21) HADİS İHTİLÂFI BABI

1-(189) ...Suleym b. Kays el-Hilâlî şöyle rivayet eder:

Emir'ül-Mü'minin (Ali b. Ebu Tâlib aleyhisselâm)’a dedim ki:

Selman, Mikdad ve Ebu Zer'den Kur'ân'ın tefsiri ile ilgili bir takım açıklama­lar ve Peygamberimizden aktardıkları bazı hadisler dinledim. Bunlar, diğer insanla­rın ellerinde bulunan tefsir ve hadislerden farklıydı. Sonra seni dinledim, sen de on­lardan dinlediklerimi tasdik eder açıklamalarda bulundun.

Fakat bu arada insanların ellerinde Kur'ân'ın tefsiriyle ilgili birçok açıklama­lar ve Nebi (sallallahu aleyhi ve âlihi)’den aktarılan çok sayıda hadis olduğunu gör­düm ve siz bunlardan farklı bir yaklaşım içindesiniz.

Sizce insanların ellerinde bulunan açıklama ve hadislerin tümü batıl mıdır? Si­ze göre insanlar bilerek Resûlullah adına yalan mı söylüyorlar, Kur'ân-ı bilinçli ola­rak kendi kişisel[15] görüşleriyle mi tefsir ediyorlar?

Ali (aleyhisselâm) bana döndü ve şöyle dedi; «Bir soru sordun, şimdi cevabını iyice anla! Kuşkusuz insanların elinde hak da var, bâtıl da; nesh eden de var, nesh edilen de; genel nitelikli hüküm de var, özel nitelikli hüküm de; muhkem de var, müteşabih de; gerçekten orijinalitesi korunanda var, orijinal olduğu vehmedilende...

Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) hayattayken de onun adına yalan söylen­mişti. Nitekim bir gün kalkıp şöyle bir konuşma yapma gereğini duymuştu:

"Ey insanlar! Bana isnat edilen yalanlar çoğaldı. Kim bilerek bana yalan isnat ederse cehennemdeki mekânına, yerine şimdiden hazırlansın."

Ondan sonra da bir takım yalanlar ona isnat edildi.

Size hadisleri şu dört kişi aktarır, bunun beşincisi yoktur.

Birincisi: Münafıktır, mü'min gibi görünür. Müslümanmış gibi davranır, gü­nah işlemekten kaçınmaz, Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)'ye bilinçli olarak yalan bir söz isnat etmekten çekinmez. İnsanlar, onun yalancı bir münafık olduğunu bi­lirlerse, aktardığı hadisi kabul etmezler, onu doğrulamazlar; ancak insanlar:

"Bu adam, Resûlullah ile arkadaşlık yapmış onun sahabesidir, onu görmüş, onu dinlemiştir." diyorlar ve aktardıkları sözleri kabul ediyorlar.

Oysa Allah Azze ve Celle, münafıkları Resûlullah'a haber vermiş, onların ni­teliklerini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider, konuştukları zaman sözlerini dinlersin." (Münafıkûn, 4)

Münafıklar Resûlullah'tan sonra da yaşadılar. Ondan sonra sapıklığın önderle­rine ve cehennem davetçilerine yanaştılar, yalan ve iftira eseri sözleriyle onlara des­tek oldular. Sapıklık önderleri de bunları insanların boyunlarına bindirdi. Onların desteğiyle dünyayı yediler. Çünkü insanlar, her zaman kralların ve dünya malının yanında yer alırlar, Allah'ın korudukları hariç. İşte bu, dört kişiden biridir.

İkincisi: Bir adam, Resûlullah'tan bir şey dinlemiştir; ama onu olduğu gibi koruyamamıştır. Sadece Resûlullah'ın sözü olduğunu vehmettiği bir ifadeyi aktarmış­tır. Resûlullah'ın sözü elinde olduğu halde bilinçli olarak yalan söyleyen biri değildir bu adam. Vehmettiği söz elindedir, ona dayanarak görüş bildiriyor, onunla amel edi­yor, onu rivayet ediyor ve diyor ki: "Ben bu sözü Resûlullah'tan dinledim."

