[4] - Hutbenin baş tarafında geçen "filân"dan maksat birinci halife Ebubekir'dir.

[5] - Buradaki falan"da ikinci halife Ömer'dir.
[6] - A'şâ, Ebu-Basir Meymûn b. Kays'tır. Cahiliyye şâir-lerinden olan, sesi de gayet güzel bulunan bu zat, İmri'ül-Kays ve Nâbıga gibi ünlü şâirlerden sayılmıştır. Vakt-i Saâdete erişmiş, Hz. Rasûl-i Ekrem'e (s.a.a) methiyeler yazmış; onları, huzurunda okumaya giderken Ebu-Süyfan mâni' olmuş, avdetinde, Menfuha denen yerde deveden düşüp ölmüştür. Heyyan, boyunun ulusu olan bir zattı; İran şâhıyla dostluğu vardı, A'şâ ile de dosttu; sohbet arkadaşıydı. Bâzı sebeplerle ondan uzaklaşmıştı; o münasebetle söylediği kasîdede bu beyit geçer.
Emir'ül-Mümi'nin (a.s), bu beyti inşad ederek Hazreti Rasûl-i Ekrem (s.a.a) zamanındaki haliyle ondan sonraki haline işaret buyurmaktadır.
[7] - Ebubekir'in biatten sonra "Bırakın beni, ben sizin en hayırlınız değilim" dediği rivayet edilmiştir. Bu sözü, "Sizin en hayırlınız olmadığım halde beni, başınıza getirdiniz; siz beni veliyy-i emr ettiniz" tarzında söylediği de rivayetler arasında-dır (Muhammed Abduh Şerhi, s.32, 3. not). Hz. Emir'i, Ebubekir'e götürdükleri zaman, Ömer, biat etmedikçe senden el çekmeyiz deyince Ömer'e, "İyi sağ bu sütü, yarısı senin olacak; bugün onun faydası için düzüp koştuğun bir iş yarın sana dönecek" dediği rivayet edilmiştir.
[8] - Ömer'in, zâtı içtihatlarına işarettir. Meselâ, 9. sûrenin (Tevbe) 60. âyet-i kerîmesinde zekâtın, yoksullara, hiçbir varlığı olmayanlara, zekât toplayan memurlara, müellefet'ül-kulûb'a (gönülleri Müslümanlığa malla, servetle ısındırılmak istenenlere), kölelere, tutsaklara, borçlulara, yolda kalmışlara, Allah yolunda savaşanlara verilmesi buyrulmuşken, Ebubekir'in zamanında Ömer, artık müellefet'ül-kulûba vermeye lüzum kalmadı demiş, onlara zekât verdirmemişti. 8. sûrenin (Enfâl) 41. âyet-i kerimesinde ganimetin beşte biri Allah yolunda sarfedilecek, Peygamber'e ve yakınlarına, yetimlerine, hiçbir şeyi olmayanlarına ve bu yolda savaşanlarına verilecekken bu payı kaldırmış, Mâlik b. Nüveyre'yi, Müslüman olduğu halde öldürten ve şer'i süresini beklemeden zevcesini alan Halid b. Velid'i, evvelce onun şiddetle aleyhinde bulunduğu halde, kendi zamanında bağışlamış, hac töreninden umreyi, törenden nisâ tavafını kaldırmış, Müslim'in rivâyetine göre kendi zamanında bile yapıla gelen muvakkat nikâhı yasak etmişti. Ezandan, "Hayye alâ hayr'il-amel-haydin en hayırlı işe" sözünü, halk ibâdete koyulur da savaşı boşlar diye okutmamış, bir kerede üç talak vermeyi, kadın boşamaktan halkı çekindirmek için câiz görmüş, sünnet ve nâfile namazlarda cemâat olmadığı halde terâvih namazını cemaatla kıldırmış, su bulunmadığı vakit teyemmümle namaz kılınmamasını emretmiş, miras ve iddet meselelerinde içtihatlarda bulunmuştu. Daha bu çeşit birçok içtihatları olmuş, sabah ezanına "namaz uykudan hayırlıdır" sözünü katmıştı (Ali kuşçı'nın "Şerh-u Tecrid"inde, "imâmet" bahsinîn sonlarında; "En-Nass-u ve'l-İçtihâd"a da bakınız, 1383-1943, s. 199-220). Mâlik'in "El-Muvatta"ı ve Zerkaanî'nin Şerhi, cüz' 1, s.25.Abdül-Huseyn Ahmed'il-Emini'nin "El-Gadir-u fi'l-Kitâbı ve's-Sünneti ve'l-Edeb"inin 7. cüz'üne de bakınız; 2. basım, Tehran-1372, s.63-64).
