Ben Hikmet Eviyim” Hadisinin Beyanı

Davetçi: İmam Ahmed bin Hanbel Menakıb-i Müsned’de, Hakim, Müstedrek’te, Mevla Ali Muttaki, Kenz’ul- Ummal, c. 6, s. 401’de, Hafız Ebu Naim İsfahani, 

Hilyet’ul- Evliya c. 1, s. 64’de, Muhammed bin Sebban, İs’âf’ur- Rağibin’de, İbn-i Meğazili Menakıb’da, Suyuti, Cami’us- Sağir’de ve Leali’l- Mesnua’da, Tirmizi, Sahih c. 2, s. 214’de, Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul’de, Şeyh Süleyman Belhi, Yenabi’ul- Mevedde’de, Muhammed bin Yusuf, Kifayet’ut- Talib’de, Sibt bin Cevzi, 

Tezkire’de, İbn-i Hacer, Savaik 9. Bab 2. Fasl’ın zımnında s. 75’de, Taberi, Riyaz’un-Nazre’de, Himvini, Feraid’us- Simtayn’de, İbn-i Sabbağ, Fusul’ul- Muhimme’de, İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehc’ul- Belağa’da ve Şia alimlerinin yanı sıra diğer birçok alimleriniz de sahih olarak Peygamber (s.a.a)’den şöyle rivayet etmişlerdir:

“Ben hikmet eviyim Ali de onun kapısıdır; hikmeti isteyen kapıdan gelmelidir.”

Muhammed bin Yusuf, Kifayet’ut- Talib’in 21. babını bu hadise tahsis etmiş, bu rivayetin senetini zikrettikten sonra şöyle görüş belirtmiştir: “Bu oldukça yüce ve güzel bir hadistir.

Allah-u Teala Peygamber (s.a.a)’e öğrettiği hikmet, eşyanın felsefesi, emir, nehiy, helal ve haramın beyanını Hz. Ali’ye de ihsan etmiştir. Bu yüzden Ali (a.s)’ın hikmet kapısı olduğunu ve gerçekleri keşfetmek için ona müracaat edilmesini emretmiştir.”

İbn-i Meğazili Menakıp’ta ve İbn-i Asakir Tarih’de (kendi üstatlarından hadisin yollarını zikrederek), Hatib Harezmi Menakıb’da, Himvini, Feraid’de, Deylemi Firdevs’te, Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut- Talib 58.

Bab’da, Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 14. Bab’da ve diğer birçok alimleriniz İbn-i Abbas ve Cabir bin Abdullah’dan naklen şöyle rivayet etmişlerdir: “Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)’ın pazılarından tutarak şöyle buyurdular:

“Bu iyi insanların emiri ve kafirleri öldüren kimsedir. Ona yardım edene yardım edilir, onu yardımsız bırakan yardımsız bırakılır.”

Peygamber (s.a.a) daha sonra sesini yükselterek şöyle buyurdu: “Ben ilim şehriyim ve Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen kapıdan gelmelidir.”

Şafii de Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Ben İlim şehriyim, Ali de onun kapısıdır; evlere sadece kapısından girilir.”

Ayrıca Menakıb-u Fahire sahibi, İbn-i Abbas’dan şöyle rivayet etmiştir: “Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısıdır; din ilmini isteyen o kapıdan gelmelidir. Ben ilim kapısıyım, ey Ali sen de onun kapısısın; sen olmadan bana ulaşmayı sanan yalancıdır.”

İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ül-Belağa Şerhi’nin birçok yerinde, Himvini Feraid’de (İbn-i Abbas’dan naklen), Harezmi Menakıb’da (Amr bin As’dan naklen), imam’ul- harem Ahmed bin Abdullah, Zehair’ul- Ukba’da, imam Ahmed bin Hanbel, Müsned’de, Mir Seyyid Ali Hemedani, Meveddet’ul- Kurba’da, hatta bağnaz İbn-i Hacer, 

Savaik 9. Bab 2. Fasıl’ın zımnında s. 75’de, (Hz. Ali (a.s)’ın faziletleri hakkında Bezzaz’dan rivayet etmiş olduğu kırk hadis’ten 9. hadis), Taberani Evsed’de Cabir Bin Abdullah’dan naklen, İbn-i Adiy Abdullah bin Ömer’den, Hakim ve Tirmizi de Hz. Ali’den Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

“Ben ilim şehriyim, Ali de kapısıdır; ilim isteyen kapısından gelmelidir.”

Daha sonra Menakıb-u Fahire sahibi bu hadis hakkında şöyle diyor: “Dar düşünceli insanlar bu hadis hakkında ihtilafa düşmüştür. İbn-i Cevzi ve Nevevi gibi alimler bunun uydurma olduğunu beyan etmiştir. Ama nezdimizde sözü bir senet olan Müstedrek’in sahibi bu sözleri işitince; ‘Bu hadis sahihtir.’ demiştir.”

Bu konuda meclisin vaktini almamak için muteber kitaplarınızda rivayet edilen sayısız rivayetlerden bu kadarıyla yetiniyorum. Bu hadisteki “el-ilm” kelimesindeki “Elif lam” edatı cinsi ifade etmektedir. 

Yani zahiren ve batınen, sureten ve manen ilim cinsinden olan her şey Peygamber (s.a.a)’in yanındaydı ve bütün bu ilimlerin kapısı da Ali (a.s) idi.

Merhum allame Mir Seyyid Hamid Hüseyin Dehlevi (her cildi Sahih -i Buhari, hatta ondan da fazla olan Abakat’ul- Envar kitabının sahibi) bu kitabının iki cildini bu hadisin senedi ve sıhhati hakkında kaleme almıştır. Şu anda senetini hatırlamıyorum. Ama Ehl-i Sünnet alimleri adına bu hadisi mütevatir saymıştır.

Bu kitabı okuyunca sürekli o alime Allah’tan rahmet diliyordum. Çok büyük zahmet çekmiş ve çok derin bir alimdi. Beyler lütfen bu kitabı temin edip mütalaa ediniz ve böylece Hz. Ali (a.s)’ın sahabe arasında şahsına münhasır bir fert olduğunu açıkça anlayınız.

Hz. Ali (a.s)’ın Peygamber (s.a.a)’den sonraki hilafetini ispat eden delillerden birisi de bu mezkur hadistir. Çünkü akıl ve nakil esasınca her kavmin alimleri cahillerden üstündür ve öncelik hakkına sahiptir.

Özellikle de Peygamber (s.a.a) burada ümmetine ilminden istifade etmek isteyenlerin Hz. Ali (a.s)’ın evinin kapısına gitmelerini emrediyor. Peygamber (s.a.a)’in bizzat açtığı bu ilim kapısının kapatılması ve ilmi mertebelere sahip olmayan başka kapıların açılması insafa sığar mı?

Şeyh: Bu hadis hakkında alimlerimizin etraflıca tartıştığı doğrudur. Bazılarına göre sahih, bazılarına göre haber-i vahid, diğer bazılarına göre mütevatirdir. 

Ama bunun Hz. Ali’nin (k.v) gayb ilmini bilmesiyle ne ilgisi vardır? Hz. Ali Gayp İlmini, Kur’ân’nın Zahir ve Batınını Biliyordu

Davetçi: Benim dediklerime dikkat etmiyorsunuz. Daha önce de beyan etmiş olduğum; “O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; ancak, (bildirmeyi) dilediği Peygamber bunun dışındadır.”

hükmü gereği Peygamber (s.a.a), Allah’ın razı olduğu ve seçtiği bir kimsedir. Peygamber (s.a.a)’in gözünden o perde kaldırılmış ve kendisine gaybi ilimler verilmiştir. Dolayısıyla Peygamber (s.a.a), kendisine verilen bu gayb ilmi ve gücüyle bütün işlerin gerçeğini biliyordu. Şii ve Sünni alimlerin ittifaken kabul etmiş olduğu üzere de Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Ben ilmin şehriyim; Ali de onun kapısıdır.”

İşte bu ilim şehrinde var olan bütün ilimlerden, ilim kapısı olan Hz. Ali vasıtasıyla istifada edilebilir. Dolayısıyla Ali (a.s) da sırları ve zahiri bildiği gibi batını da biliyordu. 

Çünkü Ehl-i Beyt (a.s)’ın ilminin temeli Kur’ân’dır. Kur’ân ilimlerinin zahir ve batınını Peygamber (s.a.a)’den sonra bilen Hz. Ali (a.s )’dır. Nitekim kendi alimleriniz de bunu açıkça tasdik etmişlerdir. Örneğin:

Hafız Ebu Naim İsfahani, Hilyet’ul- Evliya c. 1, s. 65’de, Muhammed bin Yusuf, Kifayet’ut- Talib’in 74. babında ve Süleyman Belhi, Yenabi’ul- Mevedde’nin 14.

babının zımnında s. 74’de, Fasl’ul- Hitab’dan müsned olarak Abdullah bin Mes’ud’dan şöyle rivayet etmektedir: “Kur’ân yedi harf üzere nazil olmuştur. Her harfin bir zahiri, bir de batını vardır. Zahir ve batın ilmi ise Hz. Ali (a.s)’ın nezdindedir.”

[1] - Kalec Vaschool, Peşaver şehrinin dışında yapılan yeni bir kültür merkezidir. H.K. 1330 yılında yapılmıştır. Burası büyük Ehl-i Sünnet şahsiyetlerinden muhterem Nevvab Sahibzade Abdulkayyum Han’ın gayretleriyle yapılmıştır.

Yaklaşık bir milyon Rubye harcama yapılmıştır. Yarılı öğrencilere mahsustur, burada beş yüzden fazla öğrenci ilk okuldan yüksek tahsile adar eğitim görmektedir.

Özellikle de doktora ve felsefe eğitimi de yapılmaktadır. Kültür merkezinin ortasında yapılan camide bütün öğrenciler beş vakit namaz kılmaktadır. Kuzey tarafında ilmi ve dini konferanslar için büyük bir salon yapılmıştır.

Haftada bir gün mutlaka orada konuşma yapılmaktadır. Orta okuldan yukarı bütün öğrenciler bu dini konferanslara katılmak zorundadır. Benden de konuşmamı istediler, ben de dört yüzden fazla öğrencinin huzurunda yaklaşık bir saat konuşma yaptım. Kütüphanenin hatıra defterini imzalayıp bir şeyler yazdım.

[2] - Al-i İmran/144.

[3] - Yani Ali hepinizden daha fakihtir ve ilmi daha geniştir. Zira hüküm vermede bütün hükümleri bilmenin yanı sıra, alimlerin yargı ile ilgili kitaplarında belirttiği bir takım şartlar da gerekir.

Dost düşman herkesin ittifak etmiş olduğu üzere bütün bu şartlar Hz. Ali (a.s)’da mevcuttu ve Peygamber (s.a.a) de bu yüzden: “Ali sizin en iyi hüküm vereninizdir.” diye buyurmuştur.

[4] - Kaf/19.

[5] - Saffat/24.

[6] - Haşr/7.

[7] - Nebiz ve uyuşturucu maddelerle abdest almak caiz de?ildir.

[8] - H.K. 1374 yılında hacca gittim, akşam namazına bir saat kala Beyrut uçağıyla Medine’ye indik. Vakit geç olduğu için o çölde namaz kıldım. Oradakiler benim yanımda taşıdığım bir toprak parçasına değil de toprağa secde ettiğimi görünce şaşırdılar. Namazı kıldıktan sonra bana; “Sen putperest Şiilerden değil misin?” diye sordular.

Ben de cevaben şöyle dedim: “Ben Şia olduğum için övünüyorum, aksine muvahhid ve Allah-u Teala’ya tapan biriyim. Sizin bu sözünüz Şiilere iftiradır. Çünkü onlar da temiz kalpli muvahhidlerdir.”

Bunun üzerine şöyle dediler: “Biz genellikle onların üzerinden putları çıkarıp kırıyoruz. Sizin nasıl Şiisiniz ki yanınızda put yok?”

Onların bu sözüne karşılık şöyle dedim: “Sizin bu sözleriniz yanlış ve iftiradır. Şiiler putperestlikten uzaktır. Biz Kur’an hükmünce temiz toprağa secde etmekle yükümlüyüz.

Bu yüzden temiz yer olmayınca üzerine secde etmek için bir miktar temiz toprağı yanımızda taşıyoruz. Burada toprak temiz olduğu için direkt yere secde ettim. Bunlar Müslümanlar arasında fitne düşürmek isteyen Harici ve Nasibilerin iftirasıdır. Siz Ehl-i Sünnet kardeşleri kandırmışlar, siz de onlara kanarak Şii Müslümanları müşrik, putperest sayıyorsunuz.”

