[74] - Ganm oğlu Firâs oğulları, yiğitlikleriyle meşhur olan bir boydur.

[75] - Abbas'ın oğlu Ubeydullah, Yemen'de H. Emir'in (a.s) vâlisiydi Büsr, Muâviye'nin emriyle Mekke'ye gitmiş, onun emriyle, kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere eşyâ'-î Murtazaviyyeden birçok kişiyi şehit etmiş, oradan Yemen'e geçmiş, Ubeydullah'ın, kendi yerinde bıraktığı kaynatası Abdullah'ı ve oğlunu şehit etmiş, Ubeydullah'ın biri altı, öbürü beş yaşında bulunan, Abdurrahman ve Kasüm adlı iki oğlunu, analarının gözü önünde, boğazlarını kesmek suretiyle şehit eylemişti. Anneleri, bu yüzden şuûruna halel getir-mişti; oğullarına mersiye okuyup gezer, hiçbir yerde karar kılamazdı (Fetret'ül-İslâm, s.165 ve devâmı; notlarıyla; Muhammed Abduh Şerhi s.63-66 ve notları).
[76] - Arabistan'da Meşârif denen köylerde çok iyi kılıç yapanlar bulunur, orada yapılan kılıçlara "Meşârif kılıcı"denirdi.
[77] - Anbar, Bağdat'ın on fersah batısında, Fırat nehri kıyısında bir şehirdi. Abbas oğullarının birinci halifesi Seffah zamanında hükümet merkezi olmuştu.
[78] - Nevf. b. Fedâlet'il-Bekâlî, Emir'ül-Müminin aleyhis-selâmın ashabındandır. Nevf, Nuf şeklinde, Bekâlî, Bikâlî tarzında da rivâyet edilmiştir; Bekkâlî tarzında zaptedenler de vardır. Cu'de, Emir'ül-Mü'minin (a.s) kız kardeşleri, Ebû-Tâlib kızı Ümmühânî'nin oğludur. Bekâl, yahut Bekâl Hemdan kabilesinin bir boyudur. Nevf der ki: Kûfe'de, Rahbe mescidinde Hazreti Emir'ül-Mü'minin'in huzurlarını girdim, selâm verdim; selâmımı aldılar. Yâ Emir'el-Müminin dedim, bana öğüt ver. Hazret, Yâ Nevf buyurdular, iyilik et de Allah da sana iyilik etsin. Yâ Emir'el-Müminin dedim, biraz daha söyle. Yâ Nevh buyurdular, acı da sana da acısınlar. Daha söyle Yâ Emir'el-Mü'minin dedim. Hayır söyle de buyurdular, hayırla ansınlar seni. Biraz daha söyle dedim; yâ Nevf buyurdular, gıybetten sakın, çünkü gıybet, cehennem köpeklerinin üremesidir. Sonra ey Nevf buyurdular, kim helâl nutfeden doğduğunu sanır da gıybetle insanların etlerini yerse yalan söyler. Kim helâl nutfeden olduğunu sanır da bana buğzederse, benden sonra evlâdımdan gelen imamlara buğzederse yalan söyler. Kim üstün ve ulular ulusu Allah'ı tanıdığını sanır da her gün, her gece Allah'a isyânda bulunursa yalan söyler; yâ Nevf vasiyetimi dinle, tut, ne bir toplumun kötülüğünü araştır, ne gaipten haber vermeye kalk, ne haberci ol, kovuculuk et; yakınlarından kesilme, onları gör gözet de Allah ömrünü uzatsın; ahlâkını güzelleştir de Allah sorunu hafifletsin. Ey Nevf, kıyâmet günü benimle olmaktan sevineceksen zâlimlere yardımcı olma. Yâ Nevf, kim bizi severse bizimle olur, insan bir taşı bile sevse Allah, onu o taşla haşreder. Yâ Nevf, insanlara karşı bezenme, Allah'a isyâna kalkışma; yoksa, Allah'a ulaştığın gün gazabına uğrarsın. Yâ Nevf, sana dediklerimi belle, dünya ve âhiret hayırlarını elde et (Tankih 3, s.276-277; Muhammed Abduh şerhi, 2. s.103, not. 1).
