239 Âl-i Muhammed Sallallahu aleyhİ ve aleyhim’i, anlatan bir hutbelerinden

Onlar ilmin hayatıdır, bilgisizliğin ölümü. Hilimleri ilimlerinden haber vermede, susuşları, söyleyişlerindeki hikmetleri bildirmededir. Hakka karşı durmazlar, onda aykırılığa düşmezler. Onlar İslâm'ın direkleridir; onlar halkın sığınaklarıdır, hak onlarla yerini bulur; batıl, onlarla yerinden ayrılır; dili kökünden kesilir. Onlar, dîni, onun hükümlerini kavramak, onlara riâyet etmek suretiyle anlamışlardır; duymak, rivâyet etmek yoluyla değil. Çünkü ilmi rivâyet edenler çoktur; ona riâyet edenlerse pek o kadar yoktur.
[1] - Zübeyr ve Talha'ya hitâben söylemişlerdir. Bağırış, yüksek ses, Allah'ın âyetleri, Hz. Peygamber'in (s.a.a) hadisleridir. Onları duymayan, onlara uymayan, benim sözleri-mi hiç duymaz, benim sözlerime hiç uymaz demek istiyorlar.
[2] - "Müminin anlayışından sakının; çünkü o, Allah nûruyla görür" hadisine işaret buyurarak (Câmî', 1, s.7) bu olayları daha önceden bildiklerini, onların yapacaklarını anladıklarını bildiriyorlar.
[3] - 20. sûrenin (Tâhâ) 65-66. âyetlerinde, "Büyücüler dediler ki: İstersen sen at önce sopanı, istersen biz atalım yâ Mûsâ, siz önce atın, dedi. Derken büyüleriyle ipleri ve sopaları, Mûsâ'ya doğru koşuyormuş gibi göründü. Mûsâ'nın içine bir korku düştü. Korkma dedik; hiç şüphe yok ki sen daha üstünsün" buyurulmaktadır. Bu korkunun kendisinin, yahut mûcizesinin üst olmayacağı için olmayıp, bilgisizlerin üst olmaları, sapıklığın hükmetmesi düşüncesiyle olduğunu bildiriyor ve Mûsâ'yı, nefsi için, yâhut buna benzer, kötü bir şüphe yüzünden korkmaktan tenzih ediyorlar.
[4] - Hazret-i Rasûl-i Ekrem'e (s.a.a) ilk imân eden, erkeklerden Emir'ül-Mü'minin (a.s), kadınlardan zevceleri Hazret-i Hadice’dir (r.a). Bunda; "Tirmizî, Müstekder-i Sahîhayn, Müsned, Kenz'ül-Ummâl" gibi hadis kitaplarıyla "İsâbe, İstiâb, Üsd'ül-Gaabe" gibi sahâbenin hâl tercemele-rini bildiren kitaplar, tarihler müttefiktir. Neseî, "Hasâis"inde Ali'nin (a.s) "Ben Allah'ın kuluyum, Rasûlullah'ın kardeşiyim, Sıddıyk-ı Ekber benim; insanlardan yedi yıl önce îman ettim ben" dediğini kaydeder (S.3). İbn-i Mâce'nin "Sahîh"inde de aynı meâlde bir hadis vardır (s.12). Üsd'ül-Gaabe, Ebû Eyyub'ül-Ansârî'den, Hz. Peygamberin (s.a.a), "Melekler bana ve Ali'ye yedi yıl salâvat getirdiler; çünkü benimle ondan başka (Hadice müstesna) namaz kılan yoktu" buyurduğunu rivâyet eder (c.4, s.18).
Bu sözlerde, Hz. Rasûl'ün (s.a.a) vefatlarından sonraki olaylara, yâhut Osman'ın şehâdetinden sonraki biate de işaret vardır.
[5] - Kendilerine, haberleri olmadan şehit edilmeleri ihtimâli söylendiği vakit buyurmuşlardır.
[6] - "Bizden olup da ölen, ölü değildir" sözü, "Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma; onlar diridir ve Rableri katında rızıklanırlar" âyet-i kerimesine işarettir (3, Âl-i İmrân, 169).
