ki: “Peygamber’den çok hadis naklediyorsun.

Ondan taraf yalan söylemeye layıksın (yani senin gibi şahsiyetsiz biri Peygamber’in adına yalan söyler ancak.) Peygamber’den hadis nakletmeği terk etmelisin. Yoksa seni ya Devs’a[2] gönderirim ya da Buzinelerin[3] yanına.

Yine İbn-i Ebi’l- Hadid “Şerh-i Nehc’ul- Belağa”nın 1. cildinin 360. sayfasında (Mısır baskısı) Üstadı imam Ebu Cafer İskafi’den şöyle naklediyor: “Mevle’l- Muvahhidin Emir’ul- Mü’minin Hz. Ali (a.s.) şöyle buyuruyor: “Bilin ki! İnsanların (veya Yaşayanların) en yalancısı, Resulullah (s.a.a.)’in adına en çok yalan söyleyen Devslu Ebu Hureyre’dir.”

İbn-i Kutaybe “Te’vil’ul- Muhtelif’il- Hadis”te, Hakim “Müstedrek”in 3. cildinde, Zehebi “Telhis’ul- Müstedrek”te, Müslim “Sahih-i Müslim” diye meşhur olan kıtanın ikinci cildinin “Fezail-u Ebu Hureyre” bölümünde diyorlar ki;

Aişe onu defalarca reddederek şöyle diyordu: “Ebu Hureyre çok yalan söylüyor; o, Resulullah’ın adına bir sürü yalan hadis uydurmuştur.”

Sözü fazla uzatmayalım. Ebu Hureyre’yi yalnızca biz reddetmedik. Halife Ömer, Mevlamız Emir’ul- Müminin, Umm’ul- Müminin Aişe, sahabe ve tabiin de onu reddetmişlerdir.

Mutezile’nin şeyh ve alimleri ve Hanefi’lerin geneli, Ebu Hureyre’nin hadislerini kabul etmiyorlar. Senedi Ebu Hureyre’ye dayanan hadisleri batıl biliyorlar. Nevevi, Sahih-i Müslim’in şerhinde, özellikle 4. ciltte bu konuyu genişçe ele alıyor. Büyük mezhebinizin lideri imam A’zam Ebu Hanife şöyle diyor:

“Resulullah’ın sahabeleri genelde güvenilir ve adil idiler. Ben onların hepsinden senedi kime dayanırsa dayansın hadis kabul ediyorum. Ama senetleri Ebu Hureyre’ye, Enes bin Malik’e ve Semuret bin Cundeb’e dayanan hadisleri kabul etmiyorum.”

Öyleyse, sahabeden olan Ebu Hureyre’yi eleştirdiğimiz için bize itiraz etmeyin. Biz o Ebu Hureyre’yi eleştiriyoruz ki, ikinci halife Ömer onu kırbaçlamış, Beyt’ul- Mal hırsızı ve yalancı diye nitelendirmiştir.

Biz o Ebu Hureyre’yi eleştiriyoruz ki, Ümm’ül- Muminin Aişe, imam A’zam Ebu Hanife, sahabenin büyükleri, tabiin, Mutezile’nin şeyh ve alimleri onu eleştirmiş ve reddetmişlerdir.

Velhasıl biz o Ebu Hureyre’yi eleştiriyoruz ki, Kur’an’ın eşi olan Mevlamız, Muvahhidlerin Mevlası Emir’ul- Müminin Hz. Ali (a.s) ve Resulullah (s.a.a.)’ın Ehl-i Beyti’nden olan masum İmamlar (a.s) onu merdut ve yalancı bilmişlerdir.

Biz o Ebu Hureyre’yi eleştiriyoruz ki, obur ve pis boğazdır. Emir’ul- Müminin Hz. Ali (a.s)’ın en faziletli oluşunu bilmesine rağmen, onu bırakıp melun Muaviye’nin yağlı sofrasını tercih etti. 

Sahte hadisler uydurarak Muaviye’nin, sizin de Hulefa-i Raşidin’den biri olduğunu kabul ettiğiniz muttakilerin İmamı ve Müslümanların halifesine (Hz. Ali’ye) sebb ve lanet ettirmesine yardımcı oldu.

