Ashaba Uymak Hadisi Sahih Değildir

Davetçi: Evvela; rica ediyorum sözleri tekrarlamayınız; şimdi de bu hadisi şahit göstermeye kaçtınız. Cevap olarak size söyledim ki, ashab da diğer insanlar gibi hata yapabilir. Dolayısıyla delil üzere onlardan bazısının nefsine uyduğunu söylemenin şaşırılacak bir yönü yoktur.

İkinci olarak; zihninizin aydınlanması ve yine bu hadisi şahit göstermemeniz için tekrar cevap vermek zorundayım. Siz sözünüzü tekrar ettiğiniz için, ben de cevabımı tekrarlamak istiyorum.

Bizzat kendi büyük araştırmacı alimlerinizin nezdinde ashaba uymak hadisi sahih değildir. Önce de söylediğim gibi Kadı Ayyaz Maliki, bu hadisin ravilerinden olan Haris bin Kuzay’nın halinin meçhul olduğunu, Hamza bin Ebi Hamza Nasibi’nin ise iftira ve yalancılıkla itham edildiğini ve dolayısıyla bu hadisin rivayet edilemeye değeri olmadığını açıkça beyan etmiştir.

Ayrıca bilmek icap eder ki Kadı Ayyaz Şerh-i Şifa’da ve Beyhaki de kendi kitabında bu hadisin uydurma olduğunu, senedinin zayıf ve merdut olduğunu açıkça beyan etmişlerdir.

Ashaptan Bazıları Nefislerine Uyarak Haktan Sapmışlardır


Üçüncü olarak; ben asla edep ve nezaketten ayrılmadım. Sadece sizin kendi alimlerinizin söylemiş olduğunu söylüyorum.

Lütfen Fazıl Taftazani’nin “Şerh-i Mekasid”ine müracaat ediniz. Orada açıkça şöyle diyor: “Sahabe kendi arasında muhalefet gösteriyor ve savaşıyordu. Bundan da anlaşılmaktadır ki onlardan sadece bazısı hak yoldan sapmış, nefsine uymuş ve hatta zalim ve fasık olmuşlardır.”

O halde Resulullah (s.a.a)’i gören herkesi saygın kabul etmek mümkün değildir. Saygınlık onların amel ve davranışlarına bağlıdır. Eğer nifak ehli olmaz ve Resulullah (s.a.a)’in emrine itaat ederlerse, o zaman saygın olurlar, bizim için ayak tozları bile göz nurumuz olur.

Ya muhterem beyler, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in, “Ali ile savaşan benimle savaşmıştır” hadisi gibi Hz. Ali’ye karşı yapılan savaşlarla ilgili buyurmuş olduğu ve büyük alimlerinizin de sahih senetlerle nakletmiş oldukları pek çok hadislerin yalan olduklarını söyleyeceksiniz veya ashaptan Muaviye, Amr bin As, Ebu Hureyre, Semure bin Cündeb, 

Talha ve Zübeyr gibilerin fasit, zalim ve batıl ehli olduğunu kabul edeceksiniz. Zira ashaptan bir çoğu Hz. Ali ile savaşarak haktan sapmış ve mezkur hadis gereğince Resulullah (s.a.a) ile savaşmaya kalkışmışlardır.

O halde eğer biz, ashaptan bazılarının heva ve heveslerine kapılmış olduklarını söyleyecek olursak, yersiz bir söz söylemiş olmayız; aksine burhan ve delil üzere konuşmuşuz.

Ayrıca bilmek icap eder ki ashaptan bazısını fasık, zalim, haktan yüz çeviren ve münafık olduğunu söylerken de yalnız değiliz; büyük alimlerinizin senetlerini de gözler önüne seriyoruz.
Gazali’nin Ashabın Ahdi Bozmaları Hakkındaki Sözü

Siz Hüccet’ül- İslâm Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed Gazali et-Tusi’nin Sırr’ul- Alemin kitabını inceleyecek olursanız, asla bizi eleştirmezsiniz. Dolayısıyla hakkı ispat etmek için bu kitabın 4. makalesinden sadece bazı bölümleri arz etmek zorundayım. Gazali orada şöyle diyor:

“Müslümanların çeşitli fırkaları Gadir-i Hum olayını ve o gün Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in okuduğu hutbeyi şeksiz şüphesiz doğru bilmiştir. Dolayısıyla her türlü itiraz batıldır. Nitekim Peygamber-i Ekrem (s.a.a) hutbesini bitirir bitirmez Ömer hemen Ali’yi tebrik etmiştir.

