Dünya ve Onun Zevklerİnİ Yermesİ Hususundakİ Sözlerİ

Dünya ve Onun Zevklerİnİ Yermesİ Hususundakİ Sözlerİ[1]


Dünyadan çekinmenizi tavsiye ediyorum. Çünkü dünya, (zahiri) tatlıdır; yemyeşildir (görünüşü güzeldir); özlemlerle kaplanmıştır; çabuk elde edilen fakat hemen geçip giden zevkleri için sevilir; dileklerle mamur olur, aldatmayla süslenir; fakat verdiği sevincin bekası yoktur; onun ansızın gelen musibetinden güvende olunmaz.

Pek aldatan, çok zarar veren, yok olup biten, geçip giden, yiyip bitiren ve helak edendir. Onu isteyenler, onu elde etmeye razı olanlar, dileklerini elde etseler bile, noksan sıfatlardan münezzeh olan, şanı yüce Allah'ın, şu:

"(Dünya yaşayışı) gökten yağdırdığımız yağmura benzer; yeryüzünün bitkilerini sular, bünyelerine girer de onları yeşertir, yetiştirir; derken bitkileri kurur, ufalanır, yeller de onları savurur gider ve Allah'ın her şeye gücü yeter." buyruğundan öteye geçmez.[2] 

Hiçbir sevinip gülen yoktur ki, ardından dünya onu kedere düşürmüş olmasın, ağlatmasın. Bolluğuyla bir karnı doyurursa, sonunda yokluğunu onun sırtına yükler. Onda bolluk getiren hiç bir yağmur yoktur ki bela bulutu onu izlemesin.

Sabahleyin (birine) yardım ederse, akşamleyin artık onu tanımaz. Bir kimse için bir tarafı yutulması kolay, tatlı olursa, öbür yanı acı ve hastalık olur. Akşamleyin onda esenlik elbisesi giyen, korkulara düşerek sabahlamıştır.

Dünya aldatıcıdır, onda ne varsa hepsi de insanı aldatır. Fanidir, onda olanların hepsi de yok olur. Azıkları arasında günahlardan çekinmekten (takvadan) başka hiç bir şeyde hayır yoktur. 

Dünyadan az bir şeye razı olan, kendisini emniyete kavuşturacak çok şeyi kazanmaya yönelir. Ondan çok şey elde edenin elde ettiği ebedi olarak kalmaz ve çok çabuk elinden çıkıverir.[3] Dünya,

nice güvenenlerini ansızın gelen musibetlere düşürmüş ve nice inananlarını yere vurmuştur; nice ihtiyatlı insanları aldatmış ve nice büyükleri hor-hakir etmiştir; nice mütekebbirleri aç ve fakir kılmış ve nice taht ve taç sahiplerini yüz üstü düşürmüştür.

Dünyanın saltanatı zillettir; yaşayışı bulanıktır. Tatlı suyu, acı ve tuzludur; tadı dili damağı acıtır. Dirisi ölüme, sıhhatlisi hastalığa hedeftir; kuvvetli olanı yıkılmaya maruzdur. Malı-mülkü geçicidir.

Azizi mağlup düşer, güvencede olanı zorluğa uğrar; ona sığınan yağmalanır. Bunları ise ölüm sekeratı ve iniltileri (can çekişmenin zorluğu) kıyametin dehşetleri ve adaletli bir hakimin karşısında durmak izler. “Kötülük edenleri, yaptıklarına karşılık cezalandırmak ve iyilik edenlere ise yaptıklarından daha iyi mükâfat vermek için.”

Sizler, sizden önce daha uzun ömür sürenlerin, eserleri daha açık kalanların, sizden daha hazırlıklı olanların, orduları ve inatları sizden daha çok olanların yurtlarında değil misiniz? 

Onlar da dünyaya taptılar, hem de nasıl taptılar? Dünyayı seçtiler, hem de nasıl seçtiler? Sonra da zilletle bu dünyadan göçüp gittiler. Peki, siz böyle (vefasız) bir dünyayı mı seçmektesiniz? Böyle bir dünyaya mı ihtiras ediyor, ona mı güveniyorsunuz?!

Allah-u Teâla buyuruyor ki: "Kim dünya hayatını ve ziynetini dilerse onda yaptıklarının karşılığını tam olarak öderiz ve onlar bu hususta hiç bir zarara uğramazlar. Onlar öyle kişilerdir ki, 

onlara ahirette ancak ateş var, dünyada işledikleri işlerse boşa gitmiştir; zaten bütün işledikleri de boştur".[4] Bu dünya, ondan endişelenmiyen ve ondan korkmayan kimseler için, ne de kötü bir diyardır.

Bilin, bilirsiniz de, sizler onu bırakıp gideceksiniz. Dünya Allah-u Teâla'nın onu vasfettiği gibidir: "Bilin ki dünya hayatı, ancak bir oyundur, bir eğlencedir, bir bezentidir, aranızda bir övünmedir ve bir mal ve evlat çoğaltma gayretidir ancak."[5]

Her yüksek tepede, ihtiyacı olmaksızın bir yapı kurarak eğlenip duran, sağlam yapılar, kaleler yapıp ebedi kalacağını uman ve "kimdir bizden daha kuvvetli"[6] diyen kimselerden ibret alın;

yine ibret alın kendi gözünüzle görmüş olduğunuz kardeşlerinizden; nasıl onlar, davetsiz olarak omuzların üzerinde taşınarak kabirlerine indirildiler; misafir çağrılmadan mezarlarına kondular.

Sığındıkları yerler kabir, kefenleri toprak oldu, kurumuş kemiklerle komşu oldular. Öyle komşu ki, çağırana cevap veremezler ve zulmün önünü alamazlar (düştükleri zilleti gideremezler);

ne birinin ziyaretine gidebilirler, ne de hallerini, hatırlarını soran olur. Kinleri yatışmış, halim olmuş kişilerdir; hasedleri ölmüş, gaflet içindeler. Onların ne ansızın saldırılarından korkulur, ne de yardımları ümit edilir. Onlar asla dünyaya gelmemiş kimseler gibidirler; nitekim Allah-u Teâla: "İşte bu, o kimselerin evleridir

ki, ölümlerinden sonra çok az bir zaman dışında hepsi bomboş kalmıştır. Onlara varis olanlar biziz."[7] buyurmuştur. Yerin üstünü altıyla, genişliği daracık bir yerle, ehli-ayali gurbetle, ışığı zulmetle değiştirmişlerdir.

Yerden ayrıldıkları (topraktan yaratıldıkları,) gibi tekrar ayakları yalın, bedenleri çıplak oraya döndüler. Amelleriyle birlikte dünyadan, ebedi bir hayata göçtüler, orada mesken edindiler. Nitekim noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah da şöyle buyurmuştur: "Önce nasıl yarattıysak, tekrar yaratacağız; bu vaadimizdir bizim ve gerçekten de yapacağız".[8]

[1]- Bu sözleri merhum Razi az bir farkla Nehc-ül Belağa'nın 109. hutbesinde nakletmiştir.

[2]- Kehf/44.

[3]- Nehc-ül Belağa'da: "Çok şey elde edense, kendisini helak edecek şey elde etmiştir" diye geçer.

[4]- Hud/15.

[5]- Hadid/20.

[6]- Fussilet/16.

[7]- Kasas/58.

[8]- Enbiya/104.