Böylece grup vaktine kadar genelde Vahhabi olan cemaatle sohbet ettim. Hepsi etkilenerek istiğfar ettiler. Bana el vererek boynuma sarıldılar. Daha sonra birbirimizden ayrıldık. İbret alın ey basiret sahipleri!

[9] - Âl-i İmran 179.


Peygamber (s.a.a) İlimden Bin Kapı Hz. Ali’nin Yüzüne Açtı

Kendi muteber kitaplarınızda alimleriniz de Hz. Ali (a.s)’ın gaybi ilimlere sahip olduğunu ve Peygamber (s.a.a)’den sonra Allah’ın seçtiği birisi olduğunu tasdik etmişlerdir. Örneğin: İmam Gazali Beyan-i İlm-i Ledünni kitabında Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Peygamber (s.a.a) dilini ağzıma koydu ve bana ondan bin ilim kapısı açıldı. Her kapıdan bin kapı daha açıldı.”

Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’de 14. Bab’ın zımnında s. 77’de, Esbağ bin Nebate’den şöyle rivayet ediyor: “Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyordu:

“Resulullah (s.a.a) yüzüme bin kapı açtı. Her kapıdan da bin kapı açıldı. Böylece bir milyon kapı oldu. Geçmiş ve kıyamete kadar gelecek her şeyi bildim. Bana ayrıca ölümler, belalar ve Fasl’ul- Hitab[1] ilmi verildi.

Aynı babda İbn-i Meğazili’den kendi senediyle Ebi Sabah’dan, o da İbn-i Abbas’dan Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Mirac gecesi Allah-u Teala’ya yakınlaşınca benimle konuştu, necva etti. Ondan öğrendiklerimi Ali’ye öğrettim; o halde Ali benim ilmimin kapısıdır.”

Bu rivayeti Muvaffak bin Ahmed-i Harezmi’den şöyle rivayet etmektedir:

“Cebrail bana cennetten bir kilimle geldi. Ben üzerine oturdum, Allah’ın huzuruna varınca Allah-u Teala benimle konuştu, Allah’tan öğrendiğimi Ali’ye öğrettim, o benim ilmimin kapısıdır.”

Sonra Ali (a.s)’ı çağırarak şöyle buyurdu: “Ey Ali! Seninle barış, benimle barıştır; seninle savaşmak, benimle savaşmaktı;.Benimle ümmet arasındaki ilim sensin.”

Bu babda büyük alimlerinizden birçok rivayet nakl edilmektedir. Örneğin: Ahmed bin Hanbel, Muhammed bin Talha, Harezmi, Gazali Suyuti, Sa’lebi, 

Mir Seyyid Ali Hemedani ve diğerleri farklı tabirlerle Peygamber (s.a.a)’den Hz. Ali (a.s)’a bin ilim kapısı açtığını, her kapıdan bin kapı açıldığını ve bunları Ali (a.s)’ın göğsüne emanet bıraktığını rivayet etmişlerdir.

Hakeza Hafız Ebu Naim İsfahani, Hilyet’ul- Evliya’da, Mevla Ali Muttaki, Kenz’ul- Ummal c. 6, s. 392’de, Ebu Ya’la, Kamil bin Talha’dan, o da İbn-i Luhey’a, o da Hayy bin Abdumeğafiri’den, o da Ebu Abdurrahman Habla’dan, o da Abdullah bin Ömer’den, Peygamber (s.a.a)’in ölümcül hastalığında şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: 

“Bana kardeşimi çağırın.” Derken Ebu Bekir geldi. Peygamber (s.a.a) ondan yüz çevirdi. Yine; “Bana kardeşimi çağırın” buyurdu. Ardından Osman geldi, ondan da yüz çevirdi. Ardından Ali (a.s)’ı çağırdılar.

Ali gelince Peygamber (s.a.a) ona örtüsünü örttü, üzerine eğildi, yanından gidince de Ali (a.s)’a şöyle dediler: “Ey Ali Peygamber (s.a.a) sana ne buyurdu?” Hz. Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

“Peygamber (s.a.a) bana her kapısından bin kapı açılan bin ilim kapısı öğretti.”

H. 430’da vefat eden Ebu Naim İsfahani Hilyet’ul- Evliya c. 1, s. 65’de (Fezail-u Ali’de), Muhammed Cizri, Esne’l- Metalib s. 14’de, Muhammed bin Yusuf Genci, Kifayet’ut- Talib’in 38. 

babında Ahmed bin İmran bin Seleme bin Abdullah’dan müsned olarak şöyle rivayet etmiştir: “Biz de Peygamber (s.a.a)’in yanındaydık. Ali (a.s) hakkında sorulunca şöyle buyurdular:

“Hikmet on bölüme ayrılmıştır; dokuz bölümü Ali’ye verilmiştir; bir bölümü de bütün insanlara tahsis edilmiştir.”

Ebu’l- Mueyyid Muvaffak bin Ahmed Harezmi Menakıb’ta, Muttaki, Kenz’ul- Ummal c. 5 s. 156 ve 401’de birçok alimlerinizden rivayet etmiştir ve İbn-i Meğazili Fezail’de, Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 14.

Bab’da aynı senetlerle (vahiy yazarı) Abdullah bin Mes’ud’dan, Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul s. 21’de Hilye’den, o da Alkame bin Abdullah’tan, kendisine Ali sorulunca Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Hikmet ona bölünmüştür, Ali’ye dokuz bölümü verilmiş, diğer bütün insanlara ise bir bölümü verilmiştir. Ali o bir cüz konusunda da herkesten daha bilgilidir.”

Hakeza, Yenabi’ul- Mevedde aynı babda, Tirmizi’nin Feth’ul- Mubin kitabından naklen Abdullah bin Abbas’tan şöyle rivayet etmektedir:

“İlim on bölümdür; dokuz bölümü Ali’ye verilmiştir, diğer insanlara ise geri kalan bir bölümü verilmiştir. Ali o bölümde de insanların en bilginidir.”

Muttaki Hindi Kenz’ul- Ummal c. 6 s. 153’te, Hatip Harezmi, Menakıb s. 49’da ve Maktel’ul- Huseyn c. 1 s. 43’de, Deylemi Firdevs’ul- Ahbar’da, Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 14. Bab’da Peygamber (s.a.a)’den şöyle rivayet etmektedir:

“Benden sonra ümmetin en alimi Ali’dir.”

Bütün bu hadislerden anlaşıldığı üzere Peygamber (s.a.a) Allah’ın seçtiği bir kul olarak gaybi biliyor ve Allah’tan aldığı batın ve zahir ilmini Ali (a.s)’a öğretiyordu.

Biz de Ali (a.s) ve diğer on bir İmamın Peygamber (s.a.a) gibi Allah’la direkt bir irtibatının olduğunu söylemiyoruz. Ama kesin olarak onların Peygamber (s.a.a)’den feyiz aldığını beyan ediyoruz.

Hayatında ve ölümünde bütün varlıklara verilen feyizler Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla Allah-u Teala tarafından verilmiştir. Elbette geçmiş ve gelecekle ilgili önemli haberler Peygamber (s.a.a) hayattayken Allah-u Teala tarafından kendisine bildiriliyordu, Peygamber (s.a.a) de bunlardan bazısını hayattayken Ali (a.s)’a öğretiyordu.

Hazinesinde var olan ilmi de bu dünyadan gitmek üzereyken hepsini Hz. Ali (a.s)’a emanet bırakmıştır. Bu konuda birçok muteber alimlerinizin kitabından sayısız hadis rivayet edilmektedir. Bunlardan sadece bazısını örnek olsun diye önceden açıkladım. Hatta kendi alimleriniz Aişe’den şöyle dediğini rivayet etmekteler:

“Peygamber (s.a.a) Ali’yi çağırdı, onu göğsüne dayadı, üzerine örtüyü çekti, ben de başımı yaklaştırdım, ne kadar dinlediysem bir şey anlamadım. Hz. Ali (a.s) bir müddet sonra başını kaldırınca alnından terler dökülüyordu.

“Ey Ali bu müddet boyunca Peygamber (s.a.a) sana ne buyurdu” diye sorduklarında, Hz. Ali (a.s) şöyle dedi: “Resulullah (s.a.a) bana, her kapısından bin kapı açılan bin ilim kapısını öğretti.”

Önceki geceler de detaylıca anlattığım gibi Peygamber (s.a.a) Kureyş’in büyüklerini ve amcalarını Ebu Talib (a.s)’ın evine davet etti. Onlara risaleti tebliğ etti. Orada Hz. Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)’e ilk iman eden kimseydi. Peygamber (s.a.a) onu kucağına alıp ağzına tükürüğünü sürdü, bu konuda Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O an kalbime ilim çeşmeleri döküldü.”

Nitekim kendi alimlerinizin rivayet etmiş olduğu üzere Hz. Ali (a.s) bir hutbesinde şuna işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Beni kaybetmeden önce bana sorun; çünkü göğsüm ilimle doludur”

Sonra karnına işaret ederek; “Bu karnım ilimle doludur, bu Peygamber (s.a.a)’in o tükürüğüdür, bu Peygamber (s.a.a)’in bana yedirdiği ilim taneleridir.”

Hz. Peygamber (s.a.a) son nefesine kadar Ali’yi rabbani feyizden feyizlendirmiş, Allah’tan aldığı feyizleri Ali (a.s)’ın kalbine dökmüştür. İbn-i Sabbağ, Fusul’ul- Muhimme’de şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’yi, çocukluğundan beri ilim ve amel açısından sevgi dolu kucağında büyüttü.”


Cifr-i Camia Kitabının Niteliği Hususunda


Allah-u Teala tarafından Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla Ali (a.s)’a verilen rahmani feyizlerden biri olan ve kıyamete kadar vuku bulacakları remzi harflerle belirten Cifr-i Camia (Kamil Cifir ilmi) kitabıdır.

Kendi alimleriniz de bu kitabın Hz. Ali (a.s) ve diğer Ehl-i Beyt (a.s) İmamlarına özgü bir kitap olduğunu itiraf etmişlerdir.

Nitekim Gazali şöyle diyor: “Hz. Ali (a.s)’ın Cifr’u Cami’id-Dünya ve’l- Ahire adında bir kitabı vardı. Bu kitapta bütün ilimler, apaçık gerçekler, sırlar, gaipler, eşyanın özellikleri, alemdeki tesirler, isimlerin ve harflerin hususiyetleri yazılıydı.

Bu kitabı, Hz. Ali (a.s) ve Peygamber (s.a.a) tarafından velayet ve imamet makamına tayin edilen 11 evladı dışında hiç kimse bilmiyordu. Bu kitap onlara miras kalmıştır.”

Hakeza Süleyman Belhi Yenabi s. 403’de Muhammed bin Talha’nın Durr’ul- Manzum kitabından bu konuda geniş bir açıklama nakletmektedir ki: “Cifr-i Cami kitabı Hz. Ali (a.s)’a özgü ilim anahtarlarının yazıldığı 1700 sayfadan ibaretti.

Nitekim meşhur şair Hz. Ali (a.s)’a yönelik şöyle diyor: “Ondan başka Cifr-i Cami’i bilen kimdir? Bu kitapta gaybi sırlar mevcuttur.”

Hakeza Tarih-i Nigaristan sahibi de Şerh-i Mevakıf’tan şöyle nakletmektedir: “Cifr ve Camia kitabı Ali (a.s)’a mahsustur. Bu iki kitapta harf ilmi yoluyla kıyamete kadar olacak olaylar yer almıştır. 

Hz. Ali (a.s)’ın evlatları da onunla hükmetmektedirler.” (Yani bu remizli kitabın anahtarı, olaylardan haber veren Hz. Ali (a.s) ve evlatlarının nezdindedir.)

Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Bizim alimlerinizin de tasdik ettiğini söylemiş olduğunuz Cifr kitabı nedir ve nasıldır? Lütfen mümkünse onu açıklayın?

Davetçi: Vakit dar olduğu için bu ilim ve kitap hakkında genişçe konuşmaktan mazurum.

Nevvab: Mümkün olduğu kadar kısa da olsa izah ediniz.

Davetçi: H. 10. yılda Veda Haccı’ndan dönerken Cebrail nazil olarak Peygamber (s.a.a)’e öleceğini haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) ellerini kaldırarak şöyle dua etti: “Allah’ım bana vaat ettin ve sen asla vaadinden dönmezsin.”

Kendisine şöyle İlahi bir hitap geldi:

“Ali’yi al, Uhud dağına çık, kıbleye sırtını dönerek otur, çöldeki hayvanları çağır, hepsi sana icabet edecektir. Onlar arasında kırmızı renkli, küçük boynuzlu, büyük bir keçi vardır.