Cu'de Emir'ül-Mü'minin (a.s) tarafından, Sıffin harbinden önce Horasen'a vali tayin edilmişti. Fakih ve yiğit bir erdi. Mekke'nin fethedildiği gün, annesiyle Hazret-i Rasûl-i Ekrem'e (s.a.a) gelmişler, İslâm olmuşlardı. Babası Hubeyra b. Ebi-Veheb, Necran'a kaçmıştı. Mekke'nin fethi günü, Ümmülhânî, evindeyken Emir'ül-Mü'minin (a.s) ellerinde bir kılıç olduğu halde Hubeyra'nın ardına düşmüştü, Hubeyra, Ümmühânî'nin evine sığınmış, Ümmühânî, Hazreti Emir'in (a.s) önünü keserek elini tutmuş, Hubeyra, yanındaki bir adamla kaçmıştı. Ümmühânî, Hz. Resûl-i Ekrem'in (s.a.a) huzûruyla müşerref olunca Hazret, iltifat buyurmuşlar, o da olayı anlatmıştı. Bu sırada Hazret-i Emir (a.s) huzûra girmiş Cenab-ı Rasûl (s.a.a) gülerek, Ümmühânî'ye ne yaptın buyurmuştu. Emir (a.s), kendisine sor yâ Rasûlulallah, bana neler etti? Seni hak üzere gönderen Allah'a andolsun, elimi öylesine tuttu ki kurtaramadım; onlar da kaçtılar demişti. Hz. Rasûl (s.a.a) bütün insanlar, Ebû-Tâlib'in sulbünden gelselerdi, hepsi de yiğit olurlardı; Ümmühânî kime amân verdiyse bizim de amânımızdadır buyurmuştu (Tenkih, 1, s.211, Muhammed Abdul, 2, s.103, 1. not, Kazvini, 2, s.215-216).
"Halkın dönüp gidişi onadır; işlerin sonları ona varır ulaşır" sözlerinde 2. sûrenin (Bakara) 54. âyet-i kerîmesinin sonundaki "İyice bil ki yaratış da onun, emir de; âlemlerin rabbi Allah'ın şanı ne de yücedir" cümle-i celilesine ve "Varaca-ğımız yer tapındır senin" cümle-i celilesiyle geçen âyet-i kerimeye işaret vardır (2, Bakara, 285). Kur'ân-ı Mecid'de 3. sûrenin (Âl-i İmrân) 28. âyet-i kerîmesinde ve diğer sûrelerde bu meâlde âyetler vardır. Aynı zamanda 3. sûrenin (Âl-i İmrân) 109. âyet-i kerîmesi de bu meâldedir.
[79] - 35. sûre-i celilenin (Fâtır), "Kim yücelik, üstünlük dilerse bilsin ki bütün yücelik, üstünlük Allah'ındır. Güzel sözler, ona ağar, iyi işler de o sözleri yüceltir..." meâlin-deki 10. âyet-i kerimesine işarettir.
[80] - "Gaybin anahtarları, onun yanındadır; onları ancak o bilir. Karada ve denizde ne varsa bilir; bir yaprak bile düşse bilir onu ve yeryüzünün karanlıkları içinde bir tek tane dahi yoktur ki, yaş ve kuru hiçbir şey bulunmaz ki apaçık kitapta, Tanrı bilgisinde tespit edilmemiş olsun." (6, En'âm 59).
[81] - Mûsâ alâ Nebiyyinâ ve âlihi ve aleyhisselâm'ın Tanrı kelâmına mazhar olduğu 2. sûrenin 253., 4. sûrenin (Nisâ') 164. bilhassa 7. sûrenin (A'râf) 143. âyetlerinde beyân buyrulur.
