Hayber Fethinde Rayet (Bayrak) Hadisi

Hz. Ali’nin, Allah’ın sevgilisi ve savaş meydanlarının yenilmez kahramanı olduğuna ve asla savaştan kaçmadığına delalet eden delillerden birisi de sizin sahih kitaplarınızda nakledilen ve inatçı Nasibilerden başka Ehl-i sünnet ve’l- cemaat alimlerinin hiçbirinin inkar etmediği Rayet (Bayrak) hadisidir.

Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Rayet hadisi nedir? Zahmet olmazsa, senet silsilesiyle beyan ediniz.

Davetçi: Bu hadisi, her iki fırkanın büyük alim ve tarihçileri ittifakla nakletmişlerdir. Muhammed bin İsmail el-Buhari, Sahih-i Buhari’nin ikinci cildi olan Cihat ve Seyr kitabının “Dua’un- Nebi” babında, yine sahih-i Buhari’nin 3. cildi olan “Meğazi” kitabının “Hayber Gazvesi” babında, Müslim bin Haccac, Sahih-i Müslim diye meşhur olan kitabının c. 2, s. 324’ünde; imam Abdurrahman Nesai “Hasais’ul- Alevi”de; 

Tirmizi, Sünen-i Tirmizi diye meşhur olan kitabında, İbn-i Hacer Askalani “İsabe”nin c. 2, s. 508’inde, Muhaddis-i Şam kendi tarih kitabında, Ahmed bin Hanbel Müsned’inde, İbn-i Mace Kazvini Sünen’inde, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde” 6. Babında, Sibt bin Cevzi Tezkire’de, 

Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet’ut- Talib”in 14. babında, Muhammed bin Talha eş-Şafii “Metalib’us- Süul”da, Hafız Ebu Naim İsfehani “Hilyet’ul- Evliya”da, Ebu’l- Kasım Taberani “Evset”te, Ebu’l- Kasım Hüseyin bin Muhammed (Rağıb-i İsfehani) “Muhazırat’ul- Uduba”nın c. 2, s. 212’inde, velhasıl büyük alim, muhaddis ve tarihçileriniz bu hadisi nakletmişlerdir.

Hatta Hakim şöyle diyor: “Bu hadis (Bayrak hadisi), tevatür haddindedir.” Taberani de şöyle diyor: “Hz. Ali’nin Hayber’i feth etmesi, tevatür ile sabittir.”

Hadisin özeti şudur: İslam ordusu Hayber kalesini kuşattıkları zaman, Ebu Bekir ve Ömer’in komutasında üç defa yenilgiye uğrayıp kaçtıklarında, ashap bir avuç Yahudiler karşısında alışmadıkları ard arda yenilgilerinden dolayı tedirgin olup sıkılmaya başladılar. Resulullah (s.a.a) Müslümanların moralinin yeniden yükselmesi için zafer müjdesi vererek şöyle buyurdular:

“Allah’a andolsun ki yarın bayrağı öyle birinin eline vereceğim ki, kerraren ğayr-i ferrardır (düşmana amansızca saldırıp kaçmayan birisidir); Allah (c.c) O’nun eliyle Hayber’i fethedecek; O, Allah ve Resulünü seviyor, Allah (c.c) ve Resulü de O’nu seviyorlar.”

Ashap o gece, bu fazilet ve şerefin kime nasip olacağını çok merak ettiklerinden rahat uyuyamadılar. Sabah olunca herkes savaş elbiselerini giyip Resulullah’ın huzuruna çıktılar. Resulullah (s.a.a) onlara bakarak şöyle buyurdu:

“Kardeşim ve amcam oğlu Ali bin Ebu Talip nerededir?”

Onun her sorununu çözen Ali nerede?

Onun kalp kilidinin anahtarı Ali nerede?

Ashap: “Ya Resulellah! Ali’nin gözleri ağrıyor; öyle ki hareket edemiyor.” dediler.

Resulullah (s.a.a) Selman’a: “Onu bana getir.” diye buyurdular.

Salman gidip Hz. Ali’nin elinden tutarak getirdi. Hz. Ali (a.s) gözleri kapalı bir şekilde Resulullah (s.a.a)’in huzuruna varıp selam verdi.

Resulullah (s.a.a) selamın cevabını verdikten sonra; “Ya Ebe’l- Hasan! Durumun nasıldır?” diye sordu.

