6-İmam Sadık (a.s) şöyle nakletmektedir

“Bir gün Peygamber (s.a.a) camide sabah namazını kılıyordu, aniden Harise bin Malik adında bir genci gördü, uykusuzluktan başı önüne düşüyor, rengi sararmış, bedeni zayıflamış, gözleri çukurlamıştı. Peygamber (s.a.a); “Ey Harise nasıl sabahladın? Nasıl bir haldesin?” diye sordu.

Harise; “Yakin üzere sabahladım ya Resulullah” dedi. Peygamber (s.a.a); “Her iddianın bir alameti vardır, yakinin alameti nedir?” diye sordu.

Harise şöyle dedi: “Yakinimin alamet şudur ya Resulullah: “Sürekli üzülüyor, kederleniyorum, geceleri uyuyamıyorum, dünyadan nefret ediyorum, Allah'ın arşının hesap için mahşerde kurulduğunu, tüm kulların haşr olduğunu, onlar arasında olduğumu, cennet ehlinin cennette nimetler içinde yaşadığını, tahtlara oturduğunu, birbirleriyle konuştuğunu ve cehennem ehlinin ise ateşte azap gördüğünü, yardım dilediğini ve cehennemin sesini duyar gibiyim.”

Peygamber (s.a.a) gencin bu sözlerini dinledikten sonra ashabına şöyle buyurdu: “Bu Allah'ın, kalbini iman nuruyla aydınlattığı bir kuldur.”

Daha sonra; “Ey genç! Bu hal üzere kalmaya çalış” diye buyurdu.

Genç, Hz. Peygamber'e şöyle dedi: “Ya Resulellah, dua et de Allah bana şahadeti nasip etsin.”

Peygamber (s.a.a) de ona dua etti, bir kaç gün sonra da onu Cafer ile birlikte cihada gönderdi, dokuz kişiden sonra şehit oldu.” [12]

Şimdi de Müminleri gaflet uykusundan uyandıran bir kaç örnek nakletmek istiyorum:

1- Beluher şöyle diyor:

Adamın birinin peşine bir fil düşmüştü, adam kaçtıkça fil ardınca koşuyordu, sonunda bir kuyunun ağzında yetişen dallara tutunarak kuyuya asıldı, aniden biri siyah diğeri beyaz olan iki farenin de o dalları kemirdiğini gördü, aşağıya bakınca dört yılan gördü, kuyuda ise bir ejderha ağzını açmış düşmesini bekliyordu, tutunduğu ağacın üstünde biraz bal vardı, o balı yalamaya başlayınca o yılan ve ejderhadan gafil oldu.

Bu kuyu afet, bela ve musibetlerle dolu dünyadır, o iki dal insanın ömrüdür; o iki fare insanın ömrünü tüketen gece ve gündüzdür; o dört yılan insanı öldüren dört zehirdir (Sevda, safra, balgam ve kan); o ejderha ise sürekli insanı gözetleyen ölümdür; o bal ise dünya lezzetleri ve nimetleridir.” [13]

Ölümden gaflet etmemek ve dünyanın fani lezzetlerine dalmamak için bu hikayeyi daha da bir derince düşünmek gerekir.

Rivayette yer aldığına göre Hz. Ali bir gün Basra pazarına indi, insanların ticaretle meşgul olduğunu görünce hüngür hüngür ağlayarak şöyle dedi:

“Ey dünyanın kulları! Sizler gündüzleri ticaretle ve yemin içmekle; geceleri ise yataklarınıza yatmakla meşgulsünüz, bu arada da ahiretten gaflet içindesiniz, o halde ne zaman ahiret yolculuğuna azık hazırlayacak ve ahiretinizi düşüneceksiniz?”

Şimdi de şu şiiri nakletmek istiyorum:

Ey değerli ömrünü gaflette geçiren,

Neyin var, ne yaptın, amelin nerde?

Bu uzun yolda ahiret azığın nedir?

Beyaz saçların ecelin habercisidir,

İlim ve amelden melek olursun,

Ama dünyaya dalıp küçülmüşsün,

Cennet hurileriyle arkadaş olursan,

Her yerde bolluk ve sefa görürsün.

Çalış saadetten mahrum olma,

Bil ki burada makam fanidir.

