ONUNCU OTURUM

(3Şaban 1345 Pazar akşamı)

Akşam üstü muhterem beyler Hz. Hüseyin’in mübarek doğum günü münasebetiyle büyük bir kalabalık halinde geldiler. Şerbet ve tatlı ikramından sonra sohbet etmek isteyince, Nevvab Abdulkayyum Han da geldiler. Hal hatır sorma, şerbet, tatlı ve çay ikramından sonra sohbet başladı.)

Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Çok özür diliyorum, oturum resmen başlamadan önce izin verirseniz bir soru sorayım.

Davetçi: Rica ediyorum, buyurun sizi dinliyoruz.

Ömer’in İlmi Makamı Hakkında Soru ve Onun Yanıtı


Nevvab: Bu sabah bir grup insan evimde toplanarak hep sizin iyiliğinizi andılar. Önceki geceler yaptığınız konuşmaları gazete ve dergilerden okuyor ve tartışıyorlardı. 

İslâmi Kalec Vaschool’da[1] okuyan oğlum bana şöyle dedi: Birkaç gün önce üstatlarımızdan biri derste bir münasebetle şöyle dedi:

“Asr-ı Saadette Medine’de büyük fakihlerden biri de Ömer bin Hattab idi. O Kur’ân, ilmi ve fıkhi meseleler hakkında büyük bir görüş sahibiydi. Ali bin Ebi Talib, Abdullah bin Mes’ud,

Abdullah bin Abbas, İkrime, Zeyd bin Sabit ve diğer alimler arasında Ömer daha alim ve seçkin biriydi. Bütün sahabeden ilmi ve fıkhi açıdan üstün olan Ali bile, bazı fıkhi konularda aciz kalınca Ömer’e müracaat ediyor, 

onun ilminden istifade ediyor, birçok ilmi ve fıkhi sorunlarını onun sayesinde hallediyordu!”

Evime gelenler de bunu tasdik ederek; “Alimlerimiz, Ömer’in ilim ve amel açısında asrının dahilerinden olduğunu açıkça beyan etmiştir.” dediler.

Ben din ve tarih hakkında tam bir bilgim olmadığı için sustum, dostlara ve özellikle de oğluma bu konuyu size sormaya söz verdim. Burada Şii ve Sünni alimlerin huzurunda konuyu size bildiriyorum. 

Bizlere sahabenin ilmi makamını beyan ediniz, lütfen bu konuyu tartışın ki herkes istifade etsin. Böylece her sahabenin ilmi değerini bilelim. Hangi sahabe ilmi açıdan daha üstündür, haberdar olalım. Dostlarım ve oğlum da buradadır. Bizleri bilgilendirirseniz çok memnun oluruz.

Davetçi: (O okulda tarih, coğrafya ve İngilizce öğretmeni olan Şia bilginlerinden Yusuf Ali Şah Bey’e konuyu sordum. O hangi öğretmenin olduğunu bilmediğini ve ne dediğini duymadığını belirtti. Bunun üzerine şöyle devam ettim:)

Kim söylediyse çok ilginçtir, bilemiyorum bu sözleri neye dayanarak söylemiş! Sıradan insanların sözlerinde ifrat tefrit çoktur. Ama bir öğretmenin sözleri delil ve mantığa dayanmalıdır. 

Bu ilimsiz ve fanatik öğretmen her kimse önceki alimlerin hiçbirisinin iddia etmediği bir iddiada bulunmuştur. Mutaassıp İbn-i Hazm-ı Zahiri ve benzeri alimleriniz buna benzer şeyler söylemişse de büyük alimlerinizce red edilmiştir.

Ayrıca buna bizzat bu sözün sahibi de razı olmaz. Hatta Ömer’in kendisi bile böyle bir iddiada bulunmamış, hiçbir aliminizin kitabında böyle bir şey ifade edilmemiştir. Ömer bin Hattab’ın biyografisini yazan alimler de daha çok onun siyasetçi, katı ve zekası konusunu incelemiş, Ömer’in ilmi konusu hakkında hiçbir açıklamada bulunmamışlardır.