Ali’ye onu kesmesini, boyun tarafından derisini yüzmesini ve tabaklamasını emret. O zaman Cebrail sana gelecek, hokka kalem ve yeryüzündekilere benzemeyen bir mürekkep getirecektir. Cebrail’in dediği her şeyi Ali’ye yazmasını öğret. O yazı ve deri baki kalacak, asla çürümeyecek ve korunacaktır. Onu her açtıklarında taze bulacaklardır.”

Peygamber (s.a.a) denildiği gibi Uhud dağına çıktı. Gerekeni yaptı. Cebrail gelerek Peygamber (s.a.a)’e hokka kalem getirdi. Peygamber (s.a.a)’e verdi. Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)’a vererek yazmasını istedi.

Cebrail Allah-u Teala tarafından olmuş ve olacak her şeyi Peygamber (s.a.a)’e beyan ediyor, Peygamber (s.a.a) de Ali (a.s)’a beyan ediyordu ve Ali (a.s) da onları o derinin üzerine yazıyordu.

Derinin her tarafı yazıyla doldu. Böylece o kitapta kıyamete kadar olmuş ve olacak her şey yazılıydı. Hatta onların evlatlarının dost ve düşmanlarının adı bile yazılıydı. İnsanların başına gelecekler, o kitaba kaydedilmişti.

Peygamber (s.a.a) daha sonra onu Ali (a.s)’a verdi ve o veraset, velayet ve imamet parçalarından biri sayıldı. Her İmam dünyadan göçtüğünde onu kendinden sonraki İmama bırakmıştır. İşte bu kitap Gazali’nin; “Cifr-i Cami kitabı Ali ve evlatlarına mahsustur. Bu kitapta ölümler, belalar, hükümler ve tüm diller yazılıdır.” dediği kitaptır.

Nevvab: Nasıl olur da bunca olay ve ilimler bir keçinin derisine sığabilir?

Davetçi: Evvela; haberden de anlaşıldığı gibi bu keçi sıradan bir keçi değildi. Bu iş için yaratılmış büyük bir keçiydi.

İkinci olarak; bu, kitapların yazı türünden bir şey değildi. Remiz harfleriyle yazılmıştı. Nitekim Tarih-u Nigaristan’ın sahibi Şerh-u Mevakıf’tan naklen şöyle diyor: “Bu iki kitap harf ilmiyle yazılmıştır.”

Ayrıca o sembollerin şifresini Peygamber (s.a.a), Ali (a.s)’a vermiştir. Hz. Ali (a.s ) da Peygamber (s.a.a)’in emri üzere onu kendinden sonraki İmamlara emanet etmiştir.

O şifreler kimin elinde olursa, o kitaptan sırlar ve olayları öğrenebilir. Bu şifrelere sahip olmayan onu çözemez. Nitekim günümüzde de birçok yazılar şifreyle gönderilmektedir.

Öyle ki o yazıların şifresini bilmeyenler asla o yazıyı anlayamazlar. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s) ve evlatlarından başka hiç kimse o kitaptan istifade edemez. Nitekim Hz. Ali (a.s) tüm evlatlarının toplandığı bir yerde o kitabı oğlu Muhammed Hanefiyye’ye verdi. O çok alim ve bilgin olmasına rağmen onu okuyamadı.[2]

İmamların haber verdiği birçok önemli olayları o kitaptan istifade etmekteydiler. O kitap vesilesiyle işleri en ince detayına kadar biliyor, Ehl-i Beyt’e (a.s) ve Şiilere nazil olan belaları ve musibetleri o kitaptan çıkarıyorlardı. Nitekim hadis kitaplarında bu detaylıca kaydedilmiştir.

Bu cümleden Şerh-u Mevakıf’da Memun ve İmam Rıza arasında imzalanan bir ahdname yer almıştır ki Memun altı ay boyunca, mektup ve tehditle İmam Rıza’yı veliahtlığını kabul etmek zorunda bırakmıştı. Memun kendisinden sonra hilafetin İmam Rıza’ya intikal edeceği hususunda bir ahdname imzalamıştı.

İmam Rıza’ya ahdnameyi imzalaması için getirdiklerinde İmam şu şerhi düştükten sonra ahdnameyi imzaladılar:

“Ben Musa bin Rıza diyorum ki, Memun (Allah-u Teala onu şeriatın güçlendirilmesi, irşat ve doğru yola erişme konusunda muvaffak kılsın) başkalarının inkar etmiş olduğu hakkımızı tanıdı. Başkalarının kestiği bağı o gözetti. Başkalarının ölümle tehdit etmiş olduğu nefislere o güvenlik sağladı. Yokluk sınırına gelen kimseleri ihya etti.

Fakir ve muhtaçları zengin kıldı. Allah-u Teala şükredenlerin mükafatını verecek ve iyilerin ecrini zayi etmeyecektir. Eğer ben ondan sonra hayatta kalırsam beni veliahtlığa tayin etti.

Ama Cifr ve Camia kitapları bunun tersine hükmetmektedir. (Yani ben ondan sonra hayatta kalmayacağım.) Zaman bana ve size ne yapacak bilemiyorum. Hüküm sadece Allah-u Teala’ya mahsustur. Allah-u Teala insanlar arasında hak üzere hüküm verecektir.”

Taftazani Şerh-u Mekasid’id- Talibin fi İlm-i Usul’id- Din kitabında İmam’ın ahdnamede geçen Cifr-i Camia cümlesine işaret etmektedir. Yani Cifr-i Camia, Memun’un ahdine vefa göstermeyeceğini beyan ediyor.

Nitekim de öyle oldu. Peygamber (s.a.a)’in evladı ve bir parçası olan İmam Rıza’yı zehirlediler. Böylece İmam Rıza’nın ilminin apaçık gerçeği ve sadakati ortaya çıkmış oldu ve herkes İmamın zahir ve batın ilmine sahip olduğunu anladı.”

Cebrail’in, Resulullah’ın Vasisi Emir’ul- Muminin Ali İçin Mühürlenmiş Kitap Getirmesi

Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla Ali (a.s)’a ulaşan feyiz yollarından biri de Cebrail’in Hz. Ali için getirdiği mühürlenmiş kitaptır. Nitekim her iki fırkanın kabul ettiği muhakkık Ebu’l- Hasan Ali bin Hüseyin el-Mes’udi,

İsbat’ul- Vasiyye s. 92’de özetle şöyle rivayet etmektedir: “Allah-u Teala gökten yazılı bir kitap indirdi. Cebrail bu kitabı emin meleklerle Peygamber (s.a.a)’e indirdi. Cebrail Peygamber (s.a.a)’in yanına varınca şöyle arz etti:

“ Vasin dışında mecliste olan herkes, vasiyet kitabını size takdim etmem için dışarı çıksın.”

Peygamber (s.a.a) Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s) dışında herkese dışarı çıkmasını emretti. Cebrail daha sonra şöyle dedi:

“Ya Resulullah, Allah’ın sana selamı var; buyuruyor ki: “Bu seninle anlaştığım ve meleklerin de tanıklık etmiş olduğu bir anlaşmadır. Allah da şahit olarak yeter.”

Bunu duyan Peygamber (s.a.a) titreyerek şöyle buyurdu:

“O Selam’dır, selam O’ndandır ve selam O’na döner.”

Sonra o kitabı Cebrail’den aldı, Hz. Ali’ye verdi. Okuduktan sonra şöyle buyurdu: “Bu Rabbimin bana gönderdiği bir anlaşmadır ve O’nun bir emanetidir. Ben de O’nun mesajının hakkını eda ettim.”

Bunun üzerine Hz. Ali (a.s ) da şöyle dedi:

“Annem babam sana feda olsun. Ben de buyurduklarının doğruluğuna, nasihatlerine ve tebliğine tanıklık ediyorum. Buna kulağım, gözüm, etim ve kanım da şahadet etmektedir.”

Peygamber (s.a.a), Ali (a.s)’a şöyle buyurdu:

“Bu Allah’tan gelen bir vasiyetimdir. Onu benden kabul et. Allah-u Teala için zamanet et. Ona vefalı olmak benim görevimdir.”

Hz. Ali (a.s) şöyle arz etti: “Zamanet etmeyi kabul ediyorum ve Allah-u Teala da bana yardım edecektir.”

O kitapta Hz. Ali (a.s)’a şöyle şart koşulmuştu:

“Allah’ın dostlarıyla dost olmak, Allah’ın düşmanlarıyla düşman olmak ve onlardan beri olmak, zulme, gazaba, hakkının alınmasına, humusuna el konmasına, hürmetinin çiğnenmesine ve sakalının başının kanıyla boyanmasına karşı sabretmek.”

Hz. Ali (a.s) şöyle dedi:

“Kabul ettim, razı oldum. Eğer hürmetimi çiğnerlerse sünneti tatil eder, kitabın hükümlerini yok eder, Kabe’yi bozar ve sakalımı başımın kanıyla boyalarsa yine de sabredeceğim.”

Ardından Cebrail, Mikail ve mukarrep melekleri Hz. Ali (a.s)’a şahit tuttu. Hz. Ali (a.s)’a bildirdiğini Hasan, Hüseyin ve Fatıma’ya da bildirdi. Bütün olayları onlara da aktardı.

Daha sonra ateş görmemiş altın mühürlerle o vasiyet nameyi mühürleyip Ali (a.s)’a verdi. Bu vasiyetnamede Allah’ın ve Resulullah (s.a.a)’in sünnetleri, muhaliflere, dini değiştirenlere ve emirleri tahrif edenlere muhalefet, istisnasız her şey ve bütün olaylar yazılıydı. Resulullah (s.a.a) ile Ali arasında bir sırdı.

Nitekim Kur’ân da bu konuda açıkça, “...Her şeyi apaçık bir İmam’da (Ali bin Ebi Talib’de) toplamışız.” diye buyurmaktadır.”

Özetle Hz. Ali (a.s) ve O’nun soyundan gelen temiz İmamlar her şeylerini Peygamber (s.a.a)’den aldılar. Peygamber (s.a.a)’in bütün ilimleri onlardaydı. Aksi takdirde Ali (a.s)’ı ilim kapısı olarak tanıtmaz ve ilim öğrenmek için Ali (a.s)’ın kapısına gidilmesini emretmezdi.

Eğer Hz. Ali (a.s) bütün yüce ilimlere sahip olmasaydı, dost ve düşman karşısında; “Beni kaybetmeden istediğiniz her şeyi sorun.” diye feryat etmezdi.

Şii ve Sünni ittifak etmiştir ki Hz. Ali (a.s) dışında hiç kimse “İstediğinizi bana sorun” diye feryat etmemiştir. Bu makam Hz. Ali (a.s)’a özgü bir makamdı. İnsanların zahir ve batın ilimleri hakkındaki tüm sorulara cevaplar vermiştir. Hz. Ali (a.s) dışında böyle bir iddiada bulunanlar rezil olmuşlardır.

Nitekim Hafız bin Abdulbirr Endülisi, İstiab fi Ma’rifet’il-Ashab kitabında şöyle diyor: “Beni kaybetmeden sorun” sözünü iftira ve yalancılar dışında hiç kimse söylememiştir.”

Nitekim Ebu’l- Abbas Ahmed bin Hallakan eş-Şafii Vefeyat’ta, Hatip Bağdadi ise Tarih c. 13, s. 163’de şöyle rivayet etmişlerdir: “Ehl-i Sünnet alimlerinden Mukatil bin Süleyman; “Arşın altındaki her şeyi bana sorun” diye halka seslendi.

Bir şahıs kalkıp şu soruyu sordu: “Hz. Adem hac ettikten sonra saçını kısaltmak isteyince onu kim tıraş etti?”

Mukatil düşüncelere daldı cevap veremedi ve sustu. Başka biri de şunu sordu: “Karınca, yemekleri bağırsakları vasıtasıyla mı hazmediyor yoksa başka bir organıyla mı? Eğer bağırsakları vasıtasıyla hazmediyorsa bağırsakları bedeninin neresindedir?”

Mukatil yine şaşkınlık içinde kaldı, mecburen şöyle dedi: “Allah-u Teala bu soruları gönlünüze attı ki ilmimin fazlalığı sebebiyle kibre kapıldığım ve haddimi aştığım için beni rezil etsin.”

