İKİNCİ ASIRDAN İTİBAREN İÇTİHAD VE HÜKÜMLERİN SAHABENİN AMELLE­RİNDEN ÇIKARILIŞI

Hilâfet Mektebi'nde içtihad: Kişinin kendi görüşüne göre amel etmesidir. Bunun kaynağı ise as­hap ve halifelerin kendi görüşlerine amel etmeleri ve izleyicilerinin de bu görüşlerde onlara uymaları­dır. Devalibî (el-Medhal İla İlmi'l-Usuli'l-Fıkıh -Muhammed Devalibî- Hukuk fakültesinde Roma anayasası ve fıkıh usulü bocası, Paris üniversitesinden doktora almış, Halep şeriat fakültesinden İslâmi bilimler belgesi almıştır, 1385 hk./1965 m. Beyrut-Melayin Daru'l-İlim basımı.) bu konuda şöyle diyor: «Bazen sahabe, Allah'ın Kitabında ve Resûlullah'm sünnetinde açık bir hüküm bularak cevaplayamadıkları bir olayla karşılaşıyorlardı. Bu durumda "rey" de dedikleri içtihada başvuruyorlardı; nitekim bu işi Ebu Bekir de yapıyordu... Aynı şekilde Ömer de böyle yapıyordu...»

Devalibî halife Ömer'in Şureyh ve Ebu Musa'ya yazdığı mektubu tanık getirerek şöyle diyor: «Sahabenin içtihadlarında belli başlı bir kanun ve kural veya herkesçe bilinen bir ölçü yoktu; onların belirttikleri görüşlerde dayandıkları delil şeriatin özünden ve hakikatinden hissettikleri şeylerdi...»

Daha sonra şöyle devam ediyor: «Onların yerine geçenlerin de öyle hissetmeleri ve hükümleri bilmeleri o kadar kolay değildi... İşte bu nedenle onlardan sonra içtihad çok şiddetli ve hissedilir bir değişime uğradı... İçtihad, müçtehidin yaşadığı ortamdan oldukça etkileniyor, müçtehidin dönemiyle Resûlullah'ın veya Kur'an-ı Kerim'in hükümlerinin iniş dönemi arasındaki mesafe arttıkça fıkıh hüküm­leri hakkında ihtilaf ve ilmî kavga da bir o kadar artıyordu. İşte bu konu, müçtehidleri içitihad konusun­da bir takım kanun ve kurallar koymaya yönlendirdi; daha sonra bu kurallara usul-i fıkıh ilmi denildi. Bu tarihten itibaren, belli bir kanun ve kural çerçevesine sokulan içtihad, şeriatin gizli hükümlerini elde etmenin ölçüsü sadece kişisel kavrayiş olan ilk dönemdeki içtihattan tamamen ayrıldı.»

(el-Medhal ila İlmi'l-Usuli'l-Fıkıh, s.14-17; biz burada özet olarak naklettik.)

Devalibî, "Kur'an açısından hükümlerin kaynakları" babında şöyle diyor: «Kur'an-ı Kerim açı­sından ahkâm ve hukukun birinci kaynağı Kur'an'ın kendi ayetleridir. İkinci kaynağı sünnettir. Allah Teala buyuruyor ki: "Resûl'ün size getirdiklerini kabul edin." Ahkâm ve hukukun üçüncü kaynağı ise icma ve içtihad gibi sünnette kabul edilen şeylerdir.» (el-Medhal, s.30) Böylece teşri/yasama için dört kaynak veya temel ilke belirtildi: Kur'an, sünnet, icmâ, içtihad. Devalibî diyor ki: «Bu söyledikle­rimizden dördüncü kaynağa içtihad veya rey ya da akıl dendiği anlaşılmaktadır.» (el-Medhal, s.53)

