DOKUZUNCU OTURUM

(2 Şaban 1345 Cumartesi akşamı)

(Grup vakti Nevvab Abdulkayyum Han, Gulam İmameyn Mevla Abdulahad Gulam Haydar Han ve Seyyid Ahmed Alişah adındaki beyler yanıma gelerek, hal hatırdan sonra şöyle dediler: “Bütün bu açıklamalardan sonra, özellikle de dün gece hakkı bulduk.

Biz inatçı ve bağnaz kimseler değiliz. Makam, mevki sevgimiz de yok. Bir ömür adetler üzere yaşadık. Hakkı bulduktan sonra adetler üzere yaşamak insaf değildir. Bu gece herkesin huzurunda açıkça Şii olduğumuzu ilan etmeyi kararlaştırdık.”

Ardından resmen Şii oldular, geçmişlerinden teberride bulundular.

Hoş sohbetin ardından toplantı bitene kadar beylerden susmala­rını, dinlenmelerini, görüş izharında bulunmamalarını istedim.

Sadece kendileri değil, bu konuşmaları gazete ve dergilerden oku­yan birçok temiz kalpli insanın da Şii olduklarını, fakat halktan utanarak, çekinerek ve bu şehir halkıyla muaşeretlerini devam ettirmek için takıyye etmek zorunda kaldıklarını söylediler.

Akşam namazından sonra beylerin tümü geldi, ikramlardan sonra toplantı başladı. Hafız Bey önceki gece etkilendiği için sadece iki tarafın konuşmalarını dinlemek istediğini belirtmişti. Bu yüzden Şeyh Abdusselam ile karşılıklı konuşmaya, tartışmaya başladık.)

Şeyh: Bu toplantılar boyunca sizden çok istifade ettik; güzel ahlak ve edebinize hayran kaldık. Bırakın dostları, düşman bile karşınızda teslim olmak zorunda kalır.

Siz her yerde Ehl-i Sünnet’in amel ve davranışlarını kınıyorsunuz. Ama Şii Müslümanların amellerine dokunmuyorsunuz, sürekli onları savunuyorsunuz. Halbuki bilindiği gibi Şiilerin çirkin amel ve davranışları ıslah edilemeyecek kadar kötüdür.

Davetçi: Ben hep hakkı savundum. Zira Hz. Ali (a.s) evlatlarına, özellikle de Hasan ve Hüseyin’e şöyle buyurmuştur:

“Hak için konuşun, ahiret için amel edin; zalime düşman, mazluma yardımcı olun.”

Muhaliflerimiz kınamış veya Şii Müslümanları savunmuşsam hak üzere yapmışımdır. Kınadığım şeyleri akıl, nakil ve mantık delilleri üzere kınadım. O halde siz de Şiilerin ıslahı bile mümkün olmayan çirkin işlerinin ne olduğunu söyleyiniz.

Seyh: Akıl ve rivayetin de çirkin bulduğu, Şii Müslümanların en büyük çirkin işi Hz. Aişe’ye dil uzatmalarıdır.

Halbuki bilindiği gibi Hz. Aişe Resulullah (s.a.a)’in eşi olma şerefine nail olmuştur. Ona dil uzatmanın nereye varacağını bilmiyorlar. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kötü kadınlara; temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşır. Bunlar (sonuncular), iftiracıların söylediklerinden uzaktırlar. Bunlar için bir bağışlanma ve güzel bir rızk vardır.”[22]

Davetçi: Şii Müslümanların Ümm’ül- Müminin Aişe’ye dil uzattığı iddiası büyük bir iftira ve yalandır. Haşa, sıradan Şiiler bile böyle bir şeye yeltenmemiştir. Nasibiler ve Hariciler bunu iftira ve yalanla Şiilere isnat etmişlerdir. Onlar zavallı Şiilere ihanet etmiş, bir grup insan da hiç araştırmadan, öncekilerin adeti üzere bu iftiraları kabul etmiş, itiraz etmişlerdir.