Hz. Ali de; “Elhamdülillah iyiyim; sadece başım ve gözlerim ağrıyor, gözlerimi açamıyorum.” dedi.

Resulullah (s.a.a); “Yaklaş” diye buyurdular.

Hz. Ali de yaklaştı. Allah Resulü mübarek ağzının suyundan Hz. Ali’nin gözlerine sürerek ona dua etti. Bu dua neticesinde Ali (a.s)’ın gözleri iyileşti, hatta hiç ağrı izi kalmadı.

Daha sonra İslâm bayrağını Ali’ye (a.s) verdi ve zafer kazanması için Yahudilerin kalesi Hayber’e doğru hareket etmesini emretti. Hz. Ali (a.s) düşmana doğru hareket edip onların, Marhab, Haris, Hişam ve Alkame gibi büyük kahramanlarını öldürerek çok önemli olan Hayber kalesini fethetti.

İbn-i Sabbağ Maliki “Fusus’ul- Mühimme”nin 21. sayfasında bu rivayeti Sahih-i Sitte’den nakletmiştir. Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii kitabının 14. babında bu rivayeti zikrettikten sonra şöyle diyor: Resulullah’ın özel şairi olan Hasan bin Sabit, şu şiiri o esnada Hz. Ali’nin methinde okudu:

Ali’nin gözleri ağrıdığından ilaç arıyordu,

Tedavi edecek birini bulamıyordu,

Resulullah tükürüğüyle onu iyileştirdi;

Derken üflenen ve üfüren mübarek oldu.

Buyurdu; bugün bayrağı öyle bir süvariye vereceğim ki,

Savaşta dilâver, cesur ve savunucudur.

O, Allah’ı ve Allah da O’nu seviyor;

Allah sağlam kaleleri onunla fethedecektir.

Bu yüzden Ali’yi bu özelliklerle muhtas kıldı;

O’nu kendine vasi ve kardeş seçti.

İbn-i Sabbağ, Sahih-i Müslim’den Ömer bin Hattab’ın şöyle dediğini nakletmiştir:

“Alemdarlığı (bayraktarlığı) sevmezdim; ama o gün onu almaya çok hırslıydım. Böyle bir iftiharın bana nasip olması için, beni seçer diye kendimi Resulullah’a gösteriyordum. Ama yine de Ali’ yi çağırdı ve bu büyük iftihar ona nasip oldu.”

Sibt bin Cevzi “Tezkire”nin 15. sayfasında, imam Ebu Abdurrahman Ahmed bin Ali en-Nesai “Hasais’ul- Alevi”de Ali’nin Hayber’deki alemdarlığı konusunda, on iki rivayet ve hadis naklettikten sonra, Ömer’in bu rivayetini ve onun alemdarlığa olan arzusunu 18. hadiste nakletmiştir.

Yine Celaluddin Süyuti “Tarih’ul- Hulefa”da, İbn-i Hacer Maliki “Savaik”de ve İbn-i Şiruye “Firdevs’ul- Ahbar”da Ömer bin Hattab’ın şöyle dediğini naklediyorlar: “Ali’ye üç şey verildi ki bunlardan birisinin bana verilmesini, kırmızı tüylü develerin benim olmasından daha çok severdim: 1- Ali’nin (a.s) Fatıma ile evlenmesi. 2-O’nun bütün hallerde camiye girebilmesi; ki bu ondan başka hiçbir kimseye caiz değildi.3- Hayber fethinde bayrağın O’na verilmesi.

Kısacası, bu rivayetten de Hz. Ali’nin, tüm ümmetin içinde Allah ve Resulünün sevgilisi olduğu anlaşılmaktadır.

Tayr-i Meşviy (Kızartılmış Kuş) hadisi, dün gece arz olundu. O da Hz. Ali’nin, Allah ve Resulünün (s.a.a) sevgilisi olduğuna delildir. Bunu cahil veya mutaassıp kimselerden başkası reddetmez.

Güvenilir ravilerinizden kısaca nakledilen bu rivayetlerden, tüm güzel sıfatların kendisinde toplanan ve “O, Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu severler” ayeti kapsamına giren kişinin, müminler veya sahabeler değil, Emir’ul- Muminin Hz. Ali olduğu kanıtlanmış oldu.

