BEŞİNCİ OTURUM

(27 Recep 1345 Salı akşamı)

(Akşamın ilk saatlerinde cemaat daha kalabalık bir toplulukla geldi. Hal hatır sorulup çaylar içildikten sonra Hafız sözü açtı.)

Hafız: Bugün, dün akşamki sözlerimizin üzerinde epeyce düşündüm. Sonra şu sonuca vardım: Maşaallah, güçlü bir konuşma yeteneğiniz var. Sihirli beyanınızın yanı sıra, güzel konuşmanız ve konuyu dallandırıp budaklandırmakla, Resulullah’ın menzilet hadisini buyurmasından amacı; “Hz. Ali’nin (k.v), kendisinden hemen sonra halife olduğunu ispat etmekti” demek istiyorsunuz.

Halbuki hadisin özel bir yönü olup Tebuk gazvesinde söylenmiştir. Hadisin genel olup her zaman geçerli olacağına dair herhangi bir delilimiz yoktur.

Menzilet Kelimesi Geneli (Umumiyeti) İfade Ediyor


Davetçi: Bu sözü sizden başkası söyleseydi şaşırmazdım. Ama sizin gibi birinin böyle konuşması gerçekten çok şaşırtıcıdır. Çünkü siz Arap edebiyatını ve onun kurallarını biliyorsunuz. Neden böyle konuşuyorsunuz anlamıyorum. 

Arapça dilbilgisi kurallarına göre istisna ve kendisinden istisna olunmuş kelime (müstesna minhu)’nin, her yerde genelliği ifade ettiğini çok iyi biliyorsunuz. Bu hadis-i şerifte menzilet kelimesinin özellikle aleme (özel ada) izafe olması, kesinlikle genelliği (umumiyeti) simgeliyor.

Ayrıca, usul ilminin alimleri, ism-i cins-i izafinin, özellikle de elif ve lâm ile olursa, umumiyeti ifade ettiğini söylüyorlar.

Hadiste de “menzilet” kelimesinin ism-i cins-i izafi olması umumiyeti gerektirmektedir.

Her ne kadar bazı alimler bunun aksini söylemişlerse de, Usul ilminin büyük alimleri bizim kabul ettiğimiz görüşü, yani bir kelime marifeye (tanınmış, belli, bilinene) izafe olduğu zaman umumu ifade eder görüşünü benimsemişlerdir. Burada marifenin aleme (özel ada) veya zamire izafe olması arasında her hangi bir fark yoktur. İstisnanın varlığı, umuma delalet etmenin şartı değildir. Aksine istisnanın sahih olması umum için yeterlidir.

Buna göre “Senin bana olan menziletin, Harun’un Musa’ya olan menzileti gibidir; ama benden sonra nebi yoktur.” hadisi umuma delalet etmektedir. “Benden sonra nebi yoktur” cümlesi manaya hamledilmiş (yüklenmiş)tir. O mana da “nübüvvet”tir. Manaya hamletme kuralı meşhur bir kural olup çok kullanılmaktadır. Fasih ve belagatlı kimselerin şiir ve yazılarında bu kural çok uygulanmıştır.

Hafız: Biraz daha dikkat ederseniz “Benden sonra nebi yoktur” cümlesinin cümle-i haberiyye olduğunu göreceğinizi zannediyorum. Onu Harun’un menazilinden istisna edemezsiniz. Ayrıca neden sarahatten çıkıp manaya hamlediyorsunuz ve neden nübüvvet kelimesini hazfediyorsunuz?

Davetçi: Münakaşa yolunda giriyorsunuz! Sizin gibi şerif birinin münakaşa yoluna baş vurması beklenmiyor doğrusu. Eğer önceki cümlelerin üzerinde biraz düşünürseniz, cümle-i haberiyyenin cevabının orada verildiğini göreceksiniz.

Neden manaya hamlettiniz ve neden zahir-i lafızla hakikati açıklamadınız? sözünüze gelince bunun cevabını siz daha iyi biliyorsunuz, ama bilmezlikten geliyorsunuz. Acaba beyan ilminin alimlerinin, cümleyi güzelleştirmek için bazı kelimeleri hazfettiklerini (cümlede kullanmadıklarını) biliyor musunuz? Kuran-ı Kerim’in ayetlerinde, fesahat ve belagatlı kimselerin sözlerinde bunun birçok örneğine rastlamaktayız.

Ayrıca, eğer hadislerde “nübüvvet” kelimesi olmasaydı, böyle bir soru sorabilirdiniz. Halbuki Peygamber-i Ekrem (s.a.a), bu makamın Hz. Ali (as)’ın olduğunu ispatlamak için birkaç kez nübüvvet kelimesini açıkça kullanmış, onu cümlede getirmiştir. Resulullah (s.a.a) bazen nübüvvet kelimesini getirmeyerek (innehu la nebiyye ba'dî), bazen de onu getirerek (illen nübüvvete) hakikati ispat etmişlerdir. Bu da cümleye ayrı bir güzellik kazandırmıştır.