Eğer müslümanlar, bunun vehim olduğunu bilseler, bu sözü kabul etmezlerdi. Kendisi de bunun Resûlullah'ın sözü olmayıp, kendisinin zihninde tasavvur ettiği bir vehim olduğunu bilse, derhal o sözü reddederdi.

Üçüncüsü: Bu adam Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)'den bir söz dinle­miştir ve Resûlullah buna uymasını emretmiştir; ancak daha sonra bunu yasaklamış; fakat bu adamın bu yasaklamadan haberi yoktur. Ya da Resûlullah'ın bir şeyi yasak­ladığını duymuş, daha sonra bunu emrettiğini bilmiyordur. Dolayısıyla nesh edilen bir sözü almış; fakat onu nesh eden sözü almamıştır. Eğer yanındaki hadisin mensuh olduğunu bilse, derhal reddeder. Eğer Müslümanlar ondan dinledikleri hadisin men­suh olduğunu bilseler, hemen reddederlerdi.

Dördüncüsü: Bu adam Resûlullah'a yalan isnat etmez. Yalandan nefret eder. Allah'tan korktuğu ve Resûlullah'a derin bir saygı duyduğu için böyle bir suçu işle­meye yeltenmez. Resûlullah'tan duyduğunu unutmaz. Bilâkis, duyduğunu olduğu gi­bi muhafaza eder. Hadisi dinlediği gibi aktarır, ne eklemede bulunur ne de eksiltir. Nesh edeni bilir, nesh edileni de. Nesh edenle amel eder, nesh edileni bir kenara bırakır. Çünkü Nebi (sallallahu aleyhi ve âlihi)'nin emirleri de tıpkı Kur'ân gibi nasih, mensuh, özel, genel,[16] muhkem ve müteşâbih unsurlar içerir. Peygamberimiz bazen bir söz söyler ki, bu sözün iki yönü olur: Genel ve özel nitelikli olmak.

Örneğin, tıpkı Kur'ân'da olduğu gibi. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: "Elçi size ne getirdiyse alın onu ve neden vazgeçmenizi emrederse vazgeçin ondan ve çekinin Allah 'dan..." (Haşr, 7) Bu yüzden Allah'ın ve Resûlü'nün ne dediğini anlama­yanlar, anlamları birbirine karıştırırlar.

Resûlullah'ın bütün arkadaşları, ona bir şeyler sorup cevabını anlayan insanlar değildiler. Bazı sahabeler vardı ki, bunlar Resûlullah'a soru sorarlardı; ancak söyle­nenleri anlamazlardı. Bu yüzden bir bedevinin veya yabancı birinin gelip bir soru sormasını ve böylece verilen cevabı dinlemeyi çok isterlerdi.

Ben ise günde bir kere ve gecede bir kere Peygamberimizin yanma girerdim, benimle baş başa kalırdı. Evin her tarafını onunla birlikte dolaşırdım. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)'nin ashabı, benden başka kimseye bu ayrıcalığın tanınmadığını bilirler. Bazen evimde olurdum ve Resûlullah yanıma gelirdi. Baş başa kalmamız ge­nellikle benim evimde olurdu. Evlerinden birindeyken yanına gittiğim zaman benim­le yalnız kalırdı ve eşlerinin oradan ayrılmasını sağlardı. Benden başka yanında kim­se olmazdı. Benimle baş başa kalmak için evime geldiği zaman, ne Fâtıma'yı ne de oğullarımı dışarı çıkarmazdı. Ona bir soru sorduğum zaman bana cevap verirdi. Ben soruyu sorup sustuğum zaman, o konuşmaya başlardı. Resûlullah'a inen hiçbir ayet yoktur ki, bana okumuş olmasın, bana yazdırmış olmasın. Ben, o ayeti kendi elimle yazardım, bana ayetin te'vilini, tefsirini öğretirdi. Nasihi, mensuhu, muhkemi, müteşâbihi, özel nitelikli olanı, genel nitelikli olanı öğretirdi. Yazdırdığı âyeti anlamam ve ezberlemem için Allah'a dua ederdi. Bana bu şekilde dua ettikten sonra Resûlul­lah'ın bana yazdırdığı hiçbir ayeti ve bana yazdırdığı hiçbir ilmi unutmadım. Allah'­ın ona öğrettiği bütün helâl ve haramları, bütün emir ve yasakları, bundan önce olan­ları ve bundan sonra olacakları, kendisinden önce herhangi bir peygambere indirilen kitabı, itaat ve günahı bana bildirdi ve ben de ezberledim. Bir tek harf dahi unutma­dım. Sonra Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi) ellerini göğsümün üzerine koydu ve kalbimi ilim, hikmet ve nurla doldurması için Allah'a dua etti.