Şüphesiz bu iddiayı her türlü soruya cevap verecek kimseler yapmalıdır. Dolayısıyla ümmet arasında Hz. Ali (a.s) dışında bu makama sahip hiç kimse yoktu. Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’in ilim kapısı olduğu için, o da Peygamber (s.a.a) gibi işlerin zahir ve batınını, ilk ve son ilimleri biliyordu. “Beni kaybetmeden sorun” diye feryat ediyordu.

Sorulan bütün sorulara kolayca cevap veriyordu. Şimdi vaktimiz olmadığı için hepsini aktaramıyoruz. Sahabeden hiç kimse Hz. Ali (a.s) dışında böyle dememiştir.

Nitekim imam Ahmed bin Hanbel, Müsned’de, Harezmi, Menakıb’da, Hace Kelan Hanefi Yenabi’ul- Mevedde’de, Beğevi, Mucem’de, Taberi, Riyaz’un- Nazre, c. 2, s. 198’de ve İbn-i Hacer Savaik s. 76’da Said bin Museyyib’den şöyle rivayet etmekteler:

“Hz. Ali dışında hiçbir sahabe; “Bana sorun” dememiştir.

Hz. Ali’nin “Bana Sorun” Sözü Hususunda Ehl-i Sünnet Hadisleri


Hakeza İbn-i Kesir Tefsir, c. 4’de, İbn-i Abdulbirr, İstiab’da, Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’de, Harezmi, Menakıb’da, imam Ahmed Müsned’de, Himvini, Feraid’de, İbn-i Talha, Durr’ul- Manzum’da, Mir Seyyid Şafii,

Meveddet’ul- Kurba’da, Hafız Ebu Naim İsfahani, Hilyet’ul- Evliya’da, Muhammed bin Talha, Metalib’us- Süul’de, İbn-i Ebi’l-Hadid, Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde ve diğer alimleriniz kendi kitaplarında farklı tabirlerle değişik yerlerde Amir bin Vasile, İbn-i Abbas, Ebu Said Bahteri, Enes bin Malik ve Abdullah bin Mes’ud’dan Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

“Ey insanlar, beni kaybetmeden bana sorun, şu kalbimde her şeyin ilmi vardır. Bana sorun. Bende ilklerin ve sonların ilimi vardır.”

Ebu Davud Sünen s. 356’da, imam Ahmed bin Hanbel Müsned c. 1, s. 278’de, Buhari, Sahih, c. 1, s. 46’da ve c. 10, s. 241’de müsned olarak Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir; “Bana istediğiniz şeyi sorun. Bana sorduğunuz her şeyin cevabını veririm.”

Şeyh Süleyman Belhi, Yenabi’ul- Mevedde 14. Bab’ın zımnında s. 74’de Harezmi’den ve Himvini kendi senediyle Ebu Said Bahteri’den şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Ali (a.s)’ı Kufe minberinde gördüm. Peygamber (s.a.a)’in yün elbisesini giymiş, sarığını takmış, kılıcına dayanmıştı. Sonra minbere oturup şöyle buyurdu:

“Beni kaybetmeden bana sorun. Şüphesiz şu göğsüm ilimle doludur. Şu içim ilim yatağıdır. Bu Peygamber (s.a.a)’in (ağzıma sürdüğü) tükürüktür. Peygamber (s.a.a) bana böylece ilmin tanelerini yedirdi. 

Allah-u Teala’ya and olsun ki oturup Tevrat ehline Tevrat’la, İncil ehline de İncil’le hüküm verecek olsam ve Allah-u Teala da o iki kitabı konuşturacak olsa şöyle derler: “Ali sizlere bizimle hak üzere hüküm verdi. Siz kitabı okuyorsunuz, hâla akıl etmeyecek misiniz?”

Himvini, Feraid’de, Harezmi Menakıb’da, Hz. Ali (a.s)’ın minberde şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

“Beni kaybetmeden bana sorun. Taneyi yaran ve insanları yaradan Allah-u Teala’ya and olsun ki bana sorduğunuz her ayetin nerede nazil olduğunu, gece mi, gündüz mü, makamda mı yoksa yolda mı, yeryüzünde mi, dağda mı, mümin hakkında mı, münafık hakkında mı, umum mu ifade etmektedir yoksa has mı, sizlere bunların tümünü haber veririm.”

İbn-i Kuvvay-i Harici kalkıp şöyle dedi: “Bana şu; “İman edip salih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.” ayetini açıkla.” Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:

“Onlar biz ve bize tabi olanlardır. Biz de kıyamette alnı aklardan olacağız. Onlar da yüzlerinden tanınacaktır.”

Hakeza imam Ahmed bin Hanbel Müsned’de, Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 14. Bab’ın zımnında s. 74’de, İbn-i Abbas’dan naklen Hz. Ali (a.s)’ın minberde şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Beni kaybetmeden bana Allah’ın kitabından sorun. Her ayetin nerede nazil olduğunu, dağda mı, yumuşak toprak da mı indiğini herkesten iyi bilirim. Bana fitneleri sorun, her fitnenin ne zaman kopacağını ve onda öldürülecekleri bilirim.”

İbn-i Sa’d Tabakad’da, Ebu Abdullah Muhammed bin Yusuf-u Genci Kifayet’ut- Talib’in 52. babında (bu konuya özgü kılmıştır), Hafız Ebu Naim İsfahani, Hilyet’ul- Evliya, c. 1, s. 68’de müsned olarak Hz. Ali (a.s) nin şöyle buyurduğunu rivayet etmekteler:

“Allah-u Teala’ya and olsun ki, inen her ayetin kimin hakkında indiğini, nerede indiğini, neyin üzerine indiğini bilirim. Allah-u Teala bana bir kal,p kamil akıl ve konuşan bir dil verdi.”

Aynı kitaplarda Hz. Ali (a.s )’dan şöyle rivayet edilmiştir:

“Bana Allah’ın kitabından sorun; inen her ayetin gece mi indiğini yoksa gündüz mü indiğini, yumuşak toprağa mı yoksa sert dağlara mı indiğini bilirim.”

Harezmi, Menakıb’da, A’maş’dan, o da İbaye bin Rab’i’den şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Hz. Ali (a.s) defalarca şöyle buyurmuştur:

“Beni kaybetmeden bana sorun, Allah-u Teala’ya and olsun ki ben bitkili bitkisiz her toprağı, kıyamete kadar yüz insanı saptıran veya yüz insanı doğru yola eriştiren her topluluğun önderini, sevk edenini ve çağıranını herkesten çok bilirim.”

Suyuti Tarih’ul- Hulefa, s. 124’de, Bedruddin Hanefi, Umdet’ul- Kari’de, Taberi, Riyaz’un- Nazre, c. 2, s. 198’de, Suyuti, Tefsir-u İtkan, c. 2, s. 319’da, Askalani, Feth’ul- Bari, c. 8, s. 485’de ve Tehzib’ut- Tehzib, c. 7, s. 338’de, Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:

“Bana sorun. Allah-u Teala’ya and olsun ki, kıyamete kadar olacaklar hakkında sorduğunuz her şeyi size haber veririm. Benden Allah’ın kitabını sorun. Allah-u Teala’ya and olsun ki her ayetin gece mi indiğini, yoksa gündüz mü, yumuşak toprakta mı, yoksa dağda mı nazil olduğunu bilirim.”

Acaba bu beyanlar gaybi bilmek değil midir? Gaybi bilmeyen birisi dost düşman karşısında böyle bir iddiada bulunabilir mi? Biraz adetlerden uzaklaşacak ve insaf gözüyle bakacak olursanız Hz. Ali (a.s)’ın gaybi bildiğini, amel makamında da bunu açığa vurup gayptan haber verdiğini açıkça görürsünüz.
İmam Hüseyin’in Katili Olan İbn-i Sinan’dan Haber Vermesi

Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid bu rivayetleri Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 1, s. 208’de, İbn-i Hilal-i Sekafi’nin Garat kitabından rivayet etmektedir. Bu cümleden şöyle rivayet etmektedir: “Adamın biri kalkarak şöyle dedi: “Bana başımda ve sakalımda kaç kıl olduğunu söyle.”


Hz.Ali (a.s) şöyle buyurdu:



“Dostum Peygamber (s.a.a) başındaki her kılın dibinde sana lanet eden bir melek olduğunu ve yüzündeki her kılın dibinde de seni kandıran bir şeytan olduğunu söyledi. Evinde Peygamber (s.a.a)’in evladını öldüren bir buzağın var.”

O Enes-i Nahi adında biriydi, oğlu Sinan, o zamanlar evde oynayan bir çocuktu. H. 61 yılında Kerbela’daydı ve Hz. Hüseyin’in katili oldu. Bazılarına göre ise soru soran adam Sa’d bin Ebi Vakkas idi.

Oğlu Ömer bin Sa’d ordu komutanı ve Kerbela katiliydi. Belki de her ikisi de farklı meclislerde soru sormuşlardır. Hz. Ali (a.s) bu rivayet vesilesiyle ilminin Peygamber (s.a.a)’den kaynaklandığını ve gaybı ihata ettiğini göstermek istedi.

 

Gayb İlmi Allah-u Teala Tarafından Peygamberlere Ve Vasilere İfaze Edilmektedir


Gayb ilmini sadece Allah’ın bildiği, gayb ilminin anahtarlarının Allah’ın nezdinde olduğu ve Kehf suresinin son ayeti hükmü gereği bütün evliya ve evsiyanın şekil açısından diğer insanlar gibi olduğu, ayrı bir fazlalığa sahip olmadığı doğrudur. Şia da bu inançtadır, okuduğunuz ayetlerin her biri kendi yerinde doğrudur.

Ama okuduğunuz Hud suresinin ayeti Hz. Nuh ile ilgilidir. Peygamberimiz (s.a.a) ile ilgili olanına gelince, müşrik ve kafirler Peygamber (s.a.a)’den gaybtan bir hazine istediklerinde veya gayb ilmini neden bilmediklerini sorduklarında En’am suresi 50. ayette onlara şöyle cevap vermektedir:

“De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır” demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, “ben bir meleğim” de demiyorum. Ben sadece bana vahiy olunana uyarım.”

Bu ayetin nazil olmasından maksat, cahillerin arzularına engel olmak ve uluhiyet ve risalet makamının onların elinde bir oyuncak haline düşmekten çok daha yüce olduğunu bildirmektir.

Bizim, peygamberler ve vasilere tahsis ettiğimiz gayb ilmi Allah’ın sıfatlarına ortak olma manasında değildir. Allah-u Teala tarafından kendilerine nazil olan vahiy ve ilhamdır.

Böylece önlerinden perdeleri kaldırmakta ve onlara apaçık gerçekleri açığa vurmaktadır. Bu daha iyi anlaşılsın diye biraz daha açıklama yapma gereği duyuyorum. Böylece düşmanlar yersiz yere Şii Müslümanların inançlarına saldırmasın, iftirada bulunmasın, Şii Müslümanları Allah’ın ilmine ortak kıldıkları iddiasıyla müşrik saymasınlar.


İlim İki Kısımdır; Zatî ve Arazî


Biz Şii Müslümanların inancına göre ilim iki kısımdır. zati ve arazi (ilineksel).

Zati ilme asla arazi/ilineksel ilim nüfuz edemez. Bütünüyle Allah-u Teala’ya özgüdür. Biz de o ilmi sadece icmalen ispat edebiliriz, apaçık gerçeğini tasavvur edemeyiz. Yaptığımız takdir ve tabirler kelimelerin darlığındandır. Yoksa beşerin aklı bu zati ilmi asla tasavvur edemez.

İkinci kısım ise arazi/ilineksel ilimdir ki Peygamber (s.a.a), ümmet, İmam ve me’mum hiç kimse bir ilme bizzat sahip değildir. Onlara daha sonradan ihsan edilmektedir. Bu tür arazi/ilineksel ilimler iki kısımdır. Tahsili/kesbi ve Ledünni/Vehbi... Bu iki tür de Allah-u Teala’nın rabbani feyizlerindendir.

Tahsil eden bir öğrenci Allah’ın feyzi olmaksızın bir yere varamaz. Ne kadar zahmet çekse de alim olamaz. Allah-u Teala teveccüh ederse ve öğrenci de okula gidip zahmet çekerse o çektiği zahmetler ölçüsünce feyiz elde eder. İkinci kısım ilineksel ilme de ledünni ilim diyorlar. Yani vasıtasız feyiz elde edilmesini ifade ediyorlar. Tahsil ve harf telkini olmaksızın bizzat Allah-u Teala tarafından ihsan edilmektedir.

Nitekim Kehf suresi 65. ayette şöyle buyurulmaktadır:

“Yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”

Şiilerden hiç kimse gayb ilmini bilmenin Peygamber (s.a.a) veya İmamların bir parçası olduğunu iddia etmemiştir. Yani İmam ve peygamberler de Allah-u Teala gibi zatları gereği bir ilme sahip değillerdir.