Ehl-i Sünnetin büyük alimleri, hem nübüvvet kelimesinin olduğu, hem de olmadığı birçok hadis nakletmişlerdir. Onların bazılarını aşağıda getiriyoruz:

Muhammed bin Yusuf-u Genci eş- Şafii “Kifayet’ut- Talibin”in 70. babında, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Meveddet”in 6. babında, İbn-i Esir kendi adını verdiği tarihinde yani “Tarih-i İbn-i Esir”de, Aişe bint-i Sa’d’dan, o da babasından, o da Resulullah (s.a.a)’den, Sibt bin Cevzi “Tezkire”nin 12. sayfasında Müsned-i Ahmed, Müslim ve daha başkalarından, 

İmam Ahmed bin Hanbel “Menakıb”de, Ebu Abdurrahman Ahmed bin Şuayb-i Nesai (Sihah-ı Sitte’nin yazarlarından biri) “Hasais’ul Aleviyye”de kendi senedine dayanarak Sa’d bin Ebi Vakkas’tan ve Aişe’den, o da babasından, Hatib-i Harezmi “Menakıb”da Cabir bin Abdullah Ensari’den şöyle naklediyorlar: “Resulullah (s.a.a), Hz. Ali’ye şöyle buyurdular: “Ema terza en tekune minni bimenzileti Harun’e min Musa” (Acaba bana nispetle, nübüvvet hariç, Harun’un Musa’ya olan menzileti gibi olmaya razı değil misin?)

Mir Seyyid Ali Hemedani, “Meveddet’ul- Kurba”nın 6. mevedde sinde Enes bin Malik’ten naklettiği hadisin sonunda (dün akşam bu hadisin tamamını aktarmıştım.) Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor:

“Eğer benden sonra nebi (peygamber) olsaydı, mutlaka Ali peygamber olurdu. Ama benden sonra nübüvvet (peygamberlik) yoktur.”

Bu kadarının yeterli olacağını sanıyorum. Beyler kimseyi yanıltmaya kalkmasınlar; Bilsinler ki müstesna (istisna edilen) nübüvvettir, nübüvvetin olmaması değil. Bu hadis şunu anlatmak istiyor: Hz. Musa Kelimullah (a.s), ümmetinden 40 günlüğüne ayrıldığında, onları kendi başlarına bırakmayıp Beni İsrail’in en faziletlisi olan Hz.

Harun’u kendi yerine halife ve vâsi olarak seçip gitti. Bu vesileyle gıyabında, nübüvvete herhangi bir zararın gelmesini önlemek istiyordu. Hal böyleyken şeriatı kamil, kanunları da kıyamete kadar sürecek olan Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)’in, cahil insanları kendi başlarına bırakmaması ve mukaddes şeriatı, istediklerine uyacak, rey ve kıyasa göre amel edecek ve şeriatı bölüp-parçalayarak hanif ve saf ümmeti 73 fırkaya bölecek olan insanların yetkisine bırakmaması daha uygundur.

Onun için hadisi şerif “Ali’nin bana nispet olan menzileti (konumu), Harun’un Musa’ya olan menzileti (konumu) gibidir.” diye buyurmaktadır. Yani bu hadis, Hz. Ali (a.s)’ın, Hz. Harun (a.s)’ın sahip olduğu bütün makamlara sahip olduğunu ispat ediyor. Hz. Ali (a.s)’ın bütün sahabe ve ümmetten daha üstün olduğunu kanıtlayan delillerden biri de O’nun halife tayin edilmesidir.

Yani Hz. Harun (as), Hz. Musa (a.s)’ın gıyabında nasıl O’nun halifesi idiyse, Hz. Ali (a.s) da Hz. Peygamber (s.a.a)’in gıyabında O’nun halifesidir.

Hafız: Bu hadisin azameti hakkında söyledikleriniz, tabi ki tasavvur edilenin daha üstündedir. Ama öyle sanıyorum ki, biraz derinden düşünürseniz, hadiste genelliğin (umumiyetin) olmadığını göreceksiniz. Çünkü bu sadece Tebuk gazvesine mahsustur. Resulullah (s.a.a) sadece kısa bir süre için efendimiz Ali’yi (k.v.), halife olarak seçmiştir.

Menzilet Hadisi Tebuk’ün Dışında Defalarca Söylenmiştir

Davetçi: Hadis sadece Tebuk gazvesinde söylenmiş olsaydı, sözünüz doğru olurdu. Ancak bu hadis defalarca ve birçok yerde Resulullah (s.a.a) tarafından buyurulmuştur.

Örneğin, kardeşlik akdini ilk kez Mekke’de, ikinci kez de Medine’de Muhacirler ve Ensar arasında okuduğunda Hz. Ali (a.s)’ı kendisine kardeş seçmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Senin bana nispetle olan konumun, Harun’un Musa’ya olan konumu gibidir; şu farkla ki benden sonra nebi yoktur.”

Hafız: Çok acayip! Şimdiye kadar duyup-gördüğüm şey, menzilet hadisinin sadece Tebuk gazvesinde söylendiğidir. Peygamber (s.a.a) oraya sefere gidince, Hz. Ali’yi kendi yerine bırakmıştır. Hz. Ali sefere gidemediğinden dolayı üzülünce, Hz. Peygamber (s.a.a), onun üzüntüsünü gidermek için bu sözleri buyurmuştur. Açıklamalarınızda hata yaptığınızı sanıyorum.