Öyle olmuş olsaydı, biyografisinde onun ilmi hakkında da bir bab tahsis edilirdi. Aksine bu sözün tam tersine Şii ve Sünni kitaplar Ömer’in ilmi ve fıkhi meseleler hakkında pek bir şey bilmediğini ve sıkıştığında Ali (a.s), Abdullah bin Mes’ud ve diğer Medine fakihlerine müracaat ettiğini yazmışlardır.

Özellikle de İbn-i Ebi’l- Hadid’in rivayet ettiğine göre Ömer, her zaman sorulan sorular hakkında kendine yardımcı olması için Medine fakihlerinden Abdullah bin Mesud’un kendi yanında bulunmasına ısrar ediyordu.

Şeyh: (Biraz kızarak) Hangi kitapta, Ömer’in dini ve fıkhi konularda bilgisiz olduğu yazılıdır.

Davetçi: Evvela; rica ederim sinirlenmeyin, on gecedir açıkça bize ihanet ettiniz, kafir, müşrik ve bidat ehli diye itham ettiniz asla yerimden bile kalkmadım, sinirlenmedim, size delil ve burhan üzere cevap vermeye çalıştım.

Eğer sizin de bir deliliniz varsa buyurun beni susturun. Her akıllı ve insaflı insan delil ve burhanlar karşısında asla inat etmemeli, sinirlenmemeli, aksine teslim olmalıdır. Zira sinirlilik insanın yabancılar karşısında gülünç hale düşmesine neden olur.

Ayrıca da safsata ediyorsunuz, ben Ömer’in dini konularda nasipsiz olduğunu söylemedim, ilmi ve fıkhi meselelere ihatasının olmadığını söyledim. Bu da bir iddia değildir, aksine ispat da edebilirim.

Şeyh: Ömer’in dini meselelere ihatasının olmadığı konusundaki deliliniz nedir?

Davetçi: Delilim Şii ve Sünni kaynaklarda yer alan rivayetlerdir. Ayrıca tarihçilerinizin de yazdığı üzere Ömer’in kendisi de bunu defalarca itiraf etmiştir.

Şeyh: Eğer bildiğiniz rivayetler varsa konuyu aydınlatmak için lütfen beyan ediniz.
Bir Kadının, Şer’i Bir Meselede Ömer’i Dediği Sözden Pişman Etmesi

Davetçi: Şimdi aklımda olan birkaç rivayet nakledeceğim, lütfen siz de biraz insaflı olunuz.

Büyük alimlerinizden Suyuti, Dürr’ul- Mensur c. 2 s. 133’de, İbn-i Kesir, Tefsir c. 1 s. 468’de, Zemahşeri, Keşşaf c. 1 s. 357’de, Fazıl Nişaburi, Garaib’ul- Kur’ân Tefsiri c. 1 Nisa suresinin zımnında, Kurtubi Tefsir c. 5 s. 99’da, İbn-i Mace, Sünen c. 1’de, Sindi, Sünen’nin 1. cildinin haşiyesinde s. 583’de, Beyhaki,

Sünen c. 7 s. 233’de, Kastalani İrşadu’s-Sari Şerh-u Sahih -i Buhari C. 8 s. 57de, Muttaki Hindi, Kenz’ul- Ummal c. 8 s. 298’de, Hakim Nişaburi, Müstedrek c. 2 s. 177’de, Ebu Bekir Bakalanî, Temhid s. 199’da, İcluni, Keşf’ul- Hifa c. 1 s. 270’de, Kadı Şevkani, Feth’ul- Kadir c. 1 s. 407de, Zehebi Telhis-u Müstedrek’te,

İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi c. 3 s. 96da, Hamidi Cem’un- Beyn’es- Sahihayn’de, İbn-i Meğazili Menakıb’da, İbn-i Esir Nihaye’de ve diğer birçok alimleriniz farklı, lafız ve tabirlerle kendi kitaplarında sahih olduğunu belirterek şöyle rivayet etmişlerdir: “Bir gün Ömer halka bir hutbe okudu ve şöyle dedi: 

“Her kim evlenir ve mehirini 400 dirhemden fazla yaparsa ona had uygularım, ondan fazlasını kendisinden alır, beytülmale katarım.”