Şeyh Nizami ise şöyle diyor:

Bencillik ve çocukluk sözlerini,

Bırak o sarhoşluk ve mestliktir.

Yaş otuzu aşınca veya yirmiyi,

Gafiller gibi yaşamak yakışmaz.

Ömrün neşatı kırk yıldır.

Kırkı aşınca baharın biter.

Elliden sonra sağlığın kalmaz.

Gözlerin zor görür, ayakların gevşer.

Altmışa girince oturur kalırsın.

Yetmişe girince işlemez olursun.

Seksen veya doksana gelince,

Dünyada nice zorluklar görmüş olursun.

Yüze girecek olursan,

Hayat şeklinde bir ölümdür bu.

Avcının ceylan avlayan köpeği,

Yaşlanınca ceylana avlanır.

Siyah saçlarına ak düşünce,

Ümitsizlik alameti sayılır.

Kefeninde kulağına pamuk koyarlar,

Yaşarken kulağından pamuğu çıkarmadın mı?

Bir başkası ise şöyle demektedir:

Bu yeşil feleğin adetidir,

Altmış yıl ömrüm geçti.

Ömrümde her yılın başında,

Geçen lezzetlerin hüznünü taşıdım.

Zamanın geçmesinden şaşırıp kaldım,

Ki bana ne verdiyse geri aldı.

Diz ve pazılarımdan gücüm gitti,

Yüzümün rengi soldu, saçlarım ağardı.

Süreyya ile akdim bozuldu,

Dişlerim tek tek döküldü.

Geriye kalan, asla değişmeyen,

Bir tek günah yüküm ve uzun emel.

Göç zili çaldı bu sokaktan,

Yoldaşlar koyuldu yeniden yola.

Ah, kıyamette hiç azığım yok,

Azığım az, yolum ise çok uzun.

Ağır yük, bir dağ gibi omuzlarımda,

Dağ bile yükümden bezdi, usandı.

Ey ki büyük affının yanında günah,

Bahar selinin önünde bir çöp gibidir.

Fazlın eğer tutmazsa elimden,

İsmetin bırakırsa beni kendi halime,

Cehennemden başka yere çıkmaz yolum,

Ateşten kuyulara varır sonum.

Cahil ve mahcub kul benim,

İsyan denizinin dalgıcı benim.

Yaratıcı ve ihsan sahibi sensin,

Eşsiz ve gufranla okşayan sensin!

Rivayetlerde yer aldığı üzere horoz da ötünce Allah'ı zikretmekte ve insanlara Allah'ı zikretmelerini ve gafletten uyanmalarını öğüt vermektedir:

Şafak vakti seher horozu,

Bilir misin neden ağıt yakar?

Yani sabah aynasına yansıdınız,

Ömrünüzden bir gece geçti, habersizsiniz!

Resulullah şöyle buyuruyor: “Kırk yaşında olanlar biçilmesi gereken ekin gibidir. Elli yaşındakiler önceden ne gönderdiler, geride ne bıraktılar? Altmış yaşındakiler hesab için koşunuz, yetmiş yaşındakiler kendinizi ölü sayın!”

Şeyh Cami ne de güzel demiş:

Ey gönül ne zamana kadar bu mecaz sarayında,

Çocuklar gibi toz toprakla oynayacaksın.

Neden o yuvaya yabancı kaldın,

Reziller gibi, bu harabenin kuşu oldun?

Kanat çırp, uç pis diyardan,

Yüksel göklerin en zirvesine.

Mavi sarayda gör cübbeleri,

Aleme nurdan hırka gerenleri.

Halil gibi yakin mülküne er,

Batanları sevmem!diye seslen!

2- Yine Beluher, dünyaya bağlananlar ve kananlar için bir örnek vererek şöyle demiştir:


Bir şehir halkının garip bir adeti vardı. Tanımadıkları ve durumunu bilmedikleri birini bulup bir yıl boyunca kendilerine padişah kılıyorlardı. Bu durumu bilmeyen yabancı adam da artık sürekli padişah kalacağını sanıyordu.

Bir yıl geçince onu çırıl-çıplak ve eli boş bir şekilde şehirlerinden atıyorlardı. Böylece asla aklına gelmeyen sayısız bela ve musibetlere duçar oluyordu. Bu kısa süren padişahlık onun dert ve belası kesiliyor ve şu şiirin ifadesi oluyordu:

Ey dünya sevgisi şarabından mest olan,

Dikkatli otur, feleğin çarkı ezmesin seni.

