Hz. Ali’nin Züht ve Takvası

Ayrıca takva ve züht açısından da hiç kimse Hz. Ali’ye erişemez. Zira ümmetin de icma etmiş olduğu üzere Peygamber (s.a.a)’den sonra, O’ndan daha takvalı ve zahit bir kimse görülmemiştir.

İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde ve Muhammed bin Talha da Metalib’us- Süul’de zamanın en büyük zahitlerinden olan Ömer bin Abdulaziz’den şöyle rivayet etmektedir: “Bu ümmetten Peygamber (s.a.a)’den sonra, Ali’den daha zahit ve takvalı bir kimseyi tanımıyoruz.”

Molla Ali Kuşçu bütün bağnazlığına rağmen birçok yerde şöyle demektedir: “Akıllı insanların aklı, Ali (a.s) hakkında şaşkınlığa düşmektedir. Zira O, gelmiş ve geçmişlerin üzerine kalem çekmiştir.” Şerh-i Tecrit’te ise şöyle diyor: “Ali’nin hallerini ve yaşam tarzını duymak, insanı şaşkınlığa düşürmektedir.”

Abdullah Rafi’nin Rivayeti


Abdullah Rafi şöyle rivayet ediyor: “Bir gün Hz. Ali (a.s)’ın evine gittim, O’na kapalı bir kese getirdiler. Açınca kepekli un dolu olduğunu gördüm. Ondan bir miktar yedi, ardından su içti, Allah-u Teala’ya şükretti. Ben şöyle dedim: “Ey Ebe’l Hasan, neden o kesenin ağzını mühürlemişsin?” Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:

“Zira Hasan ve Hüseyin bana şefkatlidirler, içine yağ veya tatlı bir şey dökmemeleri için ve Ali’nin nefsi lezzet almasın diye ağzını kapatıyorum.”

Şüphesiz insanın nefsi, dünyevi helal lezzetler içinde git gide isyana düşmekte ve insanı Allah’ın zikrinden alıkoymaktadır. Hz. Ali (a.s) işte bu yüzden nefse mağlup olmamak için lezzetli yiyecekler yemekten sakınıyordu.
Suveyd Bin Gafele’nin Rivayeti

Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’nin 51. Babında (Ahmed bin Kays’tan naklen), Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul’de, Harezmi Menakıb’da ve Taberi Tarih’inde Suveyd bin Gafele’den şöyle rivayet etmektedirler: “Bir gün Hz. Ali (a.s)’ın yanına vardım. Ekşimiş, kokusu her tarafı dolduran bir tabak sütü getirip Hz. Ali (a.s)’ın önüne koydular.

Hz. Ali (a.s)’ın elinde kepekli ve kurumuş arpa ekmeği vardı. Ekmek, o kadar sertti ki elle kırılamayınca, Hz. Ali (a.s) diziyle kırdı. O kurumuş ekmeği ekşimiş sütle ıslatıyor yiyordu. Bana da ikram edince oruç olduğumu söyledim, bunun üzerine şöyle buyurdu:

“Her kim oruç tutar, canı istediği halde Allah’ın rızası için yemezse, Allah-u Teala ona cennet yemeklerini yedirir.”

Suveyd şöyle devam ediyor: Hz. Ali (a.s)’ın haline çok acıdım, yanımda duran hizmetçisine; “Allah’tan korkmuyor musun, arpanın kepeğini almadan ekmek mi pişiriyorsun?” diye itirazda bulundum. Bunun üzerine hizmetçi; “Allah’a and olsun ki, O’nun kendisi kepeği almamamı emretmiştir.” dedi.

Hz. Ali (a.s); “Fizze’ye ne diyordun?” diye sordu. Ben de, söylediğim şeyi kendisine aktardım. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Anam babam Resulullah’a feda olsun, o da ekmeğin kepeğini almazdı ve ölünceye kadar da üç gün olsun buğday ekmeği yemeden vefat etti.” 



