Birinci kısmın sonu 9 Zilhccet'ül-Harâm 1389 Salı gecesi

[1] - Rasûlullah sallallahu aleyhi ve âlihi vesellem pazartesi günü öğle üstü dünyaya gözlerini yumdu. Vefatları, hicretin on birinci yılı Saferinin yirmi sekizinci, yahut rabiulv-velinin birinci, yahut da on ikinci günüdür. İlk rivayet, Ehlibeytin rivayetidir.
Hazreti Rasul-i Ekrem'i (s.a.a), vasiyeti mucibince Hz. Ali yıkamaya koyuldular. Yıkadıkları yere bir perde gerilmişti. Perdenin iç tarafında Abbas'ın oğlu Fazl ve ashaptan Üsâme su döküyorlar, Hz. Ali'ye yardım ediyorlardı. Ansar, arka taraftan, Yâ Ali, Rasûlullah'a hizmetten bizi mahrûm etme dedi. Bu söz üzerine Ali, Evs b. Havli'yi içeriye aldı. Zühre oğulları da biz Rasûlullah'ın ana tarafından yakınlarıyız dediler. Onlardan da Avf oğlu Abdurrahman içeriye alındı. Abbas'ın diğer oğlu Kusem de Hz. Ali'ye yardım edenlerdendi; Üsame'nin kölesi Sâlih de içerideydi.
Hz. Ali, Resûlullah'ı (s.a.a), yıkarken, anam, babam sana fedâ olsun, diriyken de tertemizdin, vefatından sonra da tertemizsin deyip ağlıyordu. Yıkanma işi bitince Hz. Ali (a.s), Rasûlullah'ın (s.a.a), mübarek bedenini kuruladı, göz çukurlarında kalan suyu eğilip içti.
Bu sırada Ebubekir, Medîne'nin doğusunda, şehre bir mil mesafede olan ve ansardan Benî'l-Hâris'in oturduğu Sunh denen yerdeydi. Âişe diyor ki: Ömer ve Muğiyra b. Şa'ba, Hz. Rasûl (s.a.a), yıkanmadan, izin alarak hücreye girdiler; mübarek yüzlerine örtülen bezi kaldırdılar. Ömer, bağırarak, Rasûlullah şiddetli bir baygınlığa düşmüş dedi. Sonra hücreden çıktılar. Muğiyra Ömer'e Ömer dedi, Allah'a andolsun ki Rasûlullah dünyadan gitmiş. Ömer yalan söyledin dedi, Rasûlullah aslâ ölmedi, sen fitneci bir adamsın, onun için böyle söylüyorsun; Rasûlullah, münâfıkları yok etmedikçe dünyadan gitmeyecek. Bu sözleri de yeter bulmayıp kim Rasûlullah öldü derse onu ölümle tehdide başladı ve Mûsâ Peygamber, nasıl kırk gün halkın gözünden kaybolduysa ve sonra da geldiyse, Rasûlullah da Rabbinin katına gitti; andolsun ki gene dönecek; bu şüpheye düşenlerin, ellerini, ayaklarını kesecek demeye başladı. Bu sırada İbn-i Ümmü Mektûm "Muhammed Ancak bir peygamberdir; ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir, O vefât eder, yahut öldürülürse topuklarınızın üstünde gerisin geriye mi döneceksiniz? Geriye dönen, Allah'a bir ziyan vermez; fakat Allah, kendisine hamd edenlere ihsanda bulunur" âyet-i kerîmesini okudu (3, Âl-i İmran, 144). Hz. Peygamber'-in amcası Hz. Abbas da, ben Abdül-Muttalib oğullarının vefatlarında yüzlerinde beliren alâmetleri Hz. Rasul'ün yüzünde de gördüm, Rasûlullah vefat etmiştir dedi. Fakat Ömer, bir türlü sözünden vazgeçmedi.
Sâlim b. Ubeyde, Ebubekir'i çağırmak üzere Sunh'a gitti; bâzılarına göreyse H. Âişe Ebûbekir de, Ömer'e, İbn-i Ümmü Mektûm'un okuduğu âyeti okumuştu; Abbâs'ın beyânâtına, İbn-i Ümmü Mektûm'un bu âyeti okumasına rağmen sözlerinden dönmeyen, tehditlerine devam eden Ömer, Ebubekir'in ihtarı üzerine kendine gelmişti (Siyer-i İbn-i Hişâm'a, c.4, s.331-334, Taberî'ye, 2, s.442, Târih'ul-Hemis'e, 1, 185, Tebakat-u İbn-i Sa'de, c.2, k.54, Müttaki'nin Kenz'ul-Ummâl'ine, 4, 50, 53, Zehebî'ye, 1, s.37, Zeyni Dahlân'ın Hâşiyet'ül-Halebiyye'sine, 3, 389-390, Nihâyet'ül Edeb'e 18, 386, Ahmet b. Hanbel'in Müsned'ine, 6, 219, Ya'kubî'ye, 2, 95, İbn-i Kesir'in El-Bidâyetü ve'n-Nihâye'sine, 5, 243-244, Teysir'ül-Vusûl'e, 2, 41, Ebu'l-Fidâ'ya, 1, 164, Târih-u İbn-i Şahne'ye "El-Kâmil hâşiyesinde", s.112, Bâkılânî'nin Temhid'ine, s.192-193 bakınız).
Bu sırada Ebubekir ve Ömer'e Ansârın Benî-Sâide Sakıyfesinde, hilâfet için toplandıkları haberi geldi. Ömer, Ebûbekir'e, gel de dedi, kardeşlerimizin yanlarına varalım; bakalım, ne yapıyorlar. Giderlerken yolda Ebu-Ubeyde'ye rastladılar; onu da alıp beraberce yola düştüler; Ansâr, orada toplanmış, Muhâcirlerin bir kısmı da onlara katılmıştı. Gasil, tekfin ve teçhiz işi, Hz. Ali'ye ve söylediğimiz kişilere kalmıştı (Tabarî, 2, 456, Er-Riyâd'un-Nadıra, El-Bed'u ve't-Târih, 5, 65, İbn-i Hişâm, 4, 336, Mûsned, 4, 104-105, İbn-i Kesîr, 5, 260, Sıfvet'us-Safve, 1, 85, Târih'ul-Hamîs, 1, 189 v.s.).
