Hz. Fatıma’nın Çocuk Düşürdüğüne Dair Rivayetler

Davetçi: Az önce arz ettim ki, vaktimizin kısıtlı olduğundan dolayı, nakl olan haberleri özet olarak aktarmaya çalıştım. Bu konuda rivayet çoktur. Sadece bunu belirtmek istedim ki, muvahhid ve ahirete inanan takvalı Şialar yalan söylemezler ve hiç kimseye karşı da şahsi garaz ve düşmanlıkları yoktur.

Beylerin, her iki fırkanın kabul ettiği meşhur tarihçi ve değerli alim Ebu’l- Hasan bin Ali bin Hüseyin el-Mes’udi’nin (Ö.H.347) “Müruc-uz Zeheb” adlı eserine müracaat etmeleri çok iyi olur.

Mes’udi o günün olaylarını genişçe naklederek şöyle diyor: “...Derken Hz. Ali’ye saldırdılar; O’nun evinin kapısını yaktılar ve evde bulunanları zorla çıkardılar ve hanımlar efendisi Fatıma’yı ise kapı ile duvar arasında sıkıştırdılar; bu esnada Muhsin adlı çocuğunu düşürdü.”

Öyleyse biliniz ki, bunlar Şiaların uydurması değil, aksine tarihe geçen vakıalardır. Tarih kesinlikle kaybolmayacaktır; eğer bazı kimseler, o olayları yazmaktan çekinmişlerse de diğer insaflı insanlar onları yazıp korumuşlardır.

Çocuk düşürme olayı tarihte, güneşten daha açık ve nettir. Ancak bazı alimler, halifelerini sevdiklerinden dolayı gerçekleri saklayıp susmayı tercih etmişlerdir. Bununla birlikte bazı gerçekler farkında olmaksızın kaleme alınmış ve bizim iddiamıza birer delil olmuşlardır.

Konunun daha fazla açıklığa kavuşması için İbn-i Ebi’l- Hadid’in “Nehc’ul- Belağa Şerhi” adlı kitabının c. 3, s. 351’ine müracaat ediniz. O şöyle diyor: Mutezile şeyhlerinin büyüklerinden olan üstadım Ebu Cafer’e; “Hebbar bin Esved’in süngü ile Hz. Resulullah’ın kızı Zeyneb’in tahtırevanına saldırdığında,

Zeyneb’in korkudan çocuk düşürdüğü[6] haberi Resulullah’a ulaştığında Resulullah (s.a.a) Hebbar’ın kanını mubah kıldı.” dedim. Ebu Cafer bu söze karşılık; “Eğer Resulullah (s.a.a) hayatta olsaydı, Fatıma’yı korkutarak O’nun çocuğunun düşmesine sebep olan şahısın da kanını mubah kılardı.” dedi.

Yine Selahattin Halil bin Ebik es-Sıfdi “Vafi bil Vefeyat” adlı eserinde, Elif harfli isimler listesinde İbrahim bin Seyyar bin Hani el-Basri’nin (Nezzam-ı Mutezili diye meşhurdur) söz ve inançlarını naklederken onun şöyle dediğini yazar: “Ömer, biat günü Fatıma (a.s)’ın karnına vurdu, Fatıma (a.s) bu darbe neticesinde Muhsin adındaki çocuğunu düşürdü.”

Öyleyse beyler, gerekçesiz olarak geçmişlerinize uyup da Şialara iftirada bulunmayın, her şeyden habersiz avam halkın yanında; “bu sözleri Şialar çıkarmışlardır, bizim halifeler Ali ve Fatıma’yı incitmediler, aksine onlar halifelerin hilafetine razı idiler” diyerek bizi suçlamayın ve meseleyi yanlış olarak onlara aktarmayın.

Fatıma (a.s)’ın evini yakma olayı, biat için Ali ve Haşimiler’e ihanet edilmesi, onları biat etmeye zorlamaları, ceninin düşürülmesi vs. zulümler, kendi alimlerinizin muteber kitaplarında kaydedilmiştir.

Eğer itirazınız varsa, Belazuri, Taberi, İbn-i Hizabe, İbn-i Abdurabbih, Cevheri, Mes’udi, Nezzam, İbn-i Ebi’l- Hadid, İbn-i Kuteybe, İbn-i Şahne ve Hafız İbrahim gibi büyük alimlerinize itiraz edin; neden kitaplarınızda yazdınız ve şiirlerinizde söylediniz? diye onları eleştirin. Bizim söylediklerimizin hepsi, sabit kaynaklar esası üzeredir; heva ve heves ve cahilce taassuptan dolayı değildir.

Hafız: Bu çeşit sözleri nakletmenin ne faydası vardır? Nifak, çatışma, kin, tefrika ve ikilik doğurmadan başka hiçbir faydası yoktur.
Hakkı Savunmak Gerekir

Davetçi: Evvela; itirazınız varsa, itirazınızı bu çeşit sözleri yazıp nakleden alimlerinize yapınız. Kesinlikle hak (sürekli olarak) perde arkasında kalmaz “Allah’ın hüccet-i baliğesi (apaçık ve tam hücceti) vardır”[7] tarih kaybolmaz. 