Böyle bir iddia da bulunan kafirdir. Biz Şiiler bundan uzağız. Ama bizim inandığımız şu ki Allah-u Teala mecbur ve mahdut değildir, istediğini yapan ve mutlak kudret sahibidir. İrade etmiş olduğu takdirde kullarından istediğine ilim ve kudret ihsan edebilir.

Ama bazen beşeri bir öğretmen de herhangi bir vesileyle, bazen de vesilesiz ve aracısız feyiz vermektedir. O vasıtasız ilmi, ledünni ve gaybi ilim olarak adlandırıyoruz. Onlar okula gitmeden ve hiçbir öğretmen tutmadan İlahi feyizden nasiplenmektedirler. Şairin tabiriyle:

Benim Sevgilim okula gitmedi, yazı yazmadı.

Gamzeyle yüzlerce öğretmenin öğrencisi oldu.

Şeyh: Bu sözleriniz doğrudur. Ama Allah’ın iradesi doğal olmayan böyle bir şeye taalluk etmez. Allah-u Teala gayb ilmini öğretmensiz kimseye ihsan etmez.

Davetçi: Zaten yanlışınız da buradadır. Biraz olsun düşünmüyorsunuz. Hatta bizzat kendi alimlerinizin aksine sözler beyan ediyorsunuz. Halbuki konu açıklamaya bile gerek kalmayacak kadar apaçık ortadadır. Allah’ın seçtiği enbiya ve evsiyasına kendileri için gerekli olan gayb ilmini ihsan etmiş olduğu hususunda hiçbir şek ve şüphe yoktur.

Şeyh: Açıkça insanlardan gayb ilmini reddeden bu ayetler karşısında deliliniz nedir?

Davetçi: Biz de Kur’ân-ı Kerim’in bu ayetlerine muhalif değiliz; zira Kur’ân-ı Kerim’in her ayeti özel bir şey için inmiştir. Durum gereği bazen olumlu, bazen de olumsuz nazil olmuştur. Bu yüzden alimler Kur’ân hakkında şöyle demiştir: “Kur’ân-ı Kerim’in ayetleri bazısı bazısını güçlendirir/teşdit eder.”

Bazen de sürekli Peygamber (s.a.a)’den mucize isteyen ve bununla nübüvvet makamını oyuncak haline getirmek isteyen kafir ve müşrikler karşısında nefy ayetleri nazil olmuştur. Ama konunun aslını ispat etmek için de gerçekler ortaya çıksın diye ispat edici ayetler nazil olmuştur. Alimlerinizin hatta yabancıların bile teveccüh etmiş olduğu birçok tarihi, rivai ve Kur’âni deliller vardır.

Şeyh:Kur’ân’da bu konuda olumlu ayetlerin olduğunu söylemeniz çok ilginçtir. Lütfen örnek verir misiniz?
Peygamber ve Vasilerin Gayb İlmini Bilmelerine Dair Kur’an’dan Deliller

Davetçi: Şaşırmayınız, kendiniz de biliyorsunuz. Ama tasdik etmeniz lehinize değildir. Hilafet makamını ispat konusunda sizi zor duruma düşürmekte veya atalarınıza uymanız sizi şaşırmaya zorlamaktadır.

Evvela; Cin suresinin 26-28. ayetlerinde şöyle buyurulmaktadır:

“O, gaybi bilir. Kendi gaybını (görülmez bilgi hazinesini) kimseye açık tutmaz (ona muttali kılmaz). Ancak, elçileri (peygamberleri) içinde razı olduğu (seçtikleri kimseler) hariç.

Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar ki böylece onların Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. (Allah) onların nezdinde olup bitenleri çepçevre kuşatmış ve her şeyi bir bir sayıp-tespit etmiştir.”

Bu ayet Allah’ın seçtiği peygamberlere gayb ilmini verdiğinin en büyük delilidir.

İkinci olarak; Âl-i İmran suresinden okuduğunuz ayetin sadece baş tarafını okudunuz, sonunu kıraat etmediniz. Şimdi bizim sözümüzü ispat eden bu ayetin tümünü okumak istiyorum. Allah Teala buyuruyor ki:

“Bununla beraber Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğine ayırt eder. O halde Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder, takva sahibi olursanız sizin için de çok büyük bir ecir vardır.”[9]

Bu iki ayet açıkça Allah’ın seçtiği peygamberlerine kendi izniyle gayb ilmini bildirdiğini ifade etmektedir. Buradaki ilim Allah-u Teala’ya özgü olan gayb ilmi olmasaydı ayetteki “illa” (fakat, sadece) edatının bir anlamı olmazdı ve “fakat Allah elçilerinden dilediğine” diye buyurmazdı. 

Anlaşıldığı üzere burada bir istisna vardır. Ayrıca istisna etmiş olduğu kimselerin de elçiler yani peygamber ve vasiler olduğunu açıkça beyan etmiştir.

Nitekim Hud suresi 51. ayette de şöyle buyurmaktadır:

“(Resulüm!) İşte bunlar sana vahiy ettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun, ne de kavmin.”

Şura suresi 52. ayette de şöyle buyurmaktadır:

“İşte böylece sana da emrimizden bir vahy ettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık.”

Eğer alemde gayb ilminin Allah-u Teala tarafından ihsanı olmasaydı, o halde peygamberler nasıl işlerin gerçeğini haber veriyor ve insanları iç hayatlarından haberdar kılıyorlardı. Nitekim Al-i İmran suresinin 49. ayetinde Hz. İsa’nın İsrail oğullarına açıkça şöyle dediğini haber vermektedir:

“Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm.”

İnsanların evinin içinden haber vermek gayptan haber vermek değil midir? Eğer bu konudaki bütün ayetleri burada okuyacak olursak, meclisin vaktini alırız. Örnek olsun diye bu kadar yeter sanırım

Şeyh: Sizin bu tür görüşleriniz sebebiyle sahtekarlıklar ve hokkabazlar toplumda yaygınlaşmıştır. Bazıları gayptan haber verdiklerini iddia ederek toplumda birçok sefaletlere sebep olmaktadır.

Halkı saptırarak onları apaçık gerçekten uzaklaştırmaktalar.
Gayp İlmini, Her Vesile ve Sebeple İddia Edenler Yalancıdırlar

Davetçi: Hak inançlar asla sefalete neden olmaz, insanları kötü yola çeken cehalettir. Eğer Müslümanlar bilgili olurlarsa ve Peygamber (s.a.a)’in emirleri doğrultusunda ilim ve alimlerin peşinden gidecek olsalar, özellikle Kur’ân’ı iyi bilirse ve ilmin kapısı ilk günden kapanmamış olsaydı asla cahil insanların peşinden gitmez her kurt ve tilkilere de yem olmazlardı.

Böylece Kur’ân-ı Kerim’in emriyle yola çıkarak sahtekarlara kanmazlardı. Zira ayette geçen “illa men’irteza min resul” (Peygamberlerden razı olunan hariç) tabiri, açıkça Allah-u Teala’ya özgü gayb ilminin, sebepsiz ve araçsız olarak sadece Peygamberlere özgü kılındığına delalet etmektedir.

Eğer bir kimse Peygamber (s.a.a) veya İmam olmadan Allah-u Teala’ya özgü gayb ilmine mazhar olduğunu iddia ederse, kesinlikle iftira ve yalancıdır. Kur’ân’a uyan arif ve alim Müslümanlar, onların tarafına gitmez ve asla onlara kanmazlar.

Çünkü onlar Kur’ân ve Kur’ân’ın gerçek sahipleri olan Ehl-i Beyt (a.s) dışında hiç kimsenin peşinden gitmezler.

Özetle Peygamber (s.a.a) ve O’nun tertemiz vasileri dışında bu ümmetten her kim gayb iddiasında bulunursa ve her sebep ve vesileyle gayptan haber verdiğini iddia ederse sahtekar, hokkabaz ve yalancıdır.

Şeyh: Peygamberler vahiy nüzulünün merkezi olduğu için (sizin deyiminizle) gayb ilmine sahip olabilirler. Efendimiz Ali (k.v.) peygamber miydi veya bu işte peygamber ortağı mıydı ki gayb ilmini bilsin?


Peygamber ve Vasiler Gayp İlmini Biliyorlardı


Davetçi: Evvela; yine “sizin deyiminizle” diyerek mugalâta ediyor veya hata ediyorsunuz. Neden “Allah’ın dediği gibi” demiyorsunuz da “sizin deyiminizle” diye ifade ediyorsunuz.

Ben kendimden hiçbir şeye sahip değilim, hiçbir iddiada bulunmuyorum, sadece Kur’ân’ı naklediyor ve Kur’ân-ı Kerim’in gerçeklerini keşfetmeye çalışıyorum. Kur’ân-ı Kerim’in gerçek müfessiri olan Peygamber (s.a.a)’e uymaya gayret gösteriyorum.

İlk etapta Kur’ân’dan getirdiğim şahit ayetler ışığında peygamberlerin gayb ilmini bildiğini söylediysem bunu bizzat kendi alimleriniz de tasdik etmektedir. Onlar da Peygamber (s.a.a)’den bir sürü gaybi haberler rivayet etmişlerdir.

Örneğin: İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 1 s. 67’de Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’ye; “Benden sonra Nakisin, Kasitin ve Marikin ile savaşacaksın” sözünü rivayet ettikten sonra şöyle diyor:

“Bu rivayet de Peygamber (s.a.a)’in nübüvvet delillerinden biridir. Zira bu hadiste gayptan apaçık haber vermektedir. Nitekim bu rivayet yaklaşık 30 yıl sonra gerçekleşmiştir.

Zira Nakisin’den maksat Cemel ehlidir, Talha Zübeyr ve Aişe Hz. Ali (a.s)’a isyan ettiler. Kasitin ise Siffin ehli olan Muaviye taraftarlarıdır. Marikin ise dinden çıkan Nehrevan haricileridir.”

Ayrıca Şiilerden hiç kimse Hz. Ali (a.s)’ın ve diğer Ehl-i Beyt (a.s) İmamlarının peygamberliğini iddia etmemiştir. Aksine Hz. Muhammed (s.a.a)’in son bağımsız ve ortaksız bir peygamber olduğuna iman etmişiz, böyle bir inanca saplananları da kafir ve batıl ehli kabul ediyoruz.

Hz. Ali (a.s)’ı ve soyundan gelen on bir İmamı, hak İmamlar ve Peygamber (s.a.a)’in tayin etmiş olduğu halifeler ve vasiler olarak kabul ediyoruz. Allah-u Teala Peygamber (s.a.a)’i vasıtasıyla onları gayb sırlarına vakıf kılmıştır.

Biz de sıradan insanları alemdeki gerçekleri görmekten mahrum kılan perdelerin enbiya ve vasilerinin gözünde olmadığına inanıyoruz. Allah-u Teala zaman ve mekan gereği sahip olduğu güçle lazım olduğu ve salah gördüğü kadar gözlerinden perdeyi kaldırıyor ve onlara gayptan haberler veriyordu.

Her ne zamanda salah görmediyse perde düşüyor ve habersiz kalıyorlardı. Nitekim bazen açıkça bilmediklerini ifade ederek şöyle demişlerdir:

“Eğer ben (bağımsız olarak) gayb ilmini bilmiş olsaydım, mutlaka kendi hayırlarımı çoğaltırdım.”

Yani ben kendiliğimden gayptan bir habere sahip değilim, sadece Allah-u Teala lütfeder ve perde kalkarsa haberdar olabilirim.

Şeyh: Nerede Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla gizli gerçeklerden haberdar kılınmışlardır?

Davetçi: Siz, naklettiğim Kur’ân ayetleri hükmü gereği Hz. Muhammed (s.a.a)’in Allah’ın Resulü ve elçisi olduğunu kabul etmiyor musunuz?

Şeyh: İlginç şeyler soruyorsunuz, şüphesiz Hz. Muhammed (s.a.a) Allah’ın razı olduğu son elçisidir.

Davetçi: O halde, “Sadece Resullerinden seçtikleri dışında hiç kimse gaybi bilemez.” ayetinin hükmü gereği Peygamber (s.a.a) gaybi bilmektedir. Çünkü bu ayete göre gaipleri bilen Allah-u Teala kendi gayp ilminden dilediği kadarını Peygamberlerden seçtiğine ihsan etmektedir.

Şeyh: Peygamber (s.a.a) farzen böyle bir gayp ilmine sahipse de bunun efendimiz Ali’nin (k.v) gaybi bilmesiyle ne ilişkisi vardır?

