IMAM RIZA (AS)

IMAM RIZA (AS)

 

   Tarihçilerin büyük bir bölümünün yazdığına göre İmam Rıza (a.s.) 148 H. yılında, bazı tarihçilere göre de 153 H. yılında (Zil'hicce veya Zil'kade veyahut da Rabi'ul Evvel ayının on birinde) dünyaya gelmiş ve 203 H. yılında da dünyadan göçmüştür. Annesinin adı Hayzeran idi. Bazılarının dediğine göre annesi Nabe ehalisinden idi, adı Erva ve lakabı ise Şakra'dır. Bazıları ise demişler ki, annesinin adı Necme ve künyesi de Ümm'ül Benin'dir. Diğer bazılarına göre de İmam'ın annesinin adı Tektüm'dür.[1] İmam'ın yüzüğüne nakşedilen cümle şuydu: "Maşaallah ve la havle ve la kuvvete illa billah"[2]

   İmam Rıza (a.s.) 201 H. yılına kadar Medine'de yaşadı ancak aynı yılın Ramazan ayında Merv'e giderek 29 Sefer 203 H. yılında şehid edildi.

   İmam Rıza'nın (a.s.) veliahtlığı gündeme getirildiğinde, İmamla ilgili siyasi olaylar gelişmeye başladı. Bundan önceki dönemlerde, siyasi konular hakkındaki İmam'ın siyasi tutum ve davranışları çok az bir şekilde nakledilmiştir. Onlardan biri, Harun'ur Reşid'in komutanlarından olan Culudi'nin, Muhammed b. Cafer'in kıyamını bastırmak için Medine'ye yaptığı saldırı hakkındadır.[3]

   Eb'ul Ferec, Muhammed b. Cafer'in kıyamında, İmam Rıza'nın (a.s.) arabuluculuk rolünü üstlendiği hakkında Navfeli'den bir rivayet nakletmiştir ancak bunun sıhhat ve nakl keyfiyeti şüphe uyandırmaktadır.[4]

   Taberi, Rafii'den şöyle nakleder: Meşhurdur ki, Ali b. Musa er-Rıza (a.s.) bir yolculuğunda Kazvin'e gidip Davud b. Süleyman Gazi'nin evinde saklanır. İshak b. Muhammed ve Ali b. Mahrveyh bir yazısında, Davud b. Süleyman tarikiyle İmam Rıza'dan (a.s.), İmam'ın bir veya iki yaşında bir çocuğunun Kazfin'de medfun olduğunu naklederler.[5] Bir ihtimale göre, bu yolculuk 193 H. yılında, Harun'un öldüğü sıralarda gerçekleşmiş olabilir.[6]

   İsfahani'nin nakline göre Culudi, âl-i Ebi Talib'i Medine'den Horasan'a getirmekle görevlendirilmişti. İmam Rıza (a.s.) da Ebi Talib oğulları Horasan'a getirildikten sonra biat alma meselesi ortaya çıktı.[7] Zahiren bu rivayet diğer rivayetlerle karıştırılmıştır, çünkü Culudi'nin Medine'ye gelmesi, İmam Rıza (a.s.) Horasan'a gitmeden önceydi.

   İmam Kâzım'ın (a.s.) şehid oluşundan sonra ortaya çıkan ihtilafı ele alarak konuya başlamak istiyorum. Ondan sonra da İmam'ın yaşamı boyunca karşılaştığı önemli meseleleri inceleyeceğiz.

   Geniş çaplı rivai delillerin varlığı, İmam'ın Şiiler arasında saygınlık ve makbuliyeti ve de İmam'ın ilmi, ahlaki üstünlüğü O'nun imametini çok iyi bir şekilde ispatlamaktadır. Musa b. Cafer'in (a.s.) hayatının sonlarına doğru durum karmakarışık olmuştu gerçi, ancak İmam Kâzım'ın (a.s.) ashabının çoğu İmam Rıza'nın (a.s.), babası tarafından kendi yerine tayin edildiğini teyit etmişlerdir.