Davetçi: Hayır, hata yapmıyorum, aksine buna yakinim vardır. Şia alimlerinin ittifakının yanı sıra sizin birçok alimlerinizin güvenilir ve muteber kitaplarında da bunlar nakledilmiştir.

Örneğin: Mes’udi (hem Sünnilerin kabul ettiği birisi, hem de şiaların) “Müruc’uz- Zeheb”in ikinci cildinin 49. sayfasında, Halebi “Siret’ul- Halebiyye”nin 26 ve 120. sayfalarında, imam Ebu Abdurrahman Nesai “Hasais’ul- Aleviyye”nin 19. sayfasında, Sibt bin Cevzi “Tezkire”nin 13. ve 14. sayfalarında, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Meveddet”in 9. ve 17. bablarında, 

imam Ahmed bin Hanbel’in “Müsned”inden naklen, Abdullah bin Ahmed “Zevaid-u Müsned”de ve Harezmi “Menakıb”ta bu hadisi nakletmişlerdir. Hatta, Resulullah (s.a.a)’in bu hadisi, kardeşlik akdinin dışında da birçok yerde buyurduğunu naklediyorlar. Meclisin vaktini fazla almamak için onları nakletmiyorum.

Sizler de tasdik edersiniz ki, bu hadis-i şerifin özel bir yönü yoktur. Aksine onun genelliği (umumiyeti) apaçık ortadadır. Resul-ü Ekrem (s.a.a) her fırsatta, gerekli gördüğü her yerde, Hz. Ali (a.s)’ın kendisinden sonra halife olduğunu şu cümlelerle ilan ediyordu: “Ali’nin bana nispetle olan menzileti (konumu), Harun’un Musa’ya olan menzilet (konumu) gibidir; şu farkla ki benden sonra nebi yoktur.”

Hafız: Peki nasıl olur, Resulullah’ın sahabeleri bu hadisin umumiyetini bilmeleri ve Ali’yi halife olarak kabul etmelerine rağmen, yine de ona karşı gelip başkasını halife seçti ve ona biat ettiler?
Hz. Musa’nın Kardeşi Harun’u Yerine Halife Seçmesi ve Sâmiri’nin Beniisrail'i Buzağıyla Kandırması

Davetçi: Bu konuda size verebileceğim birçok cevap var. Onların içinde buraya en uygun olanı Hz. Harun (a.s)’ın olayıdır. Kuran-ı Kerim’in de açıkça buyurduğu gibi Hz. Musa Kelimullah Tur dağına gideceği zaman, kardeşi Hz. Harun’u kendisine halife seçti. Beniisrail’i (bazı hadislere göre 70 bin kişiydiler) toplayarak, 

Hz. Harun’un emirlerine itaat etmelerini söyledi. Sonra Rabbinin misafiri olarak Tur dağına gitti. Daha bir ay geçmemişti ki Samiri fitnesi baş gösterdi. Beniisrail’in arasında ayrılık ve ihtilaf çıktı. Samiri altın bir buzağı yaparak Beniisrail’i, Hz. Musa (a.s)’ın halifesi olan Hz. Harun’un etrafından ayırıp kendi etrafında toplamaya başladı. Kısa bir sürede o 70 bin kişi, Hz. Harun’a karşı gelerek ona isyan etmeye başladılar.

Halbuki Beniisrail, Hz. Musa (a.s)’ın Hz. Harun’u, kendi gıyabında yerine halife seçtiğini kulaklarıyla duymuşlardı. Ama onlar Samiri’nin aldatmasıyla buzağıya taptılar. Harun (a.s) her ne kadar onların bu çirkin işine engel olmaya çalıştıysa da fayda vermedi. Hatta onu öldürmeye bile yeltendiler. Nitekim A’raf suresinin 150. ayetinde bu olaya deyinilmiştir. Harun (a.s) kardeşi, Hz. Musa Tur dağından döndüğünde dert yanarak şöyle dedi: “Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (aciz bıraktı) ve neredeyse beni öldürüyorlardı da!”

Allah aşkına, taassubunuzdan biraz uzaklaşıp insafla söyleyin, Beniisrail’in Hz. Musa (a.s)’ın emirlerine karşı gelmeleri, hak halifesi Hz. Harun’u yalnız bırakmaları ve hokkabaz Samiri’nin hilesiyle buzağıya tapmaları, Hz. Harun’un halifeliğinin batıl olduğunu, Samiri ve buzağısının da hak olduğunu mu gösteriyor?

Beniisrail cahillerinin heva ve heveslerine uyarak yaptıkları bu iş için; “Harun’un halifeliği hak olsaydı ve onlar Hz. Musa (a.s)’ın ağzından bunu duysalardı, onun asla yalnız bırakmaz, Samiri ve buzağının peşinden gitmezlerdi” diyebilir miyiz? Böyle olmadığını kesinlikle biliyorsunuz.

Hz. Harun (a.s), Kuran-ı Kerim’in hükmüyle Hz. Musa (a.s)’ın halifesi idi. Beniisrail bunu Hz. Musa (a.s)’ın kendi ağzından işitmişlerdi. Ama Hz. Musa (a.s)’ın gıyabında, fırsat hokkabaz Samiri’nin eline geçince, altından bir buzağı yaptı ve yaptığı işin bilincinde olduğu halde, kasıtlı olarak Beniisrail’i kandırdı.

