161 Hazret-i Peygamber Sallallahu aleyhi ve Âlihi ve Sellem’i,Öven hutbelerinden

Onu apaydın ışıkla, görünüp duran, şüpheleri gideren, delille apaçık yolda, insanları sapıklıktan kurtaran, doğru yola sevkeden kitapla gönderdi. Mensûp olduğu boy, en hayırlı boy; ağacı en hayırlı ağaç, dalları, budakları güzel ve doğru; dileyenler meyvelerinden kolayca yiyebilirler. Doğduğu yer Mekke, göçtüğü yer, tertemiz şehir, Medîne. Anlayışı orada yüceldi; ünü ordan duyuldu.
O'nu, yeter bir delille, şifa veren öğütle, halkı düzene sokacak bir dâvetle gönderdi; bilmeyen ilâhî hükümleri O'nunla belirtti, bildirdi; noksan ve ayıplanacak bid'atları, âdaletleri, onunla söktü, attı; uyulması gereken şeyleri O'nunla tebliğ etti.
İslâm'dan başka bir din arayanın kötülüğü meydandadır; onun kutluluk bağları kopar; baş aşağı düşer gider, uzun bir hüzne daldıktan, çetin bir azâba uğradıktan sonra belki döner gelir.[25]
163 Hamd kulları yaratana, yeryüzünü döşeyene, suları yeryüzünde akıtana, yerleri sellere düzleyene. Evveline bir başlangıç, ezelî oluşuna bir son yok. Evveldir, zevâli olmaz; bâkidir, sonu olmaz. Alınlar ona secde eder; dudaklar birliğini söyler. Yarattığı şeyleri sınırladı, benzerlerinden ayırdı. Vehimler, düşünceler, sınırlarla, hünerlerle O'nu takdir edemez; akıllar, uzuvlara âletlere benzeterek O'nu bilemez; O'na bir zaman vardı denemez; zaman isnâd edilemez; hakkında ne vakte dek diye de soru sorulamaz. Görünendir, eserleriyle; neden ve nereden diye bir suâle imkân yok. Görünmeyendir zâtiyle, nerede gizlidir diye de sorulsa buna da bir beyân yok. Ne cismi vardır, görünür; ne bir hicâp altına girer; bilinir. Ne zâtiyle eşyâya yakındır ki bir şey densin; ne kudretiyle eşyadan ayrıdır ki ayrılmıştır densin. Kullarının bakışları, geceleyin adım atışları, karanlıkta dinlenişleri, karanlıklara dalışları, gizli değildir O'ndan. Aydınlatıcı Ay, O'nun bilgisiyle, irâdesiyle doğar, âlemi aydınlatır. Ardından aydın güneş doğar, âlemi ışıtır, batar. Zamanlar döner; günler, geceler geçip gider. Gece yüz gösterir, gelir; gündüz olur, biter; O hepsini bilir, hepsini görür. Bilgisi, her şeyin, her işin sonunu ve müddetini, zamanını ve sayısını kaplar, kavrar. O, sıfat takdir edenlerin, mekân tayin eyleyenlerin takdirinden münezzehtir; tayininden yücedir. Sınır, O'nun yarattıklarına aittir. O'ndan başkalarına mensuptur. Eşyâyı, ezelî olan, ebedî maddelerden yaratmamıştır; yaratılanı O yaratmıştır, O sınırlamıştır; şekil ve sûret sahibi olanların şekillerini, sûretlerini o tasvîr etmiştir; ne de güzel şekil vermiştir, ne de güzel sûretle bürümüştür. Hiç bir şey O'ndan çekinemez; hiç bir şeyin baş eğmesi O'na fayda vermez. Ölüp gidenleri bilmesi, diri kalanları bilmesi gibidir; yüce göklerde olanları bilmesi, aşağılık yerlerde olanları bilmesi gibidir.
(Aynı Hutbeden):
Ey doğru, düzen yaratılmış mahluk, ey rahimlerin karanlıklarında yetiştirilen çocuk, toprağın özünden yaratılmaya başladın, kuvvetli bir karar yerine kondun, bilinen bir zaman, orada durdun; takdir edilmiş bir müddet içinde de dünyada kaldın. Ana karnında bir yavrucaktın, oynar dururdun; ama ne çağırana seslenebilirdin, ne söyleneni duyardın. Sonra o karar ettiğin yerden, hiç görmediğin âleme çıkarıldın; oranın faydalanılacak şeylerinden de haberin yoktu senin. Ananın memesinden gıdalanmayı kim öğretti sana? Arama, isteme yerlerinden ihtiyacını gidermeyi kim belletti sana?.[26]
Bir sûrete, bir şekle, bir heyete bürünmüş, âzâya sâhip olmuş bir yaratığın sıfatlarını bile bilmekten âciz olanın, yaratıcısının sıfatlarını bilmesi ne kadar da uzak; elbette yaratılan, bu hususta daha da âciz olacak. Yaratılmışların hadlerini anlamak imkânı yokken yaratan hakkında söz söylemek; ne de boş; bu, öyle bir şey ki mümkün değil, olmayacak.