Sahabe ve Tabiin Büyükleri, Mut’a Ayetinin Nesh Edilmediğine Hükmetmişlerdir

Ayrıca sahabe ve tabiin büyükleri de mut’a ayetinin nesh edilmediğine hükmetmişlerdir. Örneğin: İbn-i Abbas, Abdullah bin Mes’ud (vahiy katibi), Cabir bin Abdullah Ensari, Seleme bin Ekva, Ebu Zer, Sebere bin Ma’bed, Ekva bin Abdullah-i Eslemi ve İmran bin Hasin gibi zatlar bu ayetin nesh edilmediğini açıkça beyan etmişlerdir.

Büyük alimleriniz de ashaba uyarak nesh edilmediğini beyan etmişlerdir. Örneğin Zemahşer’i Keşşaf’ta İbn-i Abbas’ın; “Mut’a ayeti Kur’ân-ı Kerim’in muhkem ayetlerindendir.” sözünü rivayet ederken; “Bu ayet nesh edilmemiştir.” diyor.

Enes bin Malik de mut’anın meşru ve câiz olduğuna hükmetmiş ve nesh edilmediğini açıkça vurgulamıştır.

Nitekim Molla Sa’d Taftazani Şerh-u Mekasıd’da, Burhaneddin Hanefi Hidaye’de, Askalani Feth’ul- Bari’de ve diğerleri de kendi kitaplarında Malik’in şu fetvasını rivayet etmişlerdir: “Mut’a câizdir. Zira mubah ve meşrudur. İbn-i Abbas’dan helal olduğu rivayet edilmektedir. Mekke ve Yemen ashabının çoğu da bu konuda ona uymuştur.”

Bir başka yerde ise şöyle diyor: “Mut’a câizdir. Çünkü mubahtır; nesh edeni zahir oluncaya kadar da bakidir.”

Anlaşıldığı gibi Malik, vefat etmiş olduğu H. 179 yılına kadar da henüz Mut’a nikahının nesh edildiğine dair herhangi şer’i bir duymamıştır. Dolayısıyla da bunun sonradan uydurulduğu anlaşılmaktadır. 

Zemahşeri, Beğevi ve Sa’lebi gibi büyük alimleriniz İbn-i Abbas’ın ve ashabın görüşünü kabul etmiş ve mut’anın helal olduğunu açıkça beyan etmişlerdir.

Şeyh: Mut’a talak, iddet ve nafaka gibi hükümlere sahip olmadığından dolayı hakiki zevce olamaz.
Zevciyetin Tüm Hükümleri Mut’a Hakkında da Geçerlidir

Davetçi: Anlaşıldığı üzere kötü gözle baktığınız için asla Şii kitapları okumamışsınız. Yoksa bu itirazda bulunmaz ve delille istisna edilenler hariç zevciyetin tüm hükümlerinin mut’a hakkında da geçerli olduğunu bilirdiniz.

Mut’a da şüphesiz bir çeşit nikahtır. Zevciyet hükümleri onun için de geçerlidir. Ümmete kolaylık olsun ve zina önlensin diye bazı şartları kaldırılmıştır. Şartlarına gelince; Evvela mirasın zevciyetin ayrılmaz bir parçası olduğu kesin değildir.

Birçok kadın zevciyet bağına rağmen mirastan mahrumdur. Örneğin; kitap ehlinden olan, eşine isyan eden veya eşini öldüren kadın zevce olduğu halde mirastan mahrumdurlar.

Ayrıca mut’a edilen kadının mirastan mahrumiyeti de kesin değildir. Müctehidlerin bu konuda farklı görüşleri vardır. Nitekim sizin alimlerinin de ahkamda farklı görüşleri vardır.

Şia alimlerinin icmasına göre mut’a edilen kadın iddetini beklemelidir. En az iddet sayısı ise 45 gündür. Kadın menopoz dönemine girmiş olsun veya olmasın, ilişkide bulunmuş olsun veya olmasın kocası ölecek olursa da 4 ay 10 gün olan vefat iddetini beklemelidir.

Ayrıca nafaka hakkı da zevciyetin kesin şartlarından biri değildir. Birçok kadın zevce olduğu halde nafaka hakkından da mahrumdur. Kocasına isyan eden veya öldüren kadın gibi.

Ayrıca müddetin bitmesi de onun talakı sayılmaktadır. Hakeza erkeğin kalan müddeti bağışlaması da onun talakı yerine geçmektedir.

O halde söylemiş olduğunuz bu şartlar, evliliğin gerektirdiği sabit şartlardan değildir. Nitekim Allame Hilli (r.a) de büyük alimlerinizle tartışırken bu delilleri daha detaylı ve daha kamil bir şekilde beyan etmiştir.