Onlar da, Hz. Harun’un Hz. Musa (a.s)’ın halifesi olduğunu bildikleri halde anlamazlıktan ya da başka kasıtlarından dolayı Samiri’nin peşinden gidip Hz. Harun’u yalnız bıraktılar.
Emir’ul- Müminin Hz. Ali (a.s)’ın Durumunun Hz. Harun (a.s)’ın Durumuna Benzemesi

Resulullah (s.a.a)’in vefatlarından sonra ashap Peygamberin ağzından defalarca, -açıkça veya kinaye olarak- kendisinden sonra Hz. Ali (a.s)’ın halife olduğunu duymalarına rağmen O’nu yalnız bıraktılar. Kimi heva ve heveslerine uyarak, kimi makam sevgisi, kimisi de Ben-i Haşim’e olan düşmanlığından dolayı Hz. Ali’den yüz çevirdiler.

Ayrıca Hz. Ali (a.s)’a karşı şahsi haset, kin ve buğz duyan bir grup da O’nun aleyhine özel bir örgüt kurmuştu. Gazali “Sırr’ul- Alemin” kitabının 4. makalesinde bu konuya değinerek açıkça şöyle diyor: “Hakka sırt çevirip cahiliyye devrine döndüler”[6]

Bu yönden Hz. Harun (a.s) ile Hz. Ali (a.s)’ın durumları arasında tam bir benzerlik vardır. Sizin kendi araştırmacı alim ve tarihçilerinizden Diyneveri diye tanınan kadı Ebu Muhammed Abdullah bin Müslim bin Kutaybe-i Bahili ed- Diyneveri “el-imamet ve’s- Siyaset” adlı eserinin 1. cildinin 14. sayfasında Sakife olayını genişçe yazdıktan sonra şöyle diyor:

“Ali’nin evini ateşe verip O’nu baskı ve tehditle camiye götürerek; “Biat et yoksa boynunu vururuz” dediler. Hz. Ali de kendisini Hz. Peygamber’in kabrine ulaştırdı. Orada Hz. Harun’un Hz. Musa’ya söylediği sözleri söyledi. Allah-u Teala bu sözleri Kur’an’da zikretmiştir:

“Bu topluluk beni zayıflattı (aciz bıraktı) ve neredeyse beni öldürüyorlardı da!”

Hz. Peygamber (s.a.a), Hz. Ali’yi Hz. Harun’a benzetmekle sanki ümmetine şunu anlatmak istiyordu: Hz. Musa’nın yokluğunda Beniisrail’in Harun’a yaptığını, benim vefatımdan sonra da siz Ali’ye yapacaksınız.

Bu bakımdan Hz. Ali (a.s) bu manayı ispatlamak için ümmetin baskısını ve oyunbazların siyasetlerini görünce -ki onu öldürmeye kadar ileri gittiler- Hz. Peygamber’in mübarek kabrinin yanına gitti. Orada Harun’un Hz. Musa’ya söylediği, Allah Teala’nın da Kuran’da ayet olarak nazil ettiği sözleri söyledi.

(Mecliste olanlar büyük bir şaşkınlıkla bir süre sessizlik içinde kaldılar.)

Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Eğer Ali bin Ebi Talib (k.v) halife idiyse, neden Hz. Peygamber O’nu açıkça halife olarak tanıtmıyor da, amacını işaret ve kinayelerle buyuruyor! Eğer açıkça “Ali benim halifemdir” diye buyursaydı, kimsenin kuşkusu kalmazdı.

Davetçi: Daha önce arz etmiştim, Resul-u Ekrem (s.a.a) hakikati iki şekilde beyan buyurmuştur. Halifeliği açıkça beyan eden hadisler, sizin birçok muteber (güvenilir) kitaplarınızda nakledilmiştir.

Ama kinayenin letafetliği sarahatten (açıklıktan) daha fazladır. Edebiyatçılar diyorlar ki: “Kinaye, insanın maksadını sarahatten daha iyi ulaştırır.” Kinayede bir dünya mana yatmaktadır.

Nevvab: Gerçeğin ortaya çıkması için, bizim alimlerin kitaplarında halifeliği açıkça ispat eden hadisleri -şu anda aklınızda varsa- söyleyebilir misiniz.? Çünkü bize, halifeliği açıkça anlatan hiçbir hadisin olmadığını defalarca söylediler.

Davetçi: Muteber kitaplarınızda Hz. Ali (a.s)’ın hilafetini açıkça söyleyen birçok hadisler vardır. Meclisin vaktini göz önüne alarak, onlardan bazılarını aktaracağım:
İnzar Günü Hz. Peygamber’in “Hadis’üd- Dar” Diye Meşhur Olan Sözüyle Hz. Ali’yi Hilafete Ataması

Hadislerin içinde en önemlisi ed-Dar hadisidir. Çünkü, Peygamber (s.a.a), peygamberliğini açıkladığı o ilk gün, Hz. Ali (a.s)’ın halifeliğini de açıkça ilan etti.