[82] - "Ve görürsün ki melekler Rablerine hamd ederek onu tenzih edip arşın çevresinde dönmedeler ve arala-rında, gerçek bir adaletle hükmedilmiştir ve denilmiştir ki: Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a..." (39, Zümer, 75).
[83] - "Işıklanmıştır yeryüzü rabbinin nûruyla ve yaptıklarının yazıldığı kitap ellerine verilmiştir ve Peygamberlerle tanıklar getirilmiş ve aralarında gerçek bir hükümle hükmedilmiştir ve onlara zulmedilmemiştir." (39, 69)
[84] - "Ey Âdem oğulları, ayıbınızı örtecek elbise ve bezeneceğiniz elbise indirdik size. Tanrıdan çekinme elbisesine gelince: O daha da hayırlıdır ve bunlar; insanların anıp öğüt almaları için indirilen Allah âyetle-rindendir." (7, A'raf, 26).
Süleyman alâ Nebiyyinâ ve âlihi ve aleyhisselâm, rabbinden, kendisinden başka kimsenin nâil olmayacağı bir saltanat istemişti; Allah, yeli, cinleri ona müsehhar etmişti (38, 35-40). Süleyman'ın (a.s) kıssaları. 2. sûrenin 102, 21 sûrenin 78-79. âyetleriyle, 79-81 âyetlerinde, 27. sûrenin 16-44. ve gene 38. sûrenin 30-34. âyet-i kerimelerinde geçer.
[85] - Amâlika Yemen'de hüküm sürenlerdir. Firavunlar, bilindiği gibi Mısr-ı kadîm hükümdarlarıdır. Ress ashabı 25. sûrenin (Furkan) 38. âyet-i kerimesiyle 50. sûrenin 12. âyet-i kerimesinde geçer. Bunlar bazılarına göre Şuayb alâ Nebiyyinâ ve âlihi ve aleyhisselâm'ın gönderildiği kavimdir. Bazılarına göreyse Ress bir kuyunun adıdır. O kuyunun bulunduğu yerde oturan kavim kendilerine gönderilen Peygamberleri bu kuyuya atmıştır. Ress Yemen'de bir şehirdir. Oraya Hanzala adında bir Peygamber gönderilmiş, kavmi onu öldürmüştür diyenler de vardır. Ress'in Antakya'da bir kuyu olduğunu İsâ alâ Nebiyyinâ ve âlihî ve aleyhisselâm'a Habib-i Neccâr'ın orada öldürüldüğü de rivâyetler arasındadır.
[86] - "İslâm garip olarak başladı, garip olarak avdet eder, ne mutlu gariplere" mealindeki hâdise işarettir ki son zamanlarda İslâm'ın zayıflayacağını, bu sırada Mehdi'nin, accel'allah-u fereceh, zuhûrunu müjdelemektedirler. (Sefi-net'ül-Bihâr, 1, s.644. Mehdî hakkında "Fedail'ül-Hamse"ye bakınız, 3, s. 322-338).
[87] - Ammâr b. Yâsir'ül-Yakzân, Şia-i İmâmiyye indinde Erkân'ı Erbaa'dan biridir; diğer üçü Selman, Ebû-Zerr ve Makdâd'dır. babaları Yâsir, anneleri Sümeyye'dir.
Sümeyye, Ebû-Huzeyfet ibni'l-Mugiygıyrat'il-Mahzûmî'nin cariyesiydi. Onu Yâsir'le evlendirmiş, Ammâr doğunca da azad etmişti. Ammâr, İslâm'ını izhâr eden yedinci kişidir. Babasıyla anası da ilk Müslüman olanlardandır. Sumeyye ve Yâsir'e müşrikler eziyet ederlerken Hazreti Rasûl (s.a.a) görmüş ve sabredin ey Yâsir soyu, size vaad edilen yer, cennettir buyurmuştu. Sumeyye de eziyet edilirken oradan geçen Ebû-Cehl, bir mızrakla şehit etmişti İslâm'ın ilk şehididir; sonra babası da müşrikler tarafından şehit edilmiş, Ammâr, müşriklerin söylemesini teklif ettikleri sözleri söyleyip kurtulmuştu.