[9] - Ömer yaralanınca vefat edeceğini anlayıp yanında-kilere Ebu-Ubeyde sağ olsaydı onu halife yapardım; Huzeyfe'nin kölesi Sâlim sağ olsaydı bu işi ona verirdim demiş, sonra yedi kişinin adını söylemiş, bunlardan Sâid b. Zeyd'i kendi soyundan olması dolayısıyla öbürlerine katmamış, Sa'd b. Ebi-Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Osman ve Ali'den meydana gelen bir şûrâ kurulma-sını, şûrâya Abdurrahman'ın riyâset etmesini söylemişti. Ancak bunlardan Sa'd'i serttir, Abdurrahman b. Avf'ı, bu ümmetin Karûn'udur diye yerdi. Talha'nın kibirli, Zübeyr'in nekes olduğunu, Osman'ın boyunu sevdiğini, Ali'nin de halifeliğe haris bulunduğunu söyledi. Sonra Suheyb'e, üç gün halka namaz kıldırmasını emretti. Ebu-Talha'yı, elli kişiyle, şûrâ erkânının topladığı evi kuşatmaya memur edip bunların beşi birleşir, birisi ayrılırsa onun öldürülmesini, üçü birini üçü de başka birini tutarsa Abdurrahman'ın bulunduğu tarafın kabûl edilmesini söyledi. Abdurrahman kendisini ve Sa'd'i bu işten ayırdı. Sa'd ise ona; Osman sana biat ederse üçüncü biat eden ben olurum; fakat Osman'ı tayin edersen Ali tarafını tutarım dedi. Nihayet Abdurrahman, Ali'ye, Ebubekir ve Ömer'in yolunu tutup tutmayacağını sordu. Ali, ben Allah'ın kitabı, Peygamber'in sünneti üzere ve kendi içtihadımla hareket ederim cevabını verdi. Aynı suali üç kere Osman'a sordu; Osman her üçüne de müspet cevap verince ona biat etti. Bir de şu var:
Şûrâda riyaset eden Abdurrahman'ın zevcesi ana tarafından Osman'ın kız kardeşiydi. Sa'd b. Ebi-Vakkas, Abdurrahman'ın amca oğullarındandı, ikisi de Zühre oğulları boyundandı; ayrıca Hazreti Emir'le de arası açıktı. Sa'd'in anası, Süfyan b. Ümeyye b. Abdüşşem'in kızıydı; Ali, bu boydan bir çoğunu savaşlarda öldürmüştü. Talha Teyim boyundandı; bu boyun Hâşim oğullarıyla arası açıktı. Nitekim sonradan, Osman'ın kanını almak bahanesiyle isyanı da, gizlediği fikri açığa vurdu. Zübeyr, Ebubekir'in hilâfetinden beri Ali'ye taraftar görünmekteydi, fakat halifeliğe özendiği sonraki isyanıyla meydana çıktı.
Şûrâdan sonra Mikdâd b. Esved'in, Abdurrahman'a, "andolsun Allah'a ki Ali'yi terk ettin ama o, hak üzere hüküm veren ve gerçek olarak adalete riayet edenlerdendi" demiş, "Kureyş'e bakıyorum, en doğru söyleyen, en gerçek olarak hükmeden kişiyi bırakıyor" sözlerini de sözüne eklemişti. Abdurrahman, korkuyorum fitneye kapılmandan, Allah'tan çekin sözüyle Mikdâd'a cevap vermişti. Sonra Osman'ın zamanındaki ayaklanma sırasında Abdurrahman'a, bu, ellerinle hazırladığın şey demiş, o da, ben böyle sanmıyordum, fakat Allah'a and olsun, onunla konuşmayacağım artık demiş, sözünü de tutmuş, ölüm hastalığında kendisini dolaşmaya gelen Osman'dan yüzünü duvara çevirmiş, ona bir söz bile söylememişti (Muhammed Abduh Şerhi, s.34-35, 1. not).
[10] - Osman, Abdüşşems oğlu Ümeyye oğlu Ebi'l-Âs'ın oğlu Affan'ın oğludur. Yetmiş beş, yetmiş altı, diğer rivayette seksen, yahut seksen sekiz yıl yaşamış, hicretin yirmi dördüncü yılında halifelik makamına gelmiş, on iki yıldan on iki, yahut sekiz gün eksik bir müddet hilafet makamında kalmış, hicretin otuz beşinci yılı zilhiccesinin on sekizinci günü öldürülmüştü. Hazreti Rasûl'ün (s.a.a), Rukayye, sonra da Ümmü Külsûm adlı iki kızını aldığından Zü'n-Nûreyn, yâni iki nur sâhibi diye anılmıştır. Kavmin üçüncüsünden maksatları Osman'dır.