Kadının biri kalkıp yüksek bir sesle şöyle dedi: “Ey Ömer! Senin sözün mü kabule daha evladır, yoksa Allah’ın sözü mü?” Ömer; “Elbette Allah’ın sözü” diye cevap verdi. Kadın bunun üzerine şöyle dedi: “Allah-u Teala Nisa suresi 20. ayette şöyle buyurmuyor mu?:

“Eğer bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın.”

Ömer bu ayete ve kadının verdiği bu cevaba şaşırarak şöyle dedi: “Hepiniz, hatta evlerinde perde gerisinde oturan kadınlar bile Ömer’den daha bilgili ve fakihtir.”

Daha sonra minberin üstüne çıkarak şöyle dedi: “Ben sizi dört yüz dirhemden fazla mehir vermekten alıkoydum. Ama şimdi isteyen malından daha fazlasını verebilir, bunun bir sakıncası yoktur.”

Bu rivayetten de anlaşıldığı gibi Ömer Kur’ân-ı Kerim ve fıkhi hükümlere vakıf biri değildi. Yoksa alim bir kadın karşısında bu duruma düşmez ve “kadın isabet etti, erkek ise hata!” demezdi.

Şeyh: Hayır öyle değil, Ömer halkı sünnete uymaya çağırıyordu. Çünkü şer’i açıdan mehrin fazlası câiz olsa da terk etmek evladır. Fakir insanları göz önüne almak gerekir. Dolayısıyla Peygamber (s.a.a)’in hanımlarına verdiği mehiri, bütün kadınlar için ölçü yapmak istiyordu.

Davetçi: Bu kabul edilemez bir özürdür. Halife bile bunu göz önünde bulundurmamıştır. Aksi takdirde acizlik ve hata itirafında bulunmaz, herkesin hatta perde gerisindeki karıların bile kendisinden daha fakih olduğunu beyan etmezdi.

O kadın karşısında sizin dediğinizi tekrarlardı. Ayrıca her akıllı insanın da bildiği gibi sünnet olan bir şey için, harama girmek olmaz. Zira Kur’ân-ı Kerim’in kadın için tahsis etmiş olduğu mehiri beytülmala katmak asla câiz değildir.

Hepsinden de öte haram olmayan ve bir suç teşkil etmeyen böyle bir şey için had uygulamak oldukça yersiz bir şeydir. İslâmi fıkıhta böyle bir hat yoktur. Eğer siz biliyorsanız beyan edin.

Eğer yoksa o halde o öğretmenin iddiası yersizdir. Ömer nerede bozulursa muhatabını korkutmak için sinirli bir halde had uygulayacağını beyan ederdi.

Nitekim Ahmed bin Hanbel Müsned’de, Hamidi Cem’un- Beyn’es- Sahihayn’de, Taberi Tarih’inde ve diğer alimleriniz de kendi kitaplarında şöyle rivayet etmişlerdir: “Peygamber (s.a.a) dünyadan göçünce Ömer,

Ebu Bekir’in yanına gidip şöyle dedi: “Korkuyorum ki Peygamber ölmemiş ve dost ve düşmanını tanımak için hile yapmıştır. Veya Musa gibi kaybolmuş yeniden gelecek ve kendine muhalefet edenleri cezalandıracaktır; o halde kim Muhammed öldü derse ona had uygularım.”

Ebu Bekir bu cümleleri duyunca o da şek etti, bunu duyan halk da ıstıraba düştü ve aralarında ihtilaf çıktı. Hz. Ali (a.s) bunu duyunca hemen halkın arasına çıkarak şöyle buyurdu:

“Ey insanlar, bu ne cahilane sözlerdir. Siz Allah’ın şu ayetini unuttunuz mu?: “Şüphesiz ki sen öleceksin, onlar da ölecekler.” O halde bu ayetin hükmü gereği de Peygamber (s.a.a) dünyadan göçtü.”

Böylece insanlar Peygamber (s.a.a)’in öldüğüne yakın ettiler. Ömer de; “Güya ben bu ayeti duymamıştım.” dedi.