Bu kadar yeter; bundan fazla meclisin zamanını almak istemiyorum. Konuyu biraz fazla uzattığım için de özür diliyorum. “Haksızlık ediyorsun” dediğiniz için, yalnızca biz değil, halifeler, sahabeler ve büyük alimlerinizin de onu reddettiğini ispat etmek istedim.

Dünya malı ve makamına ulaşmak için, Resulullah (s.a.a)’in adına sahte hadis uyduran ve onları sahih hadisle karıştıran böyle sahtekarların her hadisine güvenilmez. Bu yüzden Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Benden size bir hadis naklettiklerinde, onu Allah’ın kitabına sunun...”

(Önemli bir konuyu konuştuğumuz için, beylerin yatsı namazının vaktinden biraz geçmişti. Sohbet buraya ulaşınca, onlar yatsı namazını kılmak için kalktılar. Yatsı namazını kılıp çay içtikten sonra meclis resimleşti.)

Davetçi: Şimdiye kadar söylediklerimizi göz önüne alarak siz ve biz, Resul-u Ekrem (s.a.a)’ten nakledilen her hadisi, Kuran’la karşılaştırmak zorundayız; Kuran’a uyarsa kabul edelim, aksi takdirde reddedelim.

“Ben Ebu Bekir’den Razıyım, Acaba o da Benden Razı Mıdır?” Hadisinin Uydurma Olduğunun Tespiti

Naklettiğiniz bu hadisi (her ne kadar tek taraflı olsa da) Kuran’la karşılaştırmak zorundayız. Eğer her hangi bir engel olmazsa, kesinlikle kabul edeceğiz. Bazıları bu hadise şöyle cevap vermişlerdir: Kaf suresinin 16. ayetinde Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler vermekte olduğunu biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.”

Şah damarı deyimi meşhur bir deyimdir. Bu misal yakınlığın şiddetini anlatmaktadır; yani ne derece yakın olduğunu bildiriyor. İzafe izafe-i beyaniyyedir; izafe-i lami de olabilir.

Ayet-i Kerime şu gerçeği dile getirmektedir: Allah Teala’nın insanlara olan ilmi öyle bir şekildedir ki, insanın içinde ve kalbinde olan hiçbir şey O’na gizli değildir. Allah (c.c), insanın içinden geçen her şeyi bilir.

Allah Teala Yunus suresinin 61. ayetinde şöyle buyuruyor:

“Hiçbir işe girişemezsin, O’nun vahyettiği Kuran’dan başka hiçbir ayet okuyamazsın ve siz hiçbir iş işlemezsiniz ki o işe koyulduğunuz zaman biz sizi görmeyelim, tanık olmayalım ve yeryüzünde ve gökte zerre miktarı bir şey bile yoktur ki rabbinden gizli kalsın; bundan küçük, daha da büyük hiçbir şey yoktur ki apaçık kitapta tespit edilmiş olmasın.”

Bu ayetlerin hükmüne göre, akli delillere göre hiçbir hareket, iş ve söz, Allah’a gizli değildir. Alemlerin Rabbi, huzuri ilmi ile kullarının bütün iş, amel ve sözlerini bilmektedir.

Öyleyse, aktardığınız bu hadisi, yukarıdaki iki ayet ve Kur’an’daki diğer ayetlere göre nasıl yorumlayabiliriz? Diyebilir miyiz, Ebu Bekir’in razı olup olmadığını Allah bilmiyordu, onun için Allah, Ebu Bekir’den sormak zorunda kaldı?!

Üstelik, Allah Teala’nın rızası, insanların rızasıyla bağlantılıdır. Kul, rıza makamına yetişmediği sürece, Allah Teala ondan razı olmaz. Peki, Allah Teala, Ebu Bekir’den razı olduğunu söylediği halde, nasıl olur da Ebu Bekir’in rıza makamına ulaştığını ve kendisinden razı olup olmadığını bilmiyor?!