Nitekim şimdi de siz bu iddialarda bulunuyor, kınıyorsunuz. Bütün Şii kitaplarını araştırın, hiçbir yerde Ümm’ül- Müminin Aişe’ye dil uzatıldığını göremezsiniz, bu iddia büyük bir iftira ve yalandır.
İfk Olayı

Şii hadis ve tefsir kitaplarına bir göz atın, Ümm’ül- Müminini ifk (iftira) olayında nasıl savunduklarını açıkça görürsünüz. Halbuki Şiiler böyle bir inanca sahip olsalardı, Aişe’ye saldırmanın en uygun yeri ifk konusu olurdu.

Bu iddia ve iftiralar maalesef Peygamber-i Ekrem (s.a.a) zamanında sadece bazı münafık sahabeler tarafından ifade edilmiştir. Mistah bin Esase, Hassan bin Sabit ve Abdullah bin Ubey gibileri bu iftiralarda bulunmuştur. Bu yüzden de Kur’ân’da tam 17 ayet Aişe’nin temizliğini ispat etmiş, münafıkları yalanlamıştır.

Şii Müslümanların inancına göre Peygamberin eşlerine, Hafsa ve Aişe de olsa, dil uzatan kimse kafir ve mel’undur, kanı ve malı helaldir. Zira bu iftiralar bizzat Peygamber (s.a.a)’e yönelmektedir. Ayrıca bilmek icap eder ki Şiiler Müslümanlara sövme ve iftirada bulunmanın haram olduğunu da biliyorlar. Nerede kaldı ki Aişe ve Hafsa bile olsa Peygamber (s.a.a)’in eşlerine iftira edip sövsünler.
Eşler Övülme ve Kınanmada Her Açıdan Benzer Değildir

Ayrıca bilmek icab eder ki okuduğunuz ayet de düşündüğünüz gibi değildir. Eşler övülme ve kınanmada her açıdan ortak ve benzer değildir. Birisi iyi ve cennete layıksa, diğerinin de öyle olması gerekmez. Veya birisi fasık, kafir ve ateşe layıksa, diğerinin de onun gibi olması düşünülemez. Eğer böyle olmuş olsaydı bu eksiklik birçok şahıs için de geçerli olurdu. Özellikle de Hz. Nuh ve Hz. Lut’un eşi ile Firavun ve Asiye bunun en açık örneğidir. Nitekim Kur’ân’da şöyle buyuruluyor:

“Allah inkar edenlere Lut’un karısı ile Nuh’un karısını misal verdi. Bu ikisi kullarımızdan iki salih kişinin nikahları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. İkisine de: ‘Ateşe girenlerle beraber siz de girin’ denildi.”[23]

Nuh ve Lut’un Eşleri Cehenneme, Firavun’un Eşi İse Cennete Gidiyor


Bu iki ayette de eşlerin birbirini bağlamadığı açıkça ifade edilmektedir. Lut ve Nuh’un eşleri kendilerine hıyanet edince, o büyük Peygamberlerin eşi olmalarının kendilerine hiçbir faydası olmamıştır. Her ikisi de kafir olup cehenneme gitmektedirler. Özellikle de ayetin sonun da şöyle buyurulmuştur:

“...Ateşe girenlerle beraber siz de girin!”[24]

Öte yandan kafir Firavun’un eşi olan Asiye onunla eş olmaktan bir zarar görmüyor ve kocası cehenneme, kendisi ise cennete gidiyor. O halde sizin eşlilik ve zevciyeti bir şeref sebebi saymanız asla doğru değildir. Elbette ruhi, ahlaki ve davranış açısından aynı olduğu takdirde zevciyetin de bir etkisi vardır; yoksa kafir, Müslüman, münafık ve Müminin birbiriyle evliliğinden bir zarar veya menfaat söz konusu değildir. O halde Mümin bir erkeğin eşi fasık olursa eşini kötülemek, kötü ahlakını kınamak eşine bir zarar vermez. Halk o kadının kötü ahlakını beyan edince mümin eşinin makamına ihanet sayılmaz.

Şeyh: Çok geçmeksizin kısa bir süre içerisinde sözlerinizde büyük bir çelişki ortaya çıktı.