   Şeyh Müfid, İmam Rıza'nın (a.s.), yüce babasının yerine İmam olarak tayin edildiğine dair rivayet nakleden on iki ashabın adını saymaktadır. Onların başta gelenleri şunlardır: Davut b. Kesir er Rakkî, Muhammed b. İshak b. Ammar, Ali b. Yaktin ve Muhammed b. Senan.[8] Şeyh Müfid bunların adını saydıktan sonra meşhur rivayetleri geniş bir şekilde nakletmiştir. İrbili de o rivayetlerin yanı sıra diğer rivayetlerden de zikretmiştir. Bazı muhaddis ve müellifler de o rivayetlerin tümünü bir araya toplamışlardır[9]

   İmam Sadık'ın (a.s.) şehadetinden sonra, ondan sonraki İmam'ın kim olduğu hususunda bir ihtilafın çıkması, İmam Kâzım'ın (a.s.) ashabının İmam Kâzım'dan (a.s.) sonra kimin imam olacağı hususunda dikkat ve ihtiyat etmelerine sebep oldu. Bu yüzden İmam Kâzım (a.s.) şehid olmadan önce, ondan sonra kimin imam olacağı üzerinde ısrarla durup onu tanımaya çalıştılar.

 

   Nasr b. Kabus şöyle rivayet eder: Ebu İbrahim'e (Musa b. Cafer'e) şöyle dedim: İmamın kim olacağı hususunda babanızdan sorduğumda bana sizi tanıttı, sizin imam olacağınızı söyledi. Babanızdan ikinci bir şey daha sordum ve dedim ki: İmam Sadık (a.s.) şehid olunca halkın arasına ihtilaf düştü, halk sağa sola dağıldı, ben ve dostlarım sizi seçtik. Şimdi sizden sonra kimin imam olacağını bize söyler misin? İmam (a.s.), kendi oğlunun İmam olacağını bildirdi.[10]

  Ancak bununla birlikte takiyyeden dolayı ve de İmam Kâzım (a.s.) tarafından Şiilerden mal toplayan bazı şahısların fırsat perestliklerinden dolayı ve ayrıca halkı İmam Kâzım'dan (a.s) uzaklaştırmak için uydurulan bazı yanlış rivayetlerden dolayı bir takım zorluklar ortaya çıkmıştı. Bu da İmam Kâzım'ın (a.s.) Medine'de Şiiler ve Ehl-i Beyt dostları arasında –ki onların büyük bir bölümü olayları yakından izliyor ve görüyorlardı- İmam Rıza'yı (a.s.) kendinden sonra İmam olarak nasbettiği bir sırada gerçekleşmekteydi[11]

Merhum Tabersi'nin rivayet ettiğine göre, asıl sorunu ortaya çıkaranlar, İmam Kâzım'ın (a.s.) şehid olmasıyla sonuçlanan son defa zindana atılması süresince yanlarında mal toplanan kimseler idi. Tabersi bu hususta aynen şunları söylemektedir:

  “İmam Kâzım (a.s.) zindandayken İmam'ın bazı ashabının yanında bir çok emanetler toplanmıştı. İşte bu eleştiri ve tenkitlerin ortada görünen bir tek sebebi vardı ve o da ashabın o emanetlere göz dikmesi ve tamahlanmasıydı. Bu yüzden de yanlarında emanet toplanan ashab, İmam'ın şehadetini inkar etmeye kalkıştı, İmam'ın hayatta olduğunu iddia etti. İmam Kâzım'ın (a.s.) kendi yerine tayin ettiği İmam'ı ve bu husustaki nassı inkar etmeye sürükledi onları.”[12]