Dedim ki: Ey Allah'ın Nebisi! Anam, babam sana kurban olsun, bana dua etti­ğin günden beri hiçbir şeyi unutmadım, yazmadık hiçbir şey bırakmadım. Yoksa bun­dan sonra benim unutmamdan mı korkuyorsun?

Buyurdu ki: «Senin açından unutma ve cehaletten korkmam.»

2-(190) ...Muhammed b. Müslim şöyle rivayet eder:

Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)'a dedim ki: Bazı kesimler falan falan aracılığıyla Resûlullah'tan bir takım hadisler rivayet ediyorlar. Sizden de bunların aksine rivayetler varken neden o kesimler yalancılıkla suçlanmıyorlar.

Buyurdu ki: «Hadis de tıpkı Kur'ân gibi nesh edilir.»[17]

3-(191) ...Mansur b. Hazım şöyle rivayet eder:

Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)'a dedim ki: Bazen sana bir soru soruyorum. Bana bir şekilde cevap veriyor­sun. Sonra bir başkası geliyor ve aynı soruyu soruyor, ona da bana verdiğin cevaptan farklı bir cevap veriyorsun. Bunun sebebi nedir?

Buyurdu ki: «Bunun sebebi şudur: Biz, insanlara bazen fazla, bazen eksik açık­lamalar sunarız.»

Sonra dedim ki: Bana Resûlullah'ın ashabından haber ver. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve âlihi)’den haber verirken doğru mu söylediler, yoksa yalan mı söylediler?

Buyurdu ki: «Bilâkis, doğru söylediler.»

Dedim ki: Peki, niçin ihtilafa düştüler?

Buyurdu ki: «Bilmiyor musun ki bazen bir adam, Resûlullah'ın yanına gelir ve ona bir soru sorardı, Peygamberimiz de ona bir cevap verirdi ve sonra önceki cevabı nesh eden bir başka cevap verirdi. Hadislerde birbirlerini nesh ederler.»

4-(192) ...Ebu Ubeyde şöyle rivayet eder:

Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm) bana dedi ki: «Ey Ziyad! Bizi dost edenlerden birine takiyye gereği bir fetva verirsek, buna ne dersin?»

Dedim ki: Sana kurban olayım, sen daha iyi bilirsin.

Buyurdu ki: «Eğer bu dostumuz takiyye gereği verdiğimiz bu fetva gereğince hareket ederse, bu onun için daha hayırlı olur ve büyük bir ecir alır.»

Diğer bir rivayette: «Eğer fetvaya uygun hareket ederse ecir alır, şayet terke-derse, Allah'a yemin ederim ki günah işlemiş olur.»

5-(193) ...Zurare b. A'yen şöyle rivayet eder:

Ebu Cafer (Muhammed Bakır aleyhisselâm)'a bir soru sordum, o da bana cevap verdi. Sonra bir adam geldi ve ona aynı meseleyle ilgili bir soru sordu. Bu sefer bana verdiği cevaptan farklı bir cevap verdi. Sonra bir adam daha geldi, ona da bana ve diğer arkadaşıma verdiği cevaplardan farklı bir cevap verdi.

İki adam çıkınca İmam'a dedim ki:

Ey Resülullah'ın oğlu! Bu iki adam Iraklı idi, sizin Şiânızdandılar. Size bu meseleyle ilgili bir soru sormak için gelmişlerdi; fakat sen her birine öbürüne verdi­ğin cevaptan farklı bir cevap verdin, bunun sebebi nedir? [18]

Buyurdu ki: «Ey Zurare! Böylesi bizim ve sizin için daha hayırlı ve daha kalı­cıdır. Eğer bir görüş etrafında birleşirseniz, insanlar bize olan bağlılığınızı gözlemle­miş olacaklar. O zamanda biz ve siz çok kısa bir süre varlığımızı sürdürebiliriz.»