İbn-i Esir Kamil ve Nihaye’de, Zemahşeri Esas’ul- Belağa’da, Şehristani Milel ve Nihel’in 4. Mukaddimesinde ve diğer alimleriniz de kendi kitaplarında şöyle yazmışlardır:

Ömer; “Peygamber (s.a.a) ölmemiştir” diye feryat edince, bunu duyan Ebu Bekir kendisine şöyle dedi: “Allah-u Teala şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki sen öleceksin, onlar da ölecekler.”

Hakeza şu ayeti okudu: “O ölür ve ya öldürülürse, topuklarınızın üzerinde geri mi döneceksiniz.”[2]

Bunu duyan Ömer sustu ve; “Bu ayeti sanki hiç duymamıştım, şimdi öldüğüne yakin ettim.” dedi.

Allah aşkına, o öğretmenin boş iddialarda bulunduğunu şimdi tasdik ediyor musunuz?

Ömer’in, Zina Eden Beş Kişinin Recm Edilmesine Emretmesi ve Hz. Ali’nin Ömer’i Bu Hükümde Uyarması

Hamidi Cem’un- Beyn’es- Sahihayn’de şöyle rivayet ediyor: “Ömer zamanında beş adamı getirip bunların bir kadınla zina ettiğini söylediler. Ömer o beş kişinin hemen recm edilmesini emretti. 

O sırada camiye gelen Hz. Ali (a.s) hükmü duyunca Ömer’e; “Burada Allah’ın hükmü, senin verdiğin hükümden farklıdır.” diye buyurdu.

Ömer: “Ey Ali zina ettikleri sabittir; hükümleri de recmdir.” dedi.

Hz. Ali (a.s): “Zina hükmü insanlara oranla farklıdır; burada farklı olan yerlerden biridir.” buyurdu.

Ömer: “O halde Allah’ın ve Resulünün hükmünü beyan et. Çünkü Peygamber (s.a.a) defalarca; “Ali en bilgili olanınız ve en iyi hüküm vereninizdir.” buyurmuştur, dedi.

Hz. Ali (a.s) o beş kişinin getirilmesini istedi. Birinin boynunun vurulmasını, ikincisinin recm edilmesini, üçüncüsüne yüz kırbaç, dördüncüsüne elli kırbaç, beşincisine de yirmi beş kırbaç vurulmasını emretti.

Ömer şaşkınlık içinde şöyle dedi: “Ey Ali, bu nasıl iş! Bir hüküm hakkında beş ayrı hüküm verdin! Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Birincisi zimmi idi. 

Müslüman kadınla zina etmiş olduğu için İslâm zimmetinden çıkmıştı. İkincisi evliydi, bu yüzden onu taşladık. Üçüncüsü bekardı, yüz kırbaç vurduk. Dördüncüsü köleydi, haddin yarısını uyguladık. Beşincisi de akılsızdı bu yüzden yirmi beş kırbaç vurduk.”

Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu. Ey Ali, senin olmadığın ümmet arasında bir gün yaşamak istemem.”
Ömer’in, Hamile Bir Kadının Recm Edilmesine Emretmesi ve Hz. Ali’nin Onu Bu İşten Sakındırması

Muhammed bin Yusuf Genci Kifayet’ut- Talib’in 58. babının sonunda, imam Ahmed bin Hanbel Müsned’de, Buhari Sahih’de, Hamidi Cem’un- Beyn’es- Sahihayn’de,

Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde, 14. bab, s. 75’de (Harezmi’nin Menakıb’ından naklen), imam Fahr-u Razi Erbain s. 476’da, Taberi Riyaz’un- Nazre c. 2, s. 196’da, Hatip Harezmi Menakıb s. 48’de, Muhammed bin Talha Metalib’us- Süul s. 13’de, İmam’ul- Harem Zehair’ul- Ukba s. 80’de şöyle rivayet etmekteler:

“Ömer bin Hattab’ın yanına hamile bir kadını getirdiler, kadın zina ettiğini itiraf etti. Ömer de bunun üzerine recm edilmesini emretti. Ali Ömer’e şöyle dedi: “Senin hükmün kadın hakkında geçerlidir, ama rahminde olan çocuk hakkında geçerli değildir (Çünkü çocuk suçsuzdur, katli câiz değildir).”

