Ebu Talib’in İmanını Saklamasının Sebebi

Ama Ebu Talib (r.a), eğer iman ettiğini zahir etmiş olsaydı, artık iş biterdi. Çünkü o zamanlar Peygamber (s.a.a)’in bir yardım edicisi yoktu. Dolayısıyla bütün Kureyş ve Araplar Haşim oğulları aleyhine kıyam eder ve risaleti yok ederdi. 

Bu yüzden Ebu Talib (r.a), iman ettiğini siyaset gereği sakladı. Onlardan görünerek Kureyş’e engel olmaya çalıştı. Onlar da Ebu Talib’e saygı olarak ciddi kararlar almıyorlardı. Böylece iman ettiğini izhar edebileceği bir zamanı bekliyordu.

Nitekim de böyle oldu, o hayatta olduğu müddetçe Peygamber (s.a.a) gönül rahatlığı içinde görevini yaptı. O, bi’setin 10. yılında vefat edince Cebrail nazil olarak şöyle arz etti:

“Mekke’den çık, Ebu Talib’ten sonra artık sana yardım edecek kimsen yok.”

Şeyh: Acaba Ebu Talib, Peygamber (s.a.a) zamanında İslâm’ı seçtiğini açıklamış mıydı ve ümmet bunu biliyor muydu?

Davetçi: Evet, bu biliniyordu. Bütün ümmet onun adını saygıyla anıyordu.

Şeyh: Peygamber (s.a.a) zamanında Müslüman olduğu biliniyorduysa, nasıl oldu da 30 yıl sonra uydurulan bir hadis yaygınlaştı ve apaçık gerçek kayboldu.

Davetçi: Bu, İslâm’da kırılan ilk şişe (kaybolan ilk gerçek) değildir. Peygamber (s.a.a) zamanında birçok olay, bilindiği halde sonradan uydurulan hadislerle ortadan kalkmıştır. Hatta birçok dini hükümler bile yıllar geçtikten sonra bazılarının otoritesiyle değişmiş ve başka bir şekle bürünmüştür.

Şeyh: O çoklardan birini örnek verir misiniz?


Davetçi: Vakit dar olduğundan dolayı sadece hepsinden önemli bir konuyu zikretmek istiyorum. Bu Kur’ân’da da yer alan mut’a nikahı ve nisa haccıdır.

Kur’ân-ı Kerim’in hükmü ve iki fırkanın ittifakıyla mut’a Peygamber (s.a.a) zamanında meşru ve yaygın bir ameldi. Ebu Bekir döneminde ve Ömer’in hilafetinin ilk yıllarında da ümmet arasında uygulanıyordu. Ama Ömer şöyle dedi: “Peygamber (s.a.a) zamanında varolan iki mut’ayı ben haram kılıyorum ve yapanları cezalandıracağım.”

Yani Allah’ın helali, on üç asırdır haram kılınmıştır. Ömer’in bu sözü güçlendi ve Kur’ân-ı Kerim’in Peygamber (s.a.a)’in ve ashabın açık beyanlarına rağmen körü körüne hiçbir delil olmaksızın uygulandı. 

Böylece her iki konu da tahrif edildi. Şimdi de Ehl-i Sünnet kardeşler Peygamber (s.a.a)’in bu güzel sünnetini ve Allah’ın helalini Şii Müslümanların bidati olarak adlandırıyorlar. 

Şu anda da Ehl-i Sünnet bunu kabul etmemektedir. Delillerini de beyan edecek olursak yine de reddediyorlar. Halbuki bu her iki mut’a da Peygamber (s.a.a) zamanında helaldi. Bizzat halifenin kendi deyimiyle Allah’ın bu helali haram edildi.

Kur’ân’da belirtilen, Peygamber (s.a.a)’in hayatında uygulanan ve ashapça da kabul gören böylesine açık bir İlahi hüküm, sizin muteber kitaplarınızda da helal olduğu söylendiği halde bizzat Ömer tarafından hiçbir ayet ve hadise dayanmadan haram kılınmıştır. Bütün bunlara rağmen siz Ebu Talib (r.a)’in imanının küfre nasıl dönüştüğünü mü merak ediyorsunuz?