[7] - İki değer biçilmez şey sözüyle "Sizin içinizde, sizin aranızda iki değer biçilmez, nefîs, değerli şey bırakıyorum biri Allah'ın Kitabı, öbürü Ehlibeytimdir..." Meâlindeki hadis-i şerife işaret edilmektedir. Müslim, Tirmizi, Müstedrek, Neseî, Müsned, Hılyet'ül-Evliyâ, Kenz'ül-Ummâl, Mecma'uz Zevâid, Savaık'ul-Muhrika ve sair hadis kitaplarında bir çok yollarla, bir çok sahâbiden rivâyet edilen bu hadis, mütevâtir derecesine varmış hadislerdendir (Seyyid Mürtaza'l-Huseyniyy-ül Firûzâbadî'nin "Fedâl'ül-Hamseti Min'es Sıhâh'is Sitte"sine bakınız; cüz, 2, Necef-1384; s.43-56).
[8] - "Gerçekten de Ehlibeytim, Nûh'un gemisine benzer aranızda; kim o gemiye binerse kurtuldu, kim binmezse helâk oldu gitti" hadisine işaret edilmektedir (Ebû-Zer r.a'den câmi, 1, s.81). "Yıldızlar nasıl gök ehlinin emniyetine sebepse, Ehlibeytim de yeryüzündekilerin emniyetine sebeptir" meâlindeki hadise de işaret vardır (çeşitli rivayetleri ve kaynakları için "Fedâil'ül-Hamseti Min'es Sihâh'is-Sitte"ye bakınız; 2, s.59-60).
[9] - Dünyadan maksat, dünya için yaşamak, nefsi için çalışmak, ferdiyetine gömülmek, kendini merkez edinmektir; yoksa kendi, ayâli, milleti ve insanlık için çalışmak, esasen İslâm'ın farzlarındandır; ancak çalışanın kazanacağı, 53. sûrenin (Necm) 39. âyetinde bildirilmiş, bir çok âyet ve hadislerde de bu nükte, beyan buyrulmuştur. İslâm dünya ve âhireti denk tutan, dünyaya daldırmayan, fakat âhireti de unutturmayan bir dindir. Bu bakımdan da orta ümmettir Muhammed ümmeti (s.a.a). "Temiz kişiye temiz mal ne de güzel yaraşır" meâlindeki hadis de bunu bildirir (Künûz'ül-Hakaaık, 2, s.184).
Mevlânâ'nın,
Nîst dünyâ nokra vo ferzend o zen
Çîst dünyâ ez Hodâ gaafil boden
beyti, bu hususu pek güzel açıklar.
[10] - "Muhâcir, kötülüğü terk eden, kötü işlerden geçendir" hadis-i şerîfî de (Künûz'ül-Hakaaık, 2, s.183) muhâcirliğin hakikatini bildirmektedir.
[11] - Hüccet, yâni kesin delil, Allah'ın kitabı, Hz. Peygamber'in (s.a.a) sünneti ve ümmetin mansûs olan imâmıdır; bunları tanıdığı hâlde itâat etmeyen, mustaz'af, yâni gerçek kendisine ulaşmamış, gerçeği anlayamamış sayılamaz, özrü de kabûl edilmez.
[12] - "Ameller, sonlarına göredir" hadisine nazaran (Künûz'ül-Hakaaık, 1, s.103), ömrünü suçla, hattâ küfürle geçiren bir kişi son demlerinde tövbe eder, îmana gelirse suçları bağışlanır, küfürden arınır. Ömrünü ibâdetle geçiren bir kişi, son zamanlarda azar, suçlara batar; mümin olduğu halde inkâra sapar; günahkâr olarak ölür, yahut kâfir olarak âhirete göçer. Bir insanın hayrı, şerri ancak son zamanlarında belli olur. Ancak şunu da söylemek gerekir ki ölüm çağındaki tövbe kabûl edilir, buna "tövbe-i ye's"derler; fakat son çağdaki îman kabûl edilmez; buna da "imân-ı ye's"denir. Mevlânâ,
Bâz â bâz â her onçi hesti bâz â
Ger kâfer o gebr o bot-peresti bâz â
İn dergeh-i mâ dergeh-i novmidi nist
Sed bâr eger tovbe şikestî bâz â
Yâni "Geri gel, beri gel, her ne isen gene gel. Kâfir olduysan, ateşe, puta taptıysan da dön, bize gel; bizim bu tapımız, ümitsizlik tapısı değildir; yüz kere tövbe etmiş, tövbeni bozmuşsan, ümidini yitirme, gene gel" meâlindeki rubaisini, "De ki: Ey nefislerine uyup hadden aşırı hareket eden kullarım, Allah rahmetinden ümit kesmeyin; şüphe yok ki Allah, bütün suçları örter, şüphe yok ki O, suçları örter, rahîmdir. Ve dönün Rabbinize ve teslim olun ona, size âzap gelip çatmadan; sonra yardım edilmez size" âyetle-rinin meâli olarak inşad eylemiştir. (39, 53-54); yoksa, kâfirsen de, ateşe, puta tapıyorsan da gel tarzında bir mâna kastetmemiştir; böyle anlayanlar, yanılmaktadırlar, yahut kasten, kendilerine inananları yanıltmak istemektedir.