Dünyayla gururlanma, kına gibidir;

İki üç günden fazla kalmaz elde.

O şehir halkı yabancı bir adamı kendilerine padişah edindiler. Bu ferasetli ve akıllı adam, halk arasında yegane yabancı olduğunu anladı, onlarla ünsiyet edinemedi. 

O şehir halkından olan ve şehir hakkında bir çok şey bilen birini yanına çağırtıp, onunla o şehir halkı hakkında meşveret etti. O adam kendisine şöyle dedi:

“Bir yıl sonra bu şehir halkı seni kovacak, falan yere sürecektir. Dolayısıyla mümkün olduğu kadar seni gönderecekleri yere yatırım yap. Oraya gidince de rahat bir hayat sürersin.”

Padişah da o adamın sözüyle amel etti, bir yıl sonra dışarı atılınca da orada rahat ve huzur dolu bir hayat yaşadı.

Allah Teala da şöyle buyurmaktadır: “İyi işler yapanlara gelince, onlar da kendileri için hazırlamış olurlar.” [14]

İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmaktadır:

“Salih ameller, kölelerinizin sizlere yaptıkları gibi sahibine yer hazırlamak için ondan önce cennete koşarlar.”

Hz. Ali (a.s) da şöyle buyuruyor:

“Ey insan oğlu! kendi vasin ol, kendinden sonra malına neler yapılmasını istiyorsan onu yap.” [15]

Öyleyse ey benim aziz dostum:

Mezarına huzur belgesi gönder

Senden sonra kimse göndermez, önceden gönder.

Ye, giyin, bağışla ve rahat yaşa

Neden saklarsın başkasının malını

Altın ve ihsanı şimdi ver ki senindir

Senden sonra emrinden çıkar gider

Azığını kendinle götür

Eş ve çocuklarından merhamet gelmez

Hayatta kendi kendini düşün

İnsan hırsından ölüyle ilgilenmez

Gam yemede tırnakların gibi

Hiç kimse arkanı kaşımaz senin.

Hz. Peygamber (s.a.a) ise şöyle buyuruyor:

“Bilin ki herkes önceden gönderdiğinin peşice gider, geride bıraktığından ise pişman olur.”

Emali-yi Mufid-i Nişaburi ve Tarih-i Bağdat'tan şöyle nakledilmiştir: “Hz. Ali (a.s) bir gece rüyasında Hz. Hızır'ı gördü, ondan nasihat istedi, Hz. Hızır ona avuçlarını gösterdi, avuçlarında yeşil bir yazıyla şöyle yazılıydı:

“Ölüydün dirildin ve çok geçmeden öleceksin, beka yurdu için kendine bir ev yap, fena ve yokluk evini terket.” [16]

3- Nakledildiği üzere oldukça akıllı ve zeki bir padişah vardı, halkına oldukça merhametli davranıyordu, sürekli onların ıslahı için çalışıyor, işlerini görüyordu, doğru ve salih bir veziri vardı, ona idari işlerinde yardım ediyor, meşverette bulunuyordu, padişah ondan hiçbir şey gizlemiyordu. 

Vezir alimlerin, salihlerin ve iyilerin hizmetinde bulunmuş, onlardan bir çok doğru söz öğrenmişti, onlara candan bir sevgi besliyordu. Dünyada hiç gözü yoktu, takiyye ederek her defasında sultana gelince putlara secde ediyor, onları kutsuyordu, padişahı çok sevdiğinden sapıklığına üzülüyordu, bir fırsatını bulup ona nasihat etmek ve doğru yolu göstermek istiyordu.

Herkesin uyuduğu bir gece padişahın emri üzere şehri gezmeye ve son günlerde yağan yağmurdan sonra halkın durumunu görmeye çıktılar, yol esnasında bir çöplüğe rastladılar, padişah çöplükte bir ışık gördü, vezirine gidip bakmalarını söyledi.

Attan inip çöplüğe varınca çöplükte oturan bir derviş gördüler, derviş eski elbiseler giymiş, çöplükten yaptığı yastığına dayanmış oturuyordu.