Davetçi: Bir oturumda değil, hatta ömrüm boyunca bile çelişkili konuşmamın imkanı yoktur; zira din ve mezhep konuları, ilmi ve akli bir meseldir; düzenli bir programa tabidir. 

Akaitte şahsi görüşleri söz konusu etmiyoruz; bizim akidemiz, filozof ve hükemanın sürekli değişen akideleri gibi değildir; ki herkes şahsi görüşünü söylemeye yeltensin. Eflatun’un görüşleri üstadı Sokrat’ın görüşünden farklıdır. Feyz ve Feyyaz’ın görüşü üstatları Molla Sadra’dan farklıdır.

Ama bilindiği gibi enbiya, özellikle de Hatem’ul-Enbiya’nın mektebinde yetişenler -O’nun ilim kapısı Hz. Ali (a.s)’dan beslendikleri için- asla çelişki sergilemezler. Dolayısıyla biz de çelişkili konuşmuyoruz...

Eğer dergi ve gazeteleri okuyup geçen gecelerde söylediğim sözlere dikkat edecek olursanız, Kur’ân’ı temel alan Ehl-i Beyt İmamları ve Resulullah (s.a.a)’in dininin büyüklerinin söz ve emirlerinden asla dışarı çıkmadığımı görürsünüz.

Hiçbirisi unutulacak veya değişebilecek şahsi görüşüm değildir. Şimdiye kadar söylediklerim ve bundan sonra de söyleyeceklerim, hep Kur’ân’dan ve din büyüklerinden istifade etmiş olduğum şeylerdir. Dolayısıyla konuşmamda herhangi bir çelişkinin olması mümkün değildir. Ama siz yine de çelişkinin ne olduğunu beyan ediniz.

Şeyh: Bir yerde tüm insanlara sövmenin haram olduğunu buyurdunuz, şimdi de Nuh ve Lut’un hanımlarının eşlerine hainlik ettiklerini beyan ediyorsunuz. Bu çelişki değil midir? Peygamberlerin eşlerine fuhuş, hainlik ve habislik nispeti vermeniz çirkin değil midir?

Davetçi: Kesin biliyorum ki kasıtlı olarak yanılıyorsunuz, insanların vaktini alıyorsunuz, safsata yapıyorsunuz. Sizin gibi alim birinden bu safsataları beklemiyordum, ayetteki hıyanetin manasını biliyorsunuz ve belki de Peygamberlerin eşlerini savunmanız, bunun genişlemesinden ve maksadınızın aksine apaçık gerçekleri ortaya çıkarmasından korkuyorsunuz.
Nuh’un ve Lut’un Hanımlarının hıyanet Etmesi

Hainliği fuhuş diye tabir etmeniz çok ilginçtir, fuhuşla hainlik arsında çok fark vardır. Peygamberlerin hanımları her türlü fuhuştan münezzehtirler; biz de hainliklerinden bahsediyoruz.

Evvela; her peygamberin eşi, o peygamberin söz ve davranışlarının aksini sergilerse haindir.

İkinci olarak; onların hainlik ettiklerini ben kendi yanımdan söylemedim ki hemen mugalata yaparak beni eleştirmeye kalkıştınız. Zira bizzat Kur’ân-ı Kerim; “fehanetahuma” (O ikisi hainlik ettiler.) buyuruyor. Onların hainliği fuhuş hainliği değildi. Zira arz ettim ki peygamberlerin eşleri bundan münezzehti; dolayısıyla onların hainliği, asilik, küfür ve nifak idi.

Ayrıca bilmek icap eder ki Nuh’un eşi kendisine muhalefeti, Hz. Nuh’u halkın yanında kötülüyordu; “Benim eşim delidir, sürekli onunla olduğum için onu tanıyorum, ona aldanmayın.” diyordu.

Hz. Lut’un hanımı da eve yeni gelen misafirleri kavmine haber veriyor, evin içindeki sırları düşmanlara bildiriyor, fitne ve fesada sebep oluyordu.