Osman, ana tarafından kardeşi Velîd b. Ukbe'yi Kûfe'ye tayin etmiş, beytülmâli, sıla-i rahimde bulunuyorum diye Ümeyye oğullarına pay etmiş, Hazreti Rasûl'ün (s.a.a) Medîne'den sürdüğü Hakem'i ve oğlu Mervan'ı Medine'ye getirtmiş, kızını Mervan'a vermiş beytülmâlden ona yüz bin dirhem verdiğinden başka Fedek'i de demlik etmiş, Hakem'e yüz bin, Abdullah b. Hâlid b. Üseyyid'e dört yüz bin dirhem ihsanda bulunmuş, diğer kızını Hâris b. Hakem'e verip ona da beytülmâlden yüz bin dirhem bağışlamıştır. Ebu-Süfyân'a iki yüz bin dirhem vermiş, Medine yaylaklarını Ümeyye oğullarının hayvanlarına tahsîs edip Trablus'tan Tanca'ya dek bütün Afrika gelirini Abdullah b. Sa'd b. Ebi-Serh'a bağışla-mıştır. Bütün bunlar, Velid b. Ukbe'nin, Kûfe'de beytülmâli istediği gibi harcaması, şarap içtiği sabit olduğu halde kendisine had vurulmaması, Abdullah b. Mes'ud'un, Ammâr'ın dövülmesi, bunlarla beraber Ebû-Zer'in ve diğer birçok sahâbinin sürülmesi, ehliyle buluşana, kendisinden inzâl olmadıkça gusûl icâb etmediği hakkındaki fetvâsı, 46. sûrenin (Ahkaaf) 15. âyetinde haml müddetiyle çocuğun sütten kesilmesinin otuz ay, 2. sûrenin (Bakara) 233. âyetinde süt verme müddetinin tamamının iki yıl olduğu bildirilmesine göre haml müddetinin en azının altı ay olduğu anlaşıldığı halde evlendikten altı ay sonra çocuk doğuran bir kadını recmettirmesi, bayram namazını dört rek'at kıldırması, seferde namazları kasretmemesi, umreyi men etmesi, bayram hutbelerinin namazdan önce okunması gibi şeyler de ashabın, Osman aleyhine dönmesine sebep oldu. Başta Âişe, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr olmak üzere bir çok kimseler, şiddetle aleyhinde bulunmaya başladılar. Sonunda isyan başladı ve Osman öldürüldü (Osman'ın icrââtı ve içtihatları için Şeyh Zebihullâh'ı Mahallâti'nin, ana kaynaklara dayanarak meydana getirdiği "Keşf'ül-bunyân der zindegânî-î Cenâb-ı Osmân b. Affân" adlı kitabına bakınız, Tehran 1382, 430 sahife).
[11] - Osman'ın öldürülmesinden sonra kendilerine biat etmek hususunda halkın tehaccümünü anlatıyorlar. (9) Biatten dönenler anlamında "Nâkisin" denmiştir. Bu sözde, 48. sûrenin (Feth), "Şüphe yok ki seninle biatleşenler, ancak Allah'la biatleşmişlerdir; Allah'ın (kudret) eli, onların ellerinin üstündedir; artık kim dönerse zararı kendi nefsinedir ve kim Allah'la ahitleştiği şeyde durursa ona, yakında büyük bir ecir vardır" meâlindeki 10. âyetine işaret vardır. "Ok yaydan fırlar gibi fırlayanlar" "Mârıkun" diye anılırlar; bunlara ait 4. bölüm olan "İçtimâî-İktisadi hutbeleri"nde, 26. hutbenin şerhindeki 11. notta gereken izâhât verilmiştir. "İtâatten çıkanlar", "Kaasitûn" diye anılmıştır. Kur'ân-ı Mecid'-in 72. sûresinin (Cinn), "Ve gerçekten de bizden, Müslüman olanlar da var, doğruluk yoluna itâatten sapıp zulmedenler de; artık kimler Müslüman olurlarsa onlardır doğruluk yolunu arayıp bulanlar. Fakat gerçekten sapıp zulmedenlere gelince,onlar da cehenneme odun olurlar" meâlindeki 14-15. âyet-i kerimelerinde "İtâatten çıkanlar, sapıp zulmedenler", "Kaasitûn" diye anılmışlardır. "Müstedrek'üs-Sahihayn"de, Ömer'in zamanında, Ebû-Eyyüb'ül Ansâri'nin (r.a), Rasûlullah (s.a.a) Ali b. Ebû-Tâlib'e Nâkisin Kaasitûn ve Mârikin ile savaşmasını buyurdu" dediği rivâyet edilmiştir. Buna dair "Müstedrek"te, "Tarihu Bağdad"-da, "Üsd'ül Gaabe"de, Suyûti'nin "Dürr'ül-Mensûr'unda, Kenz'ül-Ummâl'de Mecma'uz-Zevâid'de, bundan başka daha on sekiz hadis vardır. "Kaasıtûn" Muâviye ve ona uyanlardır (Fedâil'ül-Hamse, 2, s.358-363).