Her kavim ve millette, hakikatleri yazacak garazsız, taassupsuz ve tertemiz insanlar bulunmaktadır. Bunlar sizin insaflı alimleriniz gibi hakikatleri kendi kitaplarında yazarak onu perdeler arkasından gözler önüne serdiler.

İkinci olarak; “bunları neden söyleyip yazıyorsunuz” sözünüze gelince; açıktır ki bu sözler ve yazılar; sizin vicdansız, beyinsiz, iftiracı ve tefrikacı yazar ve alimlerinizin saldırıları karşısında bir savunmadır.

Bu çeşit alim ve yazarlar, her şeyden habersiz Müslümanların arasında tefrika çıkarmak için meseleyi din kardeşlerimize yanlış aktarıyorlar, muvahhid mümin Şiaları kafir, müşrik ve mülhit olarak tanıtıyorlar, bu çeşit tarihi olay ve gerçekleri Şialar uydurmuştur diyerek sâf insanların kafalarını karıştırıyorlar.

Biz de kendi hakkımızı savunmak zorundayız; dünyanın dört bir köşesinde yaşayan aydın Müslüman kardeşlerimize; “Biz Ehl-i Beyt Şiaları yani Ali ve Âl-i Ali evladı dostları “La ilahe illâllah Muhammed Resulullah” diyen ve Hz. Ali hakkında Hz. Peygamber’in buyurduğundan fazla bir şey söylemeyen kimseleriz” demek istiyoruz.

Nitekim geçen gecelerde, akli ve nakli delillerle ispat ettik ki, biz Hz. Ali’yi Allah’ın (c.c) salih kulu, Resulullah (s.a.a)’in nass üzeri olan gerçek halifesi, vasisi ve kardeşi biliyoruz ve Allah rızası için olmayan her amele de karşıyız.

Buyuruyorsunuz ki; “Ne için söylüyorsunuz, gerçekleri söylemenin ne faydası vardır?” Biz de size diyoruz ki; Siz söylemeyin biz de söylemeyelim; siz yazmayın biz de yazmayalım. Farz olan hak ve hakikatleri savunmamız (aklen ve naklen) gereklidir. Biz söylemiyoruz, ama bizi söylemeye mecbur ediyorsunuz. 

İşte bu akşam siz; “bunlar Şia’nın avamının itikadıdır, hakikati yoktur” demeseydiniz, ben de toplantıda bulunan kardeşlere; “bu denilen sözler Şia’nın avam kesiminin sözleri değildir; aksine Ehl-i Sünnetin insaflı alimlerinin itikadıdır” demeye mecbur olmazdım. Nitekim onlardan bazı örnekleri huzurunuza arz ettim. Pâk ve tertemiz muvahhid olan biz Şialar topluluğu, kitap, sünnet, akıl ve icmaya dayalı olan sahih inançlardan başka şeylere inanmaz ve hakkın dışında herhangi bir söz söylemeyiz.

Hafız: Doğrusu buyurduklarınıza şaşıyorum; çükü kaynak ve önemli kitaplarınızda, kitaba ve sünnete ters düşen bir takım rivayetler vardır. Bunların da Şiaların günaha karşı laubali ve cesur olmalarına sebep oluyorlar. Kesinlikle bu çeşit rivayet uyduruk rivayetlerdendir; ümmetin ahlakını bozmaktan başka bir derde deymezler; sizler de onlardan sakındırmıyorsunuz!

Davetçi: Zat-i alinizin ilgisiz sözler söylemesi gerçekten tuhaftır. Meselenin açılması ve aydınlığa kavuşması için lütfen uyduruk ve fesada sebep olabilecek hadisleri beyan ediniz.
“Ali’yi Sevmek Hasenedir”, “Hüseyin’e Ağlayana Cennet Gerekli Olur” Hadislerini Eleştiri ve Onların Yanıtı

Hafız: Sizin büyük alimlerinizden olan Ahund Molla Muhammed Bakır Meclisi el-İsfahani “Bihar’ul- Envar” kitabının birçok cildlerinde uyduruk hadisler nakletmiştir. O hadislerden biri, Resulullah (s.a.a)’den naklettiği şu tuhaf hadistir:

“Ali’nin (a.s) sevgisi hasenedir (rahmet ve iyiliktir).”

Yine Resulullah (s.a.a)’ten şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Kim Hüseyin’e ağlarsa, cennet ona gerekli olur.”

Bunlara benzer birçok hadisler gördüm. Bu çeşit hadisler, fesadın çıkmasına sebep oluyor. İşte bu rivayetler, Şiaların günaha karşı cesur ve onların laubali olmalarına yol açıyor.

Şöyle ki Ali sevgisi ümidiyle, bu günahlar onlara herhangi bir zarar vermez diyerek veya Hüseyin’e bir damla göz yaşı dökmek, onların bütün günahlarını silip temizliyor hayaliyle her çeşit günah yapabilirler. Ümidin halkta bu kadar artması, fuhuş ve ahlak bozukluğunun yaygınlaşmasına sebep olur. Nitekim biz, birçok Şia’nın yıl boyunca günahlarda gark olduklarını görüyoruz. 

Muharrem ayı olunca, on gün matem tutup ağıt okurlar; on gün bitikten sonra; “biz on gün yas tutarak, anadan doğduğumuz gün gibi günahlardan tertemiz olduk” diyorlar.