Hulefa Mektebinin İçtihadın Doğruluğuna Getirdiği En Önemli Deliller

1- Muaz'ın Hadisi

Sünen-i Dâremî ve diğer kaynaklarda şöyle geçer: «Resûlullah (s.a.a) Muaz b. Cebel'i Yemen'e göndereceği zaman ona, "Nasıl hükmedeceksin?" diye sordu. Muaz, "Halk arasında Kur'an'a uygun hükmedeceğim" dedi. Resûlullah, "Ya hüküm Kur'an'da olmazsa?" diye sordu. Muaz, "Resûlullah'm sünnetine müracaat ederim" dedi. Resûlullah, "Peki, Resûlullah'm sünnetinde de olmazsa?" diye sorun­ca, Muaz, "Kendi görüşüme göre davranırım ve bu konuda kusur etmem." dedi. Bunun üzerine Resû­lullah eliyle Muaz'ın göğsüne birkaç defa vurarak, "Elçisinin gönderdiğini muvaffak edecek olan Allah­'a şükürler olsun." buyurdu.» (Mukaddeme-i Daremî, c.l, s.60; Müsned-i Ahmed, c.5, s.230 ve 276)

2- Amr-ı As'ın Hadisi

Amr b. As'tan şöyle rivayet edilir -ifade Buhari'nindir: «Resûlullah, "Eğer bir hakim hüküm verirken, içtihad eder de hükmünde isabetli olursa iki ecir alır; fakat içtihad eder de yanılırsa bir ecir alır." buyurdu.» (Sahih-i Buharı, 2/178, "Ahkâm" kitabı, "Ecru'l-Hakim" babı; Sahih-i Müslim, "Akziye" kitabı, "Beyanu'l-Hakim" babı, h: 15, s.1242; Sünen-i İbn-i Mâce, h: 2314, "Ahkâm" kitabı, "el-Hakim-u Yectehid-u ve Yusib" babı; Müsned-i Ahmed, 2/187; 4/198,204,205'te, "Doğ­ru hükmedersen on mükafat alırsın" şeklinde geçer)

3- Halife Ömer'in Ebu Musa Eş'arî'ye Mektubu

Halife Ömer'in Ebu Musa Eş'arî'ye yazdığı mektupta şöyle geçer: «Kitab ve sünnette olmayan bir konuda şüpheye düştüğün zaman düşün, ardından işleri birbiriyle kıyasla.»

(Halife Ömer'e isnat edilen mektup; bunun ayrıntıları A'lamu'l-Mukiin, c.l, s.85)

Bunlar Hilâfet Mektebi'nin içtihadın doğruluğunu ispatlamak için getirdikleri en önemli delil­lerdir; bunun dışındaki diğer delilleri ise, senetlerinin zayıf olması ve maksatlarını açık bir şekilde des­teklememesi nedeniyle onları burada zikredip üzerinde tartışmamıza gerek yoktur. Yukarıdaki iki hadi­se ve Ömer'in Ebu Musa Eş'ari'ye yazmış olduğu mektuba gelince Ehl-i Sünnet âlimlerinden İbn Hazm bunları eleştirmiş, Muaz'ın hadisi hakkında şöyle demiştir: «Muaz'ın hadisi reddolunduğu için bu konu­da onu delil olarak sunmak doğru değildir. Şöyle ki bu hadis sadece kimliği belli olmayan Haris b. Amr tarafından nakledilmiştir. Buharı de, el-Evsat adlı tarih eserinde onun hakkında şöyle yazıyor:

"Haris ancak bu hadisiyle tanınmaktadır; bu hadis ise doğru değildir."

Ayrıca Haris hadisini kimliklerini bilmediği Hums halkından bazı kişiler kanalıyla nakletmek­tedir! Ve ilginç olanı şu ki, böyle bir hadisten ne sahabe döneminde kimsenin haberi vardı ve ne de ta­biînin döneminde; sadece Ebu Avn onu bilinmeyen bir kişiden almıştır. Sonraları da rey ve içtihad ta­raftarları Şu'be'nin yanında böyle bir rivayetin olduğunu öğrenince, hemen aslı olmayan bu hadise sarılıp onu dünyanın dört bir yanına yaydılar!» (el-Ahkâm-i İbn Hazm, c.5, s.773-775, Kahire basımı.)