İmam Ahmed bin Hanbel “Müsned”in 1. cildinin 111, 159 ve 333. sayfalarında, imam Sa’lebi de kendi tefsirinin “İnzar” ayetinin açıklamasında, Sadr’ul- Eimme Muvaffak bin Ahmed el-Harezmi, “Menakıb”da, Muhammed bin Cerir-i-i Taberi İnzar ayetinin tefsirinde ve “Tarih’ul- Umem ve-l Müluk”un 2. cildinin 217. sayfasında çeşitli yollarla, İbn-i Ebi’l- Hadid el-Mutezili “Şerh-u Nehc’ul- Belağa”nın 3. cildinin 263. ve 281. sayfalarında Nakz’ul- Osmaniyye’den naklen,

İbn-i Esir “Kamil”in 2. cildinin 22. sayfasında (mürsel olarak), Hafız Ebu Naim “Hilyet’ul- Evliya”da, Hamidi “Cem’un- Beyn’es Sahihayn”de, Beyhaki “Sünen’un ve Delail’un” da, Ebu’l- Fida “Tarih-u Ebu’l- Fida” diye meşhur olan kitabının 1. cildinin 116. sayfasında, Halebi

“Siret’ul- Halebiyye”nin 1. cild, 381. sayfasında, Ebu Abdurrahman Nesai “Hasais’ul- Aleviyye”nin 6. sayfasının 65. hadisinde, Hakim Ebu Abdullah “Müstedrek”in 3. cilt, 132. sayfasında, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde”nin 31. babında Müsned-i Ahmed ve Tefsir-i Sa’lebi'den naklen, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş- Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 51. babında ve daha başka birçok büyük alimleriniz az bir farklılıkla şöyle naklediyorlar:

Şuara suresinin 214. ayeti, yani “Ve enzir aşiretek’el- akrebin” (Ve en yakınlarını korkut) ayeti nazil olduğunda, Resul-u Ekrem (s.a.a) akrabalarından ileri gelen 40 kişiyi, amcası Ebu Talib’in evine davet etti. Onlar için bir koyun putu, biraz ekmek ve bir Sa’[7] süt hazırlamıştı. Onlar bu duruma gülerek; Muhammed bir kişilik yemek dahi hazırlamamıştır, dediler. (Çünkü onların içinde öyleleri vardı ki tek başına bir deve yavrusunu yiyebiliyordu.)

Resul-u Ekrem (s.a.a): “Kulu bismillah” (Bismillah diyerek yiyin) buyurdular. Onlar yiyip doyduktan sonra birbirlerine; Muhammed bu yemekle size sihir yaptı, dediler. Yemekten sonra Resulullah (s.a.a) ayağa kalkıp onlara bir konuşma yaptı. Sözü uzatmamak için bu konuşmanın giriş bölümünü getirmeyeceğim. Sadece iddiamıza delil olan bölümü aktaracağım. Orada Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular:

“Ey Abdulmuttalib oğulları! Allah-u Teala beni bütün insanlara ve özellikle sizlere peygamber olarak gönderdi. Ben de sizi iki kelimeyi (cümleyi) söylemeye davet ediyorum. Öyle iki kelime ki, dile hafif ve kolay, terazide ağır ve değerlidir. Siz bu iki kelimeyi söylemekle Arap’a, Aceme (Arap olmayanlara) malik olacaksınız.

Onlar emrinize girecek ve bütün ümmetler (milletler) size muti olacaklar. Bu iki kelimeyle cennete girecek ve cehennemden kurtulacaksınız. O iki kelime; Allah’ın birliğine ve benim peygamberliğime şahadet etmenizdir. Kim (ilk şahıs olarak) bu davetimi kabul eder ve bana yardımda bulunursa, o benim kardeşim, benden sonra vezirim, varisim ve halifem olacaktır.”

Resulullah (s.a.a) bu son cümleyi üç kere tekrarladı. Her üçünde de Hz. Ali’den başka kimse cevap vermedi. Hz. Ali (a.s) her defasında; “Ey Allah’ın peygamberi! Ben senin yardımcın ve yaverinim” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) onu halifelikle müjdeledi ve ağzının mübarek suyunu onun ağzına sürerek şöyle buyurdular:

“Bu (Ali), benim kardeşim, vasim ve aranızdaki halifemdir.”

Bazı kitaplarda Hz. Ali’nin kendisine hitap ederek şöyle buyurduğu naklediyorlar:

“Sen Ey Ali! Benim vasim ve benden sonra halifemsin.”

Şii ve Sünni İslam alimlerinin yanı sıra, İslam tarihi yazan başka milletlerin tarihçileri de, mezhebi (yani ne Sünni, ne de Şii) taassupları olmadığından, bu olayı tarafsız olarak nakletmişlerdir.

Onlardan biri İngilizli filozof ve tarihçi Thomas Carl’dır. O, 18. asırda yaşamış ve dünyaca ünlü biriydi. O, Mısırlıların Arapça’ya çevirdiği “el-İbtal ve İbadet’ul- Mebtule” adlı meşhur kitabında, Hz. Ebu Talib’in evinde Kureyş’e verilen bu ziyafeti genişçe ele aldıktan sonra şöyle yazıyor: “Peygamber’in hutbesinden sonra Ali ayağa kalkarak ona iman etti. Böylece büyük halifelik makamı ona nasip oldu.”