Ama sizin kendi lehinize delil gösterdiğiniz Nur süresindeki 26. ayetin manasına gelince; müfessirlerin ve Ehl-i Beyt (a.s)’dan gelen rivayetlerin ışığında o ayetin anlamı şudur:

“Kötü kadınlar kötü erkeklere uygundur, kötü erkekler de kötü kadınlara rağbet ederler; temiz kadınlar da temiz erkeklere layıktır, temiz erkekler de onlara rağbet ederler.”

Bu, Nur süresinin şu 3. ayetinin manasıdır: “Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenemez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir...”

Velhasıl bu ayet sizin iddianızla uyuşmamaktadır ve sizin maksadınızla hiçbir ilgisi yoktur.
Aişe’nin Hal ve Tavırlarına İşaret

Ümm’ül- Müminin Aişe’ye gelince; eğer o eleştiriliyorsa, bir tarafa olan sevgi veya buğz açısından değildir. Onun bilmeden yaptıkları işler sebebiyledir.

Aişe ömrü boyunca yerinde durmamış ve Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in eşlerinden hiçbirisinin, hatta Ömer’in kızı Hafsa’nın bile bulaşmadığı işlere bulaşmıştır. Şiilerin Aişe’yi eleştirmesi, kendi alimlerinizin bizzat kendi kitaplarında rivayet ettikleri şeyler çerçevesindedir. Yani Aişe, kendi hayat tarihini lekelemiş biridir.

Şeyh: Ümm’ül- Müminin Aişe’nin kendi tarihini lekelediğini söylemeniz sizin gibi birine yakışır mı?

Davetçi: Resulullah (s.a.a)’in eşlerinden Ümm’ül- Müminin Hz. Hatice (a.s) hariç hepsi biz Şiiler için aynıdır; Ümmü Seleme, Sevde, Aişe, Hafsa, Meymune ve diğerleri hep Ümm’ül- Müminin’dir, sadece Aişe’nin hal ve tavırları onu diğerlerinden ayırmış ve kendi tarihini lekelemiştir.

Bunu ben söylemiyorum, bizzat kendi büyük alimleriniz onun hayatının lekeli olduğunu rivayet etmiştir. Herkesin iyi veya kötü davranışları perde altında kalmaz, sonunda mutlaka ortaya çıkar. Ama siz var olan sevginiz sebebiyle olayı görmezlikten geliyor, rivayetleri hiçe sayıyor ve savunmaya kalkıyorsunuz.

Ama bilindiği gibi zavallı Şiiler bunları yazacak veya söyleyecek olursa, binlerce iftira atıyor, itirazda bulunuyorsunuz.

Eğer bir itirazınız varsa önce kendi alimlerinize itiraz ediniz, ki neden kendi kitaplarında rivayet etmişlerdir!

Şeyh: Her halde Ali’ye (k.v) yaptığı muhalefetten dolayı onu böyle tenkit ediyor ve kınıyorsunuz.

Davetçi: Hz. Ali, İmam Hasan ve Ehl-i Beyt’e (a.s) muhalefeti şöyle dursun, hayatındaki bu lekeler bizzat Hz. Peygamber (s.a.a) zamanından kaynaklanmaktadır. Zati ahlaki ve fıtratı gereği Peygamber (s.a.a)’e eziyet ediyordu. Sürekli Peygamber (s.a.a)’in emrine itaatsizlik ediyordu, bu hal üzere başkalarına da öyle davrandı.

Şeyh: Ümm’ül- Müminin Aişe’yi bu kadar küçük görmeniz ilginçtir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e eziyet ettiğini nasıl söyleyebiliyorsunuz? Halbuki bilindiği gibi Hz. Aişe de Kur’ân-ı Kerim’in şu ayetini okuyordu:

“Şüphesiz Allah’a ve Resulüne eziyet edenlere Allah dünyada da ahirette de lanet etmiş ve onlara aşağılatıcı bir azap hazırlamıştır.”[25]

O halde nasıl olur da Peygamber (s.a.a)’e eziyet edip dünya ve ahirette lanete uğrayabilir ve kendisi için ahirette aşağılayıcı bir azabı hazırlar? Dolayısıyla bu büyük bir iftira ve yalandır ve bu Şiilerin bir iftirasıdır.