  Tabersi, bu sözüyle Keşşi'nin naklettiği bir rivayete işaret etmektedir. Rivayet şöyledir: İmam Kâzım'ın (a.s.), Hayyan-i Serrac adında ve bununla birlikte başka bir vekilinin yanında otuz bin dinar toplanmıştı. İmam zindandayken, onlar bu parayla ev ve tahıl almışlardı. İmam'ın şehid olduğunu duyunca O'nun dünyadan göçmesini inkar edip, Şiilerin arasında da İmam'ın ölmediğini, çünkü O'nun âl-i Muhammed'in Kaim'i olduğunu yaydılar. Rivayetin devamında Şiilerin, bu iki kişinin ellerinde bulunan malı yemek için bunu uydurduklarını anladıkları açıkça belirtilmiştir.[13]

  Bu inhirafın ortaya çıkmasın başka bir nedeni de önceden bazı İmamların hakkında da ortaya çıktığı gibi, Mehdeviyet mefhumu idi ki bu da Şiiler arasında çok etkili ve özel bir yere sahipti. Tabii ki Ehl-i sünnet rivayetlerinin de bundan bir farkı yoktur. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, bu inhiraf her zaman bazılarının fırsat kollamalarından ve şahsi çıkarlarını gözetlemelerinden ortaya çıkmıyordu. Hatta bazen Şiiler Mehdeviyete inandıklarından bu hataya düşüyorlardı. Şuna da değinmeliyiz ki, bu inhirafın ortaya çıkmasında guluv düşünce tarzı da etkili olmuştu. Her halükarda İmam Kâzım'ın (a.s.) Mehdi olduğu inancı, O Hazretin şehid olduktan sonra bile hayatta olduğu ancak gaybete çekildiği bir grup tarafından terviç ediliyordu. Şeyh Müfid, "el-Fusûl'ül Muhtare" kitabında, İmam Kâzım'ın (a.s.) şehadetinden sonra Şiiler arasında ortaya çıkan bölünmeleri detaylı bir şekilde kaleme almıştır. Sa'd b. Abdullah-i Eş'ari de "el-Mekalat vel-Firak" kitabında ona benzer sözler nakletmiştir. Haliyle onların tümünü  buraya aktaramayız ancak kısa olarak değinmekte fayda vardır.

 

 

  İmam Kâzım'ın (a.s.) şehadetinden sonra Kat'iyye ve Vakfiyye adında iki ümde görüş tarzı ortaya çıktı. Kat'iyye İmam Kâzım'ın (a.s.) şehadetini teyit edip, İmam Rıza'nın (a.s.) da imametini kabul ediyordu.[14] Vakfiyye ise İmam Kâzım'ın (a.s.) şehadetine inanmamak bahanesiyle O Hazretin İmameti inancına baki kaldılar. Şehristani, on iki İmamın imametine inanan İsna Eşariye ile Kat'iyye'nin aynı olduğunu söylemiştir.

Her halükarda İmam Kâzım'ın (a.s.) Mehdi olduğu inancı, Şia arasında inhirafın ortaya çıkmasına ve bazılarının da İmamsız olarak yaşamasına sebep oldu[15] ve bu inhirafın neticesinde de Gulat'tan biri olan Muhammed b. Beşir adında biri, bu durumdan faydalanarak Memture adında bir fırka ortaya çıkardı. Bu fırka, hulûl ve tenasüh inancında olup, haramları da mubah sayıyorlardı. Memture adı "Kilab-ı Memture" (yağmur suyuyla ıslanan köpekler)den alınmış olup, ilk olarak Ali b. İsmail adındaki Şii mütekellimi tarafından o fırkaya verilmiş ve daha sonra da bu isimle meşhur olmuşlardır.[16] Eş'ari onların inançlarının cüziyatına kadar inerek şöyle der: Bunların "Tafviz" hakkındaki inançları Gulat inancının aynıdır. Eş'ari, kitabını telif ettiği zamana kadar bu fırka mevcut ve baki idi.[17]

