Esedullah vücuda geldi,Perdenin arkasında var olan geldi

Hz. Ali (a.s) işte böylece Kabe’de doğma şerafetine sahip oldu; hem de annesi özel bir davetle davet edilmişti. Bu olay Şii ve Sünni her iki tarafın da ittifak etmiş olduğu bir konudur.

Hiç kimse böyle bir üstünlüğe sahip olamamıştır. Nitekim Hakim Müstedrek’de ve İbn-i Sabbağ Maliki Fusul’ul- Muhimme 1. fasıl s. 14’de şöyle diyorlar: “Hz. Ali’den önce hiç kimse Kabe’de doğmamıştır. Allah-u Teala O’nu yüceltmek, mertebesini yükseltmek ve ikram olsun diye sadece O’na bu şerafeti vermiştir.

Bu konuda Hz. Ali (a.s)’ın şerafetini artıran diğer bir özellik de, adının gayb aleminden seçilmesidir.

Şeyh: İlginç şeyler beyan ediyorsunuz. Ebu Talib, Peygamber miydi ki ona; “Çocuğunun adını Ali koy” diye vahiy olsun. Bu Şiilerin O’na karşı sevgisinden uydurdukları bir şeydir. 

Yoksa bunun başka bir yolu yoktur. Anne babası kendi özgür iradeleriyle adını “Ali” koymuştur, unun gayb alemiyle bir irtibatı yoktur.

Davetçi: Benim sözümde sizi şaşırtacak hiçbir garip yön yoktur; zira bütün semavi kitaplarda “Muhammed” ve “Ali” (aleyhumes selam)’ın adı, Peygamber ve İmam olarak zikredilmiştir.

“Muhammed” ve “Ali” ismini, Allah-u Teala yaratılıştan binlerce yıl önce seçmiştir. Bütün göklerde, cennet kapılarında ve arşta kaydedilmiştir. Bunun Ebu Talib (r.a)’in zamanına mahsus olması söz konusu değildir.

Şeyh: Sizin bu sözünüz guluv (aşırılık) değil midir? Siz Hz. Ali’yi (k.v) yaratılıştan önce melekut aleminde Peygamber (s.a.a) ile birlikte zikretmekle aşırı gidiyorsunuz.

Halbuki Peygamber (s.a.a)’in adı da varlığı gibi her şeyden üstündür ve eşi yoktur. Alimlerinizin bu fetvası yüzünden ezanda da Peygamber’in adının hemen ardından Ali’nin adı zikredilmektedir.

Davetçi: (Gülerek) Beyler bu sözlerimin guluvla ilgisi yok. O’nun adını melekut alemine ben yazdırmadım, bana isnat etmeyin, Allah-u Teala O’nun adını Peygamber (s.a.a)’in adıyla birlikte kaydetmiştir. Nitekim kendi muteber kitaplarınızda bu konuda birçok hadis vardır.

Şeyh: Siz daha da guluv ederek Ali (a.s)’ın adını Allah’ın adıyla zikrettiniz, lütfen sözünü ettiğiniz rivayetlerden örnek veriniz.
Arş-ı A’lada, Allah ve Peygamber’in Adlarının Ardından Ali’nin Adı Yazılmıştır

Davetçi: Taberi Tefsir-i Kebir’de, İbn-i Asakir Tarih’te, Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut- Talib’in 62. Babında, Hafız Ebu Naim Hilyet’ul- Evliya’da,

Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde s. 238’de (56. babın zımnında 52. hadis) Taberi’den naklen müsned olarak farklı tabirlerle Ebu Hureyre’nin Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu kaydetmişlerdir:

“Arşın sütununa; “La ilahe illallah vahdehu lâ şerike leh ve Muhammed’un Abdî ve rasulî, eyyettuhu bi-Ali’yyibn-i Ebi Talib” yazılmıştır.” [8]

Celaluddin Suyuti Hesais’ul- Kubra c. 1, s. 10’da ve Dürr’ul- Mensur İsra suresinin başında İbn-i Adiy ve İbn-i Asakir’den naklen Enes bin Malik’den Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu kaydetmişlerdir: “Mirac gecesi arşın sütununda şöyle yazıldığını gördüm: “La ilahe illallah Muhammed’un Rasulullah, eyyedtuhu bi-Aliyyin” [9]

Yenabi’ul- Mevedde s. 207’de, Zehair’ul- Ukba’dan naklen Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:

“Mirac gecesi yüksek melekut alemine varınca, arşın sağ sütununa baktım, orada şöyle yazılıydı: “Muhammed Allah’ın Resulüdür, onu Ali ile teyit ve O’na Ali ile yardım ettim.”