Şimdi, benim ihanet ve hakaret kastım olmadığı beyler tarafından anlaşılmıştır sanırım. Ben sadece tarihte nakl olan gerçekleri ve kendi alimlerinizin ifade ettikleri açık delilleri zikrettim.

Tarihte yer alan gerçekler ve alimlerinizin açıkladıkları bunca sözlerden, savaş meydanında kafirlere karşı şiddetli ve ilmi bahislerde güçlü olanın Hz. Ali (a.s) olduğu anlaşılmış olmaktadır.

Bu dediklerime ilâveten, bu ayetin Hz. Ali’nin vasfı hakkında nazil olduğunu, sizin büyük alimleriniz de kabul etmişlerdir. Şimdi hatırımda olanı örnek olarak arz ediyorum: Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii (Ö: 658) “Kifayet’ut- Talib”in 13. babında, Resulullah (s.a.a)’in bu hadisini; 

“Kim Adem, Nuh ve İbrahim Peygamberlerin yüzüne bakmak istiyorsa, Ali’ye baksın.” naklettikten sonra şöyle diyor: “Ali öyle bir şahıstır ki, Allah Teala Kur’ân’da O’nu şu ayetle vasfetmiştir:

“Onunla beraber olanlar, kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametlidirler.”

Allah-u Teâla mezkur ayette Hz. Ali’nin kafirlere karı güçlü ve şiddetli olduğuna tanıklık ediyor. Eğer onun cesareti, yiğitliği, kılıcı ve ilmi tartışmalarda mantıklı ve ikna edici delilleri olmasaydı, İslâm yaygınlaşmaz ve Müslümanlar da ilerleyemezdi.

Nitekim Muhammed bin Talha eş-Şafii “Metalib’us- Süul”da Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyor:

“İslâm, Ali’nin kılıcı ve Hatice’nin malıyla güçlendi.”

Öyleyse Hz. Ali (a.s), bu makama herkesten daha çok layık ve daha öncelikli idi.

Ama buyurmuş olduğunuz: “Mağara ayetindeki “Ruhama-u beynehum” (Müminlere karşı merhametlidir) cümlesi, Osman bin Affan’ın şanında nazil olmuştur ve üçüncü mertebede onun hilafetine işarettir;

çünkü o, çok yumuşak kalpli ve merhametli birisiydi.” Şeklindeki sözünüze gelince; Maalesef bu itikat da, tarihin şahadetine göre onun ahlak yapısıyla asla bağdaşmıyor. Bu sözümüze bir çok deliller vardır. Fakat, artık burada sohbetimizi noktalamak istiyorum. Çünkü bu konuyu anlatmanın kırgınlık yaratacağından korkuyorum.

Hafız: Eğer sahih senet ve delillerle sohbet ederseniz, asla kırgınlığa yol açmaz. Onlara hakaret etmeden deliliniz varsa buyurun.

Davetçi: İlk önce şunu belirtmeliyim ki ben hakaret edici değilim. Katılımcıların da şahit olduğu gibi bana hakaretler edildi ama ben bunlara sadece delil ve burhan ile cevap verdim.

İkinci olarak; bu konudaki deliler o kadar çoktur ki, hepsini nakledip delillendirecek olursam, bu meclisin vakti yetmez. Ama emrettiğiniz için, bu delillerden bazısını özet olarak aktarmak istiyorum. Artık sizin kendiniz insafla, kimin merhamet ve yumuşak kalp sahibi olduğuna hüküm verirsiniz.
Osman’ın Tavır ve Davranışı Ebu Bekir ve Ömer’in Hilafına İdi

İlk önce şunu belirtmeliyim ki sizin ve bizim büyük tarihçilerimizin ittifak ettiklerine ve hatta sizin muteber sahih kitaplarınızın yazdığına göre de Osman, Resulullah’ın sünnet ve Şeyheyn’in siretine aykırı olarak hareket etmiştir. Örneğin:

İbn-i Haldun, İbn-i Hallakan, İbn-i A’sem-i Kufi, Mes’udi (Müruc’uz- Zeheb’in c. 1, s. 435’inde), İbn-i Ebi’l- Hadid (Nehc’ul- Belağa Şerhi’nın1. cildinde) ve sizin diğer büyük alimleriniz kendi kitaplarında şöyle yazmışlardır: “Osman bin Affan hilafet makamına yetiştiğinde, Resulullah (s.a.a)’in sünneti ve Şeyheynin (Ebu Bekir’le Ömer’in) siretine aykırı olarak hareket etti...”