Vakit az olduğundan ben kısa olarak arz etmeye çalıştım. Detaylı bilgi almak isteyenler, Allame Hilli’nin “Mübahesat’un Seniyye ve Muarezat’un Nasıriyye” kitabına ve diğer eserlerine müracaat edebilirler.

Şeyh: Bu ayetin de ötesinde birçok hadis mut’anın bizzat Peygamber (s.a.a) tarafından nesh edildiğini beyan etmektedir.

Davetçi: Lütfen söyleyin, nesh hükmü nerede varit olmuştur?

Şeyh: Bu konuda farklı rivayetler vardır, bazısına göre Hayber’de, bazısına göre Mekke fethinde, bazısına göre Veda haccında, bazısına göre Tebük’te, bazısına göre de Umret’ul- Kaza’da nesh hükmü varit olmuştur.

Nesh Hükmünün Resulullah (s.a.a)’in Zamanında Olmadığına Dair Deliller

Davetçi: Hadislerdeki bu çelişkiler bizzat böyle bir hükmün olmadığını gösteriyor. Böyle hadislere nasıl itimat edilebilir! Ayrıca Kutub-i Sitte,

Cem’un Beyn’es- Sahihayn, Cem’un Beyn’es Sihah’is- Sitte, Müsned ve benzeri muteber kitaplarınızda da sahabeden mut’anın Ömer’in hilafeti dönemine kadar nesh edilmediği rivayet edilmektedir.

Hepsinden en önemlisi de büyük alimlerinizin rivayet etmiş olduğu Ömer’in şu kendi sözüdür: “Peygamber (s.a.a) zamanında varolan iki mut’ayı ben haram kılıyorum.” Eğer bu konu bir hadis veya ayetle nesh edilmiş olsaydı,

halife bunun bizzat hadis veya Kur’ân’la yasaklandığını ve dolayısıyla amel edenlerin Kur’ân-ı Kerim ve hadis esasınca cezalandırılacağını beyan ederdi. Üstelik onun böyle söylemesi bizzat kendisinin haram kılmasından daha etkili olurdu.

Eğer sözünüz doğruysa ve Kur’ân’da bir nasih varsa, o halde Abdullah bin Abbas, İmran bin Hasin, Ebu Zer, Abdullah bin Mesud, Cabir bin Abdullah, Ebu Said Hudri, Seleme bin Ekva’ ve diğer ashap ve tabiinler mut’ayla nasıl amel etmişlerdir?

Nitekim Buhari ve Müslim gibi birçok alim, muhaddis ve tarihçileriniz de bunu açıkça kaydetmişlerdir. Bütün bunlar, onların Ömer’in hilafetine kadar mut’a ile amel ettiklerine delalet etmektedir.

Ayrıca; “Peygamber (s.a.a) vefat edinceye kadar da nesh edildiğini duymadığımız için amel ettik” diyorlardı. İmam Ahmed bin Hanbel Müsned’inde Ebi Reca’dan, o da İmran bin Hasin’den, bu manaya işaret eden şu sözü rivayet etmektedir: 

“Mut’a ayeti Allah’ın kitabında nazil oldu ve biz de Peygamber (s.a.a) zamanında bununla amel ettik. Hiçbir nasih nazil olmadı ve Peygamber (s.a.a) de vefat edinceye kadar buna engel olmadı.”

İmran bin Hasin’in önceden rivayet ettiğim hadisinde de ne Kur’ân-ı Kerim’in, ne de Peygamber (s.a.a)’in mut’ayı yasaklamadığı ifade edilmiştir. O halde kitap ve sünnette bir nasih ve nehiy olmadığı için kıyamete kadar bu hüküm bakidir.

Nitekim Tirmizi Sünen’de, Ahmed bin Hanbel Müsned’in c. 7, s. 95’inde ve İbn-i Esir Cami’ul- Usul’da çeşitli senetlerle şöyle rivayet etmişlerdir: 

“Abdullah bin Ömer bin Hattab’a Şamlı bir adam, “Kadın mut’ası hakkında ne diyorsunuz?” diye sorunca, o; “Helaldir” dedi. Adam; “Ama baban yasakladı” deyince de şöyle dedi: “Babam yasaklasa da, Peygamber (s.a.a)’in emri babamın yasağından üstündür ve ben Resulullah (s.a.a)’in emrine uyarım.”

Ama sözünü ettiğiniz hadisler, Ömer’in sözünü doğrulamak için sonradan uydurulan hadislerdir. Yoksa konu açıklanmaya gerek kalmayacak kadar apaçık ortadadır. Ömer’in sözü dışında mut’ayı haram kılacak hiçbir doğru deliliniz yoktur.

Şeyh: Bizzat Ömer’in sözü de Müslümanlar için büyük bir senettir. Zira eğer halife Peygamber (s.a.a)’den bir şey duymamışsa rivayet etmezdi!!

