Hz. Ali (a.s)’ın En Bilgin ve En Faziletli Oluşu

Şeyh Süleyman Belki Yenabi’ul- Mevedde’nin 14. babının evvelinde s. 65’de, İbn-i Talha’nın Durr’ul- Menzum’undan naklen Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

Şüphesiz ilklerin ilmine sahibim,

Sonların ilmi de kalbimde gizlidir.

Bütün gayb sırlarının kaşifiyim,

Geçmiş ve gelecek benim kalbimdedir.

Ben her küçük ve büyüğün emiriyim,

İlmim bütün varlığa ihata etmiştir.

Daha sonra Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Eğer istersem, Fatiha’nın tefsiri konusunda yetmiş deve yükü kitap yazarım, bunun delili de Peygamber (s.a.a)’in şu sözüdür: “Ben İlim şehriyim, Ali de onun kapısıdır.” Allah-u Teala da şöyle buyurmuştur: “Evlere kapısından gelin. O halde ilim isteyen kapıdan gelmelidir.”

Hz. Ali (a.s)’ın Peygamber (s.a.a)’den hemen sonra halife olduğunun ve diğerlerinden öncelik hakkına sahip bulunduğuna dair akıl, nakil, kitap sünnet ve icmada önceki gecelerde aktardığım sayısız deliller mevcuttur.

Bundan da öte Hz. Ali (a.s)’ın en alim ve faziletli oluşu, bunun en büyük delilidir. Zira akıl ve mantık açısından hiçbir cahil, bir alimin önüne geçemez. Hz. Ali (a.s)’ın ilmi ve fazilet üstünlüğü dost düşman herkesçe bilinmektedir. 

Hatta İbn-i Ebi’l- Hadid birinci hutbenin zımnında şöyle diyor: “Onlar üstünü (ilk üç halifeyi) en üstünden (Hz. Ali (a.s )’den) öne geçirdiler.”

Bu Hz. Ali (a.s)’ın üstünlük ve faziletini itiraf etmektir. Ama adet ve bağnazlık üzere hemen ardından şöyle diyor: “Allah-u Teala üstünü, en üstün ve en kamilden öne geçirdi.”

Halbuki böyle bir söz İbn-i Ebi’l-Hadid gibi birine hiç yakışmamaktadır. Nitekim büyük alim ve akıl sahipleri de ilim, mantık ve akıl dışı bu sözü dolayısıyla kendisini eleştirmişlerdir. Zira o Allah-u Teala’ya yersiz isnatta bulunmuştur. 

Halbuki Allah-u Teala asla akıl ve mantık hilafına davranmaz ve mefzulu (kendisine tercih edileni), fazıldan (tercih edilenden) öne geçirmez, nerede kaldı ki efzel (en faziletli) ve a’lemden (en alimden) öne geçirsin.

En küçük ilim ve şuur sahibi bir insan da ilim ve mantık üzere asla fazılı efzelden öne geçirmez, nerede kaldı ki mefzulu efzelden öne geçirsin!

O halde Allah-u Teala nasıl olur da mefzulu efzelden öne geçirebilir? Halbuki bizzat Allah’ın kendisi Zümer suresi 9. ayette şöyle buyuruyor: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”

Hakeza Yunus suresi 35. ayette açıkça şöyle buyurmaktadır:


“Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır, yoksa doğru yola erişme verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı?”

Binaenaleyh a’lemiyet ve efzeliyet açısından Peygamber (s.a.a)’den sonra ümmet konusunda öncelik hakkı Hz. Ali (a.s)’ın idi. Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid de Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 1 s. 4’de açıkça bu manayı itiraf etmekte ve şöyle demektedir: “Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’den sonra insanların en üstünüydü. Bütün Müslümanlardan hilafete daha layıktı.”

Birinci delille de ilgili olan ikinci büyük delil ise Resulullah (s.a.a)’in bu hadisteki son sözüdür: “...İlim isteyen onun kapısından gelmelidir.” Lütfen Allah aşkına insaflı olunuz.

Peygamber (s.a.a)’in kapısına gidilmesini emrettiği bir isim mi itaate daha layıktır, yoksa insanların toplanıp seçtiği bir isim mi?

Ayrıca Peygamber (s.a.a)’in emrine mutlak surette itaat edilmelidir. Peygamber (s.a.a) öncelik hakkını da aklı cihetiyle belirtmiş ve a’lemiyet olduğunu açıkça beyan etmiştir.

Şeyh: Eğer a’lemiyet ve efzeliyet hususunda öncelik hakkı efendimiz Ali’nin (k.v) olmuş olsaydı, ümmetin de bilip itaat etmesi için O’nu tayin etmesi gerekirdi. Halbuki böyle bir tayin görmemekteyiz.