Oysa bütün tarihçilerin ittifakına göre, Abdurrahman bin Avf (halife Ömer’in düzenlediği) şura meclisinde, Allah’ın kitabı, Resulullah’ın sünneti ve Şeyheyn’in siretine aykırı davranmayacağı ve Emevilerden kimseyi işbaşına getirmeyeceği sözü üzere Osman’a biat etti.

Ama Osman işbaşına gelince, sözünün tam aksine onların siresine ve verdiği ahde aykırı hareket etti. Bildiğiniz gibi Kur’ân-ı Kerim ve sahih sünnetin hükmüne göre ahdi bozmak büyük günahlardandır. Büyük alim ve tarihçilerinizin apaçık ifadelerine göre, halife Osman amelen ahdine vefa etmedi. Hilafet döneminin tümünde Şeyheyn’in hilafına hareket etti ve Beni Ümeyye’yi işbaşına getirerek onları halkın namus ve malına musallat kıldı. İşte bu, onun için büyük bir lekedir.

Hafız: Resulullah (s.a.a)’in sünneti ile Şeyheyn’in (r.z) siretinin aksine nasıl davrandı?

Davetçi: Resulullah (s.a.a)’ın sünneti ve Şeyheyn’in siretinin aksine attığı ilk adımı tarihçiler genişçe yazmışlardır. Örneğin; her iki fırkanın da kabul ettiği muhaddis ve tarihçi İbn-i Mesud “Müruc’uz- Zeheb”in c. 1, s. 433’ünde olayı kısaca şöyle zikretmiştir:

“Osman, çok değerli taş ve kerestelerle kendisine bir saray yaptırdı. Pek çok mal toplayıp bunları hesapsızca Emevi ve diğerlerine bağışlıyordu. Örneğin; kendi zamanında feth edilen Ermeni şehirlerinin humsunu, (hiçbir şer’i cevazı olmadan) mel’un Mervan’a bağışladı.

Buna ek olarak Beyt’ul- Maldan Mervan’a nakit 1000 dirhem daha bağış yaptı. Yine Beyt’ul- Maldan Abdullah bin Halid’e 400 bin dirhem, Resulullah’ın sürgün ettiği mel’un Ebu’l- As’a 100 bin dirhem ve 200 bin dirhem de Ebu Süfyan’a bağışladı. (Nitekim İbn-i Ebi’l- Hadid de “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin c. 1, s. 68’inde bunlara ilâve şunları da kaydetmiştir:)

Osman’ı öldürdüklerinde, şahsi hazinedarının yanında 150 bin dinar ve iki korur[1] dirhem nakit parası vardı. Ayrıca gayri menkul olarak da 100 bin dinar değerinde Kura Vadisi ve Huneyn’de arazisi vardı. Bunlara ilâve çöllerde sayısızca koyun, sığır ve devesi vardı.

Osman’ın bu ameli, iş başına getirdiği Emevi ve diğer kabile büyüklerinin, halkın malını yağmalayarak kendisinin sahip olduğu maldan daha fazla bir mal ve servet elde etmelerine yol açtı.”

“Halk yöneticilerin dini üzeredir.” sözü çok meşhurdur.

Şeyh Sadi de şöyle diyor:

Eğer Çiftçinin bahçesinden padişah bir elma yerse,

Onun köleleri ağacı kökünden kazıverirler.

Osman’ın, halkın büyük bir çoğunluğunun aç ve fakir olduğu bir dönemde Resulullah (s.a.a)’in halifesi adına bu şekilde mal-servet toplaması ve davranışı, aklen ve naklen çirkin olmasının yanı sıra, Şura günü taahhüt ettiği arkadaşları Ebu Bekir ve Ömer’in yol ve tutumlarına da aykırı idi.

Mes’udi “Müruc’uz- Zeheb”in 1. cildinde Osman’ın hayatını anlatırken şöyle yazıyor: Halife Ömer, oğlu Abdullah ile Hacca gittiklerinde, gidiş dönüş masrafları toplam 16 dinar oldu. Halife oğlu Abdullah’a: “Biz yaptığımız masrafta israf ettik” dedi.