Rasûl-i Ekrem'e (s.a.a), Ammâr irtidâd etti diye haber verdikleri zaman, Ammâr, imanla yoğrulmuştur; başından ayağına dek iman doludur; îman, onun etiyle, kanıyla karışmış, kaynaşmıştır buyurmuşlar, Ammâr, ağlaya ağlaya huzûra gelince de kendilerine vahyedilen "Allah'ın âyetlerine inanmayanlar, yalan söylerler, iftirâda bulunurlar, onlardır yalancıların ta kendileri. Canla, gönülle inanmışken ve yüreği inançla yatışmışken zorla, cebirle istemediği hâlde dininden döndüğünü söyleyenden başka inandıktan sonra Allah'ı inkar eden, kâfirlikle yüreği genişleyen, hoşlanan kişiye gelince.
Bu çeşit kişileredir Allah-ın gazabı ve onlara pek büyük bir azap var" âyet-i kerimelerini okumuşlar (16, 105-106), zorla söylenen sözden dolayı dinden çıkılmayacağını tebşir buyurarak Ammârı memnun etmişlerdi. Ammâr, Medine'ye, hicretten sonra Bedr, Ulud savaşlarıyla bütün savaşlarda bulunmuş. Biat'ür-Rıdvan'da hazır olmuş, hakkında "Ammâr'a düşman olana Allah da düşman olur, Ammâr'a buğzedene Allah da buğzeder", Ammâr'a iki iş arzedilse O, onların en doğrusunu, insanı en doğru yola, gerçeğe götüreni seçer", "Cennet üç kişiyi özler; onların ilki sensin Yâ Ali, öbürleriyse Selman ve Ammâr'dır" gibi hadisler vârid olmuştur.
Medine'de mescit yapılırken sahâbe de yapım işinde çalışırlarken Ammr'a fazlaca yük yüklemişler, Ammâr, latife yollu Hz. Rasûl'e (s.a.a) ashabın beni öldürecek Yâ Rasûlallah demiş, bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.a) mübârek elleriyle Ammâr'ın yüzündeki teri silerek "Yazık sana ey Sumeyye'nin oğlu, seni benim sahâbem öldürmez; seni doğru yoldan çıkan, isyân eden bir toplum öldürecek, dünyâdan son içimin de suyla karışık süt olacak" buyurmuşlardı. Bir kere de huzûra gelince, Rasûlullah (s.a.a) "Merhaba tertemiz oğlu tertemiz kişiye" sözleriyle Ammâr'a iltifatta bulunmuşlardı. Ammâr, Cemel ve Sıffin savaşlarında Emir'ül Müminin'in (a.s) maiyyetlerinde bulunmuş, hicretin otuz yedinci yılı Safer'inde yahut Rabiulevvel veya âhırında şehit olmuş, vefâtından önce su istemiş, kendisine suyla karışık süt sunulmuştu. Şamlılar Ammâr'ın şehadetini "Feth'ül-Fütûh" diye anmışlardı. Muâviye, Ammâr'ı, Osman'ın kölesi için bile öldürmekten çekinmem derdi. Mübârek başı kesilip Muâviye'ye götürülünce Amr İbn'il-Âs bile dayanamamış, başını getiren iki kişiye, ikiniz de cehennemliksiniz demek zorunda kalmış, Muâviye'nin itâbına mazhar olmuştur. Üsd'ül-Gaabe, Ammâr'ın kaatili olan Ebü'l-Gaadiye'nin, "Ammâr'ın kaatili cehennemliktir" hadisinin râvilerinden olduğunu kaydeder. Emir'ül-Mü'minin, Ammâr'ın namazını bizzat kılmışlar, şehâdetinden dilhûn olmayanın imandan behresi yoktur buyurmuşlar, gusül vermeden elbisesiyle defnetmişlerdir (Tenkih, 2, s. 320-322; Buhârî, Sahih-u Müslim, İbn-i Mâce, Tirmizi, Üsd'ül-Gaabe, Tabarî, Mürûc'üz-Zeheb, İbn-i Esir El-İsâbe, Belâzürî, Câmi'us-Sagir'in 2. cildinde 55. s, Künûz'ül-Hakaik'ın 2. cildinin 117. sahifesi ve Fetret'ül-İslâm, s.125-132)
