tevhİd, İman, ehl-İ beyt sevgİsİ ve küfür hakkındakİ sözlerİ

Birisi İmam Sadık aleyhi’s-selâm’ın huzuruna vardığında İmam ona: "Kimlerdensiniz?" diye sordu. O da: "Sizi sevenlerden ve sizi takip edenlerdenim." dedi. İmam Sadık aleyhi’s-selâm buyurdu ki: Allahu Teâla kendi dostluk ve velayetini kabul etmedikçe bir kulu sevmez ve kimi dost edinirse cenneti ona farz kılar.

Daha sonra buyurdular ki: "Bizi sevenlerin hangi kısmın-dansınız?" Adam, susup kaldı. (İmam aleyhi’s-selâm’ın ashabından olan) Sedir: "Ey Resulullah'ın oğlu sizi sevenler kaç gruptur?" diye sordu.

İmam aleyhi’s-selâm da şöyle buyurdu: "Bizi sevenler üç gruptur. Birinci grup, bizi (sadece) açıkta sever, gizlide değil. Bir grupta bizi gizlide sever açıkta değil. Diğer bir grup ise, bizi hem gizlide sever, hem de açıkta; işte bu grup en üstün olandır. Bunlar tatlı ve bol kaynaktan susamışlıklarını gideren Kur’an'ın te’vil ve tefsirini bilen, hakkı batıldan ayırt eden ve sebeplerin sebebini (Allah’ı) tanıyan kimselerdir. Bunlar toplulukların en üstün olanıdır.

Fakirlik, yoksulluk ve çeşitli belalar, atın süratinden daha hızlı bir şekilde onlara yönelmektedir; onlar şiddet ve çilelere uğrar, sarsılıp işkence görür; bir kısmı öldürülüp bir kısmı yaralanır ve uzak şehirlere dağılırlar. Allah, onların hürmetine hastalara şifa verir, fakirleri ihtiyaçsız kılar, size yardım eder, yağmur gönderir ve sizi rızıklandırır. 

Sayıları azdır; ama Allah katında değer ve mertebe bakımından pek yücedirler. İkinci grup (üsteki sıralamada ilk grup) grupların en aşağısıdır. Açıkta (dilde) bizi severler, ama padişahların yolundan giderler (onların yaşayışları gibi yaşarlar.) Dilleri bizimledir, kılıçları ise bizim aleyhimizedir. Üçüncü sınıf ise (üsteki sıraya göre ikinci sınıf oluyor) vasat olan sınıftır; 

gizlide bizi severler, fakat kendilerini muhafaza etmek için sevgilerini açığa vurmazlar. Canıma andolsun ki eğer onlar, gizlide gerçekten bizleri seviyorlarsa gündüzleri oruç tutarlar, geceleri ibadet ederler ve çehrelerinde zahidlik eseri görünür. Yine onlar sulh ve itaat ehli olurlar.

O adam: "Ben sizi hem gizlide ve hem de açıkta sevenlerdenim." dedi. İmam aleyhi’s-selâm buyurdular ki: Bizi gizlide ve açıkta sevenlerin bazı alametleri vardır. Onlar, bu alametlerle tanınırlar." Adam: "Bu alametler nelerdir?" dedi: İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: "Bunlar bir kaç özelliktir; ilki (şudur): Onlar tevhidi hakkıyla kavramışlardır.

Tevhid ilmini sağlamlaştırmışlardır. Allah ve sıfatlarına iman etmişlerdir ve daha sonra imanın sınırını, hakikatini, şartlarını ve te’vilini bilmişlerdir." Sedir: "Ey Resulullah'ın oğlu! Şimdiye kadar imanı böyle vasfettiğinizi duymamıştım." dedi. İmam alehi's-selâm dedi ki: “Evet ey Sedir! İmanın kimde olduğunu bilmeden önce “iman nedir” diye sormaya kimsenin hakkı yoktur.” Sedir: "Ey Resulullah'ın oğlu! Eğer uygun bulursanız bu sözü açıklayın" dedi.

İmam alehi's-selâm şöyle buyurdular: Her kim Allah'ı kalbi tevehhümlerle tanırsa O'na ortak koşmuş ve kim Allah'ı manayla değil de isimle tanırsa eksikliğini kabul etmiştir.

Çünkü isimler hâdistir; sonradan meydana çıkmıştır; (Allah'ın mukaddes künhü ise kadimdir.) Kim isim ile manaya (birlikte) taparsa (ismi) Allah’a ortak koşmuştur. Kim manaya, idrak vasıtasıyla değil de sıfat vasıtasıyla ulaşırsa, imanını gayıp olan bir şeye atfetmiştir.[1]

Kim sıfat ve mevsufa[2] taparsa, tevhidi batıl etmiştir. Çünkü sıfat, mevsuftan ayrıdır. (İkilik tevhitle uyuşmaz)

Kim mevsufu sıfata izafe ederse (sıfatla mevsufu tanımak isterse), büyüğü küçültmüş ve Allah'ı layıkıyla tanımamıştır."

- "Öyleyse tevhide ulaşmanın yolu nedir?" diye sorduklarında şöyle buyurdu: Araştırma yolu açıktır ve bu çıkmazlardan kurtulmak da mümkündür. Hazırda olan bir şeyi tanımak, sıfatını tanımaktan öncedir.