Şimdi siz beyler, halife Ömer’in yaşantısıyla Osman’ın savurganlığı arasında kıyas yaparak kendiniz hüküm verin. Şunu tastık ediniz ki, Osman verdiği söz ve taahhüdün tam aksine hareket etmiştir.


Osman’ın Beni Ümeyye Fasıklarını İşbaşına Getirmesi

İkinci olarak; Osman, Beni Ümeyye’nin en fasık, en facir insanlarını iş başına getirdi ve onları halkın mal, can ve ırzına musallat kıldı; Resulullah (s.a.a)’ın ve Şeyheynin (Ebu Bekir’le Ömer’in), kendilerinden razı olmadıkları kimseleri iş başına getirdi.

Örneğin: Osman, tarihin şahitliğine göre, Resulullah’ın sürdüğü ve lanetlediği kimseler olan mel’un amcası Hakem bin Ebi’l- As’la oğlu Mervan bin Hakem’i iş başına getirmiştir.

Hafız: Onların sürüldüğüne ve lanetlediğine dair deliliniz nedir?
Beni Ümeyye, Hekem Bin Ebi’l- As ve Mervan’nın Allah ve Peygamber Tarafından Lanetlenmesi

Davetçi: Lanetlediklerine dair iki türlü delil vardır. Birincisi umumidir. Allah-u Teâla, İsra (17) suresinin 60. ayetinde Beni Ümeyye’yi “Şecere-i mel’une” (lanetlenmiş ağaç) olarak tanımlamaktadır.

Nitekim Fahr-u Razi, Taberi, Kurtubi, Nişaburi, Süyuti, Şevkani, Alusi, İbn-i Ebi Hatem, Hatip Bağdadi, İbn-i Merduye, Hakim, Makrizi, Beyhaki ve kendi alim ve müfessirlerinizden diğer kimseler, mezkur ayetin tefsirinde İbn-i Abbas’tan (r.a) şöyle nakletmişlerdir:

“Kur’an’da Lanetlenmiş ağaç”tan maksat, Emevilerdir. Zira Resulullah (s.a.a) uykuda onları, minber ve mihrabına saldıran maymunlar şeklinde gördü.

Hazret uyandıktan sora Cebrail, mezkur ayetin nazil olduğunu haber vererek dedi ki: “Rüyandaki gördüğün maymunlar, Emevilerdir; onlar senden sonra hilafeti gasp edeceklerdir. Mihrap ve minberin 1000 ay onların tasarrufu altında olacaktır.

Fahr-u Razi, İbn-i Abbas’tan naklediyor ki: “Resulullah (s.a.a), Beni Ümeyye arasından özellikle Hekem bin Ebi’l- As’ı adıyla anıyordu.”

Binaenaleyh Kur’ân-ı Kerim’in hükmüne göre, Hekem bin Ebi’l- As “Şecere-i mel’une”den olduğu için mel’undur. Resulullah (s.a.a) özellikle onun adını anınca lanet okuyordu.

Her iki fırkanın muteber ravilerinden, onların lanetlendiklerine dair bir çok hadis nakledilmiştir. Ama toplantının ilk gecesinde Şia hadislerinden delil getirmeyeceğimizi kararlaştırdığımızdan dolayı hatırımda kaldığı kadarıyla, hakikatin keşf olması için sadece sizin alimlerinizin naklettikleri hadis ve rivayetlere değinmek istiyorum:

Hakim-i Nişaburi “Müstedrek”in c. 4, s. 487’inde, İbn-i Hacer-i Mekki de “Savaik”te Hakim’den şöyle naklediyor: Resulullah (s.a.a)’den nakledilen şu hadis sahih bir senetle bize ulaşmıştır:

“Ehl-i Beytim benden sonra, yakın bir zamanda ümmetimden onları öldüren ve onları avare eden bazı kimselerle karşılaşacaklar; Beni Ümeyye, Beni Muğayre ve Beni Mahzum kabilelerinin bize olan kin ve düşmanlıkları herkesten daha fazladır.”

Resulullah (s.a.a) bu sözü buyurduklarında Mervan çocuktu. Hazret ona işaret ederek şöyle buyurdular: “İşte bu vezeğ (kertenkele) oğlu vezeğ ve mel’un oğlu mel’undur.”