Mâlik b. Teyyiham Ebû'l-Heysem'il-Ansâriyy'il-Evsi, Rasûlullah'a (s.a.a) ilk mülâyık olan, birinci Akabe biatinde bulunan altı kişiden biridir; ikinci Akabe biatinde de bulunmuştur. Bedir, Uhud savaşlarıyla diğer savaşlara da katılmışlardır. Hazreti Rasûlullah'ın vefâtlarından sonra Emir'ül-Mü'minin'e (a.s) rücu eden on iki kişiden biridir. Sıffin'de Ammâr'ın şehâdetine kadar tereddüt içindeyken onun şehâdetinden sonra kılıcını çekip, bâgıy topluluk olduğunuz artık sâbit oldu diyerek Muâviye tarafına hücûm etmiş, şehit oluncaya dek savaşmıştır (Tenkih, 2, s.48, Fetret'ül-İslâm, Ammâr'ın hâl tercemesi).
Huzeyme b. Sâbit, Ansârdandır. Hazreti Rasul-i Ekrem (s.a.a) onun tanıklığını iki tanık olarak kabûl buyurduklarından "Zü'ş-Şehâdeteyn" lakabıyla anılmıştır. Hazreti Rasûl'den (s.a.a) sonra Emir'ül-Müminin'e rücû edenlerdendir. Bedir'de ve diğer savaşlarda bulunmuşlar, Rahbe'de Gadiru Humm hadisine şahâdet etmişlerdir. Ammâr'ın şehâdetinden sonra kılıcını çekip Ammâr'ı fie-i bâgıyyenin şehit edeceğini Rasûlullah'tan duydum diyerek savaşa girmişler ve şehit olmuşlardı (Tenkih, 1, s.397-398).
[88] - Kays b. Sa'd b. Abâdet'il-Ansârî, Hazrec boyundandır. Üçüncü Akabe biatinde bulunan on iki kişiden biridir. Bedir ashabındandır ve Ebubekir'e ilk zamanlarında biat etmeyenlerdendir. Hattâ biatten sonra da aralarında bir ağız dalaşı olmuş, ona, ben sana elimle biat ettim, kalbimle değil; Gadir-u Humm'deki biatten sonra Ali'ye karşı bir delilin olamaz demişti. Hz. Emir'in (a.s) bütün savaşlarında bulunmuş, Medine'de hicretin altmışıncı yılında vefât etmiştir. Hz. Emir, Kays'ı Mısır'a vâli tayin buyurmuşlardı. Muâviye, kendisine kaydı hayat şartıyla Irak Vâliliğini vermeyi vaad ederek kendi tarafına almaya çalışmış, muvaffak olamayınca Kays bizimledir diye şâyialar uydurmuştu. Aralarında birbirlerini kötüleyen mektuplar da, taâti edilmişti. Hz. Emir (a.s), Kays'i yanında bulundurmak için Mısır'da azletmişti. Pek güzel olmakla beraber köseydi; hattâ bu yüzden ansâr, mümkün olsaydı derlerdi, bütün malımızı verir, Kays'e bir sakal satın alırdık (Tenkıyh, 2, s.31-33; Muâviye'nin Kays'e mektubu ve onun Muâviye'ye pek şiddetli cevabı için Câhız'ın "El-Beyânu ve't-Tebyin"inden naklen "Fetretü'ül-İslâm"da hâl tercemesine bakınız; s.70-73)