Abbas, Ali'ye, elini uzat, sana biat edeyim de halk da biat etsin dedi. Ebû-Süfyan, H. Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), vefâtında Medine'de değildi. 
Mekke fethine dek Müslüman olmayan, Mekke fethinden önce Medine'ye gelip Abbas'ın şefâatiyle bağışlanan, fetihten sonra Müellefet'ül-Kulûb'dan sayılan, Tulakaa'dan, yâni azad edilenlerden bulunan bu zat, Medine'ye gelirken yolda, H. Rasûl'ün (s.a.a), vefatını duymuş, yerine Ebûbekir'in seçildiğini öğrenince Ali'yle Abbas'ın ne yaptığını sormuş, evlerine kapanıp oturduklarını öğrenince, andolsun Allah'a demişti, sağ kalırsam onların başlarını en yüce mertebeye ulaştıracağım. Kalkan tozu-dumanı kandan başka bir şey yatıştıramaz sözünü de sözlerine eklemiştir. Medine'ye gelince "Ey Hâşimoğulları, hükmetmek hususunda insanların tamahını kökünden sökün; hele Teyim, yahut Adiyy boyunun bu tamaha düşmesine hiç meydan vermeyin; bu işe Eb'ül-Hasan'dan başka hiç kimse lâyık değildir" meâlindeki beyitleri okumaya başladı. Ya'kubî rivayetinde, bu iki beyte iki beyit daha eklenmektedir; Tabarî'de de buna benzer rivayetler vardır. Fakat H. Ali (a.s), Hazreti Rasûl'ün (s.a.a), cenazesini bırakıp Abbâs'ın teklifini kabûl etmediği gibi Ebu-Süfyan'ın bu teklifi, kabile gayretine dayanmaktaydı. Araplarda meşhur bir söz vardır: Ben kardeşime düşman olabilirim; fakat amcamın oğlu aleyhine de ona yardım ederim; ama mücadeleye girişen, yabancı bir soydan olursa kardeşimle, amcamın oğluyla el ele tutuşur, onun aleyhine yürürüm. Bu hüküm gereğince o gün, Ebu-Süfyân'ın Ali'ye taraftarlık gütmesi ve Ebubekir'in aleyhine kalkışması yerindeydi. 
Hâşimoğullarıyla Ümeyye riyaset için çekişmişlerdi; fakat her iki boy da Abdumenaf soyundandı. Riyasetin bu soydan çıkması tehlikesi, onları birleştirebilirdi. Ebubekir'in mensup olduğu Teyim boyu, en az adama sahip ve Kureyş'in en zebun boyu sayılırdı. Ömer'in mensup olduğu Adiyy boyu da böyleydi. Bu boyların ikisi de Kureyş kabilelerinin en yüce ve büyüğü olan Kusay'dan gelmiyordu. Abdumenaf oğullarıysa Kusay'dan türemişti; bu bakımdandır ki bu boydanr, Ali'nin tarafını tutuyorlardı. Ebu-Süfyân'ın, Hz. Peygamber'in amcası Abbas'la ayni iddiaya kalkışması, ancak kabile taassubu yüzündendi; başka bir düşünceyle değildi. Bu düşüncelere kapılmayan tek kişi Ali idi; bundan dolayı da, zâhiren onlara üst olamadı.
Hz. Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), vefâtından sonra ansârın Sakife'de, Şa'd b. Abâde'ye taraftarlığı da kabile gayretinden doğmuştu; nitekim ansârın, Evs boyunun Ebubekir'e biat etmesi de, Sa'd'in, Evs boyuna karşı olan Hazreç boyundan olmasındandı. İslâm'ın kaldırdığı soy-boy gayreti, cahiliye devrinde Evs'le Hazreç boyları arasındaki savaş ve münasebetin hatırası, Rasûl-i Ekrem'in (s.a.a), muhteceb olma-sıyla birden alevlenmişti. Ali'nin fikriyse böyle şâibelerden arınmıştı; o, riyâseti, Kur'ân'ın hükmünü, dînin emirlerini yerine getirmek için istiyordu. O, Selman, Ebû-Zerr ve Ammâr (r.a) gibi soy-boy gayretinden arınmış kişilere dayanıyor, Ebu-Süfyan gibi dünya ve soy-boy taassubu güdenleriyse yanından uzaklaştırıyordu. Bir yandan soy-boy taassubu güden, bir yandan da Müslümanlıkta fitne ve fesat çıkarmayı dileyen Ebu-Süfyan, Ali'ye, ne diye bu işi, kureyş kabilesinin en küçük ve ehemmiyetsiz boyuna teslîm ediyorsun? Müsâade edersen, Medine'yi atlılarla, yayalarla doldururum demişti. Fakat Ali, böyle bir şeye âlet olacak yaratılışta değildi. Ebu-Süfyan'a yüz vermeyince Ebu-Süfyan, hilâfeti alanların da kendisinden kuşkulandıklarını anlamıştı. Ömer, Ebube-kir'e gitti; bu adamcağız geldi dedi; şerrinden emin olunmaz bunun. Rasulullah da onu hoş tutmuştu. Sadakadan, beytülmaldan ona bir şeyler vermek gerek. Ebubekir, Ömer'in sözünü tuttu; onu razı etti; o da Ebubekir'e biat etmekten çekinmedi (El-İkd'ül-Ferid, 3, 113 İbn-i Ebi'l-Hadid'in Nehc'ül-Belâga Şerhi, 2, 212; Mu'te gazvesinin şerhi; El-İkd'ûl-Frid, 3, 62). Tabarî'nin rivayetine göreyse Ebu-Süfyan, Suriye'ye gönderilen orduya, oğlu Yezid'in kumandan tayin edildiğini haber alıncaya dek Ebubekir'e biat etmemişti(11, 449).
Pazartesi günü öğleyin vefât eden H. Resul-i Ekrem (s.a.a), çarşamba gecesi defnedildi. Hz. Ali, kabirlerine indirdi; Abbas'ın oğulları, Hz. Peygamber'in kölesi Şukran ve bir rivayette Üsâme de yardım etmişlerdi (Kenz'ül-Ummâl, 3, 140, 4, 54 ve 60, El-Ikd'ül-Ferid, 3, 61, Zehebî, 1, 324, 326; İbn-i Hişan, 4, 342, Tabarî, 2, 452, 455 İbn-i Kesîr, 4, 270, Müsned, 6, 62, 242, 274, Tabakaat, 2, k.2, 78).