Davetçi: İnsaflı ve düşünceli bir alimden, sadece Ömer’e olan aşırı sevgisinden dolayı böyle şeyler söylemesi beklenemez. Zira her işte bir fikir ve düşünce gerekir. Siz Ömer bin Hattab’ın Müslümanlar için bir senet olduğunu beyan ediyorsunuz. 

Halbuki Peygamber (s.a.a)’den Ömer’in sözünün senet olduğuna ve amel edilmesi gerektiğine dair bir tek hükmün bile olmadığını, birazcık düşünen herkes anlayacaktır.

Ama bizzat kendi muteber kitaplarınızda yer alan birçok rivayet de Ehl-i Beyt’e, özellikle de Hz. Ali’ye uymayı emretmektedir, ki bunlardan bazısına önceki geceler işaret ettim. İşte bu Ehl-i Beyt (a.s)’ın tümü, mut’anın nesh edilmediğini ifade etmiştir.

Ömer’in Peygamber (s.a.a)’den bir şey duymadığı takdirde bunu söylemeyeceğini beyan etmeniz asla doğru değildir.

Evvela; eğer halife Peygamber (s.a.a)’den böyle bir neshi duymuş olsaydı, bunu Peygamber (s.a.a)’in döneminden kendi dönemine kadar önceden ifade etmesi gerekirdi.

Çünkü büyük sahabilerin amel ettiğini görünce, en azından kötülükten sakındırmak adına bu amelin nesh edildiğini ve amel edilmemesini söylemiş olması gerekirdi. O halde neden daha önce nehiy etmedi?

İkinci olarak; Peygamber (s.a.a) tarafından söylenen ve yaygınlaşan her hükmün nasihi de bizzat Peygamber (s.a.a) tarafından ifade edilmelidir. Nitekim usul ilminde de beyan edildiği gibi beyanın hacet vaktinden ertelenmesi câiz değildir.

Peygamber (s.a.a) zamanında yaygın olan bir hükmün nasihinin Ömer dışında kimseye söylememiş olması ve Ömer’in de hilafetinin sonlarında belli bir şahsa muhalefet olsun diye siyaset gereği haram olduğunu ilan etmesi doğru mudur?

Acaba ümmet, size göre nesh edilmiş bir hükümle amel etmiş olduğu için sorumlu değil midir ve şeriata aykırı bir iş yapmış olmaz mı? Halka ilan edilmeyen ve size göre nesh edilmiş bu gayri meşru amelin sorumlusu haşa bizzat Peygamber (s.a.a) değil midir? Çünkü böylece Allah’ın kendine bildirdiği nasihi (hükmü neshedeni), size göre o ümmete bildirmemiştir.

Sadece Ömer’e demiş, Ömer de hilafetinin sonunda haram olduğunu ilan etmiştir! Ömer’den makamı daha yüksek olan Ebu Bekir de hilafeti döneminde bu nesh edilmiş hükmü ilan etmemiş ve engellememiştir. Peygamber (s.a.a)’in hükümleri ilan etmediğini ve ümmetin de bilmediğinden nesh edilmiş bir hükümle amel ettiğini söylemek küfür değil midir?

Üçüncü olarak; eğer mut’a Peygamber (s.a.a) zamanında nesh edilmişse ve Ömer de bunu Peygamber (s.a.a)’den duymuşsa, söylerken bu hükmü Peygamber (s.a.a)’e isnat etmeliydi ve bizzat Peygamber (s.a.a)’in bunu nesh ettiğini,

amel edilmemesi gerektiğini, dolayısıyla amel edenlerin cezalandırılacağını beyan etmesi gerekirdi. Böylece Peygamber (s.a.a)’in sözüne dayanmasının ümmet arasındaki etkisi de daha fazla olurdu.

Peygamber (s.a.a) zamanında helal olduğunu söyleyip de kendisinin bunu haram kıldığını söylemesi ve bunu yapanları recm etmekle tehdit etmesi doğru değildir.

Helal ve haramı tayin etmek gaybla irtibatı olan Peygamber (s.a.a)’in mi görevidir yoksa halkın seçtiği bir halifenin mi?

Henüz gerçekten anlayamadım, Ömer hangi delille Allah’ın helalini haram kıldı ve hangi cesaretle haram kıldığını ilan etti? Hatta Peygamber (s.a.a) bile hükümleri tebliğ ederken kendisinin helal veya haram kıldığını söylemezdi.

Allah’ın emrettiğini ilan ederdi. Ama Ömer tam bir cesaretle şöyle demiştir: “Peygamber (s.a.a) zamanında varolan iki mut’ayı ben hartam kılıyorum ve yapanı cezalandıracağım.” Ey basiret sahipleri ibret alın!