Ibn Hazm peşinden şöyle yazıyor: «Bu rivayetin uydurma oluşunun delili şudur: Resûlullah'ın ona, "Allah'ın Kitabı ve Resûlullah'ın sünnetinden bir şey bulamazsan?" şeklinde bir şey demiş olması imkânsızdır. Çünkü Resûlullah Allah Teâlâ’nın, "Size Rabbinizden inene uyun." (A'raf, 3), "Bugün size dininizi kemale erdirdim." (Maide, 3) ve "Allah'ın sınırlarını aşan kendi nefsine zulmetmiş olur." (Talak: l) buyruğunu biliyordu. Ayrıca o hazretin dinde görüş belirtmeyi haram kıldığı sabittir...

Bütün bunlara rağmen böyle bir hadis doğru olursa, Muaz'ın, "içtehidu re'yî" (kendi görüşüme göre davranırım.) şeklindeki sözü, "Hakkı Kur'an ve sünnetten bulmak için ben tüm çabamı harcayaca­ğım ve sürekli onun peşinde olacağım." anlamına gelir.

Ve yine, eğer bu hadis doğru olursa şu iki durumun dişında değildir: Bu hüküm ya sadece Muaz'a hastır; bu durumda diğerlerinin Muaz'a tâbi olmaları gerekiyor; oysa içtihad taraftarları böyle bir şey söylemiş değillerdir. Ya da bu hüküm Muaz'la birlikte diğerlerini de kapsıyordur; bu durumda içti­hat edip görüşünü belirten herkes emre uymuş olacak ve herkes haklı sayılacak, hiç kimsenin haklılık konusunda diğerlerine bir üstünlüğü olmayacaktır. Böyle olunca da hak, çeşitli ve çelişkili görüş ve hü­kümler arasında gizli kalacaktır. Bu ise makul olmadığı gibi onların (içtihat taraftarlarının) sözlerine de aykırıdır; hatta imkansız olduğu bile söylenebilir. Çünkü bu durumda her biri diğeri gibi içtihat sonucu kendi görüşüne uyduğu için hiçbiri haklı olduğuna dair bir delil ortaya koyamayacaktır. Onların dayan­dıkları hadiste kendi görüşünün içtihadı dışında bir şey geçmemiş ve içtihadlardan birine öncelik tanı­yacak şekilde o hadiste geçmeyen bir özelliğin ona eklenmesi caiz değildir. Ayrıca hiç kimsenin de di­ğerine bir üstünlüğü yoktur. Ve apaçık belli ki, Muaz'ın hadisi doğru olursa, bu hadiste cahillerin dü­şündüğü gibi kendi görüşüne göre bir helâli haram veya bir haramı helâl edebileceği, bir mirası haksız yere bağışlayabileceği ve bir hakkı sebepsiz olarak engelleyebileceği bir izin verilmiş değildir ona. Bu­nu hiçbir Müslüman kabul etmiyor ve şeriat da bu söylediklerimiz dışında bir şey söylemiyor.» (el-Ahkâm, İbn Hazm, c.5, s.775)

İbn Hazm, Amr b. As'ın hadisiyle ilgili olarak da şöyle yazıyor:

«Amr b. As'ın hadisine gelince; aslında bu hadisin kendisi onlara karşı en büyük delildir. Çün­kü bu hadiste, müçtehid olan hâkimin yanılabileceği gibi, isabetli olabileceği de vurgulanmıştır. Eğer öyleyse dinde yanlış hüküm vermek haramdır ve Allah Teâlâ yanlışı teyit etmeyi kesinlikle reva göre­mez. O halde onların bu delilleri de geçerli değildir.» (el-Ahkâm, İbn Hazm, c.5, s.771)

İbn-i Hazm, Ömer'in Ebu Musa'ya yazmış olduğu mektubu iki senedle naklettikten sonra şöyle yazıyor: «Bu da doğru değildir. Çünkü birinci senette, hadisi terk edilen, hadisinin itibarsız oluşunda icma olan, babasının da kimliği belirsiz olan Kûfeli Abdulmelik b. Velid b. Mi'dal geçmiştir.