[2] - Ansar, Sa'd b. Ebâde'nin halîfe olmasını istiyordu. Benî-Sâide Sakifesine toplanmışlar, hasta olduğu halde onu da götürmüşlerdi. Sa'd, orada Allah'a hamd-ü senâdan sonra Ansarın dine yardımını, İslâm'daki üstünlüğünü anlattı. Peygamber'e ve ashabına saygı gösterdiklerini, düşman-larıyla savaştıklarını, sonra Arabın İslam'ı kabûl ettiğini,Hz. Peygamber'in, Ansardan razı olarak dünyadan gittiğini söyle-di; sonra, bu işi dedi, başkalarının değil, sizin düşünmeniz gerek. Ansar, bir ağızdan evet dediler, senin fikrindeyiz; bu işi sana vereceğiz. Sonra tartışmaya başladılar. Muhâcirler, biz Rasûl'ün ilk dostlarıyız, onun boyundanız derlerse ne diyeceğiz dediler. Bir kısmı, böyle bir itirazda bulunulursa, sizden bir emir olsun, bizden bir emir deriz fikrini ortaya attı. Sa'd b. Abâde, işte dedi, bu, ilk mağlubiyet (Tabarî, Hicrî 11. yıl vukuatı, 11, 45, İbn-i Esîr, 11, 222, El-İmâmet-u ve's-Siyâse, 1, 5; İbn-i Ebi'l-Hedid 6. cüzü'de "Ansârın sözleri hakkındaki beyanatının şerhine ve ondan naklen Cevhevî'de Sakife olayına bakınız).
Sakife'de ansârın toplandığını duyan Ebubekir ve Ömer yolda rastladıkları Ebu-Ubeyde'yi alarak Sakife'ye koştular. Üseyyid b. Uveym b. Sâide, Ansârın Benî'l-Aclan boyundan Âsım b. Adiyy, Mugıyra b. Şa'be ve Abdurrahman b. Avf da onlara katıldılar. Bu topluluk o gün, Ebubekir'e biat için çok faâliyet gösterdi; bu yüzden Ebubekir ve Ömer, daima onların hizmetlerini göz önünde tuttular. Ebubekir ansardan hiçbir kimseyi Useyyid b. Hudayr'dan üstün görmemiştir; Ömer de ona kardeşim demiştir; ölümünden sonra bile hakkını gözetmiştir. Ebu-Ubeyde, Roma'yla savaşa giden orduya kumandan tayin edilmiştir. Ömer, kendisinden sonra birisini halîfe yapmak istediği zaman, Ebu-Ubeyde'nin ölümüne hayıflanmış, ölmeseydi onu halife yapardım demiştir. Mugayra b. Şa'be, Ömer zamanında zina ettiği halde kendisine had vurulmamıştı; adı daima Ömer'in kumandanları arasında geçmiştir. Abdurrahman b. Avf da Ömer tarafından, kendisinden sonra halife tayini için seçtiği şûrâya reis tayin edilmiştir. Sakife'de Ebubekir, Ömer'i teskin ettikten sonra Allah'a hamd-ü senâ ederek Muhacirlerin, Arap boylarından önce îmân ettiklerini söyledi ve onlar dedi, yeryüzünde Allah'a ilk ibadet edenler, Rasulullah'ın çevresinde ilk toplananlardır; Rasûl-i Ekrem'den sonra da hilâfete hakları daha üstündür meâlinde sözler söyledi ve biz emir olalım, siz bizim vezîrimiz olun dedi. Hubâb b. Münzir, bu söz üzerine ayağa kalkıp dedi ki, ey ansâr, işe iyi sarılın; bu işlere başkaları el atmasın. Bu iş sizin gölgenizde kararlaşsın; yoksa düşmanlarınız bundan faydalanırlar; sonunda alt olur gidersiniz. Biz kendimize bir emir tayin edelim, onlar da bir emir tayin etsinler.
Ömer, bir ülkede iki emir olamaz; andolsun, Arap, onlara hükmetmenize aslâ razı olmaz; çünkü Peygamberimiz sizden değildir. Ama peygamber'in mensup olduğu boyun hükmüne Arap razı olur dedi. Ömer'le Hubâb ağız kavgasına giriştiler. Bu sırada Ebu-Ubeyde, ey ansar dedi, Peygamber'in ilk dostları, ona ilk yardım edenler sizsiniz. Şimdi onun dînini ilk bozanlar siz olmayın. Bu sırada ansârın Hazreç boyundan Beşir b. Sa'd, Ebubekir ve Ömer'in sözlerini tasdik eder sözler söyledi. Ebubekir, işte Ömer'le Ebu-Ubeyde buracıkta; hangisine isterseniz biat edin dedi. Ömer'le Ebu-Ubeyde, sen dururken biz aslâ bu işe girişmeyiz dediler. Bu sırada Abdurrahman b. Avf ayağa kalkıp sizin de bir çok fazîletleriniz var dedi ansâra, fakat şu da muhakkak ki içinizde Ebubekir, Ömer ve Ali gibi birisi yok. Münzir b. Arkam, biz dedi, adlarını andığın kişilerin üstünlüğünü inkâr etmiyoruz, hele bu üç kişiden biri, bize hükmetmeye kalkarsa bir kişi bile ona muhâlefet etmeye kalkmaz. Bu sözden maksadı da Ali idi. Ansar, bu söz üzerine hep birden biz dediler, Ali'den başkasına biat etmeyiz. Zübeyr b. Bekkâr da hilâfetin ansâra verilmiyeceğini anlayınca ansârın, biz ancak Ali'ye biat ederiz dediğini anlatır.