Sonra Ebu Abdullah (aleyhisselâm)’a sordum:

Şiîleriniz size öylesine bağlıdırlar ki, eğer onları mızraklara karşı yürütseniz ve ateşin üzerine sürseniz, kesinlikle dediğinizi yaparlar. Buna rağmen, yanınızdan ayrılırlarken değişik görüşlerle ayrılıyorlar.»

Ebu Abdullah (aleyhisselâm) da babasının cevabına benzer bir cevap verdi.

6-(194) ...Nasr el-Has'amî şöyle rivayet eder:

Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)'ın şöyle dediğini duydum:

«Kim bizim haktan başka bir şey söylemeyeceğimizi biliyorsa, bizden öğrendiğiyle yetinsin ve eğer bizden öğrendiği şeyden aykırı bir sözü bizden duyarsa, bu­nun bizim tarafımızdan ona yönelik bir savunma olduğunu bilsin.» 

7-(195) ...Sema'e şöyle rivayet etmiştir:

Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)'a dindaşlarından iki adamın aynı me­seleyle ilgili farklı rivayetler aktarmasıyla karşılaşan bir adamın nasıl hareket edece­ğini sordum: "Bir adamın aktardığı rivayette yapılması emredilirken, diğerinin aktardığı rivayette kaçınması emrediliyorsa," nasıl hareket etsin?

Buyurdu ki: «Bu meseleyle ilgili gerçek haberi veren biri (zamanının imamı) ile karşılaşıncaya kadar amel etmeyi erteler. Onunla karşılaşıncaya kadar dilediği gibi hareket etme serbestliğine sahiptir.»

Diğer bir rivayette ise şöyle deniliyor: «Bu rivayetlerden hangisine uyarsan, Peygambere teslim olmuş olursun, istediğini seçmek sana kalmıştır.»

8-(196) ...Hasan b. Muhtar, ashabımızın bazısından onlar da Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)''dan şöyle rivayet eder:

İmam bana dedi ki:

«Bu sene sana bir hadis söylesem, sonra ertesi yıl bana gelsen, bu sefer geçen senekinden farklı bir hadis söylesem, bunlardan hangisini esas alarak amel edersin?»

Dedim ki: En son söylediğin hadisi...

Bunun üzerine: «Allah sana merhamet etsin.» dedi.

9-(197) ...Muallâ b. Huneys şöyle rivayet eder:

Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)'a dedim ki:

Önceki imamdan bir hadis bize ulaşsa, ardından sonraki imamdan bir hadis elimize geçse, bunlardan hangisiyle amel edelim?

Buyurdu ki: «Size yaşayan imamdan bir açıklama gelinceye kadar bunlardan biriyle amel edin. Eğer yaşayan imamdan bir hadis size ulaşırsa, onun sözüne göre amel edin.» Ardından Ebu Abdullah (aleyhisselâm) şöyle dedi: «Bizler, Allah'a and olsun ki, sizi kaldırabileceğiniz bir yoldan başkasına yöneltmeyiz.»

Diğer bir rivayette: «En son söylenen hadisi esas alınız.» belirtiliyor.

10-(198) ...Ömer b. Hanzala şöyle rivayet eder:

Ebu Abdullah (Cafer Sadık aleyhisselâm)’a sordum ki:

Bizim ashabımızdan iki adam, bir borç veya miras yüzünden tartışırlarsa ve sonunda sultana veya kadılara başvururlarsa, bu onlar için helâl olur mu?

Buyurdu ki: «Kim hak veya bâtıl için onların hükmüne başvurursa, hiç kuş­kusuz tağutun hükmüne başvurmuş olur. Bunların verdiği hükme dayanarak bir şe­yi almak, kişinin tartışılmaz hakkı da olsa, bir haramı almak gibidir. Çünkü kişi, ta­ğutun hükmü sonucu onu almış olur. Oysa Allah, tağutun hükmüne karşı gelip red­dedilmesini emretmiştir: "Tağutun hükmüne başvurmak istiyorlar. Hâlbuki onu inkâr etmeleri emredilmişti..."[19] (Nisa, 60)»

Dedim: Peki, aralarında ihtilaf bulunan bu iki arkadaşımız ne yapsınlar?