Davetçi: Rica ediyorum bu kadar hakaret etmeyin; zira Şiiler iftira ehli değildir. Ortada olan deliller bu tür oyun ve desiselere gerek bırakmamaktadır.

Bu ayete gelince; tasdik ediyorum ki bu ayeti sadece Aişe değil, babası Ebu Bekir ve büyük sahabelerin hepsi de gördüler. Eğer insafınız olursa, önceki geceler naklettiğim rivayetler ışığında birçok gerçekler ortaya çıkar.
Aişe’nin Hz. Peygamber’e Eziyet Etmesi

Aişe’nin Peygamber (s.a.a)’e eziyet etmesi, sadece Şii kitaplarda yer almamıştır. Bizzat büyük alim ve tarihçileriniz de yazdığı üzere birçok defasında Resulullah (s.a.a)’ı üzmüş, O Hazreti incitmiştir.

Nitekim imam Gazali, İhya-u Ulum’ud- Din, “Adab’un- Nikah” kitabı, c. 2, s. 135’de, Aişe’yi kınayan birçok hadis rivayet etmiştir. Bunlardan biri de Aişe’nin Resulullah’a karşı çıkması ve Ebu Bekir’in hakemlik yaptığı olaydır. Mevla Ali Muttaki, Kenz’ul-Ummal c. 7, s. 116’da, Ebu Ya’la, Müsned’inde ve Ebu’ş- Şeyh Emsal kitabında şöyle yazmışlardır:

“Ebu Bekir kızı Aişe’yi görmeye gitti; çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) ve Aişe arasında bir rahatsızlık çıkmıştı. Peygamber (s.a.a), Ebu Bekir’i hüküm vermeye çağırdı. 

Aişe konuşurken Peygamber’e ihanet ediyor ve sürekli O’na; “Söz ve davranışlarında adil ol!” diyordu. Bu sözlerine dayanamayan Ebu Bekir kızının yüzüne öyle bir tokat vurdu ki elbisesi kana bulandı.”

İmam Gazali aynı “Nikah” babında ve diğerleri de kendi kitaplarında şöyle nakletmişlerdir: “Ebu Bekir, kızının evine girince Resulullah’ın üzgün olduğunu gördü. Onlara; “Aranızda geçenleri bana anlatın, ben hüküm vereyim.” dedi.

Peygamber (s.a.a) de Aişe’ye; “Sen mi konuşuyorsun, ben mi konuşayım?” diye sordu. Aişe; “Sen konuş; ama hakkı söyle!!” dedi.

Başka bir cümlede de Peygamber (s.a.a)’e şöyle dedi: “Sen Allah’ın Peygamber’i olduğunu mu sanıyorsun?!”

Acaba bu cümleler Peygamber (s.a.a)’in makamını yermek ve O Hazrete ihanet değil midir? Aişe Peygamber (s.a.a)’i hak Peygamber olarak kabul etmemiş miydi ki böylesine sözler konuşuyordu?

Bu ve benzeri birçok rivayetler sizin kitaplarınızda vardır ve hepsi de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i ne kadar üzdüğünü ifade etmektedir. 

Neden Sünni ve Şii tarihçiler ve hatta oryantalistler bile İslâm tarihinde Resulullah (s.a.a)’in diğer eşlerinden bahsetmemiş ve onları eleştirmemişlerdir. Hatta Ömer’in kızı Hafsa hakkında bile böyle bir eleştiri yoktur. Aişe’nin bizzat kendi yaptıkları onu kötü tanıtmıştır ve biz de Aişe hakkında sadece büyük alimlerinizin dediklerini diyoruz.

Acaba siz imam Gazali’nin kitaplarını, Taberi, Mesudi, İbn-i A’sam Kufi ve vb. kimselerin tarih kitaplarını okumadınız mı ki bizzat kendi alimleriniz, Aişe’nin Allah-u Teala ve Resulünün emirlerine itaatsizlik ettiğini söylemişlerdir! Allah-u Teala ve Resulüne itaatsizlik saadet ve mutluluğa sebep olabilir mi?