Fransız bir öğretmen olan Mösyö Paul Lehjur, 1884 yılında Paris’te yayınlanan “Hatem’ul- Nebiyyin’in Yaşamı” adlı küçük kitabında, İngiliz Corcis Sal ve Şamlı Haşim-i Nasrani 1891 yılında yayınlanan “Makalet’ul- İslam”ın 83 ve 86. sayfalarında, (İslam’a ve Müslümanlara karşı o kadar taassup ve muhalif olmalarına rağmen),

özellikle Mistir Can Deyvun Purt (ki insaflı biriydi) değerli eseri “Muhammed ve Kur’an” adlı kitabın 20. sayfasında bu konuyla ilgili, aydın bir görüş ve temiz bir kalple şöyle yazıyorlar: “Peygamber, daha peygamberliğinin başında Ali’yi kendisine kardeş, vezir ve halife seçti.”

Hz. Ali’nin Halifeliğini Açıkça İlan Eden Hadisler

Hz. Peygamber (s.a.a), bu hadis-i şerifin dışında birçok yer ve zamanda da aynı manaya değinmişlerdir. Örneğin:

1- İmam Ahmed bin Hanbel “Müsned”de ve Mir seyyid Ali Hemedani eş- Şafii “Meveddet’ul- Kurba”nın 4. meveddetinin sonunda şöyle naklediyorlar: Resulullah (s.a.a) Hz. Ali’ye şöyle buyurdular:

“Ya Ali! Sen benim zimmetimi beri edeceksin (halkın üzerimdeki olan haklarını ödeyeceksin) ve sen benim ümmetime olan halifemsin.”

2- İmam Ahmed “Müsned”de çeşitli yollarla ve lafızlarla, Şafii fakihi olan İbn-i Meğazili “Menakıb”da, Sa’lebi kendi tefsirinde şöyle naklediyorlar: Resul-u Ekrem (s.a.a) Hz. Ali’ye şöyle buyurdular:

“Ya Ali! Sen benim kardeşim, vasim, halifem ve borçlarımı ödeyensin.”

3- Ebu’l- Kasım Hüseyin bin Muhammed (Rağıb-i İsfehani) “Muhazırat’ul- Udeba ve Muhaverat’uş- Şuara ve’l- Buleğa” kitabının 2. Cildinin 213. sayfasında Enes bin Malik’ten Resul-ü Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Şüphesiz benim dostum, vezirim, halifem ve borcumu ödeyip vaatlerime vefa edecek olan kendimden sonra geride bıraktığım en hayırlı kimse, Ali bin Ebi Talib’dir.”

4- Mir Seyyid Ali Hemedani eş- Şafii “Meveddet’ul- Kurba”nın 6. meveddetinin başlarında, ikinci halife Ömer bin Hattap’tan şöyle naklediyor: Hz. Peygamber, ashap arasında kardeşlik akdi okuduğunda şöyle buyurdular:

“Bu Ali, dünya ve ahirette kardeşim, ailem arasında halifem, ümmetimin içinde vasim, ilmimin varisi ve borcumu eda edendir. Onun malı benden, benim malım ise onundur; onun menfaati benim menfaatim, onun zararı ise benim zararımdır. Onu seven beni sevmiştir, ona buğz eden bana buğzetmiştir.”

5- Yine 6. Meveddet’te Enes bin Malik’ten hadis naklediyor ki daha önce onu aktarmıştım. O hadisin sonunda söyle diyor: Resul-u Ekrem (s.a.a) açıkça şöyle buyurdu: “O (Ali), benim halifem ve vezirimdir.”

6- Muhammed bin Yusuf-u Genci eş- Şafii “Kifayet’ut- Talip”de Ebu Zer-i Ğifari’den şöyle naklediyor: Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Havuzun (Kevser havuzu) başında, Emir’ul- Müminin Ali’nin bayrağı, yüzü, eli, ayağı (secde yerleri) nurlu olanların İmamı ve benden sonraki halifem yanıma gelecektir.”

7- Beyhaki, Hatib-i Harezmi ve İbn-i Meğazili eş- Şafii, “Menakıb”larında Resulullah (s.a.a)’ın Hz. Ali’ye şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

“Ben insanların arasından gittikten sonra, sen benim halifemsin ve benden sonra sen müminlerin velisisin.”

8- İmam Ebu Abdurrahman Nesai (Sihah-ı Sitte'nin imamlarından biri) “Hasais’ul- Aleviyye”nin 23. hadisinde İbn-i Abbas’tan, Hz. Ali (a.s)’ın faziletini genişçe naklediyor. Haruni menziletleri zikrettikten sonra Resulullah (s.a.a)’in Hz. Ali’ye şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Sen benim halifemsin. Yani benden sonra her müminin halifesisin.”

(Açıktır ki bu cümle ve devamındaki cümleyle, Haruni bütün menzilet ve mertebeleri Hz. Ali’ye verdikten sonra Ali’nin emirliğini açıkça beyan buyurdu. “Yani sen Ey Ali! Ümmetime ve benden sonra her mümine benim halifemsin.”