Bu sırada Ömer ve Ebu-Ubeyde, Ebubekir'e biat etmek isterken Beşir b. Sa'd, daha atik davrandı, koşup Ebubekir'e biat etti. Derken Evs boyu ve bilhassa Üseyyid b. Hudayr, Hazreç bu işi ele alırsa bu üstünlük onlarda kalır, bir daha da size nasip olmaz, kalkın Ebubekir'e bey'at edin dediler. Üseyyid de biat edince oradaki topluluk her yandan koşup Ebubekir'e biate başladı. Bir derecede ki Sa'd, ayaklar altında ezilecekti neredeyse. Bu sırada Kays b. Sa'd'le Ömer kavgaya tutuştu; Sa'd, Ebubekir'e, Ömer'e türlü sözler söyledi. Nihayet dostları, onu omuzlayıp evine götürdüler. Bu sırada Ali ve Abbas henüz Peygamber'i (s.a.a), yıkamakla meşguldüler. Mescitten tekbîr sesi duyulunca Ali, bu gürültü nedir diye sordu; Abbas, hiç böyle bir şey olmamıştı dedikten sonra Ali'ye dönüp sana ne demiştim ben dedi (İbn-i Ebi'l-Hedid'in şerhi, 6, 291 Ya'kubî, 2, 103, Tabarî, 2, 443, İbn'ül-Esir, 2, 220; Kitâb'ül-Muvaffakıyyat'tan naklen İbn-i Ebi'l-Hadid, 2, 122, İbn-i Hişâm, 4, 336, İbn-i Kesir, 5, 246. Bütün tarihçiler Ebubekir'e biatin, Ömer tarafından, bir oldu bitti diye anlatıldığını söylerler).
Hazreti Emir, "Şecereyle delil getirdiler; meyveyi yitirdiler" sözleriyle ansâra karşı, Rasûlullah'ın, Muhâcirlerden olduğunu delil getirdiklerini, fakat asıl şecerenin meyvesini, yâni kendilerini yitirdiklerini söylemiş oluyorlar.
[3] - Hazreti Fatımet'üz-Zehrâ' selâmullahi aleyhâ Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve âlihi vesellemin doğumlarından kırk beş yıl sonra, bi'setlerinin beşinci senesi Cumâdel-âhırasının yirminci günü, Hadîcet'ül-Kübrâ (r.a) dan doğmuş-lardır. Hz. Rasûl (s.a.a), Cenab-ı Fâtıma'yı pek severler, geldiği zaman ayağa kalkarlar, elini öperlerdi. Sekiz yıl Mekke'de kaldılar; Hazreti Rasûl-i Ekrem (s.a.a), hicret buyurduktan sonra Ali (a.s), Fatümet'üz-Zehrâ'yı, kendi Annesi Esed kızı Fâtıma'yı, Ümmü Eymen'le Ebu-Vâkıd'i alıp Kâbe'yi tavaf ettikten sonra Medine yolunda, Kubâ'da Rasul-i Ekrem'e (s.a.a), ulaştılar. Hicretin ikinci yılında Emir'ül-Müminin'le (a.s) evlendiler. Fâtıma (a.s), Medine'de on küsur yıl yaşadılar.
Hazreti Emir'in (a.s) "Ümmetinden çektiklerimizi" diye başlayan sözleri hilâfet olayından sonraki hallere işarettir: Ebubekir'e biatten haberdar olan Ehlibeyt, başta, Emir'ül-Mü'minin (a.s), olduğu halde biat etmemişlerdi; ashâptan da onlara uyanlar olmuştur. Abbas, Fazl b. Abbas, Zübeyr b. Avvâm, Halid b. Sâid, Mıkdâd b. Esved, Selmân-ı Fârisi, Ebû-Zerr-i Gıfârî, Ammâr b. Yâsir, Berâ' b. Âzib, Ubeyy b. Kâ'b bunlardandı. Ebubekir-i Cevheri'nin "Sakife"sine göre bunlar, geceleyin toplandılar, hilâfet işinin yeniden ve muhâcirlerle ansârın meşveretiyle halledilmesini istiyorlardı. Abâde b. Sâmit, Ebü'l-Heysem'it-Teyyihan ve Huzeyfe de bunlardandı (Bu rivâyet İbn-i Ebi'l-Hadid'in şerhinin, 13. sahifesinde de geçer; tafsili de aynı cildin 74. sahifesindedir).
Bundan önce Ebubekir'in, bir rivayette Mugıyra'nın tensibiyle Ebubekir ve Ömer, Ebu-Ubeyde ve Mugıyra'yla Abbas'ın evine gitmişler, Ehlibeytin, biatini istemişler, fakat Abbas, Ömer'e, "Rasûlullah bir ağaçtan ki biz, o ağacın dalları budaklarıyız, sizse o ağacın gölgesinde oturmaktasınız" demişti; böylece de iş bir sonuca varmıştı.
Abbas b. Abdül-Müttalib, Utbe b. Ebi-Leheb, Selman-ı Fârisi, Ebû-Zerr-i Gıfârî, Ammâr, Mıkdâd b. Ubeydullah, Haşimoğulları'nın bir kısmı muhacir ve ansârdan bir topluluk H. Fâtıma'nın (a.s) evinde toplanmışlardı (Müsned, 1, 55, Tabarî, 2, 466, İbn-i Esir, 2, 221, İbn-i Kesir, 5, 264, Sıfvet'üs - Safve, 1, 97, İbn-i Ebi'l-Hadid, 1, 123, Suyûti'nin Târih'ul-Hulfâ'sında Ebubekir'e biat bahsinde, 45. İbn-i Hişam, 4, 336, Teysir'ül-Vusûl, 2, 41, E'r-Riyâd'un Nadıra, 1, 167. Târih'ul-Hamis, 1, 188, El-Ikd'-ül-Ferid, 3, 64, Târih-u Eb'il-Fidâ' 1, 156, İbn-i Şahne (Târîh'ul-Kâmil hâşiyesinde), 112, Cevheri, İbn-i Ebîl Hadid'den rivayet yoluyla, 2, 130-134, Siret'ül-Halebiyye, 3, 394, 397).