Şimdi de siz benim; neden Aişe’nin hayatının lekeli olduğunu söylediniz?” diye beni tenkit ediyorsunuz.

Hangi tarihi leke, Allah-u Teala’nın ve Resulünün emrine itaatsizlik, Peygamber (s.a.a)’in halifesine isyan etmek ve onunla savaşmaktan daha büyüktür?

Halbuki bilindiği gibi Allah-u Tela Peygamber (s.a.a)’in bütün eşlerine hitaben şöyle buyurmaktadır:

“Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın.” [26]

Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in bütün eşleri bu emre itaat etmişler ve zaruri bir iş dışında evden dışarı çıkmamışlardır.
Resulullah’ın Eşi Sevde’nin Sözü

Nitekim Sihah-i Sitte’de, hatta diğer hadis ve tarih kitaplarınızda da yazdığı üzere Peygamber (s.a.a)’in eşi Sevde’ye; “Neden hac ve umre yapmıyorsun, bu büyük sevaptan geri kaldın?” diye sorduklarında Sevde cevap olarak şöyle demiştir:

“Hac bana bir defa farzdı, onu da yerine getirdim; bundan sonra benim haccım ve umrem Allah-u Teala’nın şu emrine itaat etmemdir.

“Evlerinizde oturun...” O halde evden dışarı çıkmak bile istemiyorum, hatta Resulullah (s.a.a)’in beni oturttuğu o hücreden bile mümkün mertebe dışarı adım atmak istemiyorum. Ölünceye kadar da böyle kalacağım.”

Sevde sözünde durdu, evinden dışarı çıkmadı ve ancak ölünce cenazesini oradan çıkardılar. Sevde, Aişe veya Ümmü Seleme Peygamber’in eşleri ve müminlerin anneleridir; sadece amelleri farklıdır.

Ümmetin Aişe veya Hafsa’ya saygıları Ebu Bekir veya Ömer’in kızları oldukları için değildir; (ama siz bu açıdan saygı gösteriyorsunuz.) Resulullah (s.a.a)’in eşi oldukları içindir. 

Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in eşleri de takva sahibi oldukları takdirde övülecek bir makama sahiptirler. Nitekim Kur’ân’da şöyle buyuruluyor:

“Ey Peygamberin hanımları! siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah’tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maaruf (bilinen bir biçimde, hiçbir kuşkuya yol açmayacak) bir tarzda söyleyin.”[27]

Yani ey Peygamber’in hanımları, sizler şerafet ve fazilet açısından herkesten üstünsünüz, başkaları gibi değilsiniz; elbette muttaki ve Allah-u Teala’dan korkan kimselerden olmanız şartıyla.

Aişe’nin Hz. Ali’ye Karşı Muhalefeti ve O’nunla Savaşı

Dolayısıyla Sevde emin, takvalı ve itaatkâr bir kadındı. Ama Aişe isyankar bir kadındı. Allah-u Teala ve Resulünün emrinin aksine Talha ve Zübeyr’e kanarak (veya Ali (a.s)’a olan şahsi kini sebebiyle) Basra’ya giderek büyük bir sahabi ve Hz. Ali (a.s)’ın Basra valisi olan Osman bin Huneyf’i yakalayıp işkence ettiler.

Saçını, sakalını, kaşlarını yoldular, kırbaçlayarak Basra’dan dışarı attılar. Yüzden fazla suçsuz insanı katlettiler. Nitekim İbn-i Esir, Mesudi, Taberi ve İbn-i Ebi’l- Hadid bu olayı detaylıca yazmışlardır.

Aişe, Asker adında bir deveye binmiş, cahiliye devri savaşçıları gibi kaplan derisini giymiş ve zırha bürünmüş bir halde meydana çıkarak binlerce insanın kanının dökülmesine neden olmuştur.

Allah’tan habersiz şerefsiz insanların, kendi eşlerini evlerinde, tuttukları halde Resulullah (s.a.a)’in eşini o rezillikle insanların arasına çıkarmaları (ve bu kadının da bu duruma razı olması) Allah ve Resullünün emirlerine itaatsizlik değil midir?