Kur'an ipine sarıl, onu kendine öğütçü bil. Tam helâlini helâl tanı, harâmını haram. Geçmişlere dâir Kur'an'da anlatılanları gerçekle, inan; haktır Kur'an'da anlatılan.
Dünyâda geçen çağları düşün, geleceklere dâir ibret al onlardan. Çünkü geçenle gelen birbirine benzer ayan beyan. Dünyânın sonu önüne bağlıdır, geçip gitmiştir; kalan zamanın hepsi de
geçecektir, olup bitmiştir. Allah'ın adını ulula; onu andın mı hakkıyla an. Ölümü, ölümden sonraki halleri çok çok an; ama âhireti düzüp koşmadan da ölümü istemek yok. Bir işi yapanın o işten
razı olduğu, fakat bütün Müslümanların nefret ettiği her işten çekin. Gizlice yapılan, fakat açıkça yapılınca utanılan her işten sakın. Sâhibine sorulunca inkâr ettiği işi yapma; yahut özür
dilediği işe yaklaşma. Haysiyetini halkın kınayış oklarına amaç etme; her duyduğunu halka söyleme; çünkü yalan söylemek bâbında bu yeter sana. Halkın her söylediği sözü de reddetme, bilgisizlik
olarak da bu yeter sana. Öfkeni yen, gücün yettikçe suçtan geç; öfkelenince halîm ol, bağışla; bu senin âkıbetini hayreder. Allah'ın sana ihsan ettiği nimetlerin birini bile yitirme; şükredegör.
Allah'ın lütfettiği nimetlerin eseri de sende görünsün. Şükret de nimetler geledursun.[3]
Bil ki insanların en üstünü, kendinden, ehlinden, malından Allah yolunda ihsan eden, Allah rızası için hayırda bulunandır. Çünkü, önce yaptığın hayır, senin için azık olarak kalır; geriye
bıraktığınsa başkalarının hayrı olur.[4]
Reyi gevşek olan, yaptığı hoş görünmeyen kişiyle görüşmekten çekin. Çünkü insanı görüşüp konuştuğu kişiyle ölçerler; arkadaşından ibret alırlar da hakkında hüküm verirler.[5]
Büyük şehirlerde otur, yerleş; çünkü oraları Müslümanların toplandıkları yerlerdir. Halkı gaflete dalan, cefâ ve zulmeden, Allah'a itaatten yardımcısı az olan yerlerden çekin. Çarşılarda,
pazarlarda oturmaktan sakın. Çünkü oraları Şeytanın geldiği, fitnelerin belirdiği yerlerdir.[6]
Allah'ın sana üstün ettiği kişiye fazla bak, onun üstünlüğünü düşün; çünkü bu, şükrü açan kapılardır.[7]
Cuma günü Allah yolunda, yahut mecbûr olduğun yolculuktan başka, namazda bulunmadıkça, namaz kılmadıkça sefere çıkma.[8]
Her işinde Allah'a itâat et. Çünkü Allah'a itâat, ondan başka her şeyden üstündür. Nefsini kulluğa alıştırmaya bak. Fakat ona yumuşak muâmele et; kahretme onu; ancak sana farz olan
şeylerden başka şeylerde onun huzûrunu da hoş gör; çünkü farzların, vaktinde ve yerinde yapılması gerekir.