Ali ile ona uyup Ebubekir'e biat etmeyenler ve H. Fâtıma'-nın evinde toplananlar hakkında tarih, siyer, sihâh ve müsnedlerle edebî ve kelâmî kitaplardaki rivayetler tevatür haddine varmıştır. Ali, Ebubekir'e biat etmeyince Ebubekir, Ömer'e gidip Ali'yi nasıl olursa olsun getirmesini buyurdu. Ömer, Ali'nin yanına varınca aralarında tartışmalar oldu ve bir netice çıkmadı. Bunun üzerine Ömer, Halid b. Velid, Abdurrahman b. Avf, Sabit b. Şemmâs, Ziyad b. Lebid, Muhammed b. Mesleme, Selme b. Sâlim, Selme b. Eslem, Üseyyid b. Hudayr, Zeyd b. Sâbit, Hazreti Fâtıma'nın (a.s) evine yürüdüler. Ömer, eline bir meş'ale almıştı. İçerdekilerin dışarıya çıkmalarını söyledi. Hiç kimse çıkmayınca, Allah'a andolsun ki dedi, çıkmazsanız evi, içindekilerle beraber yakarım. Ömer'e, ey Ebâ-Hafs dendi, Fâtıma da bu evde, olsun dedi Ömer. Fâtıma, kapıda Ömer'le yüzyüze geldi ve ona, Ey Hattâboğlu dedi, evimde beni yakmaya mı geldin? Ömer, evet dedi, bu iş, babanın getirdiğini sağlamlaştırır. Rasûlullah'-ın hiç kimseyi senin kadar sevmediğini biliyorum, fakat bu, yapacağım işten beni alıkoyamaz (Tabarî, 3, 198-199, Cevherî, İbn-i Ebi'l-Hadid'den rivâyetle, 1, 167, 2, 131-134, 6, 285, 293, 17, ciltte, Kaadil-Kudât'ın cevâbında da bu toplumdan bahseder. Er-Riyâd'un-Nadıra, 1, 167, Târîh'ul- Hamîs 1, 188, İbn-i Şahne, 112. İbn-i Ebul-Hadid, 2, 134, El-Ikd'ül-Ferîd, 3, 64, Ebü'l-Fidâ, 1, 156, El-İmâmet-u ve's-Siyâse, 1, 12, Ensâb'ül-Eşrâf, 1, 586, Kenz'ül-Ummâl, 3, 140, Mürûc'uz-Zeheb, 2, 100).
Ya'kubî, eve girdiklerini, Ali'nin kılıcının kırıldığını (2, 105), Tabarî, Zübeyr'in kınsız bir kılıçla çıkıp Ömer'e saldırdığını, ayağı kayıp kılıcının elinden düştüğünü, Ömer'le gelenlerin onu tuttuklarını bildirir (2, 443-444, 446, Mühibbüddin Tabarî: Riyâd'un-Nadıra, 167. Târih'ul-Hamîs, 1, 188, İbn-i Ebil'-Hadid, 2, 122, 132, 134, 6, 2, Kenz'ül-Ummâl, 3, 128). Evin içinde Fâtıma, Ali, Hasan ve Huseyn'den başka kimse kalmadığı halde, evi içindekilerle beraber yakın demekteydi. Hazreti Fâtıma, kapı önüne gelmişti; karnına gelen bir sadme sonucunda altı aylık çocuğu Muhsin, düşmüştü; Fâtıma, evimden çıkmazsanız saçlarımı döker, Allah'a sığınır, sizi şikâyet ederim diyordu. Bunun üzerine eve girenler çıkıp gittiler (İbn-i Ebi'l-Hâdid, 2, 134, 6, 285-286, Ebubekir-i Cevherî, İbn-i Ebi'l Hadid'den naklen, Ya'kubi, 2, 105, Şehristânî. Milel u Nihal, İran basması, 1, 26, Londra, 40).
Sakife'deki biatten sonra salı günü de biat devam etmişti. Ali gelip Ebubekir'e, bizimle müşaverede bulunmadın, hakkımıza riayet etmedin demiş, Ebubekir de, evet fakat fitneden, kargaşalıktan korktum diye mâzeretini bildirmiştir (Murûc'uz-Zeheb, 1, 414, El-İmâmetu ve's-Siyâse, 1, 12-14). Ya'kubî, bir topluluğun Ali b. Ebû-Tâlib'e geldiğini, ona biat etmek istediğini, Ali'nin, yarın sabah başlarınızı tıraş edip (ölüme hazırlanıp) yanıma gelin buyurduğunu, fakat ertesi sabah ancak üç kişinin geldiğini söyler (2, 105, İbn-i Ebi'l-Hadid, 2, 4). Cevheri, İbn-i Ebi'l-Hadid'in rivayetiyle, bu olaylardan sonra Ali'nin, Fâtıma'yı bir merkebe bindirerek geceleyin ansârın kapılarını çalıp yardım istediğini, onların da Fâtıma'ya, Ebubekir'den önce bizden biat isteseydi onunla hiçbir kimseyi bir tutmazdık, onu kabûl ederdik dediklerini, Ali'nin, bu söze karşılık, şaşılacak şey, demek Rasûlullah'ın cenazesini yıkanmadan, kefenlenmeden evinde bırakıp riyâset için savaşmaya kalkışmamı istiyordunuz dediğini, Fâtıma'nın, Ebü'l-Hasan gerekli vazifesini yaptı; onlar da yapacaklarını yaptılar, Allah bunu onlardan soracaktır buyurduğunu kaydeder (6, 28): El-İmâmet-u ve's-Siyâse'de de bu olay geçer (1, 12). Sonradan Muâviye, Hz. Ali'ye yazdığı bir mektupta, "Daha dün, evindeki kadınını geceleri bir merkebe bindiriyor, oğullarının ellerini tutuyor, kapıları çalıyor, halkı yardıma çağırıyordun, unutkan olsam bile Ebû-Süfyân'a, seni bu işe tahrik ettiği zaman söylediğin sözü unutmam; azim ve irâde sâhibi kırk kişi bulsaydım hakkımı dilerdim demiştin" sözle-riyle bu olaya işaret etmiştir (İbn-i Ebi'l-Hadid, 2, 67, Kitâb-u Sıffin, 182); Sıffin savaşında da, Amr İbn'il-Âs, Muâviye'ye ayni şeyi hatırlatmıştı. Bu sıralarda "Fedek" hurmalığı da Hz. Fâtıma'dan zapte-dildi.
H. Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve âlihi vesellem, Hayber fethinden sonra kendi hisselerine düşen bu hurmalığı, 17. sûrenin (İsra'), "Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver" meâlindeki âyet-i kerîmesiyle 30. sûrenin (Rum), "Artık yakınlara, yoksula ve yolda kalana hakkını ver" meâlindeki 38. âyet-i kerimesi hükmünce H. Fâtıma'ya (a.s) vermişlerdi. Ebubekir, bu hurmalığı miras saymış, "Biz peygamberlerin mirasımız yoktur, bıraktığımız şeyler sadakadır" meâlindeki hadise dayanarak hurmalıkta çalışan adamları oradan çıkartmış, Fedek'i beytülmal hesabına zaptetmiştir. 