Dedi: «O zaman sizden olup da bizim hadislerimizi rivayet etmiş, helâlimizi, haramımızı bilmiş ve verdiğimiz hükümleri tanımış kişiye başvursunlar. Eğer o kişi bir hüküm verirse buna razı olsunlar. "Ben onu sizin başınıza hâkim olarak tayin et­tim." Bu kişi bizim verdiğimiz hüküm doğrultusunda hüküm verdiği halde ihtilaflı kişilerden biri onun verdiği hükmü kabul etmezse, Allah'ın hükmünü hafife almış ve bizi de reddetmiş sayılır. Bizi reddeden de Allah'ı reddetmiş olur ki, bu da Allah'a ortak koşmak kadar ağır bir suçtur.»

Dedim: Eğer bu iki adamın her biri, ashabımızdan birisinin hakemliğini istese ve bunların vereceği hükme razı olacaklarını ifade etseler, sonra bunlar da sizin ha­dislerinizin ihtilafından dolayı farklı hükümler verseler ne yapmak gerekir?

Dedi: «En âdil, en fakih, hadis rivayetinde en doğru ve en muttaki olanının hükmü benimsenir, diğerinin vereceği hükme iltifat edilmez.»

Dedim: Şayet bu iki adam bizim arkadaşlar tarafından hoşnutlukla kabul edi­len, biri diğerinden üstün tutulmayacak kadar sevilip sayılan kimseler iseler ne yap­mak gerekir?

Dedi: «Verdikleri hükmün dayanağı olan ve bizden aktarılan hadise bakılır. Bu hadislerden dostlarımızın üzerinde ittifak ettikleri rivayet esas alınır ve dostları­mız arasında meşhur olmayan, şaz olan rivayet bir kenara bırakılır. Çünkü üzerinde ittifak edilen bir şeyde ihtilaf olmaz.

Olgular üç kısma ayrılır: Birinin doğruluğu apaçıktır, uyulur.

Birinin eğriliği apaçıktır, sakınılır.

Biri ise, doğruluğu ve eğriliği belli olmayacak kadar karışık ve içinden çıkıl­mazdır. Böyle bir olgunun bilgisi Allah Azze ve Celle ve Resulü (sallallahu aleyhi ve âlihi)'ye bırakılır. Resûlullah şöyle buyurmuştur: Helâl de haram da açıktır. Bu ikisi­nin arasında yer alan şeylerse şüphelidirler. Şüpheli şeyleri terk eden kimse haramlar­dan kurtulmuş olur. Şüpheli şeylere uyanlar ise haramları işlemek durumunda kalır­lar. Bilmedikleri bir yönden helak olup giderler.»

Dedim: Şayet iki hakemin verdikleri hükme esas oluşturan rivayetlerin her ikisi de meşhur ve ravileri güvenilir kimselerse ne yapmak gerekir?

Dedi: «Bunlardan hangisi kitaba ve sünnete uygun, ammenin (Sünni çoğunlu­ğun) görüşüne aykırı ise o benimsenir, kitaba ve sünnete aykırı, ammenin görüşüne uygun olanı terk edilir.»[20]

Dedim: Sana kurban olayım, her iki fakih verdikleri hükmü Kur'ân ve sünnete dayandırsalar ve biz de rivayetlerden birinin ammenin görüşüne uygun olduğunu, diğerininse aykırı olduğunu görürsek, bu rivayetlerden hangisini benimseyelim?

Dedi: «Ammenin (Sünni çoğunluğun) görüşüne aykırı olan rivayeti tutun. Çün­kü aydınlık, hidayet ondadır.»

Dedim: Eğer iki rivayet ammeden (Sünni çoğunluktan) iki gurubun görüşüne uygun ise bunlardan hangisine uyulur?

Dedi: «Onların hâkimlerinin ve kadılarının hangisine eğilim gösterdiklerine bakılır ve onların "eğilim göstermedikleri" görüş benimsenir.»

Dedim: Eğer onların hâkimleri her iki habere uygun görüş belirtmişlerse ne yapmak gerekir?

Dedi: «Böyle bir durumla karşılaştığın zaman İmamın ile karşılaşıncaya kadar bir şey yapma; çünkü şüpheli olguların yanında durmak, helak edici badirelere düş­mekten iyidir.»