Sakın dünyâyı dilerken, Rabbinden kaçarken ölüm gelip çatmasın sana. Sakın kötülük edenlerle konuşma, onlarla düşüp kalkma, Çünkü şer şerre ulaşır ancak. Allah' ı büyük bil, ulu tanı, onu
sevenleri sev. Öfkeden çekin, çünkü öfke İblisin ordusundan bir bölüktür.[9]
(Münzir b. Cârûd'il Abdi'ye mektupları:)
(Allah'a hümd ü senâ, Rasûlüne salât ü selâmdan) Sonra derim ki: Babanın temizliği aldattı beni. Seni de onun yolunu tutar, izini izler sandım. Oysa sen bana söz verdiğin gibi çıkmadın;
nefsine boyun eğdin; âhiretine ait işleri yüzüstü bıraktın; âhiretini yıkarak, dünyânı onarmadasın; dînini bırakarak aşîretine ihsanda bulunmadasın. Hakkında bana bildirilenler gerçekse, ehlinin
devesiyle ayak kaplarının sırımı bile senden hayırlıdır. Senin gibi birisi, sınır korumaya, bir iş başarmaya, birinin kadrini yüceltmeye, bir emanete ortak olmaya ehil olmadığı gibi öyle kişinin
hıyânetinden de emin olunmaz. Allah izin verirse, bu mektubumu alır almaz hemen katıma gel.[10]
(Âmillerine gönderdikleri emir-nâme:)
Bir olan, şerîki bulunmayan Allah'tan korkarak yürü. Vazîfene git; hiçbir Müslüman'ı ürkütme; rızası olmadıkça, haber vermeden yanına gitme; malındaki haktan başka bir şey
alma.
Bir kabileye vardın mı, evlerine, çadırlarına gitmeden sularının başına in. Sonra sâkin, vakur bir halde yanlarına var; onlara selâm ver; hâl hatır sormakta kusûr etme; ondan sonra olanlara
ey Allah kulları de; Allah'ın velîsi ve hâlifesi mallarınızdaki Allah hakkını almak için beni size yolladı; mallarınızda Allah velîsine vereceğiniz Allah hakkı var mı? Birisi yok derse sözünü
tekrarlama. Sana hakkını verecek bulundu mu da onu korkutup ürkütmeden, ona karşı sert muâmele etmeden, yolsuz davranmadan, zulmeylemeden onunla beraber git, altından, gümüşten ne verirse sana,
onu al.
Öküzü, davarı, devesi varsa, hayvanların bulunduğu yere sâhibinin izniyle gir. Çünkü onların çoğu, sâhibinin malıdır. Hayvanların bulunduğu yere şiddet göstererek, sert bir sûrette değil,
sâhibinin izniyle gir. Ne hayvanları ürküt, ne sâhiplerini korkut. Onları ikiye ayır, sâhibin hangi bölüğü isterse almasına müsâade et. Geri kalanı da ikiye böl, gene onu, hangi payı almak
isterse alsın, muhayyer bırak. Seçtiği, almak istediği hayvanlara dokunma. Böylece böle böle Allah'ın hakkı olan o hakka ulaşan payı ondan al. Bu taksîmi bozmanı isterse kabûl et; onları
birbirlerine karıştır. Önce yaptığın gibi ayırmaya başla; Allah'ın hakkını alıncaya dek, bu muâmeleye devam et.
Kocalmış, yaşlı, arık, âzâsı kırık, hasta, ayıplı ve bir gözü kör hayvanı alma. Bu işe birisini memûr edecek olursan dininden emin olduğun, Müslümanların mallarını alırken onlara yumuşak ve
iyi muâmelede bulunacak kişiyi seç. Böylece Allah malını Allah velisine ulaştır; o da bunları, Müslümanlara bölüştürsün. Bu işe, öğüt veren, esirgeyen, emin olan, koruyan kişiyi memûr et. Sert
davranan, zarar veren, Müslümanları yoran kişiyi memûr etme. Sonra topladığın malı bize yolla; biz de Allah nasıl emrettiyse öyle hareket edelim.
Emin olduğun kişi onları toplayacaksa, tenbih et, dişi deveyi, sütüne tamah ederek almasın; yavrusuna zarar vermiş olur. Bir de ona binerek yormasın onu. Binmekte, sütlerini sağmakta
adalete riâyet etsin; getirirken yorulanları dinlendirsin, ayağı sürçen, yürümekte güçlük çeken hayvanları yavaş sürsün. Hayvanları suya rastladıkça sulasın, otlak yerlerde onları suvarıp yaysın.