Hz. Ali'ye ve Fâtıma'ya, bilhassa kendilerine taalluk eden bir hususun, hele "En yakın akrabanı korkut, emirleri onlara bildir" meâlindeki âyet-i kerime (26, Şuarâ', 214) varken bildirilmemesi mümkün değildi; çünkü Hz. Peygamber (s.a.a), vahyin tebliğinde emin ve sâdıktı. Ayrıca miras âyetlerinde Hz. Peygamber'in hasâisinden olarak böyle bir şey yoktu. Kur'an-ı Mecid'de de Zekeriyye Peygamber'in (a.s), kendine ve Ya'kub (a.s) soyuna vâris olacak bir evlat istemesi (19, Meryem, 5-6), Süleyman Peygamber'in (a.s) Dâvud Peygamber'e vâris olduğunun bildirilmesi (27, 16), Peygamberliğin miras yoluyla elde edilemeyişi, H. Ali ile Abbas'ın miras istemeleri bir yana dursun, Fedek, miras da değildi; H. Rasûl (s.a.a) , tarafından, hayatlarında verilmişti. Hz. Fatıma (a.s) halîfeye başvurdu, Ali, Ümmi Eymen ve Rebâh şehâdette bulundular; şehâdet-leri reddedildi; oysa Rasûlullah (s.a.a), Ali'nin dâimâ hak ve gerçekle beraber bulunduğunu, gerçekten ayrılmayacağını bildirmişlerdi (Fedâil'ül-Hamse; 2, s.108; Tirmizî, Müstedrek, Mecma'uz-Zevâid, Kenz'ül-Ummâl v.s.den naklen). Onuncu İmâm Aliyy'ün-Nakıy'nin (a.s) zilhiccenin on sekizinci günü, Hz. Ali'yi (a.s) ziyaretindeki sözlerinden anlaşıldığına göre İmâm Hasan ve İmam Huseyn de (a.s) şâhitler arasındaydı (Hâcc Şeyh Abbâs-ı Kummi: Mefâtih'ul - Cinan Tehran-1340, s.37). H. Fâtıma, müracaatından bir netice alamayınca Ebubekir ve Ömer'e darılmış, vefâtına dek onlarla konuşmamış, vefat etmeden de H. Ali'ye (a.s), geceleyin defnedilmesini, cenazesinde onların bulunmamasını vasiyet buyurmuştur (Fedek olayı için Buhârî'ye, 5, Farz'ul-Humüs bölümü, 7. 38, Müslim'e, 2, 72. 5, 151, 156, Müsned'e, 1, 69, Tabarî'ye, 3, 202, El-İmâmetu ve's-Siyâse'ye bakınız; 14).
Hz. Rasûl-i Ekrem'den (s.a.a), sonra kırk gün, üç ay, yahut sekiz ay yaşadıkları hakkında rivayet varsa da Ehlibeyt'-ten gelen rivayete göre yetmiş beş gün yaşamışlardır. Hz. Resûl (s.a.a), Saferin yirmi sekizinde vefât etmişlerdir. Hz. Rasûl'ül (s.a.a) Rabiülevvelin on ikisinde vefât ettiği rivayetine nazaransa Cumâdelûlâ sonlarında, yahut meşhur rivayete göre Cumâdelâhıranın üçünde intikal eylemişlerdir. Yaşları on sekizi aşmıştı (muhtelif rivayetler için Muhammed Bâkır-ı Meclisi'nin "Bihâr'ul-Envâr"ına bakınız, 10, Tehran, 1384, s.214-216).
Burada, Fedek'in yıllar boyunca elden ele geçtiğini, bu hususta buyruk sâhiplerinin tek bir reye uyamadıklarını da söylemek zorundayız: Osman, bu hurmalığı Mervan'a bağışladı. Muâviye, H. Ali'nin şehâdetinden sonra hurmalığı üçe bölmüş, bir kısmını Osman'ın oğluna, bir kısmını Mervan'a, bir kısmını da oğlu Yezid'e vermişti. Emevîlerden Ömer b. Abülazîz, Fâtıma evlâdına iâde etmiş, Abbas oğullarının ilk halifesi Seffâh, İmam Hasan oğlu Hasan'ın oğlu Abdullah'a ait olduğuna hükmetmiş, Mansûr, İmam Hasan evlâdından almış, oğlu Mehdî, gene Fâtıma evlâdına vermiş, onun oğlu Mûsâ ve kardeşi Fedek'i temellük etmişler. Me'mun, hicrî 210 da gene Fâtıma evlâdına vermiş, bu hususta Medine âmeline emir göndermiş, Mütevekkil'se Me'mun'dan evvelki haline getirmiştir.
[4] - Hutbenin baş tarafında geçen "filân"dan maksat birinci halife Ebubekir'dir.
[5] - Buradaki falan"da ikinci halife Ömer'dir.

[6] - A'şâ, Ebu-Basir Meymûn b. Kays'tır. Cahiliyye şâir-lerinden olan, sesi de gayet güzel bulunan bu zat, İmri'ül-Kays ve Nâbıga gibi ünlü şâirlerden sayılmıştır. Vakt-i Saâdete erişmiş, Hz. Rasûl-i Ekrem'e (s.a.a) methiyeler yazmış; onları, huzurunda okumaya giderken Ebu-Süyfan mâni' olmuş, avdetinde, Menfuha denen yerde deveden düşüp ölmüştür. Heyyan, boyunun ulusu olan bir zattı; İran şâhıyla dostluğu vardı, A'şâ ile de dosttu; sohbet arkadaşıydı. Bâzı sebeplerle ondan uzaklaşmıştı; o münasebetle söylediği kasîdede bu beyit geçer.
Emir'ül-Mümi'nin (a.s), bu beyti inşad ederek Hazreti Rasûl-i Ekrem (s.a.a) zamanındaki haliyle ondan sonraki haline işaret buyurmaktadır.
[7] - Ebubekir'in biatten sonra "Bırakın beni, ben sizin en hayırlınız değilim" dediği rivayet edilmiştir. Bu sözü, "Sizin en hayırlınız olmadığım halde beni, başınıza getirdiniz; siz beni veliyy-i emr ettiniz" tarzında söylediği de rivayetler arasında-dır (Muhammed Abduh Şerhi, s.32, 3. not). Hz. Emir'i, Ebubekir'e götürdükleri zaman, Ömer, biat etmedikçe senden el çekmeyiz deyince Ömer'e, "İyi sağ bu sütü, yarısı senin olacak; bugün onun faydası için düzüp koştuğun bir iş yarın sana dönecek" dediği rivayet edilmiştir.