Davetçi: Eğer siz atalarınızı taklitten çıkar, biraz düşüncenizi genişletir, Peygamber (s.a.a)’in haletini ve sahih hadisleri dikkatle inceleyecek olursanız konu kendiliğinden anlaşılmış olur.

Şeyh: Eğer bizim ilmimiz nakıssa da elhamdülillah sizin fikriniz aydın ve diliniz açıktır, buyurun söyleyin hangi haber efendimiz Ali’nin (k.v) gaybi bildiğine delalet etmektedir? Eğer Peygamber (s.a.a)’in halifesi ve vasileri de gaybi biliyorsa o halde bunu Ehl-i Beyt’e (a.s) mahsus kılmanın gereği yoktur. Raşid halifelerin de gaybi bilmesi gerekir.

Ama görüyoruz ki halifelerden hiçbirisi böyle bir iddiada bulunmamış, aksine Peygamber (s.a.a) gibi sürekli acizlik izharında bulunmuşlardır. O halde neden sadece bu olayı efendimiz Ali’ye (k.v) özgü kılıyorsunuz?

Davetçi: Evvela; Peygamber (s.a.a)’in acizlik izharı hakkında cevabınızı vermiştim; ki Peygamber (s.a.a) bağımsız olarak kendiliğinden gayb ilmine sahip değildi. Gaypları bilen Allah’ın lütfüyle apaçık gerçekleri biliyordu.

“Eğer gaybi bilseydim hayırlarımı arttırırdım.” demesi de buna işaret etmektedir ki; “Ben de Allah-u Teala gibi bağımsız, huzuri bir ilme sahip değilim. Allah-u Teala perdeyi kaldırdığı zaman gizli ve açık gerçekleri keşfediyor ve gayptan haber veriyorum.”

Ehl-i Beyt İmamları, Hak Olan Halifeler ve Gaybı Bilenlerdi


Ayrıca gayb ilmi noktasında halifelerin de istisna edilmemesi gerektiğini söylemeniz de doğrudur. Zaten bizim ihtilafımız da buradan başlamaktadır.

Biz de Peygamber (s.a.a)’in halifelerinin kendisi gibi işlerin zahir ve batınını bilmelerinin gerekliliği kanısındayız. Hatta tüm manasıyla nübüvvet ve risalet dışında bütün sıfatlarda O Hazretin vasi ve halifeleri onun gibi olmalıdırlar.

Ama siz Peygamber (s.a.a)’in halifesinin bir avuç insanın seçtiği kimse olduğunu beyan ediyorsunuz. Hatta bu kimse Peygamber (s.a.a)’in lanetlediği Muaviye gibi birisi olsa dahi.

Ama biz diyoruz ki, Peygamber (s.a.a)’in vasileri bizzat Peygamber (s.a.a)’in nasla tayin etmiş olduğu kimselerdir. Nitekim geçmiş peygamberler de kendi vasilerini nasla tayin etmişlerdir.

Elbette Peygamber (s.a.a)’in nasla tayin etmiş olduğu vasi ve halifelerinin hepsi Peygamber (s.a.a)’in tam mazharı ve benzeriydi. Bu yüzden onların hepsi de gayb alemini ve işlerin gerçeğini biliyordu. 

Sizin rivayetlerde de adları ve sayıları yer aldığı üzere 12 kişiydi. Onların hepsi de hak İmamları, Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’i ve Ali (a.s)’ın soyundan gelen 11 İmamdır.

Başkalarının Peygamber (s.a.a)’in nasla tayin etmiş olduğu halifeleri olmadığının delili de kendi alimlerinizin de kaydettiği gibi sürekli gayb ilmi şöyle dursun, sıradan ilim hakkında bile acizlik içinde olmalarıdır. Hz. Ali (a.s)’ın gaybi bildiğini ispat eden rivayetlere gelince... Peygamber (s.a.a)’den bu konuda birçok hadis rivayet edilmiştir.

Bu cümleden Peygamber (s.a.a)’in birçok zaman ve mekanda beyan etmiş olduğu ve hadisleri arasında “Medine (şehir) hadisi” diye meşhur olan hadistir. Bu hadis Şii ve Sünni arasında mütevatir hadislerdendir. 

Bu hadiste Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)’ı kendi ilim ve hikmetinin kapısı olduğunu beyan ederek şöyle buyurmuştur: “Ben ilim şehriyim Ali’de kapısıdır; İlim öğrenmek isteyen kapıdan girmelidir.”

Şeyh: Bu hadis bizim alimlerimizce ispat edilmemiştir. Dolayısıyla ya haber-i vahiddir ya da zayıf rivayetlerden sayılmaktadır.
Medine Hadisini Nakleden Raviler

Davetçi: Böylesine mütevatir bir hadisi haber-i vahid veya zayıf haberlerden saymanız insafsızlıktır. Halbuki bizzat kendi büyük alimleriniz bu rivayetin sıhhatini kabul etmişlerdir.

Bu konuda şu muteber kitaplarınıza müracaat ederseniz açıkça görürsünüz ki Suyuti, Cem’ul- Cevami, Taberi, Tehzib’ul- Asar, Seyyid Muhammed Buhari, Tezkiret’ul- Ebrar, Hakim Nişaburi, Müstedrek, Firuzabadi, Nakd’us- Sahih, Muttaki Hindi, Kenz’ul- Ummal, Genci Şafii Kifayet’ut- Talib, Cemaluddin Hindi, Tezkiret’ul- Mevzuat’ta şöyle diyor: “Bu hadisi iftira ve yalan sayanlar şüphesiz hata etmişlerdir.”

Hakeza Emir Muhammed Yemani Ravzet’un- Nediyye’de, Hafız Ebu Muhammed Semerkandi, Behr’ul- Esanid’de, Muhammed bin Talha, Metalib’us- Süul’de ve diğerleri genelde bu hadisin sahih olduğunu kabul etmişlerdir.

Zira bu büyük hadis, farklı yollarla ve senetlerle Hz. Ali (a.s), Hz. Hasan, Abdullah bin Mes’ud, Cabir bin Abdullah Ensari, Abdullah bin Mes’ud, Huzeyfe bin Yeman, Abdulllah bin Ömer, Enes bin Malik, Amr bin As gibi sahabilerden ve İmam Zeyn’ul- Abidin, Muhammed bin Ali Bakır, Esbağ bin Nebate, Cerir’uz- Zabbi, Haris bin Abdullah Hemdani, Sa’d bin Tureyf’ul- Hanzeli, Said bin Cübeyr Esedi,

Seleme bin Kuheyl Hazremi, Süleyman bin Mehran A’meş Kufi, Asım bin Hamza Seluli, Abdullah bin Osman bin Haysem, Abdurrahman bin Osman, Abdullah bin Useylet’ul- Muradi, Ebu Abdullah Senabehi ve Mücahid bin Cübeyr Ebu’l- Haccac Mahzumi el-Mekki (tabiinden) ve 200den fazla büyük alimlerinizden rivayet edilmiştir.

Onlardan sadece bazısını arz edeyim ki böylece atalarına uyup bu hadisi zayıf sayan Şeyh Efendi gerçekleri görsün. Zaten bu konu çoğunluk nezdinde açık ve aşikardır. Bu hadisi rivayet eden bazı alimleriniz şunlardır:
-----------------------------
1- H. 310 yılında vefat eden 3. Asır tarihçilerinden ve müfessirlerinden Taberi Tehzib’ul- Asar’da.

2- H. 405 yılında vefat eden Hakim Nişaburi Müstedrek c. 3 s. 126, 128, 226’da.

3- H. 228 yılında ölen Tirmizi Sahih’inde.

4- H. 911. yılında ölen Celaluddin Suyuti Cem’ul- Cevami ve Cami’us- Sağir c. 1 s. 374’de.

5- H. 360 yılında vefat eden Taberani, Kebir ve Evset’de.

6- H. 491 yılında vefat eden Hafız Ebu Muhammed Semerkandi, Bahr’ul- Esanid’de.

7- H. 430’da vefat eden Ebu Naim İsfahani, Marifet’us- Sahabe’de.

8- H. 463’de vefat eden Kurtubi, İstiab c. 2 s. 461’de.

9- H. 483’de vefat eden İbn-i Meğazili Menakıb’da.

10- H. 509’da vefat eden Deylemi Firdevs’ul- Ahbar’da.

11- H. 568’de vefat eden Hatip Harezmi Menakıb s. 49’da ve Maktel’ul- Huseyn c. 1 s. 43’de.

12- H. 571 yılında vefat eden Ebu’l- Kasım bin Asakir Ali bin Hasan Tarih-i Kebir’de.

13- H. 605 yılında vefat eden Ebu’l- Haccac Yusuf bin Muhammed Endülisi Elif Ba c. 1 s. 222’de.

14- H. 630’da vefat eden İbn-i Esir Cizri Usd’ul- Gabe c. 4 s. 22’de.

15- H. 694’de vefat eden Taberi Riyaz’un- Nazre c. 1 s. 129’da ve Zehair’ul- Ukba s. 77’de.

16- H. 748’de vefat eden Zehebi Tezkiret’ul- Huffaz c. 4 s. 28’de.

17- H. 749’da vefat eden Bedruddin Muhammed Zerkeşi Mısri Feyz’ul- Kadir c. 3 s. 47’de.

18- H. 807’de vefat eden Hafız Ali bin Ebi Bekr Haysemi Mecme’uz- Zevaid c. 9 s. 114’de.

19- H. 808 yılında vefat eden Dimyeri Hayat’ul- Hayavan c. 1 s. 55’de.

20- H. 833’de vefat eden Şemsuddin Muhammed bin Muhammed Cizri, Esne’l- Metalib s. 14’de.

21- H. 852’de vefat eden Askalani Tehzib’ut- Tehzib c. 7 s. 337’de.

22- H. 855’de vefat eden Bedruddin Mahmud bin Ayni, Umdet’ul- Kari c. 7 s. 631’de.

23- H. 975’de vefat eden Muttaki Hindi, Kenz’ul- Ummal c. 6 s. 156’da.

24- H. 1031’de vefat eden Abdurrauf Menavi, Feyz’ul- Kadir Şerh-u Cami’is- Sağir c. 3 s. 46’da.

25- H. 1070’de vefat eden Hafız Ali bin Ahmed Azizi, Sirac’ul- Munir Şerh-u Cami’is- Seğir c. 2 s. 63’de.

26- H. 942’de vefat eden Muhammed bin Yusuf Subiyl’ul- Huda ve’r- Reşad fi Esma-i Hayr’il İbad’da.

27- H. 817’de vefat eden Firuzabadi Nakd’us- Sahih’te.

28- H. 241’de vefat eden Ahmed bin Hanbel Müsned’de.

29- H. 652’de vefat eden Ebu Salim Muhammed bin Talha, Metalib’us- Süul, s. 22’de.

30- H. 722’de vefat eden Himvini Feraid’us- Simtayn’de.

31- H. 849’da vefat eden Şehabuddin Devlet Abadi Hidayet’us-Süada’da.

32- H. 911 yılında vefat eden Allame Semhudi Cevahir’ul- Akdeyn’de.

33- Kadı Fazl bin Ruzbehan İbtal’ul- Batıl’da.

34- H. 855 yılında vefat eden İbn-i Sabbağ Fusul’ul- Muhimme s. 18’de.

35- H. 974 yılında vefat eden Mutaassıp, inatçı ve bağnaz İbn-i Hacer Savaik s. 73’de.

36- H. 1000 yılında vefat eden Cemaluddin Ataullah Muhaddis Şirazi Erbain’de.

37- H. 1014 yılında vefat eden Ali Kari Herevi, Mirkat’ta.

38- H. 1205 yılında vefat eden Muhammed bin Ali Sebban, İs’âf’ur- Rağibin s. 156’da.

39- H. 1250 yılında vefat eden Şevkani, Fevaid’ul- Mecmua’da.

40- H. 1270 yılında vefat eden Alusi el-Bağdadi Ruh’ul- Meani tefsirinde.

41- İmam Gazali İhya’ul- Ulum’da.

42- Mir Seyyid Ali Hemedani, Meveddet’ul- Kurba’da.

43- Ebu Muhammed Ahmed bin Muhammed Asımi Zeyn’ul- Feta’da.

44- H. 902 yılında vefat eden Şemsuddin Muhammed bin Abdurrahman Sehavi, Mekasid’ul- Hasene’de.

45- H. 1293 yılında vefat eden Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 14. Bab’da.

46- Yusuf Sibt bin Cevzi Tezkiret-u Havass’il Umme, s. 29’da.