Yine İbn-i Hacer, -bir hadis arayla Ömer bin Mirret’il- Cuhni’den- “Savaik”de, Halebi “Siret’ul- Halebiyye”nin c. 1, s. 337’sinde, Belazuri “Ensab”ın c. 5, s. 126’ında, Süleyman Belhi “Yenabi’ul- Mevedde”de, Hakim “Müstedrek”in c. 4, s. 481’inde, Demiri “Hayat’ul- Heyavan”nın c. 2, s. 299’unda, İbn-i Asakir kendi tarihinde, imam’ul- Harem “Zehair’ul- Ukba”da diğerleri Ömer bin Mirre’den şöyle nakletmişlerdir:

“Hekem bin Ebi’l- As, Resulullah (s.a.a)’in yanına varmak için izin istedi. Resulullah (s.a.a) onu sesinden tanıyarak şöyle buyurdular:

“O’na izin verin, Allah’ın laneti onun ve mümin olanlar hariç onun soyundan gelecek olanların üzerine olsun; onun soyundan gelecek olan müminler ne de azdır!”

İmam Fahr-u Razi, Tefsir-i Kebir’in 5. cildinde, “Şeceret’ul- mel’une” (Lanetlenmiş ağaç) ayetinin manasında Ümm'ül- Mü’min’in Aişe’nin sözüne değinmektedir. O, Mervan’a şöyle diyordu:

“Sen babanın sulbünde iken Allah-u Teâla onu lanetledi; sen Allah’ın lanetlediği zatın bir parçasısın.”

Allame Mes’udi “Müruc’uz- Zeheb”in c. 1, s. 435’inde diyor ki: “Mervan bin Hekem, Resulullah’ın Medine’den kovduğu ve sürdüğü bir kimse idi.”

Mervan’ın, Ebu Bekir ile Ömer’in zamanında Medine’ye gelmesine izin verilmedi. Ama Osman halife olur olmaz, Resulullah (s.a.a), Ebu Bekir ve Ömer’in aksine onu Medine’ye getirdi ve Beni Ümeyye’den olan diğer kimseleri kendi yanına toplayarak onlara aşırı derecede ilgi gösterdi.

Nevvab: Kıble sahip (alicenap)! Hekem bin Ebi’l- As kimdi ve Resulullah (s.a.a) neden onu Medine’den sürgün etti?

Davetçi: Hekem bin Ebi’l- As Osman’ın amcası idi. Taberi, İbn-i Esir ve Belazuri’nin “Ensab”ın c. 5, s. 17’sinde yazdıklarına göre, Hekem cahiliyet döneminde Resulullah’ın komşusu idi. O Hazreti, özellikle bi’setten sonra çok incitiyordu.

Mekke’nin fethinden sonra Medine’ye gelerek zahirde İslam’ı kabul etti. Ama sürekli olarak toplumda Peygamber’i tahkir etmeye çalışıyordu. Resulullah (s.a.a) hareket ettiğinde, Hekem, Hazretin peşine takılarak O’nu, gözü, eli, ağzı, burnu ve hatta namazda bile bir takım hareketleriyle alay ederek küçümsemek istiyordu.

Resulullah (s.a.a), bu hareketlerinden dolayı ona beddua etti. Bu dua neticesinde o havâleye yakalanarak ahmaklaşıp yarı deli oldu. Bir gün (özür dilemek için) Resulullah (s.a.a)’in evine gitti. Hazret dışarı çıkarak: “Kimse ondan taraf özür dilemesin; o, onun oğlu Mervan ve diğer aile fertleri Medine’yi terk etmelidirler.” buyurdu.

Böylece Resulullah (s.a.a)’in emriyle Taif’e sürgün edildiler. Ebu Bekir ve Ömer’in hilafetleri döneminde, Osman şefaat ederek onların Medine’ye döndürülmesini istediyse de onlar kabul etmeyip şöyle dediler: “Resulullah’ın kovduğu ve sürdüğü kimseleri biz geri döndüremeyiz.”

Ama Osman’ın kendisi hilafete ulaştığında, sahabe ve Müslümanların itirazlarına itina etmeyip onları Medine’ye getirdi. Üstelik onlara ikram ve bağışlarda bulundu; Mervan’ı hilafet sarayının reisi yaptı. Beni Ümeyye’nin bütün önde gelenlerini kendi etrafına toplayarak çok hassas, çok önemli görev ve makamları onlara verdi. İkinci halife Ömer’in de önceden tahmin ettiği gibi bunlar onun bedbahtlığına sebep oldular.