Şüphesiz bu tebrik yeni bir emre teslimiyet ve Ali’nin hilafetine rızayet için gerçekleşmiştir. Ne yazık ki büyük bir sevinçle tebrik ettikleri halde nefs-i emmare onlara galip geldi ve makam sevgisi onların insani özelliklerini ve duygularını yok etti. 

Şehvetlerine uyarak güç bayraklarını dalgalandırdılar ve ordulara hükmederek ülkeleri fethetmeye yöneldiler, böylece tarih sayfalarına adlarını kaydetmek istediler. Nefsani heva kadehlerinden şarap içtiler, Kur’ân’ı arkalarına attılar, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sünnetini alaya aldılar, dinlerini dünyalarına sattılar ve Allah-u Teala ile çok çirkin muamelede bulundular.

Hakkı gizledikleri için ahirette hüsrana uğrayacaklardır. Eğer böyle olmasaydı Peygamber-i Ekrem (s.a.a), hasta yatağında kalem kağıt isterken, “Şüphesiz bu adam hezeyana kapılmış” sözünü işitir miydi? 

O halde Ebu Bekir’in hilafeti batıldır. Eğer hilafeti kurtarmak için icma silahına sarılırsanız, bu da asla doğru değildir. Zira Abbas, oğulları, Ali, Eşi ve çocukları hiçbirisi bu icmaya katılmadı, hatta Sakife’de olanlardan bazısı da bu icmaya muhalefet etmiş ve oradan ayrılmışlardır, ardından Ensar da açıkça muhalefet etmiştir.”

O halde gördüğünüz gibi Şiiler sizin büyük ve insaflı alimlerinizin söyledikleri dışında bir şey söylememekteler. Bize kötü gözle baktığınız için doğru sözlerimizi de eleştiriyorsunuz. Ama bunları yazan alimlerinize bir şey demiyorsunuz; hatta görmezlikten gelip geçiyorsunuz. Halbuki bilindiği gibi onlar ilim ve insaf üzere gerçekleri açıklamış ve tarihe kaydetmişlerdir.

Şeyh: “Sırr’ul- Alemin” kitabı Gazali’nin kitabı değildir; o böyle bir kitabı yazmaktan münezzehtir. Büyük alimler bu kitabın Gazali’ye ait olduğunu kabul etmiyorlar.
“Sırr’ul- Alemin” Kitabı Gazalinin Kitabıdır

Davetçi: Kendi alimlerinizden bir grup kimseler, bu kitabın imam Gazali’ye ait olduğunu söylemişlerdir. Şu anda aklımda olduğu kadarıyla konuları anlatmakta oldukça dikkatli olan, ihtiyatla yazan ve oldukça da bağnaz olan Yusuf Sibt bin Cevzi, Tezkiret-u Havas’il-Ümmet kitabının 36. sayfasında bu konuda imam Gazali’nin Sırr’ul- Alemin kitabından şahit göstermekte ve az önce ifade etmiş olduğum sözleri rivayet etmektedir.

Bundan da anlaşıldığı gibi önce bu kitabın Gazali’nin olduğunu kabul etmektedir. Ayrıca bizim, toplantının vaktini göz önünde bulundurarak naklettiğimizden ettiğimizden daha fazlasını naklederek onunla aynı görüşte olduğunu vurgulamaktadır. Aksi takdirde bunun bir eleştirisini yapardı.

Ama bilindiği gibi taassup esiri alimleriniz bu tür gerçekler ve büyük alimlerin beyanları karşısında mantıklı cevap vermekten aciz kalınca, ya bu kitabın Gazali’ye ait olmadığını söylemekte, ya da onun Şii olduğunu ifade etmektedirler. Güçleri yetecek olursa da onları tekfir etmekte ve yok etmeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bu alimlerin tek suçu, insaflı olmaları ve gerçekleri ortaya koymalarıdır.

Sırrın ortaya çıkması maslahat değildir,

Yoksa rintler meclisinde haber yok ki yok!

İbn-i Ukde’nin Haline İşaret

Tarihin de gösterdiği gibi birçok alimleriniz, gerçekleri söyleyip yazdıkları için kendi hayatlarında perişan olup büyük belalara duçar olmuşlardır; kitaplarının okunması haram kılınıp sonunda da öldürülmüşlerdir.