47- Sadruddin Seyyid Huseyn Fevzi Herevi, Nuzhet’ul- Ervah’ta.

48- Kemaluddin Huseyn Şerh-u Divan’da.

49- H. 463 yılında vefat eden Hatip Bağdadi, Tarih c. 2 s. 377’de ve c. 4 s. 348’de ve c. 7 s. 173’de…

Velhasıl birçok alimleriniz kendi muteber kitaplarında detaylıca bu konu etrafında konuşmuş bu hadisin sahih olduğunu belirterek rivayet etmişlerdir.

Bu cümleden H. 658’de vefat eden Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut- Talib’in 58. babının sonunda müsned olarak Peygamber (s.a.a)’den rivayet etmiş olduğu üç rivayetin ardından şöyle demektedir:

“Sahabe, Tabiin ve Ehl-i Beyt (a.s) alimleri Hz. Ali (a.s)’ın faziletini, ilminin çokluğunu, anlayışının keskinliğini, hikmetinin genişliğini, hükümlerinin güzelliğini ve fetvalarının sıhhatini kabul etmişlerdir.

Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğer sahabiler hükümler konusunda onunla istişare ediyor, ihtilaflarda onun görüşünü alıyor, ilmini, faziletinin çokluğunu, aklının üstünlüğünü, hikmetinin sıhhatini itiraf ediyorlardı.

Bu hadis onun hakkında çok büyük bir şey değildir. Zira onun Allah-u Teala, Resulü ve mü’min kulları nezdindeki makamı bundan daha büyük ve yücedir.”

İmam Ahmed bin Muhammed bin Sıddık Mağribi bu kitabın sıhhati hakkında “Feth’ul- Mulk’il Ali bi-sihhat-i Hadis-i bab-i Medinet’il İlm-i Ali” adında müstakil bir kitap yazmıştır ve bu kitap H. 1354 yılında Mısır’da basılmıştır.

Benim şahsi kütüphanemde de bulunmaktadır. Eğer bu konuda hala kalbiniz yatışmadıysa, bundan daha fazla açıklama yapıp farklı rivayetler nakledebilirim.

Seyyid Adil Ahtar: (Ehl-i Sünnet alimlerinden) Birçok rivayette Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu okudum: “Ali’nin faziletlerini nakletmek etmek ibadettir.” Hatta Mir Seyyid Ali Hemedani, Meved-det’ul- Kurba’da Peygamber (s.a.a)’den şöyle rivayet etmektedir:

“Hangi mecliste Ali’nin faziletleri zikredilirse gökteki melekler o meclise teveccüh eder ve onlar için Allah’dan rahmet ve mağfiret dilerler.”

Üstelik zaten Peygamber (s.a.a)’den hadis rivayet etmek de ibadettir. Dolayısıyla lütfen bu meclisi Peygamber (s.a.a)’den daha geniş birkaç rivayet naklederek daha bereketli bir hale getirin.


Ben Hikmet Eviyim” Hadisinin Beyanı


Davetçi: İmam Ahmed bin Hanbel Menakıb-i Müsned’de, Hakim, Müstedrek’te, Mevla Ali Muttaki, Kenz’ul- Ummal, c. 6, s. 401’de, Hafız Ebu Naim İsfahani, 

Hilyet’ul- Evliya c. 1, s. 64’de, Muhammed bin Sebban, İs’âf’ur- Rağibin’de, İbn-i Meğazili Menakıb’da, Suyuti, Cami’us- Sağir’de ve Leali’l- Mesnua’da, Tirmizi, Sahih c. 2, s. 214’de, Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul’de, Şeyh Süleyman Belhi, Yenabi’ul- Mevedde’de, Muhammed bin Yusuf, Kifayet’ut- Talib’de, Sibt bin Cevzi, 

Tezkire’de, İbn-i Hacer, Savaik 9. Bab 2. Fasl’ın zımnında s. 75’de, Taberi, Riyaz’un-Nazre’de, Himvini, Feraid’us- Simtayn’de, İbn-i Sabbağ, Fusul’ul- Muhimme’de, İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehc’ul- Belağa’da ve Şia alimlerinin yanı sıra diğer birçok alimleriniz de sahih olarak Peygamber (s.a.a)’den şöyle rivayet etmişlerdir:

“Ben hikmet eviyim Ali de onun kapısıdır; hikmeti isteyen kapıdan gelmelidir.”

Muhammed bin Yusuf, Kifayet’ut- Talib’in 21. babını bu hadise tahsis etmiş, bu rivayetin senetini zikrettikten sonra şöyle görüş belirtmiştir: “Bu oldukça yüce ve güzel bir hadistir.

Allah-u Teala Peygamber (s.a.a)’e öğrettiği hikmet, eşyanın felsefesi, emir, nehiy, helal ve haramın beyanını Hz. Ali’ye de ihsan etmiştir. Bu yüzden Ali (a.s)’ın hikmet kapısı olduğunu ve gerçekleri keşfetmek için ona müracaat edilmesini emretmiştir.”

İbn-i Meğazili Menakıp’ta ve İbn-i Asakir Tarih’de (kendi üstatlarından hadisin yollarını zikrederek), Hatib Harezmi Menakıb’da, Himvini, Feraid’de, Deylemi Firdevs’te, Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut- Talib 58.

Bab’da, Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 14. Bab’da ve diğer birçok alimleriniz İbn-i Abbas ve Cabir bin Abdullah’dan naklen şöyle rivayet etmişlerdir: “Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)’ın pazılarından tutarak şöyle buyurdular:

“Bu iyi insanların emiri ve kafirleri öldüren kimsedir. Ona yardım edene yardım edilir, onu yardımsız bırakan yardımsız bırakılır.”

Peygamber (s.a.a) daha sonra sesini yükselterek şöyle buyurdu: “Ben ilim şehriyim ve Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen kapıdan gelmelidir.”

Şafii de Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Ben İlim şehriyim, Ali de onun kapısıdır; evlere sadece kapısından girilir.”

Ayrıca Menakıb-u Fahire sahibi, İbn-i Abbas’dan şöyle rivayet etmiştir: “Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısıdır; din ilmini isteyen o kapıdan gelmelidir. Ben ilim kapısıyım, ey Ali sen de onun kapısısın; sen olmadan bana ulaşmayı sanan yalancıdır.”

İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ül-Belağa Şerhi’nin birçok yerinde, Himvini Feraid’de (İbn-i Abbas’dan naklen), Harezmi Menakıb’da (Amr bin As’dan naklen), imam’ul- harem Ahmed bin Abdullah, Zehair’ul- Ukba’da, imam Ahmed bin Hanbel, Müsned’de, Mir Seyyid Ali Hemedani, Meveddet’ul- Kurba’da, hatta bağnaz İbn-i Hacer, 

Savaik 9. Bab 2. Fasıl’ın zımnında s. 75’de, (Hz. Ali (a.s)’ın faziletleri hakkında Bezzaz’dan rivayet etmiş olduğu kırk hadis’ten 9. hadis), Taberani Evsed’de Cabir Bin Abdullah’dan naklen, İbn-i Adiy Abdullah bin Ömer’den, Hakim ve Tirmizi de Hz. Ali’den Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

“Ben ilim şehriyim, Ali de kapısıdır; ilim isteyen kapısından gelmelidir.”

Daha sonra Menakıb-u Fahire sahibi bu hadis hakkında şöyle diyor: “Dar düşünceli insanlar bu hadis hakkında ihtilafa düşmüştür. İbn-i Cevzi ve Nevevi gibi alimler bunun uydurma olduğunu beyan etmiştir. Ama nezdimizde sözü bir senet olan Müstedrek’in sahibi bu sözleri işitince; ‘Bu hadis sahihtir.’ demiştir.”

Bu konuda meclisin vaktini almamak için muteber kitaplarınızda rivayet edilen sayısız rivayetlerden bu kadarıyla yetiniyorum. Bu hadisteki “el-ilm” kelimesindeki “Elif lam” edatı cinsi ifade etmektedir. 

Yani zahiren ve batınen, sureten ve manen ilim cinsinden olan her şey Peygamber (s.a.a)’in yanındaydı ve bütün bu ilimlerin kapısı da Ali (a.s) idi.

Merhum allame Mir Seyyid Hamid Hüseyin Dehlevi (her cildi Sahih -i Buhari, hatta ondan da fazla olan Abakat’ul- Envar kitabının sahibi) bu kitabının iki cildini bu hadisin senedi ve sıhhati hakkında kaleme almıştır. Şu anda senetini hatırlamıyorum. Ama Ehl-i Sünnet alimleri adına bu hadisi mütevatir saymıştır.

Bu kitabı okuyunca sürekli o alime Allah’tan rahmet diliyordum. Çok büyük zahmet çekmiş ve çok derin bir alimdi. Beyler lütfen bu kitabı temin edip mütalaa ediniz ve böylece Hz. Ali (a.s)’ın sahabe arasında şahsına münhasır bir fert olduğunu açıkça anlayınız.

Hz. Ali (a.s)’ın Peygamber (s.a.a)’den sonraki hilafetini ispat eden delillerden birisi de bu mezkur hadistir. Çünkü akıl ve nakil esasınca her kavmin alimleri cahillerden üstündür ve öncelik hakkına sahiptir.

Özellikle de Peygamber (s.a.a) burada ümmetine ilminden istifade etmek isteyenlerin Hz. Ali (a.s)’ın evinin kapısına gitmelerini emrediyor. Peygamber (s.a.a)’in bizzat açtığı bu ilim kapısının kapatılması ve ilmi mertebelere sahip olmayan başka kapıların açılması insafa sığar mı?

Şeyh: Bu hadis hakkında alimlerimizin etraflıca tartıştığı doğrudur. Bazılarına göre sahih, bazılarına göre haber-i vahid, diğer bazılarına göre mütevatirdir. 

Ama bunun Hz. Ali’nin (k.v) gayb ilmini bilmesiyle ne ilgisi vardır? Hz. Ali Gayp İlmini, Kur’ân’nın Zahir ve Batınını Biliyordu

Davetçi: Benim dediklerime dikkat etmiyorsunuz. Daha önce de beyan etmiş olduğum; “O bütün görülmeyenleri bilir. Sırlarına kimseyi muttali kılmaz; ancak, (bildirmeyi) dilediği Peygamber bunun dışındadır.”

hükmü gereği Peygamber (s.a.a), Allah’ın razı olduğu ve seçtiği bir kimsedir. Peygamber (s.a.a)’in gözünden o perde kaldırılmış ve kendisine gaybi ilimler verilmiştir. Dolayısıyla Peygamber (s.a.a), kendisine verilen bu gayb ilmi ve gücüyle bütün işlerin gerçeğini biliyordu. Şii ve Sünni alimlerin ittifaken kabul etmiş olduğu üzere de Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Ben ilmin şehriyim; Ali de onun kapısıdır.”

İşte bu ilim şehrinde var olan bütün ilimlerden, ilim kapısı olan Hz. Ali vasıtasıyla istifada edilebilir. Dolayısıyla Ali (a.s) da sırları ve zahiri bildiği gibi batını da biliyordu. 

Çünkü Ehl-i Beyt (a.s)’ın ilminin temeli Kur’ân’dır. Kur’ân ilimlerinin zahir ve batınını Peygamber (s.a.a)’den sonra bilen Hz. Ali (a.s )’dır. Nitekim kendi alimleriniz de bunu açıkça tasdik etmişlerdir. Örneğin:

Hafız Ebu Naim İsfahani, Hilyet’ul- Evliya c. 1, s. 65’de, Muhammed bin Yusuf, Kifayet’ut- Talib’in 74. babında ve Süleyman Belhi, Yenabi’ul- Mevedde’nin 14.

babının zımnında s. 74’de, Fasl’ul- Hitab’dan müsned olarak Abdullah bin Mes’ud’dan şöyle rivayet etmektedir: “Kur’ân yedi harf üzere nazil olmuştur. Her harfin bir zahiri, bir de batını vardır. Zahir ve batın ilmi ise Hz. Ali (a.s)’ın nezdindedir.”

[1] - Kalec Vaschool, Peşaver şehrinin dışında yapılan yeni bir kültür merkezidir. H.K. 1330 yılında yapılmıştır. Burası büyük Ehl-i Sünnet şahsiyetlerinden muhterem Nevvab Sahibzade Abdulkayyum Han’ın gayretleriyle yapılmıştır.

Yaklaşık bir milyon Rubye harcama yapılmıştır. Yarılı öğrencilere mahsustur, burada beş yüzden fazla öğrenci ilk okuldan yüksek tahsile adar eğitim görmektedir.