Hz. Ali’nin bu sözü üzerine kadını bıraktılar. Ömer şöyle dedi: “Kadınlar Ali gibi birini doğurmaktan acizdir; eğer Ali olmasaydı Ömer helâk olurdu. Allah’ım, Ali hayatta olmadığı hiçbir karmaşık sorunda beni hayatta bırakma.”

Ömer’in, Deli Bir Kadının Recmedilmesine Emretmesi Ve Hz. Ali (a.s)’ın Bu İşe Mani Olması


Hakeza imam Ahmed bin Hanbel Müsned’inde, İmam’ul- Harem Ahmed bin Abdullah Zehair’ul- Ukba s. 81’de, Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde 14. bab s. 75’de (Hasan Basri’den naklen), İbn-i Hacer Feth’ul- Bari c. 12, s. 101’de, Ebu Davud Sünen c. 2, s. 227’de, Sibt bin Cevzi Tezkire s. 87’de, İbn-i Mace Sünen c. 2, s. 227’de, 

Minavi Feyz’ul- Kadir c. 4, s. 357’de, Hakim Nişaburi Müstedrek c. 2, s. 59’da, Kastalani İrşad’us- Sari c. 10, s. 9’da, Beyhaki Sünen c. 8, s. 264’de, Taberi Riyaz’un Nazre s. 196’da, Buhari Sahih’de “La Yurcum’ul- Mecnun ve’l Mecnune Babı”nda ve diğer alimleriniz de kendi kitaplarında şöyle rivayet etmişlerdir:

“Bir gün deli bir kadını Ömer’in yanına götürdüler. Kadın güya zina etmişti. Kadın zina ettiğini itiraf edince, Ömer onun recm edilmesini emretti. Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: 

“ Ne yapıyorsun? Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu duydum; ‘Üç kişiden kalem kalkmıştır: Uyanıncaya kadar yatandan, iyileşinceye ve aklı başına gelinceye kadar deliden ve ihtilam oluncaya kadar çocuktan.” Bunun üzerine o deli kadını bıraktılar.”

İbn-i Semman, Muvafika kitabında bu tür birçok hadis rivayet etmiştir. Bazı kitaplarda da Ömer’in bu çeşit hatalarından yüzden fazlasını rivayet etmişlerdir. Ama vakit olmadığı için örnek olarak bu kadarıyla yetiniyoruz.

O halde siz beyler de kabul etmelisiniz ki bu iddialarda bulunan o bilgisiz öğretmen, tümüyle olaylardan habersizdir. Nefsani arzuları ve bağnazlığı üzere konuşmuştur, ondan mutlaka bunun delilini sormak gerekir ki asla hiçbir delil ikame edemez.

Şii ve Sünni nezdinde de kesin olduğu üzere ashap arasında Hz. Ali (a.s)’dan daha bilgili ve fakih bir kimse yoktu.
İbn-i Sabbağ Maliki’nin Hz. Ali’nin İlim ve Faziletleri Hakkındaki Beyanı

Nitekim İbn-i Sabbağ Maliki Fususl’ul- Muhimme’nin 3. fasıl s. 17’sinde, Hz. Ali (a.s) hakkında şöyle diyor:

“Hz. Ali’nin ilimlerinden biri fıkıh ilmiydi. O bu konuda insanların mercisi, helal ve haramın kaynağıydı. Şüphesiz Ali bütün zor hükümleri biliyor ve onların gerçeklerini tanıyordu.

Her hükmü yerinde ve makamında görüyordu. Peygamber (s.a.a) de bu yüzden hüküm ilmini Ali’ye özgü kılmıştır. Nitekim imam Beğevi Mesabih kitabında Enes’den şöyle rivayet ediyor: “Peygamber (s.a.a) ashabından her birini layık olduğu bir işe tahsis ederken, Ali’yi de hüküm ve yargıya özgü kıldı ve şöyle buyurdu: “Ali hepinizden daha iyi hüküm verendir.” [3]

Muhammed bin Talha bu hadisi Metalib’us- Süul s. 22’de Kadı Beğevi’den rivayet ettikten sonra şöyle diyor: “Bu hadis de göstermektedir ki Peygamber (s.a.a) bütün ilimleri Ali’ye tahsis etmiştir.