[3] Ama gayıbın sıfatını tanımak, onun kendisini tanımaktan öncedir. (Allah-u Teâla hazır olduğu için ilk önce Allah'ı tanımak gerekir, daha sonra diğer varlıkları.)

- "Hazır birisinin şahsını, sıfatından önce nasıl tanıyabiliriz?" dediklerinde de şöyle buyurdu:

İlim ve idrak önce O'nun şahsına taalluk eder ve daha sonra (O’nun kudretinin bir eseri olan) kendini de O'nun vesilesiyle tanırsın. Kendini kendi vasıtan ve kendi vücudunla (Allah'ın vücudundan müstakil olarak) tanıyamazsın. 

Bilmelisin ki vücudunda olan her şey O’nun içindir ve O’na bağlıdır. Nitekim Yusuf’un kardeşleri, Yusuf’a şöyle dediler: "Şüphesiz ki sen Yusuf’sun. Yusuf da: Evet ben Yusuf’um ve bu da kardeşimdir dedi.[4] Yusuf’un kardeşleri Yusuf’u, onun kendi vasıtasıyla tanıdılar, başkasının vasıtasıyla değil. Onlar Yusuf’un Yusuf olduğunu, kendi vehim ve hayâlleri vesilesiyle tesbit etmediler.

Allah'ın "Bahçelerin bir ağacını dahi bitirmek sizin için mümkün değildir."[5] diye buyurduğunu görmüyor musunuz? Yani kendi tarafınızdan bir imam seçmeye ve kendi iradeniz ve isteğinizle onu hak sahibi olarak adlandırmaya hakkınız yoktur.

Daha sonra şunları ekledi: Kıyamet günü Allah-u Teâla üç grup-la konuşmayacak, onlara (rahmet gözüyle) bakmayacak ve onları (günahtan) temizlemeyecek ve onlar için elemli bir azap vardır.

a) Allah'ın bitirmediği bir ağacı diken kimse; yani Allah'ın tayin etmediği bir kimseyi imam olarak belirleyen kimse.

b) Allah'ın seçtiği bir imamı inkâr eden kimse.

c) Ve bu iki grubun İslam'da bir payı olduğunu sanan kimse.

Allah-u Teâla şöyle buyuruyor: "Rabbin dilediğini yaratır ve seçer; seçmek diğerlerine ait bir hak değildir.”[6]
İmanın Vasfı

İmanın manası, ikrar etmek ve bu ikrarla Allah'ın karşısında huzu etmek, O'nun katına yaklaşmak, tevhid ve Allah'ı tanımaktan başlayarak itaat edilmesi gereken bütün farzları, sonuna kadar sırasıyla küçük veya büyük olsun hepsini yerine getirmektir. Bunların hepsi birbirleriyle bir arada ve birbirine bağlıdırlar.

Vasfettiğimiz şekilde bildiği ve öğrendiği farzları eda eden kimse mü’min sayılır, imanlı olma sıfatını hakkeder ve sevaba da layık olur. Çünkü imanın bütün manası ikrardır; ikrarın manası da itaatla tasdik etmek ve boyun eğmektir. Böylece küçük ve büyük itaatların birbirleriyle birlikte olmalarının manası açıklanmış oldu.

Mü’min bir kimse, iman sıfatını gerektiren şeyleri, yani büyük farzları eda edip büyük günahları işlemeyi terkedip onlardan uzaklaştığı sürece iman sıfatından çıkmaz. Küçük farzları terketmek ve küçük günahlara duçar olmakla büyük farzları terketmedikçe ve büyük günahları işlemedikçe imandan çıkmaz. İnsan büyük günahlar işlemediği müddetçe mü’mindir. Çünkü Allah-u Teâla buyurmuştur ki:

"Nehyedildiğiniz büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin diğer suçlarınızı da örteriz ve sizi onurlu ve üstün bir makama ulaştırırız"[7]

Yani küçük günahlar affedilir. Ama insan büyük günahları işlerse (o zaman) küçük ve büyük bütün günahlarıyla sorguya çe-kilip cezalandırılır ve azap görür. İşte bunlar imanın ve sevaba layık olan mü’minin özellikleridir.
İslam'ın Vasfı

İslam'ın manası, hükmü açık ve kesin olan bütün farzları ikrar edip yerine getirmektir. İnsan, kalble bağlı olmaksızın zahirde bütün farzları ikrar ederse müslüman ismini hakketmiştir. zahiri velayeti (dostluğu), şahitliğinin kabul olmasını ve miras alabilme hakkını kazanmıştır. Yine müslümanların, zarar ve yararlarında onlarla ortak olmuştur. İşte bu İslam'ın vasfıdır.

Müslümanla mü’minin arasındaki fark da şudur: Müslüman zahirde muti (itaatkâr) olduğu gibi batında da muti olursa mü’min olur. Ama (sadece) zahirde bunu yaparsa müslüman olur. Fakat hem zahirde ve hem de batında huzu ve bilinçle bunu yaparsa mü’min olur. Böylece bazen bir kul müslüman olur, fakat mü’min olmaz; ama müslüman olmadıkça da mü’min olamaz.