Yenabi’ul- Mevedde s. 234 (19. hadis)’de İmam’ul- Harem’in Kitab’us- Seb’in kitabından naklen (o da İbn-i Meğazili’nin Menakıb’inden naklen), Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurbanın 6. Mevedde’sinde (iki hadis), Hatip Harezmi Menakıb’da,

İbn-i Şirveyh Firdevs’de, İbn-i Meğazili Menakıb’da, Cabir bin Abdullah’ın Peygamber (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu kaydetmişlerdir:

“Cennetin kapısında şöyle yazılmıştır: La ilahe illallah, Muhammed’un Resulullah, Aliyyun veliyyullah, ehu Resulullah kable en yahluke’s- Semavati ve’l- arzi bi-elfey amin” [10]

Şimdi aklıma başka bir güzel hadis geldi; Mir Seyyid Ali Meveddet’ul- Kurba’nın 8. Mevedde’sinde Peygamber (s.a.a)’in Ali (a.s)’a şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Dört yerde senin adını da kendi adımın yanında gördüm:

1- Miraç gecesi, Beyt’ul- Mukaddes’e varınca orada şöyle yazıldığını gördüm: “La ilahe illâllah Muhammed Resulullah (s.a.a) eyyedtuhu bi-Aliyyin vezirihi.” [11]

2- Sidret’ul- Müntaha’ya varınca da orada şöyle kaydedildiğini gördüm: “İnni enellah la ilahe illa ene vahdi ve Muhammed’un safveti min halki eyyedtuhu bi-Aliyyin vezirihi ve nesartuhu bihi.” [12]

3- Rabb’ul- aleminin arşına varınca sütunlarına şöyle yazıldığını gördüm: “İnni enellah, la ilahe illa ene, Muhammed’un habibi min halki, eyyedtuhu bi-Aliyyin vezirihi ve nesartuhu bihi.” [13]

4- Cennete varınca cennetin kapısında da şöyle yazıldığını gördüm: “İnni enellah, la ilahe illa ene, Muhammed’un habibi min halki, eyyedtuhu bi-Aliyyin vezirihi ve nesartuhu bihi.” [14]

İmam Salebi Keşf’ul- Beyan tefsirinde, Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’nin 23. babında (Ebu Naim İsfahani’den naklen), Muhammed bin Cerir Tefsir’inde, 

İbn-i Asakir kendi Tarih’inde İbn-i Abbas ve Ebu Hureyre’den naklen “O seni yardımıyla destekleyecektir...”[15] ayetinin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu rivayet ederek Resulullah (s.a.a)’in de şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

“Arşa şöyle yazıldığını gördüm: “La ilahe illallah vahdehu la şerike leh Muhammed’un abdi ve resulî, eyyettuhu ve nesartuhu bi-Ali’yyibn-i Ebi Talib.” [16]

Ayrıca Şifa ve Menakıb kitaplarında bu tür başka hadisler de rivayet edilmektedir. Böylece bilin ki “Muhammed” ve “Ali” isimlerinin onlara verilmesi, bizimle bir ilgisi yoktur; O’nların isimleri bizzat Allah-u Teala tarafından seçilmiştir.

Sa’lebi Keşf’ul- Beyan tefsirinde, Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’nin 24. babında (İbn-i Meğazili’den naklen); “Adem Rabbinden bir takım kelimeler aldı da tövbe etti.

Şüphesiz Allah tövbeleri kabul eden ve merhameti bol olandır.”[17] ayetinin tefsirinde Said bin Cubeyr ve İbn-i Abbas’tan şöyle rivayet etmekteler: Peygamber (s.a.a)’e; “Adem’in aldığı ve tövbesinin kabulüne neden olan kelimeler nelerdi? diye sorduklarında şöyle buyurdular:

“Allah’tan Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in hakkı için bağışlanmasını istedi, Allah-u Teala da tövbesini kabul edip onu bağışladı.”

Zannedersem Şia alimlerinin nezdinde mütevatir olan, kendi büyük alimlerinizin kitaplarında da yer alan bunca hadis, birinci sorunuz için yeterlidir.

Ama Ebu Talib (r.a)’in peygamberliği ve vahyin ona nüzulü konusunda da yine yanlış düşünüyorsunuz. Zira bildiğiniz gibi vahiy ve ilham için bir takım derece ve mertebeler vardır, şimdi onları beyan edecek imkanımız yoktur.

Ayrıca bu mertebeler nübüvvet makamına özgü bir şey de değildir. Lügat açısından vahiy, bir ferdin diğerlerinden gizlice ve hızlıca özel bir şekilde bilinçlenmesi olayıdır. Birçok insan ve hayvan vahiy ve içgüdüsel ilhamlara mazhar olmuştur. Örneğin bal arısı, Musa’nın annesi ve diğerleri.

