İMAMET,İMAM VE İMAM'IN MAKAMI HAKKINDAKİ Açıklaması

Abdülaziz ibn-i Müslim şöyle diyor: Merv şeh-rinde Hz.Rıza aleyhi's-selam ile beraber olduğum sırada, bir gün merkez camiine gittim, halkın imamet hakkında tartıştıklarını ve birçok farklı görüş ortaya koyduklarını gördüm. Mevlam Rıza aleyhi's-selam’ın yanına varıp macerayı kendisine anlattım. İmam hazretleri gülümseyerek şöyle buyurdular:

Ey Abdülaziz, halk cahil kalıp dinlerinde aldanmışlardır. Allah Teâla dini Peygamber için kamil etmedikçe ve içinde her şeyin açıklaması bulunan Kur’an’ı O’na indirip, helal, haram, hudud, ahkâm ve halkın ihtiyaç duyduğu her şeyi tamamıyla açıklamadıkça Peygamber’in ruhunu almadı.

Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Biz kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık."[1] Allah Teâla, Peygamber’in ömrünün sonlarına doğru Veda Haccı'ndan dönerken şu ayeti kendilerine nazil etti:

"Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğim nimetimi tamamladım, size din olarak İslam'ı seçip beğendim."[2] İmamet meselesi dinin kemalindendir. Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih vefat etmeden önce dininin nişanelerini ümmetine açıkladı, onların yollarını aydınlattı ve onları doğru yola hidayet etti, Ali aleyhi's-selam’ı onlar için önder ve imam tayin etti.

Ümmetin ihtiyaç duyduğu hiçbir şeyi açıklanmamış olarak bırakmadı. Kim Allah'ın, kendi dinini ikmal etmediğini (noksan bıraktığını) zannederse, Allah'ın kitabını reddetmiştir ve Allah'ın kitabını reddeden de kâfirdir. Halk, imametin kadrini ve ümmet arasındaki yerini biliyor mu ki, imam seçmeleri doğru olsun?

İmamet öyle bir makam ki, Allah Teâla Hz.İbrahim’i, nübüvvet ve dostluk (halillik) makamından sonra üçüncü bir makam ve fazilet olarak onunla şereflendirip bu makamla ismini yüceltmiştir. 

Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Hani Rabbin, İbrahim'i bazı kelimelerle denemeden geçirmişti, o da bunları tam olarak yerine getirmişti (o zaman Allah İbrahim'e): "Seni şüphesiz, insanlara imam kılacağım." demişti.

(Hz. Halil bu durumdan hoşnut olarak:) "Soyumdan olanlardan da?" deyince, (Allah): "Zalimler benim ahdime erişemez." buyurmuştu."[3] İşte bu ayet zalimlerin imametini kıyamete kadar reddetmiştir. Derken bu makam ümmetin seçkinlerine mahsus kılınmıştır. Sonra Allah Teâla imameti, seçkin ve temizlerin soyunda kılmakla ona değer vermiş ve buyurmuştur ki:

"Ona (İbrahim'e) İshak'ı ve torunu Yakub'u armağan ettik ve hepsini de salihler kıldık ve onları, kendi emrimizle (halkı) hidayete yönelten imamlar kıldık ve onlara hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı,

zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize ibadet edenlerdi."[4] İbrahim aleyhi's-selam’ın zürriyeti, İslam Peygamber’ine varıncaya kadar daima bu makamı asırdan asıra biribirinden miras almıştır. Allah Teâla buyurmuştur ki: "Doğrusu insanların İbrahim'e en yakın olanları,

ona uyanlar ve bu Peygamber’e iman edenlerdir."[5] Böylece imamet onlara mahsus kılındı ve Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih onu Ali aleyhi's-selam'ın uhdesine bıraktı; ve bu makam onun, 

Allah'ın kendilerine ilim ve iman verdiği seçkin nesline intikal etti. Allah onların hakkında şöyle buyurmuştur: "Kendilerine, ilim ve iman verilenler ise (kıyamet günü, dünyada ve berzahta bir saattan fazla eğlenmediklerine dair yemin eden suçlulara cevap olarak) derler ki: "Andolsun ki siz, Allah'ın kitabında (yazılı süre boyunca) diriliş gününe kadar yaşadınız; 

işte bu dirilme günüdür; fakat siz bilmiyorsunuz."[6] Bu olagelen bir sünnettir; Allah bunu kıyamete dek Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih'in soyunda karar kılmıştır. Çünkü Muhammed salla'llâhu aleyhi ve alih'den sonra bir peygamber yoktur. Öyleyse bu cahil insanlar, imamı kendi reyleriyle nasıl seçebilirler?

İmamet peygamberlerin makamı, vasilerin mirasıdır. İmamet, Allah'ın ve Resulünün hilafetidir; Emir-ül Mü’minin Ali'nin makamı, Hasan ve Hüseyin’in hilafetidir.