Bu hadis-i şerifte ve diğer hadislerde Hz. Peygamber’in buyurduğu “min” kelimesi ya min-i beyaniyye’dir; yani “Benim ölümümden sonra...” veya min-i ibtidaiyye’dir; yani “Öldüğüm andan itibaren sen ümmetimin halifesisin.”

Her iki durumda da, Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’den hemen sonra, bütün ümmete Allah ve Resulünün halifesi olduğu açıkça kanıtlanmış oluyor.

9- Hilkat hadisi: Bu hadis çeşitli yollarla nakledilmiştir. Örneğin: İmam Ahmed bin Hanbel “Müsned”de, Mir Seyyid Ali Hemedani eş- Şafii “Meveddet’ul- Kurba”da, İbn-i Meğazili eş- Şafii “Menakıb”da, Deylemi “Firdevs”da az bir farklılıkla, sahih senetlerle Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:

“Allah Teala, Adem’i yaratmadan 14000 yıl önce ben ve Ali bir nurdan yaratıldık. Allah Teala, Adem’i yarattıktan sonra, o nuru Adem’in sulbüne yerleştirdi. Abdulmuttalib’in sulbüne gelinceye kadar öylece bir nur idik. Abdulmuttalib’in sulbünden ayrıldıktan sonra nübüvvet bana, hilafet de Ali’ye verildi.”

10- Hafız Ebu Cafer Muhammed bin Cerir-i Taberi (Ö: 310 H.) “el-Vilayet” adlı kitabında Resul-u Ekrem (s.a.a)’den şöyle naklediyor: “Resulullah (s.a.a) “Gadir-i Hum” hutbesinin başlarında şöyle buyurdular:

“Cebrail Rabbimden taraf bana; burada kalkıp bütün beyaz ve zencilere şunu ilan etmemi emretti: “Şüphesiz ki, Ali bin Ebi Talip benim kardeşim, vasim, halifem ve benden sonra İmamdır.” Sonra şöyle buyurdu: 

“Ey insanlar! Şüphesiz Allah Teala, Ali’yi sizlere veli ve İmam tayin etti; O’nun itaatini herkese farz kıldı; hükmü geçerli, sözü ise câizdir (Allah tarafındandır). Kim ona muhalefet ederse (karşı gelirse,) mel’undur; kim de onu tasdik ederse, rahmete uğramıştır.”

11- Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Meveddet”te Ahmed’in “Menakıb”ından, o da İbn-i Abbas’tan öyle bir rivayet naklediyor ki, hilafetin yanı sıra Hz. Ali (a.s)’ın birçok özel faziletlerini de içermektedir. Onların her biri tek başına onun hilafetini ispatlamaya yeterlidir. Bu yüzden beylerin izniyle, hüccetin tamamlanması için hadisin hepsini aktarmak istiyorum.

Saygı değer beyler, bilin ki Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)’in risalet makamından sonra, en üstün makam Hz. Ali (a.s)’ın makam ve mertebesidir. Velhasıl, İbn-i Abbas Resul-u Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Ya Ali! Sen havuzumun ve bayrağımın sahibi, kalbimin habibi, benim vasim, ilmimin varisi ve halifemsin. Sen benden önceki peygamberlerin mirasının emanetçisisin. Sen Allah’ın yeryüzündeki emini ve bütün insanlara hüccetisin; Sen imanın rüknü ve İslam’ın bekçisisin. Sen karanlığın meşalesi, hidayetin nuru ve dünya ehli için yükseltilmiş nişanesin.

Ya Ali! Kim sana uyarsa, kurtulmuştur; kim de senden yüz çevirirse, helak olmuştur. Açık yol sensin; sırat-i müstakim sensin; ak yüzlülerin lideri ve müminlerin sultanı sensin. Ben kimin mevlası isem, sen de onun mevlasısın; ben bütün mümin erkek ve kadınların mevlasıyım. Seni ancak helalzade sever ve sana yalnızca haramzade düşman olur.

Allah Teala beni miraca götürdüğünde şöyle buyurdu: “Ya Muhammed! Ali’ye benden taraf selam söyle ve ona bildir ki, o benim dostlarımın İmamı ve bana itaat edenlerin nurudur.” Bu keramet ve makam sana mübarek olsun ya Ali!”

12- Harezm hatiplerinin en üstün hatibi Ebu’l- Mueyyid Muvaffakuddin “Fezail-u Emir’ul- Müminin” (a.s) adlı kitabının 240. Sayfasının (1313 H.K tarihli baskısı) 19. bölümünde, kendi senetleriyle Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Miraçta Sidret’ul- Müntehaya ulaştığımda bana şöyle hitap edildi: ‘Ey Muhammed! İnsanları imtihan ettin mi? Onların içerisinde en itaatkar kimi buldun?’ Ben de cevaben; ‘Evet, imtihan ettim; onların içerisinde en itaatkar Ali’yi buldum’ dedim. Allah Teala buyurdu ki; ‘Doğru söyledin ya Muhammed!’ Sonra şöyle buyurdu: 

‘Senin hedeflerini insanlara ulaştıracak, benim kitabımdan kullarımın bilmediklerini onlara öğretecek bir halife kendine seçtin mi?’ Ben şöyle arz ettim: ‘Ey Rabbim! Sen kimi seçsen, ben de onu seçeceğim.’ Allah Teala buyurdu ki: ‘Ali’yi senin için halife ve vasi seçtim; ilim ve hilmimden O’na bağışladım. O, müminlerin gerçek olan emridir (Emir’ul- Müminin’dir); ne geçmişte bir kimse onun makamına ulaşmış ve ne de gelecekte bir kimse onun makamına ulaşacaktır.”