Hz.Ali’nin Helva Yememesi


Harezmi ve İbn-i Meğazili Menakıp kitaplarında şöyle rivayet etmektedirler: “Hz. Ali’ye hilafeti döneminde biraz helva getirdiler, Hz. Ali parmağıyla bir miktar alıp kokladı ve şöyle buyurdu:

“Ne de güzel rengi ve kokusu vardır. Ama Ali onun tadını bilmiyor.” (Yani şimdiye kadar helva yememişim.)

Kendisine; “Ey Ali, helva size haram mıdır?” diye sorulunca şöyle buyurdular: “Allah’ın helali haram olmaz. Ama memlekette aç varken benim karnım nasıl tok olabilir! 

Hicaz etrafında aç karınlar, erimiş ciğerler dururken ben tok karınla nasıl yatarım? Emir’ul- Muminin olduğum halde, müminlerin dert ve zorluklarından nasıl uzak durabilirim?”

Hakeza Harezmi Adiy bin Sabit’ten şöyle rivayet etmektedir: “Bir gün Hz. Ali’ye tatlı getirdiler; ama O, nefsine hakim olarak yemedi.”

Bunlar Hz. Ali (a.s)’ın yemek tarzıydı; bazen sirke, bazen tuz, bazen biraz yeşillik, bazen de kurumuş arpa ekmeği ile bir miktar süt yerdi. Hiçbir zaman iki çeşit yemek yemezdi.

Hicri 40 tarihinde Ramazan ayının 19. Gecesinde, yani İbn-i Mülcem tarafından şahadet darbesine maruz kaldığı gece, kızı Ümm-ü Gülsüm’ün misafiriydi. İftar için Hz. Ali (a.s)’a ekmek, süt ve tuz getirdiler. Hz. Ali (a.s) kızı Ümm-ü Gülsüm’ü o kadar sevmesine rağmen rahatsız olarak şöyle buyurdu:

“Senin kadar babasına eziyet eden bir kız görmedim.”

Ümmü Gülsüm; “Babacığım ben ne yaptım? diye sorduğunda şöyle buyurdular:

“Babanın bir sofrada iki çeşit yemek yediğini nerede gördün?”

İçlerinde lezzetli olan sütü kaldırmalarını emretti; sadece ekmek ve tuz ile iftar etti. Ardından şöyle buyurdu:

“Dünyanın helalinde hesap, haramında ise azap vardır.”
Hz. Ali’nin Elbisesi ve Giyimi

Hz. Ali (a.s)’ın elbisesi de oldukça sade ve değersiz şeylerdi. İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde, İbn-i Meğazili Menakıp’ta, Ahmed bin Hanbel Müsned’de, Sibt bin Cevzi Tezkire’de ve diğer alimleriniz de kendi kitaplarında şöyle yazmışlardır: 

“Hz. Ali’nin elbisesi, beş dirheme aldığı kaba bir kumaştandı.”

Mümkün olduğu kadar elbisesini yamalıyordu ve elbisesinin yamağı genellikle hurma lifinden veya deridendi. Ayakkabısı da hurma lifindendi.

Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul’de, Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’de ve İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde şöyle yazmışlardır: “Hz. Ali (a.s) zahiri hilafeti döneminde, elbisesine o kadar yama atmıştı ki, amcası oğlu Abdullah bin Abbas O’nun bu durumuna üzüldü. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdular:

“O kadar yama üstüne yama attırdım ki, artık yamacıdan utanıyorum. Ama Ali’nin dünya ziyneti ile ne işi var! Nasıl fani olan ve baki kalmayan nimetlere sevinebilirim!”

Başka birisi; “Neden hilafetiniz zamanında yamalı elbise giyip düşmanlar karşısında gülünç hale düşüyorsunuz?” diye eleştiride bulununca şöyle buyurdular:

“Bu, kalbi yumuşatan, insandan kibri uzaklaştıran ve mümini kendine uyduran bir elbisedir.”

Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul’de, Harezmi Menakıp’ta, İbn-i Esir Kamil’de ve Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’de şöyle rivayet etmişlerdir: “Alinin ve kölesinin elbisesi birdi. Aldığı iki elbise de aynı şekilde ve aynı değerdeydi; birini kendisi giyiyor, diğerini de kölesi Kanber’e veriyordu.”

İşte bunlar, kendi alimlerinizin de yazdığı gibi Hz. Ali (a.s)’ın yiyecek ve giyecek tarzıydı; vakit az olduğundan özetle aktarmaya çalıştım. Yoksa gerçekten Hz. Ali (a.s)’ın yaşamı, akıllara durgunluk veren bir yaşamdı.

Hz. Ali (a.s)’ın kendisi kuru arpa ekmeği yerken fakirlere, yetimlere, yoksullara buğday ekmeği, şeker, bal ve hurma veriyordu. Kendisi yamalı elbise giyerken yetimlere ve dul kadınlara en güzel elbiseleri veriyordu.
Zurar Bin Zamure’nin Muaviye’yle Konuşması

Hz. Ali (a.s)’ın dünyaya hitaben söylediği sözler, O’nun zühdünü, takvasını ve dünyaya itimatsızlığını gözler önüne sermektedir. Nitekim büyük alimlerinizden İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde,

Hafız Ebu Naim Hilyet’ul- Evliya c. 1, s. 84’de, Abdullah bin Amir Şebravi Şafii Kitab’ul- İhtaf bi-Hubb’il- Eşraf s. 8’de, Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul s. 33’de, İbn-i Sabbağ Maliki Fusul’ul- Muhimme s. 28’de, Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’nin 51. babında, Sibt bin Cevzi Tezkire’nin 5. babının 69. sayfasının sonunda ve diğer alim ve tarihçileriniz de kendi eserlerinde Muaviye ile Zurar bin Zamure arasında geçen detaylı konuşmayı rivayet etmişlerdir.

Konuşmasının sonunda Zurar, Muaviye’nin yanında Hz. Ali (a.s)’ı şöyle vasf etmiştir: “Karanlık bir gecede Ali’yi gördüm, sakalını tutmuş yılan sokmuş gibi kıvranıyordu, hüzünlü bir halde ağlıyor ve şöyle diyordu:

“Ey dünya, benden başkasını kandır, ben sana kanmam, ben seni üç talakla boşadım. Artık sana dönüş olmaz; zira senin ömrün kısa, tehliken çok büyük, lezzetin çok azdır. Eyvahlar olsun az azığa, uzun yolculuğa ve tehlikeli yola.”

Muaviye Hz. Ali (a.s)’a karşı o kadar katı kalpli olmasına rağmen, Zurar’ın bu sözleri karşısında kendiliğinden ağladı ve şöyle dedi: “Allah Ali’ye rahmet etsin, Allah’a and olsun ki o böyleydi.”

Başka bir yerde ise Muaviye şöyle demiştir: “Dünya kadınları Ali gibi birini doğurmaktan kısırdır.”

Hz. Ali (a.s)’ın züht hayatı Peygamber (s.a.a)’in müjdelediği İlahi bir feyizdir. Nitekim Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut- Talib’in 46. babında müsned olarak Ammar Yasir’den naklen Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu kaydetmiştir:

“Ey Ali, dünyadaki zühdün sebebiyle Allah-u Teala seni insanlardan hiç kimsenin süslenmediği bir ziynetle süslemiştir. Zira Allah-u Teala katında zühtten daha sevimli bir şey yoktur. Ne sen dünyevi lezzetlerden nasiplendin ve ne de dünya seni kullanabildi. Allah-u Teala seni yoksullarla dostluğa muvaffak kılmıştır.