Zira hüküm verme hakkı bütün ilimleri bilen kimseye mahsustur. Ayrıca bu kimse, aklı kemale ermeli, temyiz sahibi olmalı, gaflet ve unutkanlıktan uzak olmalıdır.”

İbn-i Sabbağ daha sonra birçok delillerle Ali (a.s)’ın ümmet arasında en bilgili ve faziletli kimse olduğunu beyan etmektedir.

O halde siz beyler bu hadisleri iyice düşünür ve kendi alimlerinizin sözleriyle karışlılaştıracak olursanız, bu öğretmenin bilgisizliğini tasdik edersiniz. Gerçekten de o yersiz bir iddiada bulunmuştur. 

Zira Ali (a.s)’ın makamı diğer sahabilerin makamıyla kıyas edilmekten münezzehtir. Bu öğretmen kraldan çok kralcılık etmiştir. Zira bizzat Ömer, Ali (a.s) karşısında acizliğini itiraf etmiş ve hilafeti döneminde âlimlerinizin de rivayet etmiş olduğu üzere 70 defa; “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu.” demiştir.

Ömer asla kendisine böyle bir şeyin isnat edilmesine razı olamazdı. Gerçekten bu tür övgüler, sahibinin de razı olmadığı şeylerdir. Bu bilgisiz ve bağnaz öğretmenin aksine imam Ahmed bin Hanbel Müsned’de,

İmam’ul- Harem Ahmed Mekki Zehair’ul- Ukba’da, Şeyh Süleyman Belhi Yenabi’ul- Mevedde’nin 56. babında, Taberi de Riyaz’uz Nazre, c. 2, s. 195’de Muaviye’nin şöyle dediğini rivayet etmektedirler:

“Ömer bin Hattab, herhangi bir problemle karşılaştığında Ali’ye müracaat eder ve hükmü ondan alırdı.”

Ebu’l- Haccac Belvi, kendi kitabında (Elifba) c. 1, s. 222’de şöyle naklediyor: “Muaviye Hz. Ali’nin şahadetini duyunca şöyle dedi:

“Ali bin Ebi Talib’in ölümüyle, ilim ve fıkıh da öldü.”

Said bin Museyyib’den ise şöyle dediğini naklediyor: “Ömer, Ebu’l- Hasan (Hz. Ali)’nın olmadığı zamandaki sorunlarla karşılaşmaktan Allah’a sığınırdı.”

Ebu Abdullah Muhammed bin Ali Tirmizi, Feth’ul- Mubin’de şöyle diyor: Ashab, Kur’ân hükümlerinde Ali’ye müracaat ediyor, ondan fetva alıyordu. Nitekim Ömer birçok defa şöyle demiştir:

“Ali olmasa Ömer helak olurdu.”

Peygamber (s.a.a) de şöyle buyurmuştur:

“Ümmetimin en alimi Ali bin Ebi Talib’tir.”

Tarih ve hadis kitaplarından da yer aldığı üzere Ömer ilmi mer-tebeler ve fıkhi meselelerde oldukça bilgisizdi. Çok açık hükümlerde bile hata ediyor ve orada bulunanlar hata ettiğini anlıyordu.

Şeyh: Halife hakkında böyle şeyler demek asla doğru değildir. Halifenin dini hüküm ve meselelerde yanlışlık yapması asla mümkün değildir!

Davetçi: Bunu ben söylemiyorum, büyük alimleriniz gerçeği keşfetmiş ve kendi muteber kitaplarında yazmışlardır.

Şeyh: Lütfen onlardan sadece bazısını senetleriyle beyan ediniz ki yalan ve doğru ortaya çıksın ve iftira eden rüsva olsun.
Ömer’in Hz. Peygamber Zamanında Teyemmüm Hakkında Yanılması, Hilafeti Döneminde ise Yanlış Hüküm Vermesi

Davetçi: Ömer’in yüzden fazla yanlışı kaydedilmiştir. Ama şu anda aklıma geldiği kadarıyla vakti de göz önünde bulundurarak onlardan sadece birini arz etmek istiyorum.