Davetçi: Sizden bu tür sözleri duymak insanı üzmektedir. Neden ilim bilgi ve apaçık gerçeğiniz bu tür adetlerin etkisinde kalmaktadır? Beyler on gecedir muteber kitaplarınızdan delil getiriyorum. 

Ama siz yine kalkmış başa dönüyor ve bir nassın olmadığını beyan ediyorsunuz. Halbuki muteber kitaplarınız gizli ve açık naslarla doludur, buna rağmen hepsini görmezlikten geliyorsunuz. Sizlere soruyorum: “Bu ümmetin Resulullah (s.a.a)’in ilim ve siretine ihtiyacı var mıdır, yok mudur?

Şeyh: Kıyamete kadar bu ümmetin ve bütün sahabenin Resulullah (s.a.a)’in yüce ilmine ve siretine ihtiyacı var dır.

Davetçi: Eğer Peygamber (s.a.a)’den sadece; “Ben ilim şehriyim Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen kapıya gelmelidir.” hadisi rivayet edilmiş olsaydı, yine yeterli olurdu.

Hz. Peygamber (s.a.a)’in Buyurduğuna Göre Hz. Ali Ümmetin En Bilgini İdi


Bu hadisten daha açık bir nas düşünülebilir mi? İlim isteyen herkesin Ali (a.s)’ın kapısına gitmesini emrediyor. Şimdi seher vaktidir. Bütün gece boyunca bu konu hakkında konuştum, beylerin vaktini aldım, ama siz beni soğuttunuz.

Siz de geçmişleriniz gibi doğru söze kulak vermiyorsunuz. Sözümü duymazlıktan geliyor, nasları inkar ediyorsunuz.

Hangi nas ilim nassından daha üstündür? Hangi akıl, din ve bilim ehli, alim olduğu yerde cahile gidilmesini emreder. Eğer ilim ve mantıkta dünyada böyle bir söz söyleyen varsa, biz de sizin mantığınıza uyarız.

Eğer böyle bir söz yoksa o halde sizin de bütün ilim ehlinin mantığı olan bizim mantığımıza teslim olmanız gerekir. Hz. Ali (a.s) ümmetin en alimi olduğu için ilim, akıl ve mantık gereğince ona uymamız gerekir.

Büyük alimlerinizden Ahmed bin Hanbel, Müsned’de, Harezmi, Menakıb’da, Hafız Ebu Naim İsfahani, Nuzul’ul- Kur’ân fi Ali’de, Hace Kelan Belhi, Yenabi’de, Mir Seyyid Ali Hemedani, Meveddet’ul- Kurba’da, hatta İbn-i Hacer, Savaik’de, Peygamber (s.a.a)’in defalarca şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Ümmetimin en alimi, Ali bin Ebi Talip’tir.”

Sahabeden hiç kimse Hz. Ali (a.s) nin dengi değildi. Nitekim İbn-i Meğazili, Menakıb’da, Muhammed bin Talha, Metalib’us- Süul’de, Himvini, Feraid’de, Şeyh Süleyman Hanefi, Yenabi’nin 14. babında Kelbi’den naklen Abdullah bin Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir:

“Peygamber (s.a.a)’in ilmi Allah’ın ilmindendir. Ali (a.s)’ın ilmi de Peygamber (s.a.a)’in ilmindendir. Benim ilmim de Ali (a.s)’ın ilmindendir. Benim ve sahabenin ilmi Ali (a.s)’ın ilmi karşısında yedi denizde bir damla su mesabesindedir.”

Hakeza Hz. Ali (a.s) Nehc’ul- Belağa’nın 108. hutbesinde şöyle buyuruyor: “Biz nübüvvet ağacıyız, risaletin indiği aileyiz, meleklerin gidip geldiği odağız, ilim madeni ve hikmet kaynağıyız.”

İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 2, s. 236’da bu hutbenin şerhinde şöyle diyor: “Bu mesele Hz. Ali (a.s )’da gerçekten zahirdir. Zira Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurmuştur:

“Ben ilim şehriyim Ali de onun kapısıdır; şehre girmek isteyen kapısından girmelidir.”

Hakeza Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Ali sizin en iyi hüküm vereninizdir.”

Hüküm meselesi büyük bir ilmi gerektirir. Hz. Ali (a.s)’ın ilmi makamı beyan edilemeyecek derecede yücedir. Hiç kimsenin düşüncesi ona ulaşamaz. Hatta yaklaşamaz. Bu yüzden; “Ben ilmin madeniyim ve hikmetin kaynağıyım” demesi gerçekten kendisine yaraşır. Peygamber (s.a.a)’den sonra bu yüce makama Hz. Ali kadar hiç kimse layık değildi.”