Özellikle de doktora ve felsefe eğitimi de yapılmaktadır. Kültür merkezinin ortasında yapılan camide bütün öğrenciler beş vakit namaz kılmaktadır. Kuzey tarafında ilmi ve dini konferanslar için büyük bir salon yapılmıştır.

Haftada bir gün mutlaka orada konuşma yapılmaktadır. Orta okuldan yukarı bütün öğrenciler bu dini konferanslara katılmak zorundadır. Benden de konuşmamı istediler, ben de dört yüzden fazla öğrencinin huzurunda yaklaşık bir saat konuşma yaptım. Kütüphanenin hatıra defterini imzalayıp bir şeyler yazdım.

[2] - Al-i İmran/144.

[3] - Yani Ali hepinizden daha fakihtir ve ilmi daha geniştir. Zira hüküm vermede bütün hükümleri bilmenin yanı sıra, alimlerin yargı ile ilgili kitaplarında belirttiği bir takım şartlar da gerekir.

Dost düşman herkesin ittifak etmiş olduğu üzere bütün bu şartlar Hz. Ali (a.s)’da mevcuttu ve Peygamber (s.a.a) de bu yüzden: “Ali sizin en iyi hüküm vereninizdir.” diye buyurmuştur.

[4] - Kaf/19.

[5] - Saffat/24.

[6] - Haşr/7.

[7] - Nebiz ve uyuşturucu maddelerle abdest almak caiz de?ildir.

[8] - H.K. 1374 yılında hacca gittim, akşam namazına bir saat kala Beyrut uçağıyla Medine’ye indik. Vakit geç olduğu için o çölde namaz kıldım. Oradakiler benim yanımda taşıdığım bir toprak parçasına değil de toprağa secde ettiğimi görünce şaşırdılar. Namazı kıldıktan sonra bana; “Sen putperest Şiilerden değil misin?” diye sordular.

Ben de cevaben şöyle dedim: “Ben Şia olduğum için övünüyorum, aksine muvahhid ve Allah-u Teala’ya tapan biriyim. Sizin bu sözünüz Şiilere iftiradır. Çünkü onlar da temiz kalpli muvahhidlerdir.”

Bunun üzerine şöyle dediler: “Biz genellikle onların üzerinden putları çıkarıp kırıyoruz. Sizin nasıl Şiisiniz ki yanınızda put yok?”

Onların bu sözüne karşılık şöyle dedim: “Sizin bu sözleriniz yanlış ve iftiradır. Şiiler putperestlikten uzaktır. Biz Kur’an hükmünce temiz toprağa secde etmekle yükümlüyüz.

Bu yüzden temiz yer olmayınca üzerine secde etmek için bir miktar temiz toprağı yanımızda taşıyoruz. Burada toprak temiz olduğu için direkt yere secde ettim. Bunlar Müslümanlar arasında fitne düşürmek isteyen Harici ve Nasibilerin iftirasıdır. Siz Ehl-i Sünnet kardeşleri kandırmışlar, siz de onlara kanarak Şii Müslümanları müşrik, putperest sayıyorsunuz.”

Böylece grup vaktine kadar genelde Vahhabi olan cemaatle sohbet ettim. Hepsi etkilenerek istiğfar ettiler. Bana el vererek boynuma sarıldılar. Daha sonra birbirimizden ayrıldık. İbret alın ey basiret sahipleri!

[9] - Âl-i İmran 179.


Peygamber (s.a.a) İlimden Bin Kapı Hz. Ali’nin Yüzüne Açtı

Kendi muteber kitaplarınızda alimleriniz de Hz. Ali (a.s)’ın gaybi ilimlere sahip olduğunu ve Peygamber (s.a.a)’den sonra Allah’ın seçtiği birisi olduğunu tasdik etmişlerdir. Örneğin: İmam Gazali Beyan-i İlm-i Ledünni kitabında Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Peygamber (s.a.a) dilini ağzıma koydu ve bana ondan bin ilim kapısı açıldı. Her kapıdan bin kapı daha açıldı.”

Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’de 14. Bab’ın zımnında s. 77’de, Esbağ bin Nebate’den şöyle rivayet ediyor: “Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyordu:

“Resulullah (s.a.a) yüzüme bin kapı açtı. Her kapıdan da bin kapı açıldı. Böylece bir milyon kapı oldu. Geçmiş ve kıyamete kadar gelecek her şeyi bildim. Bana ayrıca ölümler, belalar ve Fasl’ul- Hitab[1] ilmi verildi.

Aynı babda İbn-i Meğazili’den kendi senediyle Ebi Sabah’dan, o da İbn-i Abbas’dan Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Mirac gecesi Allah-u Teala’ya yakınlaşınca benimle konuştu, necva etti. Ondan öğrendiklerimi Ali’ye öğrettim; o halde Ali benim ilmimin kapısıdır.”

Bu rivayeti Muvaffak bin Ahmed-i Harezmi’den şöyle rivayet etmektedir:

“Cebrail bana cennetten bir kilimle geldi. Ben üzerine oturdum, Allah’ın huzuruna varınca Allah-u Teala benimle konuştu, Allah’tan öğrendiğimi Ali’ye öğrettim, o benim ilmimin kapısıdır.”

Sonra Ali (a.s)’ı çağırarak şöyle buyurdu: “Ey Ali! Seninle barış, benimle barıştır; seninle savaşmak, benimle savaşmaktı;.Benimle ümmet arasındaki ilim sensin.”

Bu babda büyük alimlerinizden birçok rivayet nakl edilmektedir. Örneğin: Ahmed bin Hanbel, Muhammed bin Talha, Harezmi, Gazali Suyuti, Sa’lebi, 

Mir Seyyid Ali Hemedani ve diğerleri farklı tabirlerle Peygamber (s.a.a)’den Hz. Ali (a.s)’a bin ilim kapısı açtığını, her kapıdan bin kapı açıldığını ve bunları Ali (a.s)’ın göğsüne emanet bıraktığını rivayet etmişlerdir.

Hakeza Hafız Ebu Naim İsfahani, Hilyet’ul- Evliya’da, Mevla Ali Muttaki, Kenz’ul- Ummal c. 6, s. 392’de, Ebu Ya’la, Kamil bin Talha’dan, o da İbn-i Luhey’a, o da Hayy bin Abdumeğafiri’den, o da Ebu Abdurrahman Habla’dan, o da Abdullah bin Ömer’den, Peygamber (s.a.a)’in ölümcül hastalığında şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: 

“Bana kardeşimi çağırın.” Derken Ebu Bekir geldi. Peygamber (s.a.a) ondan yüz çevirdi. Yine; “Bana kardeşimi çağırın” buyurdu. Ardından Osman geldi, ondan da yüz çevirdi. Ardından Ali (a.s)’ı çağırdılar.

Ali gelince Peygamber (s.a.a) ona örtüsünü örttü, üzerine eğildi, yanından gidince de Ali (a.s)’a şöyle dediler: “Ey Ali Peygamber (s.a.a) sana ne buyurdu?” Hz. Ali (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

“Peygamber (s.a.a) bana her kapısından bin kapı açılan bin ilim kapısı öğretti.”

H. 430’da vefat eden Ebu Naim İsfahani Hilyet’ul- Evliya c. 1, s. 65’de (Fezail-u Ali’de), Muhammed Cizri, Esne’l- Metalib s. 14’de, Muhammed bin Yusuf Genci, Kifayet’ut- Talib’in 38. 

babında Ahmed bin İmran bin Seleme bin Abdullah’dan müsned olarak şöyle rivayet etmiştir: “Biz de Peygamber (s.a.a)’in yanındaydık. Ali (a.s) hakkında sorulunca şöyle buyurdular:

“Hikmet on bölüme ayrılmıştır; dokuz bölümü Ali’ye verilmiştir; bir bölümü de bütün insanlara tahsis edilmiştir.”

Ebu’l- Mueyyid Muvaffak bin Ahmed Harezmi Menakıb’ta, Muttaki, Kenz’ul- Ummal c. 5 s. 156 ve 401’de birçok alimlerinizden rivayet etmiştir ve İbn-i Meğazili Fezail’de, Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 14.

Bab’da aynı senetlerle (vahiy yazarı) Abdullah bin Mes’ud’dan, Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul s. 21’de Hilye’den, o da Alkame bin Abdullah’tan, kendisine Ali sorulunca Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Hikmet ona bölünmüştür, Ali’ye dokuz bölümü verilmiş, diğer bütün insanlara ise bir bölümü verilmiştir. Ali o bir cüz konusunda da herkesten daha bilgilidir.”

Hakeza, Yenabi’ul- Mevedde aynı babda, Tirmizi’nin Feth’ul- Mubin kitabından naklen Abdullah bin Abbas’tan şöyle rivayet etmektedir:

“İlim on bölümdür; dokuz bölümü Ali’ye verilmiştir, diğer insanlara ise geri kalan bir bölümü verilmiştir. Ali o bölümde de insanların en bilginidir.”

Muttaki Hindi Kenz’ul- Ummal c. 6 s. 153’te, Hatip Harezmi, Menakıb s. 49’da ve Maktel’ul- Huseyn c. 1 s. 43’de, Deylemi Firdevs’ul- Ahbar’da, Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 14. Bab’da Peygamber (s.a.a)’den şöyle rivayet etmektedir:

“Benden sonra ümmetin en alimi Ali’dir.”

Bütün bu hadislerden anlaşıldığı üzere Peygamber (s.a.a) Allah’ın seçtiği bir kul olarak gaybi biliyor ve Allah’tan aldığı batın ve zahir ilmini Ali (a.s)’a öğretiyordu.

Biz de Ali (a.s) ve diğer on bir İmamın Peygamber (s.a.a) gibi Allah’la direkt bir irtibatının olduğunu söylemiyoruz. Ama kesin olarak onların Peygamber (s.a.a)’den feyiz aldığını beyan ediyoruz.

Hayatında ve ölümünde bütün varlıklara verilen feyizler Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla Allah-u Teala tarafından verilmiştir. Elbette geçmiş ve gelecekle ilgili önemli haberler Peygamber (s.a.a) hayattayken Allah-u Teala tarafından kendisine bildiriliyordu, Peygamber (s.a.a) de bunlardan bazısını hayattayken Ali (a.s)’a öğretiyordu.

Hazinesinde var olan ilmi de bu dünyadan gitmek üzereyken hepsini Hz. Ali (a.s)’a emanet bırakmıştır. Bu konuda birçok muteber alimlerinizin kitabından sayısız hadis rivayet edilmektedir. Bunlardan sadece bazısını örnek olsun diye önceden açıkladım. Hatta kendi alimleriniz Aişe’den şöyle dediğini rivayet etmekteler:

“Peygamber (s.a.a) Ali’yi çağırdı, onu göğsüne dayadı, üzerine örtüyü çekti, ben de başımı yaklaştırdım, ne kadar dinlediysem bir şey anlamadım. Hz. Ali (a.s) bir müddet sonra başını kaldırınca alnından terler dökülüyordu.

“Ey Ali bu müddet boyunca Peygamber (s.a.a) sana ne buyurdu” diye sorduklarında, Hz. Ali (a.s) şöyle dedi: “Resulullah (s.a.a) bana, her kapısından bin kapı açılan bin ilim kapısını öğretti.”

Önceki geceler de detaylıca anlattığım gibi Peygamber (s.a.a) Kureyş’in büyüklerini ve amcalarını Ebu Talib (a.s)’ın evine davet etti. Onlara risaleti tebliğ etti. Orada Hz. Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)’e ilk iman eden kimseydi. Peygamber (s.a.a) onu kucağına alıp ağzına tükürüğünü sürdü, bu konuda Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “O an kalbime ilim çeşmeleri döküldü.”

Nitekim kendi alimlerinizin rivayet etmiş olduğu üzere Hz. Ali (a.s) bir hutbesinde şuna işaret ederek şöyle buyurmuştur: “Beni kaybetmeden önce bana sorun; çünkü göğsüm ilimle doludur”

Sonra karnına işaret ederek; “Bu karnım ilimle doludur, bu Peygamber (s.a.a)’in o tükürüğüdür, bu Peygamber (s.a.a)’in bana yedirdiği ilim taneleridir.”

Hz. Peygamber (s.a.a) son nefesine kadar Ali’yi rabbani feyizden feyizlendirmiş, Allah’tan aldığı feyizleri Ali (a.s)’ın kalbine dökmüştür. İbn-i Sabbağ, Fusul’ul- Muhimme’de şöyle diyor: “Peygamber (s.a.a) Hz. Ali’yi, çocukluğundan beri ilim ve amel açısından sevgi dolu kucağında büyüttü.”