Müslim bin Haccac Sahih’in Teyemmüm babında, Hamidi Cem Beyne’s Sahihayn’de, Ahmed bin Hanbel Müsned c. 4, s. 265 ve 319’da, Beyhaki Sünen, c. 1, s. 209’da, Ebu Davud Sünen, c. 1, s. 53’de, İbn-i Mace Sünen, 

c. 1, s 201’de, imam Nesai Sünen, c. 1, s 59-61’de ve diğer alimleriniz de kendi kitaplarında farklı yollar ve tabirlerle şöyle rivayet etmişlerdir:

“Ömer’in hilafeti zamanında adamın biri gelerek ona şöyle dedi: “Ben cünüp oldum, su da bulamadım, ne yapacağımı bilemiyorum.” Ömer ona şöyle dedi: “Su bulamadıkça namaz kılma, su bulunca guslet.

” Orada bulunan Ammar bin Yasir şöyle dedi: “Ey Ömer, unutmuşa benziyorsun, seferlerin birinde ben ve sen gusletmek istedik. Su olmayınca sen namaz kılmadın, ben de teyemmüm için bütün bedenimi toprağa sürmem gerektiğini düşündüğümden yerlerde yuvarlandım ve namaz kıldım. Peygamber (s.a.a)’in yanına varınca Peygamber (s.a.a) güldü ve şöyle buyurdu:

“Teyemmümde iki elini birlikte toprağa vurman, her ikisini birlikte alnına sürmen, sonra sol elinin içini sağ elinin üstüne, sonra da sağ elinin içini sol elinin üstüne meshetmen yeterlidir.”

O halde neden; “Namaz kılma” diyorsun? Ömer’in verebileceği bir cevap olmadığı için “Ey Ammar, Allah’tan kork.” dedi.

Ammar; “Bu hadisi rivayet etmeme izin verir misin?” diye sordu. Ömer de; “İstediğini yap” diye cevap verdi.

Beyler, eğer muteber kitaplarınızda yer alan bu hadis üzerinde iyice bir düşünecek olursanız, o öğretmenin yersiz olarak Ömer’in sahabenin en büyük fakihi olduğunu söylemiş olduğunu siz de anlarsınız.

Nasıl olur da gece gündüz vatanında ve seferde Peygamber (s.a.a) ile olan ve Peygamber (s.a.a)’den su bulunmadığı takdirde teyemmüm etmesi gerektiğini duyan, ayrıca da “Su bulamazsanız temiz toprağa teyemmüm ediniz.”

ayetini okuyan bir fakih, nasıl olur da Müslüman birine yanlış hüküm verebilir ve; “Eğer su bulamazsan namaz kılma” diyebilir? Halbuki Kur’ân su bulunmadığı takdirde temiz toprağa teyemmüm edilmesini emretmektedir.

Ayrıca teyemmüm meselesi de abdest ve gusül gibi sıradan insanların bile bildiği bir hükümdür. Peygamber (s.a.a)’in sahabesi ve halifesi olan birinin, bunları başkasına öğretmesi için kendisinin de mutlaka bilmesi gerekir.

Ömer’in kasıtlı olarak hükmü yanlış söylediğini ve dini tahrif etmek istediğini söyleyemiyorum Ama meseleleri kavramada ve hükümleri ezberlemede zayıf hafızalı biri olabilir.

Nitekim bu yüzden bizzat kendi alimlerinizin yazmış olduğuna göre büyük alim olan sahabe Abdullah bin Mesud’a; “Yanımdan ayrılma, bana soru sorduklarında sen cevap ver.” demiştir.

Şimdi siz beyler, böylesine meseleleri bilmede yüzeysel olan birisiyle, ahkamın bütün teferruatını en ince detaylarına kadar bilen birisi arasında ne kadar fark olduğuna siz hükmedin.

Şeyh: Peygamber (s.a.a)’den başka hükümlerin detayını ve en ince teferruatını kim kavrayabilirdi.

Davetçi: Şüphesiz Peygamber (s.a.a)’den sonra Hz. Ali dışında sahabeden hiçbirisi böyle bir ilme sahip değildi. Bizzat Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali (a.s)’ın bütün sahabeden alim ve bilgili olduğunu açıkça beyan etmiştir.