Gerçekten İbrahim çok içli ve halim (yumuşak huylu) idi

Bu benzetmeler, Hz. Ali (a.s)’ı ahlakta peygamberlerin ahlakı ile ahlaklandığını ve sıfatla da vasilerin sıfatlarıyla vasıflandığını göstermektedir. Öyleyse muhterem beyler, eğer birazcık insafla dikkat edecek olursanız, Şia ve Sünni’nin ittifak ettiği bu hadisin delalet ve manasından, Hz. Ali (a.s)’ın mümkün olan bütün yüce sıfatlara sahip olduğunu ve o sıfatların enbiyanın üstün sıfatlarıyla eşit olduğunu anlayacaksınızdır. İşte bu kaide gereği, bütün sıfatları haiz olma bakımından O Hazretin bütün peygamberlerden üstün olması gerekir.

Bu Teşbih (benzetme) Hadisi de, Hz. Ali (a.s)’ın Hatem’ul- Enbiya hariç bütün peygamberlerden üstün olduğuna başka bir delildir. Zira büyük peygamberlere mahsus olan haslet ve sıfatlarda onlarla eşit olması ve başkalarının sıfat ve faziletlerini de kendisinde bulundurması, bütün peygamberlerden üstün olduğunu gerektirir.

Nitekim Şafii olan Muhammed bin Talha “Metalib’us- Süul” adlı kitabında mezkur hadisi naklettikten sonra, bu manayı tespit etmiş ve açıkça şöyle demiştir: “Resulullah (s.a.a) bu hadisi şerifte, Hz. Ali (a.s) için Adem’in ilmi gibi bir ilim, Nuh'un takvası gibi bir takva, İbrahim’in hilmi gibi bir hilim, Musa’nın heybeti gibi bir heybet,

İsa’nın ibadeti gibi bir ibadet sabit etmiştir.” Daha sonra şöyle ekliyor: “Bu sıfatlar, Hz. Ali’yi en yüce makama çıkarmıştır. Zira Hz. Peygamber (s.a.a) O’nu, zikr olunan bu sıfatlarla mürsel peygamberlere benzetmiştir.”

Acaba bu manayı sizin büyük alimleriniz kabullendiği halde, Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s)’dan başka, sahabe ve tabiin de olmak üzere bu ümmet arasında, büyük peygamberlerin sıfat ve güzel ahlaklarını kendisinde bulunduran birisini bulabilmeniz mümkün mü?

Nitekim Hanefi olan Şeyh Süleyman Belhi, “Yenabi’ul- Mevedde”nin 40. babında, Harezmi'nin Menakıb’ından naklen Muhammed bin Mensur’dan şöyle naklediyor: Ahmed bin Hanbel’den duydum ki şöyle diyordu: “Sahabeden hiç kimseye, Ali bin Ebi Talib’e nakledilen faziletler gibi fazilet nakledilmemiştir.”

Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 2. babında Muhammed bin Mensur ve imam Ahmed bin Hanbel'den şöyle naklediyor: “Ali bin Ebi Talip için gelen şey, Resulullah’ın ashabından hiç kimse için gelmemiştir.”

Hz. Ali (a.s)’ın üstünlüğü hakkındaki söz, sadece imam Ahmed bin Hanbel’e ait değildir; sizin insaflı alimlerinizin ekseriyeti bu manayı tasdik etmişlerdir. Nitekim Mutezili olan İbn-i Ebi’l- Hadid “Nech’ül- Belağa Şerhi”nin 1. cildinin 46. sayfasında şöyle diyor: “Hz. Ali (a.s), fazilet bakımından velayete daha evla ve layıktı. Zira O, Resulullah (s.a.a)’den sonra insanların en üstünü ve velayet makamından da hilafete bütün Müslümanlardan daha layık idi.”

Allah aşkına, Allah rızası için biraz insaflıca düşününüz. Acaba sizlerin, düşünmeden geçmişlerinizin adetleri üzerine onları taklit ederek delilsizce, bu sıfatlardan yoksun olanları böyle büyük bir şahsiyetten öne geçirmeniz insafsızlık değil mi? Acaba akıl ve fikir sahibi kimseler, geçmişlerinizin fikir ve anlayışlarının ne kadar seviyesiz olduğuna gülmüyorlar mı?

Zira onlar, siyaset ve grupçuluktan dolayı ümmetin en üstün olanını evine kapatarak O’ndan tam manasıyla aşağıda olan birisini hilafet makamına oturttular! En azından Sakife’deki hilafet gibi böyle mühim bir iş hususunda istişare yapmak için, -tamamen unutulsun diye- O’na haber bile göndermediler!

Hafız: Biz mi insafsızlık yapıyoruz yoksa siz mi? Oysa siz, Resulullah’ın sahabesinin delilsizce hilafete layık olmayanları öne geçirip hilafeti aldıklarını söylüyorsunuz. Gerçekten siz bizim hepimizi, düşüncesiz, cahil ve yersiz taklitçi ettiniz. Hangi delil icma delilinden daha büyük olabilir? Zira bütün sahabe ve ümmet, hatta mevlamız Hz. Ali (k.v) dahi icma ederek Ebu Bekir’in hilafetine hükmetmiş ve teslim olmuşlardır.