Onlar senin imametine inanmışlardır. Ben de onların sana uymasından hoşnut olurum. Seni sevenlere, tasdik edenlere ne mutlu! Senin düşmanlarına, sana iftira ve yalan atanlara eyvahlar olsun. Seni sevenler ve tasdik edenler cennette senin komşuların olacak ve senin azametli sarayında seninle birlikte olacaklardır. Allah-u Teala senin düşmanlarını, kıyamet günü yalancıların bulunduğu yerde cezalandıracaktır.”

Hz. Ali (a.s) o kadar takvalı ve züht ehliydi ki, dost düşman herkes onu İmam’ul- Muttakin (Muttakilerin İmamı) diye adlandırıyordu. Hz. Ali (a.s)’ı bu sıfatlarıyla topluma tanıtan ilk kimse, bizzat Peygamber (s.a.a) idi. Vakit dar olduğundan bunlardan sadece bir kaçına işaret etmek istiyorum.

Allah ve Peygamberi, Ali’yi Muttakilerin İmam’ı Diye Tanımlamaktadır


İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul Belağa Şerhi c. 2, s. 450’de, Hafız Ebu Naim Hilyet’ul- Evliya’da, Mir Seyyid Ali Hemedani Meveddet’ul- Kurba’da, Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut Talib’in 54. babında Enes bin Malik’den şöyle rivayet etmektedirler:

“Peygamber (s.a.a) bir gün bana; “Ey Enes, bana abdest suyu getir” diye buyurdu. Ben de kalkıp abdest suyu getirdim. Peygamber (s.a.a) abdest aldıktan sonra iki rekat namaz kıldı ve ardından bana şöyle buyurdu:

“Ey Enes, bu kapıdan ilk gelecek olan kimse, muttakilerin imamı, Müslümanların efendisi, müminlerin beyi, vasilerin sonuncusu, el ve ayakları (abdest azaları) nurlu olanların önderidir.”

Enes devamında şöyle diyor: “Ben içimden bu gelecek kişinin Ensardan biri olmasını istedim. Ama aniden o kapıdan Ali girdi ve Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “İşte o kimse, Ali bin Ebi Talib’tir” Peygamber (s.a.a) sevinç içinde kalktı, Hz. Ali’yi karşıladı, elini boynuna attı ve terini sildi.

Hz. Ali şöyle dedi: “Ya Resulullah, bugün bana daha önce yapmadığın hareketleri yapıyorsun.”

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Neden yapmayayım. Zira sen benim tarafımdan risaletimi halka ileteceksin, onlara sesimi duyuracaksın ve benden sonra ihtilafa düştükleri konuları beyan edeceksin.”

Hakeza İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 2’de, Hafız Ebu Naim ise Hilye’de şöyle rivayet etmekteler: “Bir gün Hz. Ali Peygamber (s.a.a)’in huzuruna vardı. Peygamber (s.a.a); “Müslümanların efendisi ve muttakilerin İmam’ı merhaba hoş geldin.” diye buyurdu. Ardından; “Bu nimete karşı şükrün nasıldır?” diye sordu.

Hz. Ali cevaben şöyle dedi: “Bana verdiği nimetler için Allah’a hamd ediyorum. Bana şükür nimetini vermesini diliyorum ve bana verdiklerini artırmasını umuyorum.”

Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul’ün 1. babının 4. Faslında bu hadisi rivayet etmekte ve bu delille Hz. Ali’nin Muttakilerin İmam’ı ve takva ehlinin en üstünü olduğunu ispatlamaktadır.

Hakim, Müstedrek c. 3, s. 138’de, Buhari ve Müslim ise Sahih’lerinde Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:

“Ali hakkında bana üç şey vahy edilmiştir; O Müslümanların efendisi, muttakilerin İmam’ı, el, ayak ve yüzleri nurlu olanların önderidir.”

Muhammed bin Yusuf Kifayet’ut Talib’in 45. Babında, (Abdullah bin Es’ad bin Zürare’den müsned olarak naklen) Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu kaydetmiştir:

“Beni göklere götürdükleri Mirac gecesinde, inciden yapılmış ve altın döşenmiş bir saraya götürdüler, bana üç şey vahiy edildi ve emredildi ki Ali (a.s)’ın üç hasleti vardır, O Müslümanların efendisi, muttakilerin İmamı ve abdest azaları nurlu olanların önderidir.”