[13] - Akıyl b. Ebi -Tâlib'in borcu, kırk bin dirhemi bulmuştu. Hazret-i Emir'den borcunun ödenmesini rica etmek üzere nezdine gidince Hazret, onu yanlarında alıkoymuşlar, akşam yemeğini beraber yemeyi teklif buyurmuşlardı. Akşam olunca tuz, ekmek ve biraz bakla geldi. Akıyl, bu sofraya şaşmakla beraber gene de yemekten sonra borcunun tesviyesini rica ve ricasında ısrâr edince, Emir'ül-Mü'minin (a.s), önlerindeki mangala bir demir soktular. Demir ateşten kızarınca da buyurdukları hareketi yaptılar ve sözleri söyle-diler. Akıyl pek müteessir oldu ve Küfe'den kalkıp Şam'a gitti. Muaviye'nin yanına girdiği zaman, onun mükellef bir serir üzerinde oturduğunu, yanına da Şam'da zaptiye işlerine bakan Dahhâk b. Kays'i oturtmuş olduğunu görünce, Hamd Allah'a ki aşağılığı yüceltti, noksanı tamamladı, ayıbı hüner etti diye Dahhâk'e tariz etti. Akıyl, Kureyş'e mensûp olanların kötülük-lerini bildiği, ensab bilgisine sahip olduğu için Dahhâk, Muaviye'ye, ben Kureyş'in iyiliklerini bildiğim gibi Akıyl de kötülüklerini bilir, dedi. Muaviye, Akıyl'e, elli bin dirhem vermiş ve borcunu da ödemiştir. Muaviye, halka kardeşi olduğu halde Akıyl bile benim üstünlüğümü görerek yanıma geldi demiş, Akıyl de bu söze karşılık, Ali, dini için dünyasını bıraktı, sense dünya için dinini terkettin; bu yüzden dünyada sen, kardeşimden hayırlısın; fakat kardeşim nefsi için herkesten daha hayırlıdır; bense sonumun hayra döndürülmesini Allah'tan dilerim, sözleriyle karşılık verdi. Bir gün de Muaviye, Akıyl'in minbere çıkıp Ali'ye lânet etmesini emretti. Minbere çıkan Akıyl halka, "Ey insanlar, Muaviye, kardeşim Ali'ye lânet etmemi emrediyor; Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti ona olsun" dedi ve minberden indi. Muâviye, Akıyl'in ne demek istediğini anlayıp kime lânet ettiğini bildirmedin deyince, Akıyl, söz, o sözü söyleyenin niyetine bağlıdır, dedi. Bir gün de Muaviye, Akıyl'e, latîfe yollu ey Akıyl, dedi. Ebu-Leheb acaba şimdi nerede? Akıyl, cehenneme gidince dedi, halan Ümmü Cemil'le bulursun onu. 
Hicretin elli dördüncü yılında doksan altı yaşında vefat etti. Hz. Ali'den (a.s) yirmi yaş büyüktü (Akıyl için Şeyh Abdullâh'il-Mamakaanî'nin "Tenkih'ül-Makaal'inin 2. cildine, s. 255, Dahhâk b. Kays için de aynı cildin 104-105. sahifelerine bakınız. Yukarıdaki izâhâtı Avlunyalı Süreyyâ'nın "Fetret'ül-İslâm"ından naklettik, s. 168-171). Akıyl'in oğlu Müslim, İmâm Huseyn Aliyhisselâm tarafından Küfe'ye gönderilmiş, orada şehit olmuştur; diğer oğulları da Kerbelâ'- da şehâdet mertebesine erişmişlerdir.
Kendilerini sunmak üzere hediye getiren adam, Eş'as b. Kays'il-Kindî'dir. Hz. Peygamber’in (s.a.a) vefâtından sonra dinden döndüğü rivayet edilmiştir. Hz. Ali Aleyhisselâm'ın hilâfetinin son devrelerinde Haricî olmuştu. Hazret-i Emir'in (a.s) şehâdetinde dahli olanlardan biridir. Tafsilât için Tenki'ül-Makaal'e bakınız (c.1, s. 149).