İkinci senette ise el-Kerecî ile Süfyan'ın arasındaki raviler meçhuldürler, dolayısıyla bu rivayet mursel ve munkatidir (raviler arasında bağlantı kopmuştur). O halde bu hadis de merduddur (kabul edilmez).» (el-Ahkâm, İbn Hazm, c.5, s.1003; A'lamu'l-Mukiîn, c.l, s.85-86)

Hilâfet Mektebi'nin İçtihad Hakkındaki Görüşlerine Eleştirimiz

Eleştirilerimiz iki konu etrafında yoğunlaşmaktadır:

1- İçtihad teriminin anlamı.

2- Hilâfet Mektebi'nin içtihadın caiz olduğu konusunda ileri sürdükleri üç delilin anlamı.

İçtihad teriminin hicretin birinci yüz yılında lügat anlamında, yani her işte "çaba harcamak" an­lamında kullanıldığına değindik. Muaz ve Amr b. As'tan nakledilen rivayetlerin senetleri doğru olsa bi­le içtihad kelimesi bu rivayetlerde sadece bu lügat anlamında kullanılmıştır.

Diğer taraftan bu iki hadisin kullanıldığı yerler söz konusu asıl mevzumuzla hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü her iki hadis yargıyla ilgilidir; oysa bizim konumuz hükümlerin müçtehidler tarafından teşriinin (yaşanmasının) caiz olup olmayışıdır. Halife Ömer'e nispet edilen ve delil olarak getirilen mektupta da durum böyledir. Yine delil olarak sunulan diğer rivayetlerin de durumu aynıdır. Senetlerindeki zayıf ravileri göz ardı etsek bile, içerik olarak uydurma oldukları hususunda hiçbir şüpheye yer yoktur. Kaldı ki bunlar İslâm hükümlerinin teşriiyle değil, yargı işleriyle alakalıdır.

Hatta kadılık (hüküm) verme, konusunda da bu hadisler hâkimlerin ihtiyaç duydukları konularda istedikleri şekilde hüküm koymalarının teşri etmelerinin caiz olduğunu göstermiyor. Meselâ Muaz'ın ha­disinin, bu iddialarını ispatladığını sanmaları da ancak bir yanılgıdan ibarettir. Çünkü bu hadisin içeri­ğinden anlaşılan, Kitap ve sünnette İslâm hükümlerinin iki kısımdan oluşmasıdır: Bazen bunların birin­de veya her ikisinde cüzî bir şey -yani özel bir konu- için açık hüküm verilmiştir ve artık bu konuda içti­had yapmaya gerek yoktur; bazen de hüküm genel bir kural içerisinde verilmiştir ki burada hâkimin, ih­tiyaç duyduğu konuya uyarlayacak şekilde genel hükmü tanımak için çaba harcaması gerekiyor. Bu ise içtihadın, kişinin ihtiyaç duyduğu hükmü elde etmek için çaba harcamasından ibaret olan lügat anlamıdır.

Fakat Hilâfet Mektebi alimlerinin bu hadisi delil olarak sunma şekillerinden onların şöyle de­dikleri anlaşılıyor: Resûlullah'ın tebliğ ettiği İslâm hükümleri bazı konularda eksiktir; onun için kadılar, müftüler ve hâkimlerin İslâm dininde ihmal edilip hükmü verilmeyen konuları kendi görüşlerine göre teşri etmeleri gerekir!