İbn-i Abdulbirr, İstiab c. 3, s. 38’de, Muhammed bin Talha, Metalib’us- Süul, s. 23’de, Kadı İyci ise Mevakıf, s. 276’da, Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Ali sizin en iyi hüküm vereninizdir.”

Hakeza Suyuti, Tarih-u Hulefa s. 115’de, Hafız Ebu Naim, Hilyet’ul- Evliya, c. 1, s. 65’de, Muhammed Cizri, Esne’l- Metalib, s. 14’de, Muhammed bin Sa’d, Tabakat, s. 459’da, İbn-i Kesir, Tarih-u Kebir c. 7, s. 359’da, İbn-i Abdulbirr, 

İstiab, c. 4, s. 38’de Ömer’den şöyle rivayet etmektedir: “Ali bizim en iyi hüküm verenimizdir.” Yani Ali hüküm hakkında hepimizden daha evladır.

Hakeza Yenabi’ul- Mevedde s. 69’da, Durr’ul- Manzum’un sahibi, İbn-i Talha’dan şöyle rivayet etmektedir: “Bil ki bütün semavi kitapların sırları, Kur’ân’dadır, Kur’ân’da olan her şey de Fatiha’dadır.

Fatiha’da olan her şey ise besmelededir. Besmelede olan her şey de Besmelenin “ba” harfindedir. Besmelenin “ba” harfindeki her şey de “ba” harfinin altındaki noktadadır. Hz. Ali (a.s) ise şöyle buyurmuştur:

“Ben, ba harfinin altındaki noktayım.”

Hakeza Süleyman Belhi Yenebi’ul- Mevedde’de, İbn-i Abbas’dan şöyle rivayet ediyor: “Mehtaplı bir gecede Ali (a.s) elimden tutarak beni Baki mezarlığına götürdü. Yatsı namazından sonra bana şöyle buyurdu: “Oku ey Abdullah!” Ben de Bismillahirrahmanirrahim’i okudum.

Hz. Ali (a.s) bana besmeledeki “ba” harfinin sırları hususunda güneş doğana kadar konuştu.”

Şii ve Sünni alimlerin ittifak etmiş olduğu üzere Hz. Ali (a.s) ashap arasında eşsiz biriydi. O gayb esrarının alimi ve Peygamberlerin ilminin varisiydi.

Nitekim Muhammed bin Talha, Metalib’us- Süul’de Harezmi Menakıb’da, Süleyman Belhi Hanefi, Yenabi’ de, İbn-i Talha Halebi’nin Durr’ul- Manzum’undan naklen Hz. Ali (a.s)’ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

“Benden gayıpların sırrını sorun; ben nebilerin ve peygamberlerin ilminin varisiyim.”

Hakeza imam Ahmed bin Hanbel, Müsned’de, İbn-i Ebi’l- Hadid, Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde ve Süleyman Belhi, Yenabi’ul- Mevedde’de Hz. Ali (a.s)’ın minberde şöyle buyurduğunu rivayet etmekteler:

“Beni kaybetmeden bana sorun. Bana göklerin yolunu sorun. Şüphesiz ki ben göklerin yolunu yerin yolundan daha iyi biliyorum.”

Bugünkü gibi ilmin gelişmediği o günlerde, böyle bir iddiada bulunmak gayb ilmine sahip olmanın en büyük delilidir. Nitekim defalarca bu konuda sorulan sorulara Hz. Ali (a.s) cevap veriyor, göklerin ve galaksilerin durumunu haber veriyordu.

Batlamyus’un astronomi ilminin hakim olduğu bir dönemde günümüz astronomi ilmine uygun cevaplar vermek başlı başına büyük bir mucizedir.

Nitekim büyük muhaddis Ali bin İbrahim Kummi (Saffat suresinin tefsirinde), Şeyh Fazıl Muhaddis Fahruddin bin Tureyh-i Necefi 300 yıl önce telif etmiş olduğu Mecma’ul- Bahreyn kitabı Kevkeb sözcüğünde ve Allame Meclisi Bihar’ul- Envar c. 14, es-Sema ve’l Alem’de Hz. Ali (a.s )’den şöyle rivayet ediyorlar:

“Gökteki bu yıldızlar da yeryüzündeki gibi birer şehirdir.”

Allah rızası için insaflı olunuz. Yeni astronomi ilminin olmadığı ve Batlamyus komik görüşünün hakim olduğu bir zamanda gökteki yıldızların göklere çakılmış birer çivi olduğunun sanıldığı bir dönemde,

özellikle de teleskopların bulunmadığı bir zamanda, bugünkü astronomi bilginlerinin görüşlerine mutabık görüşleri bin yıl öncesinde haber veren birisi gayb ilmini bilmiyor olabilir mi? Onun verdiği haberleri gayptan haberler saymıyor musunuz? 