Halid b. Zeyd Ebû-Eyyüb'ül-Ansâri, Hazrec boyundandır. Akabe biatinde, Bedir'de ve diğer gazalarda bulunanlardan-dır. Emir'ül-Mü'minin'e rücû edenlerden olup Ebubekir'e ilk Cuma günü minberdeyken karşı duran muhâcirlerden altı, Ansârdan altı kişinin altıncısıdır. Sâdık-ı Âli Muhammed aleyhi ve aleyhimüsselâmdan, Ebû-Eyyûb'a, sen kılıcınla müşriklere karşı durdun, savaştın; şimdiyse Müslümanlarla savaşıyorsun denince, bana Rasûlullah (s.a.a), Nâkisin, Kaasıtin ve Mârıkinle savaşmamı emretti. Nâkisin ve Kaasitin'le savaştım; şimdi Mârıkıyn'le savaşacağım dediğini rivâyet etmiştir. Muâviye'nin zamanında İstanbul'a gelen orduya katılması, İslâm'ı takviye maksadıyladır; bazı kimselerin onu, bu hareketinden dolayı kınamaları tamamıyla yersizdir. Üsküdar yakasında, hicri elli, yahut elli birde vefat etmiş, vasiyeti mûcibinde İstanbul yakasında sur haricine defnedil-miştir. Merkadi İstanbul fethine kadar malûmdur; bu bakımdan Ak Şemseddin'e atfedilen kerametin aslı yoktur. Vefatlarını elli ikinci yılda kaydedenler de vardır (Tenkıyh, 1, s.390-391).
[89] - "Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı sevap kendisine aittir; elde ettiği suç gene kendisine ait, Rabbimiz, bizi muâheze etme unuttuysak, yahut yanıldıysak. Rabbimiz, bize ağır yük yükleme bizden öncekilere yüklediğin gibi. Rabbimiz, yükleme gücümüzün yetmeyeceği şeyi. Bağışla bizi, yarlığa bizi, acı bize; sensin yardımcımız; artık yardım et bize inanmayanlara karşı." (2, Bakara, 286) İlk kısımda, mugayyabât-ı hams'e yânı, beş bilinmeyen şeye, kıyâmetin zamanına, yağmurun yağacağına, rahme düşenin erkek, yahut kız olacağına, yarınki maddi, manevî kazanca ve insanın nerede öleceğine bunları ancak Allah'ın bildiğine işaret vardır (31, 34). Ancak, Peygamber ve İmâmın ne vakit, nerede ve nasıl vefât edeceğini bildiğine dâir, "Kâfi" deki haberlere nazaran "gizlenmiş bilgi"den muratları, kendilerinden değil, halktan gizlenmiş olmasını beyan olsa gerekir (Kazvinî, 2, s. 38, 1. not). Nitekim kendileri de vefatların-dan önce şehâdetlerini haber vermişler, şehit olacakları günden evvelki gece ve o sabahı, bunu açıklamışlardı.
[90] - Emir'ül-Mü'minin'i (a.s), sevenlerin onunla haşredi-leceği hakkında müteaddit hadisler vardır ki "Ali'nin Şiası olanlardır kurtulanlar, muratlarına erenlerin ta kendileri" meâlindeki hadis, bu cümledendir (Künûz'ül-Hakaaık, 2, s.94).
[91] - "Üstün ve geçimi geniş olanlarınız, akrabaya, yoksullara ve Allah yolunda yurtlarından göçenlere vermekten çekinmesinler ve iyilik etmeyi terketmesinler ve bağışlasınlar; Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez, istemez misiniz? Ve Allah suçları örtücüdür, rahîmdir." (24, Nûr, 22).
[92] - "Fakat Rablerinden çekinenleredir kıyılarından ırmaklar akan cennetler, orda ebedi kalış, Allah katında ziyafetler ve Allah katında, iyi kişilere daha da hayırlı şeyler var." (3, Âl-i İmrân, 198).
[93] - Son iki vasiyet, "Nehc'ül-Belâga"da, 3. kısımdadır; ancak târihî seyri takip için biz, birinci kitaba aldık.