Önünde şarap dolu bir testi vardı, elinde bir tambur çalıyordu, karşısında ise oldukça çirkin ve kendisi gibi eski elbiseler giymiş bir kadın vardı, derviş şarap isteyince ona şarap veriyor ve tambur çalınca oynuyordu, adam şarap içince ona afiyetler diliyor, padişahlara has övgüler yağdırıyordu. Adam da karısını övüyor, bütün kadınlardan üstün olduğunu söylüyordu, ikisi birlikte son derece mutlu ve sevinç dolu bir hayat yaşıyorlardı.

Padişah ve veziri uzun süre ayakta durup bunları seyrettiler, o pislikler içinde böylesine lezzet ve sevinçle yaşamalarına şaşırdılar ve oradan ayrıldılar, padişah vezirine şöyle dedi: “Ben ve sen hayatımız boyunca böylesine lezzet ve mutluluk içinde yaşamadık, zannedersem bunlar her gece böylesine mutlu ve sevinçli yaşıyorlar.”

Vezir, fırsatı ganimet bilerek şöyle dedi: “Korkuyorum ki bu dünyamız, lezzetlerimiz ve saltanatımız da ebedi saltanatı bilenler gözünde bu çöplük gibidir.

Bizim sağlam ve gösterişli evlerimiz onların gözünde şu mağara gibidir, manevi güzellik ve temizliği anlayanların gözünde şu bedenlerimiz, gördüğümüz bu iki pis ve çirkin insan gibidir.

Bizim dünyevi sevinç ve mutluluğumuz karşısında şaşırmaları, bizim pislik içinde yaşayan bu iki şahsın lezzet ve sevinci karşısındaki şaşkınlığımız gibidir.”

Padişah şöyle dedi: “Acaba anlattığın bu sıfatlara sahip kimseleri tanıyor musun?”

Vezir, “evet” dedi. Padişah, “kimlerdir?”diye sordu.

Vezir şöyle dedi: “Onlar ilahi dine inananlardır, uhrevi saltanat ve lezzetlerine bağlanmışlardır, sürekli uhrevi saadet i ararlar.”

Padişah; “Ahiret mülkü nedir?”diye sordu.

Vezir şöyle dedi: “O şiddet ve cefanın olmadığı lezzet ve nimetler diyarıdır, ihtiyaç ve fakirliğin olmadığı zenginliktir.”

Padişah ahiret mülkünün bu sıfatlarını duyduktan sonra şöyle dedi: “Acaba o eve girmenin ve o ebedi saadete ermenin yolunu biliyor musun?”

Vezir şöyle dedi: “Evet o ev talep edenler için hazırdır.”

Padişah şöyle dedi: “Neden bana daha önce bunu anlatmadın?”

Vezir; “Senin padişahlığının azametinden korktum.”dedi.

Padişah şöyle dedi: “Eğer anlattığın bu şey doğruysa onu kaybetmek doğru değildir, bunun doğruluğunu araştırmalıyız.”

Vezir; “İzin verirsen yakin etmen için ahiretin sıfatlarını anlatayım.”dedi.

Padişah şöyle dedi: “Sana gece gündüz bu işi görmeni ve benim de başka işle meşgul olmama engel olmanı istiyorum. Sakın bundan el çekme, bu oldukça ilginç bir şeydir, bundan gaflet etmek olmaz.”

Vezirin bu sözlerinden sonra padişah kurtuluş yoluna girdi ve ebedi saadete erdiler.” [17]

Burada müminlerin basiretinin artması için bir de Hz. Alib (a.s)’ın hutbesinden birkaç cümle nakletmek istiyorum:

“Ey insanlar! Kendisini süsleriyle süsleyen kandırıcı dünyadan sakın, şüphesiz dünya kalpleri kendi batıl şeyleriyle cezbetmiş ve kendi ümitleriyle ümitlendirmiştir.

Kendini süsleyerek bir yere oturmuş kendini istemeye gelenlere bakıyor, bir gelin gibi ortaya çıkmış bütün gözler ona bakmaktadır, nefisler ona vurulmuş, kalpler onu arzulamıştır, o ise bütün eşlerini öldürmüştür.” [18]

O halde ne geçmişten ibret alacak birisi baki kalmış ve ne de sonra gelenler dünyanın baştakilere yaptığı kötülüklerden dolayı ondan uzak olmuşlardır.[19]