[8] - Ömer'in, zâtı içtihatlarına işarettir. Meselâ, 9. sûrenin (Tevbe) 60. âyet-i kerîmesinde zekâtın, yoksullara, hiçbir varlığı olmayanlara, zekât toplayan memurlara, müellefet'ül-kulûb'a (gönülleri Müslümanlığa malla, servetle ısındırılmak istenenlere), kölelere, tutsaklara, borçlulara, yolda kalmışlara, Allah yolunda savaşanlara verilmesi buyrulmuşken, Ebubekir'in zamanında Ömer, artık müellefet'ül-kulûba vermeye lüzum kalmadı demiş, onlara zekât verdirmemişti. 8. sûrenin (Enfâl) 41. âyet-i kerimesinde ganimetin beşte biri Allah yolunda sarfedilecek, Peygamber'e ve yakınlarına, yetimlerine, hiçbir şeyi olmayanlarına ve bu yolda savaşanlarına verilecekken bu payı kaldırmış, Mâlik b. Nüveyre'yi, Müslüman olduğu halde öldürten ve şer'i süresini beklemeden zevcesini alan Halid b. Velid'i, evvelce onun şiddetle aleyhinde bulunduğu halde, kendi zamanında bağışlamış, hac töreninden umreyi, törenden nisâ tavafını kaldırmış, Müslim'in rivâyetine göre kendi zamanında bile yapıla gelen muvakkat nikâhı yasak etmişti. Ezandan, "Hayye alâ hayr'il-amel-haydin en hayırlı işe" sözünü, halk ibâdete koyulur da savaşı boşlar diye okutmamış, bir kerede üç talak vermeyi, kadın boşamaktan halkı çekindirmek için câiz görmüş, sünnet ve nâfile namazlarda cemâat olmadığı halde terâvih namazını cemaatla kıldırmış, su bulunmadığı vakit teyemmümle namaz kılınmamasını emretmiş, miras ve iddet meselelerinde içtihatlarda bulunmuştu. Daha bu çeşit birçok içtihatları olmuş, sabah ezanına "namaz uykudan hayırlıdır" sözünü katmıştı (Ali kuşçı'nın "Şerh-u Tecrid"inde, "imâmet" bahsinîn sonlarında; "En-Nass-u ve'l-İçtihâd"a da bakınız, 1383-1943, s. 199-220). Mâlik'in "El-Muvatta"ı ve Zerkaanî'nin Şerhi, cüz' 1, s.25.Abdül-Huseyn Ahmed'il-Emini'nin "El-Gadir-u fi'l-Kitâbı ve's-Sünneti ve'l-Edeb"inin 7. cüz'üne de bakınız; 2. basım, Tehran-1372, s.63-64).
[9] - Ömer yaralanınca vefat edeceğini anlayıp yanında-kilere Ebu-Ubeyde sağ olsaydı onu halife yapardım; Huzeyfe'nin kölesi Sâlim sağ olsaydı bu işi ona verirdim demiş, sonra yedi kişinin adını söylemiş, bunlardan Sâid b. Zeyd'i kendi soyundan olması dolayısıyla öbürlerine katmamış, Sa'd b. Ebi-Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr, Osman ve Ali'den meydana gelen bir şûrâ kurulma-sını, şûrâya Abdurrahman'ın riyâset etmesini söylemişti. Ancak bunlardan Sa'd'i serttir, Abdurrahman b. Avf'ı, bu ümmetin Karûn'udur diye yerdi. Talha'nın kibirli, Zübeyr'in nekes olduğunu, Osman'ın boyunu sevdiğini, Ali'nin de halifeliğe haris bulunduğunu söyledi. Sonra Suheyb'e, üç gün halka namaz kıldırmasını emretti. Ebu-Talha'yı, elli kişiyle, şûrâ erkânının topladığı evi kuşatmaya memur edip bunların beşi birleşir, birisi ayrılırsa onun öldürülmesini, üçü birini üçü de başka birini tutarsa Abdurrahman'ın bulunduğu tarafın kabûl edilmesini söyledi. Abdurrahman kendisini ve Sa'd'i bu işten ayırdı. Sa'd ise ona; Osman sana biat ederse üçüncü biat eden ben olurum; fakat Osman'ı tayin edersen Ali tarafını tutarım dedi. Nihayet Abdurrahman, Ali'ye, Ebubekir ve Ömer'in yolunu tutup tutmayacağını sordu. Ali, ben Allah'ın kitabı, Peygamber'in sünneti üzere ve kendi içtihadımla hareket ederim cevabını verdi. Aynı suali üç kere Osman'a sordu; Osman her üçüne de müspet cevap verince ona biat etti. Bir de şu var:
Şûrâda riyaset eden Abdurrahman'ın zevcesi ana tarafından Osman'ın kız kardeşiydi. Sa'd b. Ebi-Vakkas, Abdurrahman'ın amca oğullarındandı, ikisi de Zühre oğulları boyundandı; ayrıca Hazreti Emir'le de arası açıktı. Sa'd'in anası, Süfyan b. Ümeyye b. Abdüşşem'in kızıydı; Ali, bu boydan bir çoğunu savaşlarda öldürmüştü. Talha Teyim boyundandı; bu boyun Hâşim oğullarıyla arası açıktı. Nitekim sonradan, Osman'ın kanını almak bahanesiyle isyanı da, gizlediği fikri açığa vurdu. Zübeyr, Ebubekir'in hilâfetinden beri Ali'ye taraftar görünmekteydi, fakat halifeliğe özendiği sonraki isyanıyla meydana çıktı.
Şûrâdan sonra Mikdâd b. Esved'in, Abdurrahman'a, "andolsun Allah'a ki Ali'yi terk ettin ama o, hak üzere hüküm veren ve gerçek olarak adalete riayet edenlerdendi" demiş, "Kureyş'e bakıyorum, en doğru söyleyen, en gerçek olarak hükmeden kişiyi bırakıyor" sözlerini de sözüne eklemişti. Abdurrahman, korkuyorum fitneye kapılmandan, Allah'tan çekin sözüyle Mikdâd'a cevap vermişti. Sonra Osman'ın zamanındaki ayaklanma sırasında Abdurrahman'a, bu, ellerinle hazırladığın şey demiş, o da, ben böyle sanmıyordum, fakat Allah'a and olsun, onunla konuşmayacağım artık demiş, sözünü de tutmuş, ölüm hastalığında kendisini dolaşmaya gelen Osman'dan yüzünü duvara çevirmiş, ona bir söz bile söylememişti (Muhammed Abduh Şerhi, s.34-35, 1. not).