Bu çeşit hadisler, sizin muteber kitaplarınızda çoktur. Ben onlardan ancak aklımda kalabilenleri aktardım. Bu şekilde Cenab-ı Hafız bilsinler ki biz konuyu dallandırıp budaklandırmıyoruz. Aksine gerçeğin ta kendisini söylüyoruz. Sizin insaflı büyük alimleriniz de bunu aynen tasdik etmişlerdir. Onlardan biri Nezzam-i Besri’dir. Selahattin Safdi “Vafi bi’l- Vefeyat”da Elif harfinde Mütezili Nezzam diye tanınan İbrahim bin Seyyar bin Hani el-Besri’nin biyografisinde onun şöyle dediğini nakletmiştir:

“Resulullah (s.a.a), Ali’nin İmamlığını (halifeliğini) açıkça ilan etti; sahabe de bunu bilmiş oldu. Ama Ömer (r.z) Ebubekir (r.z)’ın hatırı için bunu sakladı.”

Maalesef biz Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)’in zamanında yaşamadık. Bugün hak yolu bulmak için Kuran’ın ayetlerine ve her iki fırkanın (Şii ve Sünni) kabul ettiği sahih hadislere başvurmak zorundayız. Her kim, Kur’an Kerim’in ayetleri ve Resul-u Ekrem (s.a.a)’in de mütevatir hadisleriyle, ilim ve yüce erdemlerle diğer insanlardan öne geçirilip üstün tanıtılmışsa, bizim de onu kendimize önder bilip ona uymamız gerekir.

Sizin muteber kitaplarınızda geçen hadislerde –Hz. Ali’nin imameti hususunda- hilafet, velayet ve vesayet (vasilik) lafızları oldukça geçmiştir. Bunlara ilaveten, geçen akşamlar değindiğimiz gibi, Hz. Ali (a.s), nübüvvet hariç diğer bütün üstünlük ve özelliklerde, Hz. Peygamber (s.a.a) ile ortaktı ve ümmetin hepsinden daha üstündü. 

Kuran’ın ayetleri ve birçok mütevatir hadislere göre, insanlar içerisinde hiç kimse O’nun faziletlerinin onda birine, hatta binde birine bile ulaşmış değillerdir.

Nitekim Hatib-i Harezmi “Menakıb”da İbn-i Abbas’tan, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş- Şafii “Kifayet’ut- Talip”de, Sibt bin Cevzi “Tezkire”de, İbn-i Sabbağ el-Maliki “Fusul’ul- Mühimme”de, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Meveddet”te, Mir Seyyid Ali Hemedani “Meveddet’ul- Kurba”nın 5. Meveddesinde ikinci halife Ömer bin Hattab’tan Resul-u Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştirler:

“Eğer ağaçlar kalem, denizler mürekkep, cinler hesap eden ve insanlar da yazıcı olurlarsa, yine de Ali bin Ebi Talib’in faziletlerini sayamazlar.”

Binaenaleyh Hz. Ali (a.s) hilafet makamına ve Resulullah (s.a.a)’in vasisi olmaya herkesten daha evla ve daha layıktır.
Şeyh Yeniden Devreye Giriyor

Şeyh Abdusselam: (Hafız Muhammed Raşid’e dönerek:) Müsaade edin biraz da ben konuşayım; bu arada siz de nefes alıp istirahat ediniz. Sonra bana dönerek dedi ki:)

Kıble sahip (alicenap)! Biz asla Mevla’mız Ali (k.v)’nin faziletlerini inkar etmiyoruz. Ama faziletleri O’nunla sınırlandırmak da akıl kârı değildir. Çünkü Hulefa-i Raşid’in (r.z) Peygamber’in has sahabelerinden olup her birisi fazilet sahibi ve eşittiler. Siz hep tek taraflı konuşuyorsunuz.

Bu da mecliste olanlar ve olmayanları yanıltabilir; durumun sizin buyurduğunuz şekilde olduğunu zannedebilirler. İzin verirseniz hakkın saklı kalmaması için onların faziletlerini anlatan hadislerden bazılarını aktarayım.

Davetçi: Bizim insanlara özel bir bakışımız yoktur. Biz sadece akıl, mantık ve ilme tabiiyiz. Tek taraflı da konuşmuyoruz. Kuran’ın ayetleri ve her iki fırkanın (Şii ve Sünni) kabul ettiği apaçık sahih hadisler bizlere tek taraflı gösteriyor. 

Sahabe konusuna gelince; Allah şahittir ki, cahilce bir sevgi ya da nefret işin içinde yoktur. Taassuba hiçbir zaman kapılmadım ve kapılmayacağım da. Burada muhterem beylerden ricam, benim taassuba kapıldığımı; akıl, mantık ve delil dışı bir söz söylediğimi gördüklerinde beni uyarmalarıdır. Bundan da çok mutlu olurum.