Hem Eş'ari ve hem de Şeyh Müfid, İmam Kâzım'ın şehadetinden sonra ortaya çıkan başka bir inanç ve itikada da değinmişlerdir. Şöyle ki: "İmam Kâzım'dan (a.s.) sonraki İmamlar sadece İmam Kâzım'ın (a.s.) emirleridirler, çünkü O Hazret hayattadır ve ancak gaybe çekilmiştir." Böyle bir düşüncenin temelini de Mehdeviyet inancı teşkil etmiştir.[18]

Bu sözlerin devamında değinmemiz gereken nokta da şu ki, Şiiler arasında bölünmeler ortaya çıktığı zamanda Şii kültür ve maarifi kamil, yaygın ve etraflı bir şekilde Şiiler tarafından bilinmekteydi. Bu yüzden de bu gibi cüzi inhiraflar Şiiliğin aslını herhangi bir şekilde etkilemiyordu. İmam Kâzım (a.s.) tarafından öyle eğitilmiş ve yetiştirilmişlerdi ki, onların her biri Şia fıkıh ve kelamının bir direğini teşkil ediyorlardı. Öte yandan da inhirafa düşenlerin çoğu zaif'ün nefs kimseler idi, ki bir takım özel şartlar dışında gelişme ve rüşd zeminesine sahip değillerdi. Şianın büyüklerinden olan Hişam b. Hakem, Hişam b. Salim, Yunus b. Abdurrahman ve Ali b. İsmail gibi kimseler bu inhirafın Şia mezhebine sızmaması için bütün ağırlıklarını ortaya koymuş, ona engel olmuşlardı ve ondan sonra da Şia hadis kültürünü, telif edilen usûl yardımıyla korudular. Nitekim Merhum Küleyni ve Şeyh Saduk düzenli bir şekilde o hadis usûllerini bir araya topladılar.

------------------------------------------------------------------------------

[1]-  Siret'ül Eimmet'il İsna Aşer (Haşim Maruf Haseni), c: 2, s: 342.

[2]-Bihar'ül Envar, c: 49, s: 2, Kafi'den naklen.

[3]- Uyûn'u Ahbar'ir Rıza, c: 2, s: 159.

[4]- Makatil'üt Talibin, s: 360.

[5]- Et'Tedvin, Ali b. Musa er-Rıza adı altında. Ziyafet'ül İhvan, s: 272.

[6]- Hayat'ül İmam'ir Rıza, s: 225.

[7]- Makatil'üt Talibin, s: 375.

[8]- El-İrşad, s: 304.

[9]- Uyun'u Ahbar'ir Rıza, c: 1, s: 17, 27. Müsned'ül İmam'ır Rıza, c: 1, s: 18, 37. Ravzet'ül Vaizin, c: 1, s: 222.

[10]- Kafi, c: 1, s: 313. Rical'i Keşşi, s: 451.

[11]-Uyun'u Ahbar'ir Rıza, c: 1, s: 28.

[12]-  A'lam-ül Vera, s: 303.

[13]- Rical'i Keşşi, Meşhed baskısı, s: 460.

[14]- El-Fark Beyn'el Firak (Bağdadi), Tahkik: Muhammed Zahid el-Kevseri, s: 40. el-Milelü ven-Nihel, (Şehristani), c: 1, s: 150. Kat'iyye adı İmam Zaman'ın (a.s.) dönemine kadar İsna Eşariye Şiilere deniliyordu.

[15]- İmam Rıza (a.s.) bir hadisinde onların akıbetini şöyle tasvir eder: "Başıboş bir şekilde yaşar, hayretler içinde bocalar ve nitekim küfr halinde ölürler."

[16]- Milel ve Nihel (Şehristani), c: 1, s: 150. el-Makalat vel-Firak talikatı (Meşkur), s: 239

[17]-  el-Makalat vel-Fırak, s: 93. Keşşi'nin rivayetine göre de (s: 460) bunlar İmam Hasan Askeri'nin (a.s.) dönemine kadar baki kalabilmişlerdir.

[18]-  El-Fusul'ul Muhtare, s: 254. el-Makalat vel-Fırak, s: 90.