Büyük alimlerimizden Hafız bin Ukde Ebu’l- Abbas Ahmed bin Muhammed bin Said Hemedani, (Ö. H. 333) buna bir örnektir. Rical alimlerinizden Zehebi, Yafii ve benzerleri İbn-i Ukde’nin güvenilir olduğunu beyan etmiş ve hal tercümesinde 300 bin hadisi senetleriyle ezberlediğini yazmışlardır.

Ama bilindiği gibi H. 3. yılda Kufe ve Bağdat’ta Ebu Bekir ve Ömer’in hatalarını söylediği için Rafızi ilan edilmiş, rivayetlerinin nakledilmesini yasaklamışlardır. Nitekim İbn-i Kesir, Zehebi ve Yafii onun hakkında şöyle yazmışlardır:

“Bu şeyh İbn-i Ukde Berasa[8] camisinde oturup halka Ebu Bekir ve Ömer’in ayıplarını söylüyordu; bu yüzden onun rivayetlerini terk ettik. Yoksa onun doğruluğu ve güvenilirliğinde hiçbir şek ve şüphe yoktur.”

Hatip Bağdadi de Tarih kitabında onu övdükten sonra şöyle diyor: “İbn-i Ukde Ebu Bekir ve Ömer’in kusur ve ayıplarını açıp söylediği için Rafızi olmuştur.”

O halde beyler, sadece Şii Müslümanların gerçekleri beyan ettiğini zan etmeyin, imam Gazali, İbn-i Ukde ve benzerleri de büyük sahabelerin kusur ve ayıplarını nakletmişlerdir.
Taberi’nin Ölümüne İşaret

Tarihte bu gibi insanlar oldukça çoktur. Gerçekleri söyledikleri veya yazdıkları için perişan olmuş, reddedilmiş ve öldürülmüşlerdir. Örneğin:

H. 3. yılın büyük alimlerinden olan tarihçi ve müfessir Muhammed bin Cerir-i Taberi, H. 310 yılında 86 yaşındayken vefat ettiğinde cenazesini, gündüz kaldırılıp defnedilmesine mani olduklarından ve tehlikeden dolayı evinin içine gömdüler.
Nesai’nin Öldürülmesi

Bundan da ilginci imam Ebu Abdurrahman Ahmed bin Ali Nesai’nin öldürülmesidir. Nesai H. 3. yılın sonlarında yaşayan ve Kutub-i Sitte’nin de yazarlarından olan Ehl-i Sünnet’in büyük alimlerinden biridir.

H. 303 yılında Dimaşk’e gitti, orada Emeviler’in propagandaları neticesinde her namazdan sonra ve Cuma hutbelerinde Hz. Ali’ye lanet edildiğini görünce çok rahatsız oldu. Hemen senetleriyle birlikte Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den rivayet edilen Hz. Ali (a.s)’ın faziletleriyle ilgili hafızasında var olan hadisleri kaleme aldı.

Bu yüzden “Hasais’ul- Alevi” kitabını, Hz. Ali (a.s)’ın fazilet ve yüce makamını ispat etmek için yazdı. Minberde o kitapta kaydedilen hadisleri okuyarak Hz. Ali (a.s)’ın fazilet ve menkıbelerini yaymaya çalışıyordu.

Günlerin birinde minberde Ali (a.s)’ın faziletlerini anlatmakla meşgul iken cahil halkın saldırısına uğradı, önce onu minberden aşağı çektiler, şiddetli bir şekilde dövdüler, hayalarını ezdiler ve tenasül organından tutarak onu dışarı sürüklediler.

Aldığı bu ağır darbeler neticesinde vefat etti; vasiyeti üzere cenazesini götürüp Mekke’de toprağa verdiler.

İşte bu inatçı, kara cahil ve ahmak bağnazlar kendi büyük alimlerini, hakkı söylediklerinden dolayı böylesine rezil rüsva ederek öldürmüşlerdir. Tek suçu da gerçekleri açıklamaktı. Halbuki bilindiği gibi gerçekler bir güneş gibidir, bir gün mutlaka ortaya çıkacaktır.

Konudan uzaklaştığım için özür dilerim. Maksat şudur ki, sadece Şii Müslümanlar değil, bizzat büyük alimleriniz de Hz. Ali (a.s)’ın velayet makamını yazıp nakletmişlerdir. 

Büyük alimlerinizin yazdığı üzere Peygamber-i Ekrem (s.a.a) yetmiş bin, veya yüz yirmi bin kişinin huzurunda Hz. Ali (a.s)’ın elinden tutarak halkın İmamı ve mevlası olduğunu ilan etmiştir.