[10] - Osman, Abdüşşems oğlu Ümeyye oğlu Ebi'l-Âs'ın oğlu Affan'ın oğludur. Yetmiş beş, yetmiş altı, diğer rivayette seksen, yahut seksen sekiz yıl yaşamış, hicretin yirmi dördüncü yılında halifelik makamına gelmiş, on iki yıldan on iki, yahut sekiz gün eksik bir müddet hilafet makamında kalmış, hicretin otuz beşinci yılı zilhiccesinin on sekizinci günü öldürülmüştü. Hazreti Rasûl'ün (s.a.a), Rukayye, sonra da Ümmü Külsûm adlı iki kızını aldığından Zü'n-Nûreyn, yâni iki nur sâhibi diye anılmıştır. Kavmin üçüncüsünden maksatları Osman'dır.
Osman, ana tarafından kardeşi Velîd b. Ukbe'yi Kûfe'ye tayin etmiş, beytülmâli, sıla-i rahimde bulunuyorum diye Ümeyye oğullarına pay etmiş, Hazreti Rasûl'ün (s.a.a) Medîne'den sürdüğü Hakem'i ve oğlu Mervan'ı Medine'ye getirtmiş, kızını Mervan'a vermiş beytülmâlden ona yüz bin dirhem verdiğinden başka Fedek'i de demlik etmiş, Hakem'e yüz bin, Abdullah b. Hâlid b. Üseyyid'e dört yüz bin dirhem ihsanda bulunmuş, diğer kızını Hâris b. Hakem'e verip ona da beytülmâlden yüz bin dirhem bağışlamıştır. Ebu-Süfyân'a iki yüz bin dirhem vermiş, Medine yaylaklarını Ümeyye oğullarının hayvanlarına tahsîs edip Trablus'tan Tanca'ya dek bütün Afrika gelirini Abdullah b. Sa'd b. Ebi-Serh'a bağışla-mıştır. Bütün bunlar, Velid b. Ukbe'nin, Kûfe'de beytülmâli istediği gibi harcaması, şarap içtiği sabit olduğu halde kendisine had vurulmaması, Abdullah b. Mes'ud'un, Ammâr'ın dövülmesi, bunlarla beraber Ebû-Zer'in ve diğer birçok sahâbinin sürülmesi, ehliyle buluşana, kendisinden inzâl olmadıkça gusûl icâb etmediği hakkındaki fetvâsı, 46. sûrenin (Ahkaaf) 15. âyetinde haml müddetiyle çocuğun sütten kesilmesinin otuz ay, 2. sûrenin (Bakara) 233. âyetinde süt verme müddetinin tamamının iki yıl olduğu bildirilmesine göre haml müddetinin en azının altı ay olduğu anlaşıldığı halde evlendikten altı ay sonra çocuk doğuran bir kadını recmettirmesi, bayram namazını dört rek'at kıldırması, seferde namazları kasretmemesi, umreyi men etmesi, bayram hutbelerinin namazdan önce okunması gibi şeyler de ashabın, Osman aleyhine dönmesine sebep oldu. Başta Âişe, Abdurrahman b. Avf, Talha, Zübeyr olmak üzere bir çok kimseler, şiddetle aleyhinde bulunmaya başladılar. Sonunda isyan başladı ve Osman öldürüldü (Osman'ın icrââtı ve içtihatları için Şeyh Zebihullâh'ı Mahallâti'nin, ana kaynaklara dayanarak meydana getirdiği "Keşf'ül-bunyân der zindegânî-î Cenâb-ı Osmân b. Affân" adlı kitabına bakınız, Tehran 1382, 430 sahife).
[11] - Osman'ın öldürülmesinden sonra kendilerine biat etmek hususunda halkın tehaccümünü anlatıyorlar. (9) Biatten dönenler anlamında "Nâkisin" denmiştir. Bu sözde, 48. sûrenin (Feth), "Şüphe yok ki seninle biatleşenler, ancak Allah'la biatleşmişlerdir; Allah'ın (kudret) eli, onların ellerinin üstündedir; artık kim dönerse zararı kendi nefsinedir ve kim Allah'la ahitleştiği şeyde durursa ona, yakında büyük bir ecir vardır" meâlindeki 10. âyetine işaret vardır. "Ok yaydan fırlar gibi fırlayanlar" "Mârıkun" diye anılırlar; bunlara ait 4. bölüm olan "İçtimâî-İktisadi hutbeleri"nde, 26. hutbenin şerhindeki 11. notta gereken izâhât verilmiştir. "İtâatten çıkanlar", "Kaasitûn" diye anılmıştır. Kur'ân-ı Mecid'-in 72. sûresinin (Cinn), "Ve gerçekten de bizden, Müslüman olanlar da var, doğruluk yoluna itâatten sapıp zulmedenler de; artık kimler Müslüman olurlarsa onlardır doğruluk yolunu arayıp bulanlar. Fakat gerçekten sapıp zulmedenlere gelince,onlar da cehenneme odun olurlar" meâlindeki 14-15. âyet-i kerimelerinde "İtâatten çıkanlar, sapıp zulmedenler", "Kaasitûn" diye anılmışlardır. "Müstedrek'üs-Sahihayn"de, Ömer'in zamanında, Ebû-Eyyüb'ül Ansâri'nin (r.a), Rasûlullah (s.a.a) Ali b. Ebû-Tâlib'e Nâkisin Kaasitûn ve Mârikin ile savaşmasını buyurdu" dediği rivâyet edilmiştir. Buna dair "Müstedrek"te, "Tarihu Bağdad"-da, "Üsd'ül Gaabe"de, Suyûti'nin "Dürr'ül-Mensûr'unda, Kenz'ül-Ummâl'de Mecma'uz-Zevâid'de, bundan başka daha on sekiz hadis vardır. "Kaasıtûn" Muâviye ve ona uyanlardır (Fedâil'ül-Hamse, 2, s.358-363).