Bal arısı peygamber olmadığı halde Allah-u Teala ona vahy etmiştir. Nitekim Nahl suresi 68. ayette şöyle buyurmaktadır:

“Rabbin balarısına: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptıkları çardaklardan kendilerine evler edin” diye vahy etti...”

Hakeza Hz. Musa’nın annesi hakkında da peygamber olmadığı halde Kasas suresi 7. ayette şöyle buyuruyor:

“Musa’nın anasına: “Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil nehrine) bırakıver, hiç korkup kaygılanma; çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız” diye vahiy ettik.”

Ayrıca Allah-u Teala’nın insana yol göstericiliği de sadece vahiy yoluyla değildir; bazen bir sesle de kullarına yol göstermektedir. Nitekim bu iş defalarca tekrarlanmış ve Kur’ân’da da yer almıştır. Örneğin: Meryem suresi 24. ayette ise şöyle buyurmaktadır:

“Aşağısından (bir ses) ona şöyle seslendi: “Tasalanma! Rabbin senin alt yanında bir su arkı vücuda getirdi...”

O halde Allah-u Teala bazen vahiy ve bazen de bir sesle, peygamber olmadığı halde insana ve hatta hayvanlara yol göstermektedir. İşte bu esas üzere Ebu Talib’e de çocuğunun adının konulmasında kılavuzluk etmiştir.

Buna rağmen hiç kimse Ebu Talib (r.a)’in peygamber olduğunu söylememiş, vahye muhatap olduğunu da iddia etmemiştir. Semavi bir ses veya yeni doğan çocuğunun isminin yazıldığı bir levha nüzulü sayesinde kılavuzluk edilmiştir. Nitekim kendi büyük alimleriniz de muteber kitaplarında bunu zikretmişlerdir.

Şeyh: Nerede bizim alimlerimiz böyle bir şeyi yazmıştır?

Hz. Ali’nin İsminin Konulması İçin Levhanın Nüzulü


Davetçi: Birçok kitaplarınızda mevcuttur. Şu anda aklımda kaldığı kadarıyla Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’nın 8. Mevedde’sinde (Abbas bin Abdulmuttalib’ten naklen), Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’nin 56. Babında, Muhammed bin Yusuf da Kifayet’ut Talib’de az bir farklılıkla şöyle rivayet etmişlerdir:

“Ali doğunca annesi, babasının adı olan “Esed” adını ona verdi. Ebu Talib bu isme razı olmadığından dolayı şöyle dedi: “Ey Fatıma, bugün Ebu Kubays dağına ( bazılarına göre ise Mescid’ul- Haram’a) gidelim. Allah’dan bu çocuk için bir isim dileyelim.” Birlikte akşam olunca Ebu Kubays dağına (veya Mescid’ul- Haram’a) gidip dua ettiler. Ebu Talib (r.a), duasını bir şiir şeklinde şöyle beyan etti:

Ya Rabbi, ey karanlık gecenin sahibi!

Ve aydınlatan ayın Rabbi!

Gizli emrini bize beyan et.

Bu bebeğin ismini ne koyalım?

O anda gökten bir ses geldi, Ebu Talib başını kaldırdığında üzerinde dört satır yazılı yeşil bir levhayı gördü, hemen onu aldı, göğsüne dayadı. Üzerinde şu şiir yazılıydı:

Sizlere temiz bir çocuk verdik;

O pâk, seçilmiş ve hoşnut olduğun biridir.

İsmi Allah-u Teala tarafından Ali’dir;

Ki Aliyy’ul A’la’dan türemiştir.

Genci Şafii ise Kifayet’ut Talib’de bir sesin geldiğini ve Ebu Talib’e cevap olarak şöyle denildiğini yazmaktadır:

Ey Peygamber’in Ehl-i Beyti!

Sizlere temiz bir evlat verdim.

Onun adı, Ali’dir;

Aliyy’ul- A’la’dan türemiştir.

Bunun üzerine Ebu Talib çok sevindi ve Allah-u Teala için secdeye kapandı. Hemen on deve kurban kesti ve o levhayı Mescid’ul- Haram’a astı, Haşim oğulları Kureyş’e karşı o levhalarla övünüyordu. O levhalar Haccac’ın Abdullah bin Zübeyr’le yaptığı savaşa kadar orada duruyordu, sonra kayboldu.”

Bu rivayet de Ebu Talib (r.a)’in muvahhid olduğunun bir delilidir. Zira Allah’tan bir isim istiyor, Allah-u Teala’dan bir lütuf görünce de hemen secdeye kapanıyor. Acaba bir nimete erişince şükür secdesine kapanan birisi müşrik olabilir mi? Cahilce bağnazlık ve inattan Allah’a sığınırım.