Ümmetin icmasının hüccet ve o icmaya itaatin vacip oluşu apaçıktır. Zira Resulü Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Benim ümmetim hata (başka bir nakle göre dalalet) üzerine icma etmezler.” Öyleyse biz körü körüne kendi geçmişlerimizin peşinden gitmemişiz.

Zira Resulullah’ın vefatından sonra, daha ilk gün bütün ümmetin toplanıp Ebu Bekir'in hilafetinin sahihliğini kabullendikleri zaman, biz de vaki olan bir işin karşısında yer aldık; aklın hükmünce bizim de itaat etmemiz gerekir.

Davetçi: Resulullah (s.a.a)’in vefatından sonra, hilafetin hakkaniyetine dair delilin ne olduğunu söyler misiniz? Yani hilafet hangi delile göre sabit olur?

Hafız: Resulullah (s.a.a)’in vefatından sonra hilafetin hakkaniyetine dair en büyük delil, Resulullah’tan sonra ümmetin icmasıdır. Bütün akıl sahipleri ve bilginlerin teslim olmak için dizini yere getiren icma deliline ilaveten, öncelik hakkını Ebu Bekir ve Ömer’e veren şey, onların yaşlı olmalarıdır. Ali (k.v), bütün fazilet,

kemal ve Resulullah’a yakınlığına rağmen, onlardan yaşça küçük ve genç olduğu için geride kaldı. Hakikaten bir gencin, sahabenin büyüklerinden öne geçmesi de doğru değildi. Biz hilafet bakımından Ali’nin (k.v) geride kalmasını O’nun için bir eksiklik görmüyoruz; çünkü O’nun daha faziletli olduğu herkesin yanında sabittir.

Halife Ömer’in naklettiği şu hadis de: “Nübüvvet ve saltanat bir ailede toplanmaz.” Ali’yi (k.v) hilafet makamından düşürmüştür; çünkü Ali, Resulullah’ın Ehl-i Beyti’ndendi; bundan dolayı hilafet makamına geçemezdi.

Davetçi: Bu tür delillerin sizin gibi bir bilginden duyulması gerçekten şaşırtıcıdır. Ne kadar da geçmiş adetlerin etkisi altında kalarak körü körüne düşünmeden hakkı göz ardı edip boş delillere sarılıyorsunuz; ki bu delillere oğlunu kaybeden anne bile güler. Kendiniz de birazcık düşünecek olursanız, bu tür delillerin boş ve çer-çöpe sarılmak olduğunu anlayacaksınız.

Ama üzülecek nokta şudur ki, beyler bir saat dahi taassup ve Tesennün elbisesini çıkarıp da asılsız ve boş deliller karşısında, Şia’nın büyük alimlerinin delilleri hakkında derincesine düşünüp onları tetkik etmeye hazır olmuyorlar.

Sizin avamınız Şia’nın delillerinden habersiz olduğu gibi sohbet etmiş olduğum alimlerinizi de Şia’nın delillerinden habersiz ve taassuba gömülmüş olarak gördüm. Bunun tek sebebi, sizin kütüphanelerinizde okumak için Şia’nın büyük kelam ve hadis alimlerinin kitaplarının bulunmayışı ve bu kitapları kutub-u dalle (saptırıcı kitaplar) olarak tanıtıp birbirlerini onları okumaktan men etmeleridir.

Ben kendim, Basra, Bağdat, Beyrut ve Halep’te, yani Sünnîlerin oturmuş olduğu bölgelerde, kitapçılara gidip Şia alimlerinin muteber kitaplarını sorduğumda tanımadıklarını söylüyorlardı. Hatta Ehl-i Sünnet alimleri tarafından velayet makamının ispatı, Peygamberin itret ve Ehl-i Beytinin fazileti hakkında yazılıp basılmış olan kitapları bile satış piyasasına bırakmazlar. Eğer bazen tesadüfen Şia kitaplarından biriyle karşılaştığınızda da, onu kin ve düşmanlık gözüyle okuduğunuzdan dolayı,

öyle öfkelenip sinirlenirsiniz ki, hakikatin keşf olup kamil bir neticenin elde edilmesi için, o kitapları ilim ve mantık dairesine sokmazsınız. Ama tam aksine, biz Şia camiasından taraf, sizin alimlerinizin kitaplarını neşretmek için hiçbir engel ve sakınca yoktur. Hatta sizin alimleriniz tarafından yazılmış olan muteber kitaplar, tefsir, edebiyat ve hadis ilmi kitapları, Şiaların pazarında satışa sunulmuş, şahsi ve umumi kütüphanelerde, evlerde okunup okutulmaktadırlar.

Şimdi üzerimde var olan büyük sorumluluktan dolayı, aydın fikirli beylerin görüşlerini celbetmek, sağlam ve red olunmayacak delillere sahip oldukları düşüncesine kapılmamaları için, meclisin vaktine riayet ederek kısaca cevap vermek istiyorum.