Şeyh: Siz milyonlarca Müslüman’ın, asırlardır Kur’ân-ı Kerim ve sünnete aykırı amel ettiğini mi söylemek istiyorsunuz? Halbuki biz de bütün dünyada Sünni diye biliniyoruz. Yani Peygamber (s.a.a)’in sünnetine bağlıyız. Şiiler de Peygamber (s.a.a)’in sünnetinden yüz çevirdiği için Rafızî diye adlandırılmıştır.

Gerçekte Sünniler Rafızî, Şiiler ise Sünni’dirler


Davetçi: Zahiren siz kendinizi Sünni, Şii Müslümanları da Rafızî diye adlandırıyorsunuz. Oysa insaflıca hükmedecek ve bağnazlığı da bırakacak olursanız, açıkça görürsünüz ki gerçekten Peygamber (s.a.a)’in sünnetine bağlı olanlar Şiilerdir, Rafızîler ise sizlersiniz; yani sizler Kur’ân ve sünnetten yüz çeviriyorsunuz.

Şeyh: Aferin! Milyonlarca temiz Müslüman’ı Rafızî saydınız, buna deliliniz nedir?

Davetçi: Siz de yüz milyondan fazla temiz Müslüman’ı ve Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’ne tabii olan Şii Müslümanları Rafızî kafir ve müşrik sayıyorsunuz. Halbuki önceki gecelerde beyan etmiş olduğum üzere Peygamber (s.a.a) Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’e tabi olunmasını emretmiştir.

Siz kasıtlı olarak Ehl-i Beyt (a.s)’dan yüz çevirip başkalarına uyuyorsunuz; Peygamber (s.a.a) zamanında Kur’ân hükmü gereği uygulanan sünneti çiğniyorsunuz ve ilk iki halifenin hükmüyle O’nları terk ediyorsunuz. Peygamber (s.a.a)’in sünnet ve siretine tabi olanları Rafızî, müşrik ve kafir sayıyorsunuz.

Hakeza Kur’ân Enfal suresi 41. ayette şöyle buyuruyor:


“Bilin ki ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyin humusu (beşte biri) Allah-u Teala’ya, Resulüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir...”

Peygamber (s.a.a) hayattayken bu hüküm uygulanıyor, ganimetlerin humusu (beşte biri) akrabalar arasında paylaşılıyordu. Ama sonradan bu terk edildi. Bilahare eğer tümüne işaret edecek olursak söz uzayacaktır.

Biz Şii Müslümanların Peygamber (s.a.a)’in siret ve sünnetine uyduğunun ve sizlerin Peygamber (s.a.a)’in siret ve sünnetiyle ashabın amelinden uzaklaşıp Rafızî olduğunuzun en büyük delili, Mut’a konusudur. Mut’a Allah’ın hükmü, Peygamber (s.a.a)’in sünneti ve ashabın ameliyle Peygamber (s.a.a) döneminde Ebu Bekir’in hilafetinde ve Ömer’in hilafetinin ilk başlarında helal idi ve uygulanıyordu.

Ama Ömer’in siyaset üzere söylediği bir tek sözle Allah’ın helali haram kılındı, Peygamber (s.a.a)’in sünneti terk edildi. Buna rağmen kendinizi Sünni sayıyor, Kur’ân ve sünnete uyan Şii Müslümanları ise Rafızî sayıyorsunuz! Cahil halkı öylesine bir kandırdınız ki tam on dört asırdır bizi rafızî ve müşrik sayıyorlar. 

Siz Sünniler kraldan çok kralcısınız. Ömer kendi sözünü ispat için hiçbir delil getirmezken, siz Sünniler kitaplarınızda yüzlerce sözde delil getirerek Ömer’in sözünün hak olduğunu, Kur’ân, sünnet ve sahabenin amelinin batıl olduğunu beyan ediyorsunuz!!

Şeyh: Mut’anın helal olduğu konusundaki deliliniz nedir? Hangi delille, Ömer’in Allah’ın sözü ve Peygamber (s.a.a)’in sünnetine aykırı amel ettiğini iddia ediyorsunuz?