İmam Ahmed bin Hanbel de Müsned’de, Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’ye şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Ey Ali, senin yüzüne bakmak ibadettir. Şüphesiz ki sen muttakilerin İmam’ı ve müminlerin efendisisin; seni seven beni sevmiştir ve beni seven Allah’ı sevmiştir. Sana buğz eden bana buğz etmiştir ve bana buğz eden Allah’a buğz etmiştir.”

Şüphesiz bazı aşağılık, düşüncesiz, dalkavuk insanlar da, bazı halife ve sultanları haddinden fazla övmüşlerdir. Ama Peygamber (s.a.a) gibi hak ve hakikat abidesi bir insan, asla bir kimseyi boş sıfatlarla nitelendirmez.

O’nun ağzından çıkan her kelam gerçektir. Nitekim Kur’ân şöyle buyurmaktadır:

“O arzusuna göre konuşmaz; o (söyledikleri) yalnızca vahy olunan bir vahiydir.”[18]

Özellikle kendisi de, Mirac gecesi kendisine, Ali’nin muttakilerin İmam’ı olduğu emredildiğini bildirmektedir.

O halde Peygamber (s.a.a)’in Allah’ın emriyle Hz. Ali’yi, hiç kimse hakkında söylemediği bir sıfatla nitelendirmesi, Hz. Ali (a.s)’ın makam fazilet ve takvasını göstermesi açısından yeterlidir.

Bütün sahabiler arasında sadece Hz. Ali (a.s)’ı muttakilerin İmam’ı olarak adlandırmış ve defalarca onu bu lakapla çağırmıştır. Elbette bir insanın takva ehlinin İmam’ı olması için bizzat kendisinin tam manasıyla muttaki ve örnek olması gerekir.

Eğer Hz. Ali (a.s)’ın takva ve züht dünyasını detaylıca anlatmaya kalkışırsak, başlı başına ciltler dolusu kitap olur.

Şeyh: Efendimiz Ali (k.v) hakkında söyledikleriniz azdır bile. Gerçekten Muaviye’nin de dediği gibi; “Kadınlar Ali bin Ebi Talib gibi birini doğurmaktan kısırdır.”

Davetçi: O halde Hz. Ali (a.s) ashap arasında takva ehlinin abidesi olduğu ve Peygamber (s.a.a)’in Allah’ın emriyle onu muttakilerin İmam’ı karar kıldığı aşikar oldu. Hz. Ali (a.s) soy açısından seçkin olduğu gibi takva açısından da herkesten üstündü. Burada bir söz aklıma geldi, müsaade ederseniz size bir soru sorayım.

Şeyh: Rica ederim, buyurun.

Davetçi: Acaba ashap arasında muttakilerin İmam’ı olan Hz. Ali gibi birisi, makam düşkünü, dünya perest ve hevasına uyan birisi olabilir mi?

Şeyh: Asla Ali (k.v) hakkında böyle bir şey düşünülemez. Dediğiniz gibi dünyayı üç talakla boşayan ve bu cümlelerle dünyaya itinasızlığını gösteren birisi nasıl dünyaya meyledebilir! 

Ayrıca, Hz. Ali’nin makam ve mevkisi, kendisine bu tür isnatlarda bulunmaktan çok daha yücedir. Düşüncesi bile mümkün değildir; nerede kaldı ki ameli ve gerçeği.

Davetçi: O halde o takva abidesinin bütün amelleri Allah-u Teala içindi, O’ndan başkası için bir tek adım bile atmamıştır; her yerde herhangi bir hak görmüşse karşılamıştır.

Şeyh: Açıktır ki Hz. Ali (a.s) hakkında bundan başka bir şey bilmiyoruz.