İmam, dinin ipi, müslümanların nizamı, dünyanın salahı ve mü’minlerin izzetidir. İmam, İslam'ın gelişen kökü, yücelen dalıdır. İmam’la, namaz, zekât, oruç, hac ve cihad kâmil olur, ganimet ve sadakalar çoğalır, had (şer'i ceza) ve ahkâm uygulanır, hudut ve sınırlar korunur.

İmam, Allah'ın helalini helal, haramını da haram kılar, şer'i cezaları uygular, Allah'ın dinini savunur, (halkı) hikmet, güzel öğüt ve açık delillerle Allah'ın yoluna davet eder.

İmam, gözlerin göremiyeceği ve ellerin ulaşamayacağı bir ufukta doğan ve ışınlarını âleme saçan bir güneşe benzer.

İmam, ışık saçan dolunay, parlak kandil, doğan nur, karanlıklar ortasında hidayet yıldızı, doğru yolu gösteren kılavuz ve helak olmaktan kurtarıcıdır.

İmam, yüksek tepede yanan bir ateştir. Isınmak isteyene sıcaklık bahşeder, tehlikeli yerlerde kılavuzdur, ondan ayrılan helak olur.

İmam, yağmur yağdıran bulut, bol sağnak yağmur, kapsayıcı gölgesi olan gök, döşenmiş yer, bol suyu olan pınar, selin bıraktığı göl ve yerden biten yeşilliktir.

İmam, yumuşak huylu emin, şefkatli baba ve ikiz kardeştir. Küçük yavrusuna iyilik yapan (şefkatli) anne gibidir ve kulların sığınağıdır.

İmam, Allah'ın, yeryüzündeki ve mahlukatı arasındaki emini, kullarına hücceti ve şehirlerindeki halifesidir. (Halkı) Allah'a çağıran ve O'nun belirlediği sınırları savunandır.

İmam, günahlardan tertemiz kılınan, ayıplardan arındırılmış olan, özelliği ilim, nişanesi hilim olan, dinin düzeni, müslümanların izzeti, munafıkların öfkesi ve kâfirlerin yok edicisidir.

İmam, zamanın yeganesidir. Hiçbir kimse onun makamına ulaşamaz; hiçbir alim onun dengi olamaz. Onun bedeli, misli ve eşi bulunmaz. Bağışlayan Allah'ın fazlı ile, talep ve kesbe dayanmaksızın, bütün faziletleri taşır. Durum böyle iken kim, İmam'ı tanıyabilir veya özelliklerinin özüne ulaşabilir?

Heyhat, heyhat! İmam'ın makamlarından veya faziletlerinden birini tarif etmekte akıllar yitmiş, zihinler şaşkınlığa düşmüş, beyinler hayran kalmış, hatipler aciz kalmış,

şairler yorulmuş, edipler acze düşmüş, fasihler yorulup güçsüzleşmiş, bilginler susup kalmış, hepsi acz ve güçsüzlüğünü itiraf etmiştir. Şu halde, onu bütünüyle anlatmak, olduğu gibi nitelemek nasıl mümkün olur?

Kim, onun yerine geçebilir; ona olan ihtiyacı giderebilir? Bu nasıl mümkün olur? Oysa İmam, yıldızlar gibi kendisine ulaşmak iste-yenlerin elinden ve niteleyenlerin nitelemesinden uzaktır.

Bunlar bu makamın, Resulullah salla'llâhu aleyhi ve alih’in Ehl-i Beyt'inden başkasında bulunacağını mı zannediyorlar? Andolsun Allah’a, nefisleri onları aldatmış ve onları yanlış arzulara sevketmiştir.

Onlar, sarp ve kaygan olan yüksek bir yere çıkmak istemişler de, ayakları kayarak uçuruma yuvarlanmışlardır. Kendi reyleriyle bir imam seçmek istemişler; oysa İmam seçmek nerde onların işi olabilir? 

İmam, cehaletten uzak alim, hile yapmayan yönetici ve nübüvvet madeni olmalıdır. Nesebiyle ayıplanmamalı ve soy sop sahibi hiçbir kimse onunla boy ölçüşememeli.

Kureyş kabilesinden, Haşimi soyundan ve Peygamber aile-sinden olmalı; şereflilere şeref vermelidir. Abdümenaf neslinden gelmelidir. Coşkun ilime ve kâmil hilme sahip, işleri yürütebilen, siyaset bilen, riyasete layık, itaati farz olan, Allah'ın emrini ayakta tutan ve Allah'ın kullarının hayrını isteyen biri olmalıdır.

Allah, peygamberleri ve onların vasilerini -Allah’ın salâtı onlara olsun- muvaffak eder, onları sebatlı kılar, başkalarına vermediği gizli ilim ve hikmetlerden onlara verir. İlimleri, zamanlarındaki bilginlerin ilminin üstünde olur. Allah Teâla buyurmuştur ki:

"Hakka ulaştıran mı uyulmaya daha layıktır, yoksa doğru yola ulaştırılmadıkça kendisi hidayete ulaşmıyan mı? Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz?"[7]