Eğer büyük alimlerin kitabında yer alan Ehl-i Beyt (a.s)’dan menkul bu rivayetleri gaybten haberler olarak kabul etmezseniz, haksızlık etmiş olur, bağnazlığını göstermiş olursunuz. Zira bu rivayetler bizzat bu önemli hadiseye delalet etmektedir.

Bugün gelişmiş teleskoplarla dahi görülemeyen astronomik gerçekleri haber vermek şüphesiz ki gaybten haber vermektir. Dolayısıyla Hz. Ali (a.s)’ın gaybi bildiğini kabul etmemiz gerekir. Zira o çağdaş teknolojik aletlere sahip olmadan doğal gözleriyle melekutu keşfetmiş, göklerde seyretmiştir. Şüphesiz bin yıl önce verilen bu haberleri duyan herkes haber verenin, gaybı bildiğini tasdik edecektir.

İzin verirseniz başımdan geçen bir olayı sizlere aktarmak istiyorum. Basra’da bir gemiye bindim. Geminin birinci sınıf odalarında üç yataklı bir kamarada kaldım. Tesadüfen Fransız doğu bilimci Misyo Juen de aynı kamarada kalıyordu.

Fransız olduğu halde Arapça ve Farsça’yı çok iyi biliyordu. Dolayısıyla kısa sürede tanışıp ilmi ve dini konularda görüş alış verişinde bulunduk.

Elbette ben görevim gereği ona İslâm dinin apaçık gerçeklerini ve hak Caferi Mezhebini tanıtmaya çalıştım. Bir gün bana şöyle dedi: “İslâm dininde diğer dinlerde olmayan bir takım özelliklerin olduğunu kabul diyorum. 

Zira İslâm her yerde ve işte itidali emretmiştir. Ama unutmayın ki Hıristiyan Avrupalılar pratik ilmi keşifleriyle öne geçmiş ve dünyayı ilmi açıdan minnet altında tutmuştur.

Davetçi: Batılıların ve diğerlerinin ciddi bir şekilde bir takım ilmi gerçekleri keşfettiği hususunda hiç kimse şek ve şüphe edemez. Bunu herkes kabul etmektedir. Ama ilmi medeniyetin kaynağının nereden alındığına bakmak gerekir.

Onların ilim ve fendeki üstatları kimdir? Siz de büyük bir bilgin olduğunuz için Batılıların ilim ve fen kaynağının Hıristiyanlık değil, İslâm ve Müslümanlar olduğunu tasdik edersiniz.

Çünkü Batılılar daha Miladi 8. Asıra kadar barbarlık ve karanlıklar içinde yaşıyorlardı. Halbuki o zamanlar Müslümanlar ilim ve sanatın bayraktarıydı. Nitekim Fransız Ernest Renan, İngiliz Charleyl ve Alman Nuermal gibi büyük bilginleriniz bunu açıkça itiraf etmişlerdir.

Bu seferde Kazimeyn’de Muhammed Hüseyin Han’ın evinde kaldım. Yıllardır Kerbela ve Kazimeyn’de oturan bu zat Avrupalıların İslâm medeniyeti hakkındaki itiraflarını konuşunca şöyle dedi:

“Son zamanlarda Urduca’ya tercüme edilen Fransız bilginlerinden birinin kitabını getirdiler. Oldukça güzel olan Temeddun’ul- Arap adlı bu kitabı Hindistanlı Seyyid Ali Belgirami tercüme etmiş.

Oldukça kalın, detaylı ve delillere dayanan bir kitaptır. Batılı birçok bilgin tıp hukuk, ekonomi ve diğer dallarda yazdıkları kitaplarda batılıların ilim, medeniyet, sanat, edep, muaşeret, mülki ve idari teşkilatlar, ferdi ve sosyal örgütlenmelerin hepsinin yüce İslâm dininden ilham aldığını itiraf etmişlerdir.

Misyo Juen: Evet o kitabı Fransız Gustavlobon Paris’te bana verdiler. Gerçekten çok güzel yazılmış, büyük zahmet çekilmiş.

Davetçi: O kitabı Nevvab Beyden emanet aldım. Urduca bilmediğim için Kazimeyn’de bulunduğum on gün içinde bu kitabın ikinci bölümünü Sadık Han’a tercüme ettirdim ve ona teşekkür ettim. 

Bu tercüme edilmiş sayfaları Misyo Juen’e okudum ve şöyle dedim: “Bakınız makam ve mevkisini sizin de tasdik ettiğiniz bu Fransız bilgini bu konuda itirafta bulunarak şöyle diyor: