[19] - Bu kısımda İsrail oğullarının sonlarını beyan buyurmaktadırlar.

[20] - Arapların, cahiliyye devrindeki halleri anlatılmaktadır; aynı zamanda 81. sûrenin (Tekvîr) 8-9. âyetlerine işaret edilmektedir. İlk çocuğu kız olan, gelenek olarak Araplarda haysiyetsiz sayılırdı; babası onu diri-diri gömmek zorundaydı. Köpek, yılan, kertenkele yerlerdi. Asma'î der ki: Çölde giderken bâzı çadırlar gördüm; oraya gittim. Beni konukladılar; bir kap içinde süt sundular. Sütü içtikten sonra ne de temiz kap dedim. Evet dediler, gündüzleri, içinde yemek yeriz; geceleri ona işeriz; sabahleyin köpeklerin önüne koruz, onlar kabı yalarlar; temizlerler; onun için böyle tertemizdir. Bu sözleri duyunca, Allah lânet etsin sana da, senin bu temizliğine de dedim (Molla Sâlih-i Kazvinî şerhi; 2. s. 341-342, not).

[21] - Biatten dönerler. Cemel savaşına sebep olanlardır; gerçekten sapanlar ve itâatten çıkanlar, Muâviye'ye uyanlardır. Dinden çıkanlarsa Hâricîlerdir.

Emir'ül-Mü'minin (a.s) Zübeyr'e, savaştan önce, "Biz ansardan bir bölüğün sofasındaydık, sen de vardın, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve âlihi ve sellem beni işaret ederek sana, onu sever misin buyurdu; sen, ne mâni var deyince, ama buyurdu, sen onun aleyhine kıyâm edecek, onunla savaşa girişeceksin ve bu takdirde de sen zâlim olacaksın; hatırlar mısın bunu?" demişti (Müstedrek'üs-Sahîhayn'den; c.3, s.366; Üsd'ül-Gaabe; 2, s.199; El-İsâbe'den; 3, s.6; Kenz'ül-Ummâl'den; 6, s.82-85; İstîâb'dan; 1, s. 207; Mecma'dan; 7, s.27, İbn-i Kutayba'nın El-İmâmetü ve's-Sitâse'sinden, s. 63, naklen "Fedâil'ül-Hamseti min'es-Sihâh'ıs-Sitte; Necef-1384 H. 2, s.364-369). Ümm'ül-Mü'minin'i de Hz. Rasûl (s.a.a), Ali'ye karşı çıkmaktan men buyurmuştu (Müstedrek, Kenz'ül-Ummâl, Müsned, İsâbe, Mecma', El-İmâmeti ve's-Siyâse, Nûr'ül-Absâr, Hiylet'ül-Evliyâ, Tabakkaat-u İbn-i Sa'd, Târihu Bağdâd v.s.den naklen aynı; s. 369-374). Hz. Rasûl-i Ekrem sallâllahu aleyhi ve âlihi vesellem, Emir'ül-Mü'minin'e, biatinden dönenlerle, isyan edenlerle, dinden çıkanlarla savaşacağını bildirmişler, savaşmasını emir buyurmuşlardı (Müstedrek, Târih-u Bağdâd, Üsd'ül-Gaabe,ed-Dürr'ül-Mensûr, Kenz'ül-Ummâl ve Mecma'dan naklen aynı; s.358-363).
Redhe, dağ başlarında bulunan ve içine su dolan çukura denir. Redhe Şeytanı, Hâricîlerden Zü'l-Huvaysarat'üt-Temîmî Harkus b. Züheyr'dir. 
Bu adam, Hevâzin ganimetlerini bölerken Hz. Resûl'e (s.a.a), adalete riâyet et demek cür'etinde bulunmuş, Hazret "Vay sana, ben adalete riâyet etmezsem kim eder" buyurunca Ömer, izin ver yâ Rasûlallah, şunun boynunu vurayım demiş, Hz. Rasûl (s.a.a), bırak onu; onun öyle arkadaşları olacak ki biriniz, onların namazını, orucunu görünce kendi namazını, orucunu, ona nispetle ehemmiyetsiz bulacak; Kur'an okuyacaklar, fakat boğazlarından aşağıya geçmeyecek (mânasını anlamayacaklar, hükmüne riâyet etmeyecekler), yaydan ok çıkar gibi dinden çıkacaklar; kara yüzlü, kolunun birinde kadın memesine benzer bir ur bulunan kişi de onların başı olacak; insanların en hayırlı bölüğüne karşı çıkacaklar buyurmuştu. Ebû Saîd'il-Hudrî (r.a), ben bu hadisi Rasûlullah'tan duydum, tanıklık ederim ki Ebû-Tâlib oğlu Ali, onlarla savaştı; ben de onunlaydım; öldürülenler arasında bu adamı bulmamı istedi; buldum ve Rasûlullâh'ın buyurduğu alâmeti de onda gördüm demiştir (Buhârî'nin Kitâb-u Bed'il-Halk'ından naklen Fadâil'ül-Hamse; 2, s.400). Nese'î'nin "Hasâis"inde, Zehebî'- nin Mîzan'ül-İ'tidâl'inde, Sahihu Müslim'in Kitâb'üz-Zekat'-ında, Müstedrek'te, Ebû-Dâvud'da, Müsned'de, Tabakaat'ta, Hilyet'ül-Evliyâda, Târih-u Bağdâd'da, Mecma' ve Kenz'ül-Ummâl'de bu husustaki hadisler için aynı kitabın 400-410. s.e, Hâriciler hakkındaki âyetler için de 410-412 s. e. bk.). Zü's-Sedye denen bu adamı görünce Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), Bu, ümmetimin içinde beliren şeytan boynuzlarının ilkidir buyurduğu rivayet edilmiştir. Nehrevan savaşında bu herif, Hazreti Emir aleyhisselâmın nârasını duyunca kendisini, içinde su bulunan bir çukura atmıştı; orada ölü olarak bulundu.
[22] - İbn-i Ebi'l-Hadîd Fazl b. Abbas'tan rivayet eder; demiştir ki: Babama, Hazreti Rasûl (s.a.a) erkeklerden en fazla hangisini severdi diye sordum; Ebu-Tâlib oğlu Ali'yi hepsinden fazla severdi dedi. Ben, oğulları sordum deyince dedi ki: Ebu-Tâlib oğlu Ali'yi herkesten çok severdi; oğullarından daha fazla ona muhabbeti vardı. Biz, Hazreti Rasûl'ün Ali'ye olan muhabbeti derecesinde oğlunu seven bir baba görmediğimiz gibi Ali'nin Hazreti Rasül'e itâatinden daha fazla itâat eden bir oğul da görmedik. Huseyn oğlu Ali Zeyn'ül-Âbidin'in oğlu Zeyd'in oğlu Huseyn demiştir ki: Babam Zeyd'den duydum ; derdi ki: Hazreti Rasûl (s.a.a) eti, hurmayı çiğner, sonra, henüz küçük olan ve kucağında bulunan Ali'nin ağzına verirdi (Hâcı Molla Sâlih-i Kazvîni şerhi, 2, s.356, 1 ve 2. notlar).
İbn-i Eb'il-Hadid'in Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inden, Hz. Ali'nin (a.s) "Ben Hz. Peygamber'in (s.a.a) mîraç edeceği gecenin sabahında onun hücresindeydim; namaz kılıyordu, namazını bitirdi, ben de bitirdim; o sırada bir feryat duydum. Yâ Resûlullah dedim, bu feryat nedir? Buyurdular ki: Bilmiyorum musun, bu, Şeytanın feryadı; anladı ki geceleyin ben göğe ağacağım; artık yeryüzünde onun peşinden gidecek kimse kalmadığını, ona kulluk edecek kimsenin bulunmaya-cağını idrâk ederek ye'se düştü (Şarih Hoyî'den naklen Hâc Molla Sâlih Kazvinî'nin şerhi, 2, s.357, not). Emir'ül-Mü'minin (a.s), Hazreti Peygamber'in (s.a.a) risâlete meb'us oluşun-dan önce kendisiyle beraber, aydınlığı görür, meleğin sesini duyardı. Hazreti Rasûl (s.a.a), Ben Peygamberlerin sonuncusu olmasaydım sen de Peygamberlikte şerîk olurdun; fakat sen Peygamber değilsin ama Peygamber'in vasîsi ve vârisisin; hattâ sen, vasîlerin seyyidisin buyurmuştur (İbn-i Ebi'l-Hadid ve Şârih Hoyî'den naklen, Aynı, s.358, not).
Hz. Rasûl (s.a.a) 26. sûrenin (Şuarâ) 214. âyeti olan ve "En yakın hısımlarını korkut" meâlindeki âyet-i kerime nâzil olunca Hz. Ali'ye (a.s) bir ziyafet tertip etmesini ve Abdül-Muttalib oğullarını çağırmasını emir buyurmuş, içlerinde Ebu-Tâlib, Hamza, Abbas ve Ebû-Leheb olduğu halde kırk kişi toplanmıştı. Yemek yedikten sonra Hz. Rasûl (s.a.a) söze başlayacakken Ebû-Leheb lafa koyulmuş, bunun üzerine ertesi günü ziyafet gene tekrarlanmış, yemekten sonra Hz. Rasûl Rasûl (s.a.a) Ey Abdül-Muttalib oğulları, Arap kavmi içinde, benim size geldiğim, gönderildiğim şeyden daha üstün bir şeyle kimse gelmemiş, gönderilmemiştir. Ben size dünyanın da, âhiretin de en hayırlı şeyiyle geldim; yüce Allah, sizi ona inanmaya çağırmamı buyurdu; bu işte kim bana zahîr olursa o, kardeşim, vasîm ve halîfem olacaktır sizin içinizde buyurdu. Hiç kimse bir şey söylemedi; Ali, Ey Allah'ın Peygamberi dedi, ben senin vezîrin olurum; Hz. Rasûl (s.a.a) onun omuzunu tutarak bu, benim kardeşimdir, vasîmdir, içinizde halifemdir, duyun ve ona itâat edin buyurdu. Ziyâfettekiler, oğlunun sözünü dinlemeni, ona itâat etmeni emretti sana diye Ebû-Talib'le alay ettiler (Kenz'ül-Ummâl'den, İbn-i İshas, İbn-i Cerir-i Tabarî, İbn-i Ebi-Hâtem, Ebu-Nuaym ve Beyhakıy'den naklen Fazâil'ül-Hamse Min'es Sıhâh'ıs-Sitte, 2, s.19-21).
Hz. Emir'in (a.s), Hz. Hadice (r.a) müstesnâ, İslâm'ını ilk izhâr eden, ilk imân eden zat olduğu, yedi yıl, Hz. Muhammed (s.a.a), Ali (a.s) ve Hadîce'den (r.a) başka hiçbir kimsenin Allah'a ibâdet etmediği hakkındaki hadisler ve bu hadislerin bulunduğu kitaplar için "Fedâil'ül-Hamse"ye bk. (c.1, Necef-1383 H.Ş. 178-200).
[23] - Hemmâm, Şurayh adlı birinin oğludur. "Kâfî"de bu sorusu ve Hz. Emir'ül-Müminin'in (a.s) cevapları, İmam Ca'fer'us - Sâdık'tan (a.s) rivayet edilmektedir. Bu rivâyet İbn-i Tâvûs'tan da gelmektedir (Hâcc Şeyh Abdullâh-ı Mamakaanî: Tenkıylı'ul -Makaal, Necef-1352 H. Taş bas. 3, s. 304. İlk kısımda, Allah'ın, kullarının itâatinden, isyânından mustağnî oluşu bildirilirken, 3. sûrenin (Âl-i İmran) 97. 14. sûrenin (İbrâhim), 8., 27. sûrenin (Neml) 40., 29. sûrenin (Ankebut) 6, 31. sûrenin 12., 39. sûrenin (Zümer) 7., 57. sûrenin 24., 60. sûrenin 6. âyetinin meâlidir. "Çekinenlere gelince" sözüyle başlayan kısım, 25. sûrenin (Furkan), "Ve Rahmân'ın kulları, öylesine kullardır ki yeryüzünde gönül alçaklığıyla yürürler ve bilgisizler, onlara söz söyleyince sağlık, esenlik size diye cevap verirler ve öyle kişilerdir ki onlar, gecelerini Rablerine secde ederek, onun tapısında kıyamda bulunarak geçirirler ve öyle kişilerdir onlar ki Rabbimiz derler, savuştur cehennem azâbını bizden; şüphe yok ki onun azâbı daimîdir" meâlindeki âyetlerinin tefsiri mahiyetindedir (63-76); esasen bu hutbe, bu âyetlerin meâllerinin tefsir ve izâhıdır.
Takvâ, yâni çekinmek, lügatte fazlasıyla korunmak, örfte, nefsi, âhirette ona zarar verecek şeylerden korumak, fayda verecek şeylere yöneltmek anlamınadır. Üç derecesi vardır: 1) İnancı düzelterek nefsi, edebî azaptan korumak, 2) Şerîatta yapılması, yahut terk edilmesi suç olan şeylerden çekinmek, 3) Gönlü, Allah'tan gaflete düşürecek şeylerden kaçınmaktır. İmam Cafer'us - Sâdık aleyhisselâmdan takvâ nedir diye sorulunca, "Sana emredilen şeyleri, gereğince yapmandır; Rabbinin seni nehyettiği şeyleri yaptığını da görmemesidir; onlara yaklaşmamandır" buyurmuşlardır. "Takvâ ile az ibâdet, takvâsız çok ibadetten hayırlıdır sözü de Sadık-ı Âli Muhammed'in (s.a.a) sözlerindendir. Takvânın on alâmeti vardır: Sabır, kötülüklerden çekinmek, Allah'ın yardı-mını dilemek, çetin şeylerden, suçlardan kurtulmak, helâl rızık elde etmek, ibâdeti riyâsız yapmak, Allah'ın yarlıgama-sına mazhar olmak, Allah'ın sevgisini kazanmak, ibâdetlerinin kabûl edilmesine ulaşmak, Allah'ın keremine kavuşmak, müjdesini elde etmek v.s. gibi (Hâcc Şeyh Abbâs-ı Kummî: Sefînet'ül-Bıhâr ve Medînet'ül-Hikemi ve'l-Âsâr; 2, "Vakıy" maddesi; s.677-679). Takvâ hakkında Kur'ân-ı Mecîd'de bir çok âyetler vardır.
[24] - İshak b. Ammâr, İmâm Cafer'us-Sâddık'tan (a.s) rivâyet eder; buyurmuştur ki: Bir gün Rasulullah (s.a.a), ashabıyla namaz kıldıktan sonra mescitte bir genci gördü. Rengi sararmış, bedeni zayıflamış, gözleri içeriye çökmüştü. Rasulullah (s.a.a), ona bu günü nasıl sabahladın diye sordu: Genç, yâ Rasûlullah dedi, benim yakinim şu: Hüzünlere batmışım, gecelerim uykusuz, gündüzlerim susuz geçmede; dünyadan da kendimi aldım, dünyadaki şeylerden de; sanki Rabbimin arşını görüyorum. Hesap için mahşer kurulmuş, halk toplanmış, ben de aralarındayım; cennet ehlini görüyo-rum, cennette nimetlere nâil oluyorlar, sedirlere kurulmuşlar, birbirleriyle tanışıyorlar; cehennem ehlini görüyorum, orada azap çekiyorlar; sanki şimdi bile cehennemin soyuluşunu duyuyorum; alevlerinin sesi kulaklarımda çınlıyor. Rasulullah sallallahu aleyhi ve âlihi, buyurdu, bir kul ki Allah, kalbini îmanla ışıklandırmış; sonra bulunduğun hali devam ettir dedi. Genç, ya Rasûlullah dedi, Allah'a dua et de bana şehâdet nasip etsin senin maiyetinde. Rasûlullah (s.a.a) dua etti. Bundan az bir müddet sonra da Rasûlullah'la bir gazaya gitti; dokuz kişiden sonra şehit olan onuncu zat, bu genç oldu (Sefinet'ül-Bihâr 2, s.733).
Mevlânâ Celâleddin kaddessanAllahu bi esrârihî, "Mesne-vî"nin birinci cildinde bunu, büyük bir kudretle dile getirmiştir; Mevlânâ bu gencin adının Zeyd olduğunu söyler. Hz. Peygamber (s.a.a) bir sabah Zeyd'e, nasıl sabahladın diye sorar; O da, mümin olarak diye cevap verir. Hz. Peygamber (s.a.a), îman bahçen çiçeklendiyse, gülleri açtıysa nişanı nedir buyurur. Zeyd, gündüzleri susuz, geceleri yanıp yıkılarak uykusuz geçirdim. Halk göğü görür, ben arşı, arşın çevresindekileri görüyorum. Sonra sekiz cennetle yedi cehennem gözümün önünde; halkın hangisinin cennetlik, hangisinin cehennemlik olduğunu, yılanla balığı ayırt eder gibi ayırt etmedeyim. Kadın, erkek, kıyâmet gününe dek, herkesin âkıbetini seyretmedeyim; cennet ehli, birbirlerini kucaklamaktalar; cehennem ehli feryat edip ağlamaktalar der. Hz. Peygamber, susmasını emreder. (1. Reynold A. Nicholson basımı; Leiden - 1925, s.215-228, beyit. 3500-3706).
Bunu Ebû-Nasr-ı Serrâc, "El-Luma"da, Gazâlî, "İhyâ'u Ulûm'id-Dîn"de, İbn'ül-Esîr, "Üsd'ül-Gaabe"de, Bedir'de şehit olan Hârise b. Surâkat'il-Ansâriyy'il-Hazreci'nin hâl terceme-sinde zikreder. Son kitapta bu olay şöyle anlatılmaktadır:
"Rasûlullah'la gidiyorduk, ansârdan bir gence rastladık. Peygamber (s.a.a), ona, Yâ Hâris buyurdu, nasıl sabah-ladın? O, Allah'a gerçek inanmış olarak sabahladım dedi. Hazreti Peygamber'e, (s.a.a), ne dediğine iyi dikkat et, her sözün bir hakikati var deyince o, Yâ Rasûlallah dedi, dünyadan kendimi çektim; gecemi uykusuz, gündüzümü susuz geçirdim; sanki üstün ve ulu Rabbimin arşını apaçık görüyo-rum; sanki cennet ehlini görüyorum, birbirlerini ziyaret etmedeler; sanki cehennem ehlini görüyorum, orada feryat etmedeler. Hz. Peygamber bir kul ki bu buyurdular, Allah gönlünü îmanla ışıklandırmış. Bu, Ebü'l-Fütûh tefsîrinde de geçmektedir. Ebu-Nuaym-i İsfahânî, "Hilyet'ül-Evliyâ"nın 1. cildinin 242, sahifesinde bu gencin, Muaz b. Cebel olduğunu zikreder (Bedi'üzzaman Firûzanfer: Maâhiz-i Kasas ve Temsilât-ı Mesnevî; Tehran Üniv. Yayın 1. basım-1333 Şemsî Hicrî: s.35-36).
Hârise b. Surâka, Bedir'de şehit olanlardandır; Bedir'de bulunduğu, Uhud savaşında şehit olduğu da rivayet edilmiş-tir. Şehâdetinden sonra anası, ağlıya- ağlıya Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a) yanına gelip yâ Rasûlallah, cennetteyse ağlamaya-yım, fakat cehennemdeyse yaşadıkça ağlayayım ona demiş, Hz. Resûl-i Ekrem (s.a.a), Ey Hârise'nin anası, cennet bir tane değil ki; oğlun en yüce cennet olan Firdevs'te buyurmuş, kadın, bu söz üzerine gülmeye başlayıp, Rasûlullâh'ın yanından ayrılmış, ne mutlu sana, ne mutlu Ey Hârise demiştir. Hârise, ansardan ilk şehit olandır (Tenkih'ul-Makaal fî Ahvâl'ir-Ricâl; 1, s.249). Bu genç Muaz b. Cebel olamaz; çünkü bu zat, hicretin on yedinci, yahut on sekizinci yılında, Ürdün'de tâundan ölmüştür (Aynı. 3. s.220-221).
Mevlâna'nın bu genci, Zeyd b. Hârise olarak kabûl ettiğini sanıyoruz. Zeyd b. Hârise'yi, Hz. Rasûl-i Ekrem (s.a.a), Hadice-i Kübrâ'nın (r.a) parasıyla satın almış, azad etmişti. Babası, bunu duyunca Mekke'ye gelip oğlunu istedi. Zeyd, Müslüman olmuştu. Rasûlullah (s.a.a), Zeyd hürdür buyurdu, dilediğine gider. Zeyd, ben Rasûlullah'tan ayrılmam deyince babası, ey Kureyş uluları diye bağırdı, ben Zeyd'i evlâtlıktan reddettim; o benim oğlum değildir; ben de onun babası değilim artık. Bunun üzerine Hz. Rasûl (s.a.a), Zeyd benim oğlumdur buyurdular ve bundan sonra da "Muhammed'in oğlu" diye anılmaya başladı. Zeyd, Mu'te savaşında, hicretin sekizinci yılında şehit olmuştur (fazla bilgi için Tenkih'ul-Makaal'e; 1, s. 462. "Sosyal açıdan İslâm tarihi", Hz. Muhammed ve İslâm" adlı eserimize bakınız; Milliyet kültür kulübü yayınları, birinci baskı- 1969; s.124-125 ve 193-198).
Fidye, tutsak olanın, yahut kölenin, hürriyetini elde etmesi için bir mal, para vermesi, yahut muayyen bir müddet hizmet etmesidir.
[25] - Kur'an-ı Mecid'i, harfleri sayılabilecek kadar yavaş, yâni anlamını düşünerek okumak, 73. sûrenin (Müzzemmil) 4. âyet-i kerimesinde emredilmektedir. Hutbenin bu bölü-münde, gene 2. notta izah edilen olaya işaret vardır. Kur'an'ın gönüllere şifâ, inananlara şifâ ve rahmet olduğu 10. sûrenin (Yunus. a.s.) 57., 17. sûrenin (İsrâ') 82. âyeti kerimelerinde bildirilmektedir. 41. sûrenin (Fussilet) 44. âyetinde de Kur'an'a, şifâ ve hidâyet denmektedir.
Secdede yedi uzvun yere gelmesi şarttır: Alın, avuçlar, dizler ve ayak parmakları.
[26] - Hutbenin bu kısmında, "Gerçekten de göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde aklı tam olanlara deliller var. Onlar, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan üstüne yatarken anarlar ve göklerle yeryüzünün yaratılışını düşünürler de Rabbimiz derler, bunları boş yere yaratmadın; noksan sıfatlardan arısın sen; koru bizi ateşin azabından. Rabbimiz, gerçekten de sen kimi ateşe atarsan şüphe yok ki onu hor-hakir bir hale sokarsın ve zalimlere hiçbir yardımcı yoktur. Rabbimiz, gerçekten de biz, bir seslenen duyduk, inanç için sesleniyordu, Rabbinize inanın diyordu; hemencecik inandık. Rabbimiz, yarlıga suçlarımızı, ört kötülüklerimizi; iyiliklere kat bizi; onlarla al ruhumuzu. Rabbimiz, bize ver peygamberlerine vaad ettiklerini ve aşağılık bir hale getirme bizi kıyâmet gününde, gerçekten de sen vaadinden dönmezsin. Gerçekten de Rableri, duâları kabûl etti..." âyet-i kerîmelerine (3, Âl-i-İmran; 190-195) ve aynı sûrenin, "O sakınanlar, ferahlıkta, darlıkta mallarını yoksullara harcayanlar, öfkelerini yenenler ve insanları affedenlerdir ve Allah, ihsanda bulunanları sever" meâlindeki âyet-i kerîmesine işaret edilmektedir (134). Aynı zamanda, "Amellerin en üstünü Allah'ı tanımak suretiyle bilgi elde etmektir", "Cihadın en üstünü, insanın kendi nefsiyle, hevâ ve hevesiyle savaşmasıdır", "Kazancın en üstünü güzel alış-veriştir ve insanın elinin emeğiyle geçinmesidir", "İnananların en üstünü, Müslümanların, elinden, dilinden esen kaldıkları kişidir; inananların, inanç bakımından en üstünü, ahlak bakımından en güzel ahlâka sahip olanıdır;muhâcirlerin en üstünü, Allah'ın nehyettiği şeyleri yapmayanıdır; savaşın en üstünü de, Allah uğrunda nefsiyle savaşan kişinin savaşıdır", "Helâl rızık aramak savaştır", "Allah'ın farz ettiği şeylerden sonra farz olan, helâl rızık için çalışmaktır" gibi hadislere de işaret vardır (Câmi'us-Sagıyr, 1, s.40-42, 2, s.45).
[27] - "Öyle erler vardır ki onları ne ticaret, ne alım-satım, Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz; gönüllerin ve gözlerin döneceği günden korkarlar onlar." (24, Nûr, 37) "Yüzlerinizi doğuya, batıya çevirip durmanız, hayır sayılmaz ki. Hayır ve tâat sahipleri, Allah'a, son güne, meleklere, kitaba, peygamberlere inanan, Allah sevgisiyle yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve esirlere mal veren, namaz kılan, zekât veren, ahdettikleri zaman ahitlerine vefâ eden, sıkıntı ve şiddet vakitlerinde sabreden kişilerdir. Onlardır sözleri doğru olanlar, onlardır sakınanlar." (2, Bakara, 177).
[28] - "Gerçekten de kurtulmuşlardır, muratlarına ermişlerdir inananlar. Öyle kişilerdir ki onlar namazlarını gönül alçaklığıyla kılarlar; ve öyle kişilerdir ki onlar boş şeylerden yüz çevirirler; ve öyle kişilerdir onlar ki zekâtlarını verirler, ve öyle kişilerdir onlar ki ırzlarını korurlar; ancak eşleri ve cariyeleri müstesnâ ve bunda da hiç kınanmazlar onlar. Bunun ötesinde bir şey isteyenlerse, onlardır haddi aşanlar. Ve öyle kişilerdir onlar ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler; ve öyle kişilerdir onlar ki namazlarını korurlar; onlardır mirasçılar; öyle kişilerdir onlar ki Firdevs'i miras alırlar, orada ebedî olarak kalırlar." (23, Müminûn, 1-11).
"Ey inananlar, içinizden bir topluluk, başka bir toplulukla alay etmesin; olabilir ki alay edilenler, öbürlerinden daha hayırlıdır. Ve kadınların bir kısmı da başka kadınlar-la alay etmesin; olabilir ki alay edilen kadınlar öbürlerin-den daha hayırlıdır. Ve birbirinizi kınamayın ve kötü lakaplarla çağırmayın; inançtan sonra buyruktan çıkmışla-ra ait adlar, ne de kötüdür ve kim tövbe etmezse artık onlar, zulmedenlerin ta kendileridirler." (49, Hucurât, 11).
Allah'ın öç alması, mazlûmun öcünü alması, suçları zûlmedenleri kahretmesidir ve bu hususta birçok âyetler vardır.
[29] - İbn-i Kevvâ Abdullah, Haricîlerindendir; bir gün Hz. Emir aleyhisselâmın hutbelerini dinlerken (hâşâ), Allah öldürsün seni, ne de güzel anlayışlısın, ne de fasihsin demek cür'etinde bulunmuş, bir gün de abdest alırken Hz. Emir, suyu israf ettiğini ihtar buyurunca, sen de Müslümanların kanlarını israf ettin demek denâetini irtikâp eylemiştir (Tenkih, 11, s.204).
[30] - Bu hutbeleri, Kur'ân-ı Mecid'de Münafıklar hakkında-ki âyetlerin, bilhassa 63. sûre-i celilenin (Münâfikun) bir tefsiri mahiyetindedir.
[31] - "Bugün size bütün temiz şeyler helâl edilmiştir" âyet-i kerîmesiyle (4, Mâide, 5) "De ki: Allah'ın kulları için meydana getirdiği süslenecek şeylerle, rızık olarak verdiklerinin içinden tertemiz şeyleri kim harâm etmiştir ki? De ki: Bunlar, dünyâda, inanan kişilerindir, âhiretteyse yalnız onlara aittir. Delilleri bilenlere bu çeşit açıklama-dayız" âyet-i kerimesine işarettir (7, A'râf, 32).
[32] - Bu, "Kâfî"de de muhtelif senetlerle rivâyet edilmiştir; ancak oradaki rivayette, kardeşinin, Emir'ül-Mü'minîn'e, ehlini gamlara batırdı, evlâdını hüzünlere boğdu diye şikâyet ettiği, Hazretin Âsım'ı çağırınca, Ehlinden utanmaz mısın, evlâdına acımaz mısın? Görmez misin ki Allah sana temiz şeyleri helâl etmiştir. O, bunlardan faydalanmanı istemez mi ki? Sen Allah katında bunlardan daha mı hor hakirsin? Allah, Yeryüzünü alçalttı halka; orda meyveler ve lifli, kabuklu hurmalar var buyurmadı mı? (Rahman, 10-11) Allah, iki denizi salmıştır, neredeyse karışacaklar; fakat aralarında bir berzah var; birbirine karışmazlar; artık Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlayabilirsiniz? Her ikisinden de inci ve mercan çıkar (Aynı, 19-22) buyurmadı mı? Allah'ın nimetlerini yapılan işlerle, hayır ve hasenât ile sarf etmek, sözle zâhitlik satmaktan daha sevgilidir Allah'a; gerçekten üstün ve ulu Allah, Rabbinin nimetini an, söyle buyurmuştur (93, Duhâ, 11) dediler. Rivâyette, Âsım'ın bundan sonra söylediği sözlerle Hazretin cevabı, aynıdır. Bundan sonra Âsım, abayı atmış, kuru zâhitlikten vazgeçmiştir (Tenkih'ul-Makaal, Âsım b. Ziyâd maddesinde, 11, s.113).