Böylece de size semiz, yorulmamış, sağlam hayvanlar getirsin de onları Allah'ın emrine, Allah'ın salâtı O'na ve soyuna olsun Peygamberinin sünnetine göre Müslümanlara bölüştürelim, gereken işlere
kullanalım. Bu, Allah'ın izniyle ecir ve sevap bakımından daha büyük, doğru iş işlemene daha yakın bir harekettir.
(Bu da zekât toplayan memurlara:)
Bu işe memûr olanın gizli olarak yaptığı, halktan gizlediği işlerde de, Allah o işlere tanık olduğu, onun her şeyini bildiği için ondan çekinmesini emrederim. Görünürde Allah'a itâat eder
gibi işlerde bulunanın, gizli olarak ona aykırı harekette bulunmamasını buyururum. Gizli yaptığı işler açıkça yaptıklarına denk olan, işi sözüne uyan kişidir ki; emaneti edâ etmiştir, kullukta
ihlâsa ermiştir.
Halkı horlamamasını, incitmemesini, sözlerini reddetmemesini, memûr olduğu iş yüzünden kendisini onlardan üstün görmemesini dilerim. Çünkü onlar da din kardeşleri-mizdir, hakları
vermekteyse, yardımcılarımız.
Bu zekâtta senin de farz olan bir hakkın var; belli bir payın var; bu malda, yok yoksul kişilerden, yokluğa düşmüş zayıf adamlardan ortakların var. Biz senin hakkını tam olarak sana
vermekteyiz; sen de tam olarak onların haklarını vermelisiniz. Bunu yapmazsan, kıyâmet gününde insanlardan pek çok düşmanın olur. Ne kötüdür o kişi ki Allah katında düşmanları yok yoksul kişiler,
borçlular ve yolda kalanlar olsun.
Emaneti hor gören, hıyânete koyulan, kendini ve dînini bu kötü sıfatlardan arıtmayan bilsin ki dünyâda kendini hor hakir etmiştir, rezil rüsva olmuştur. Âhiretteyse daha da hor hakirdir,
daha da rezil rüsva. Hıyânetin en büyüğü, ümmete hıyânet etmek, hîlenin en kötüsü, imâma hîle düzmektir vesselâm.
(Bâzı vâlilerine emir-nâmeleri:)
(Hamd ü senâ ve salât ü selâmdan) Sonra, hükmünün altında bulunan köylüler, ekincilere sert davranman, katı muâmelede bulunman, onları hor görmen, onlara cefâ etmen dolayısıyla şikâyet
ettiler senden. Araştırdım, gördüm ki müşrik olmaları yüzünden onlar, kendine yaklaştırılmaya, onlarla düşülüp kalkılmaya ehil değillerse de İslâm'ın amânında[11] olduklarından dolayı da
uzaklaştırılıp, hor tutulmaları, cevr-ü cefâ ile idâre edilmeleri de doğru olamaz. Allah izin verirse onları bir yanı şiddetle dokunmuş olan yumuşaklık örtüsüyle ört. Onlara o çeşit bir elbise
giydir; icâb eder, sert davranırsan, bir yandan da esirge onları, lütfet onlara; kimi vakit kendine yaklaştır onları, kimi vakit uzaklaştır kendinden onları; böylece idâre et onları.
(Bâzı vâlilerine:)
(Hamd ü senâ ve salât ü selâmdan) Sonra, senin bâzı işler yaptığını haber verdiler; bunları yaptıysan, Rabbini gazaba getirdin; İmâmına isyân ettin; sana emanet edilene hıyânette bulundun
demektir. Bana haber verdiler ki yeryüzünün derisini yüzmüşsün. Ayaklarının bastığı yerin altında ne bulduysan almışsın; ellerine ne geçtiyse yemişsin.
Hesabını hemen bana bildir ve bil ki Allah'ın sorusu, insanların sorusundan pek çetindir.[12]