Rabi’ul- Evvel 1924’de, otuz yaşındayken kutsal ziyaretgahlara müşerref olduktan ve masum İmamların (Allah’ın binlerce salat ve selamı onların üzerine olsun) kabirlerinin ziyaretlerinden
ayrıldıktan sonra Hindistan yoluyla sekizinci İmam Mevla Ebu’l Hasan’ir- Rıza Hz. Ali bin Musa (a.s)’ın türbesini ziyaret etmek için Horasan’a doğru hareket ettim.
Yolumun üzerinde bulunan Hindistan’ın iki önemli liman şehri olan Karaçi[5] ve Bombay’a vardığımda bu gezim, sonra beklenenin aksine önemli gazetelerde yer aldı. Hindistan’ın uzak şehirlerinden
eski dostlar, samimi ve mümin arkadaşlar, ülkelerine geldiğimden haberdar olunca, beni bulundukları bölgelere davet ettiler; mecburen davetlerine icabet ettim. Dehli, Agire, Lahur-i Pencab,
Siyalkut, Keşmir, Haydarabad-i Behar, Lipur, Kuveyte ve diğer şehirlere gittim. Gittiğim her yerde halk tarafından coşku ve sevgiyle karşılandım. Bu önemli şehirlerin çoğunda çeşitli din ve
mezhep alimleriyle münazara (tartışma) meclisleri düzenleniyordu.
Önemli münazara meclislerinden biri “Dehli” şehrinde Hindistan’ın önderi Gandi’nin de bulunduğu Hindu ve Brahman din adamlarıyla yapılan münazaraydı. Bu münazara o günün gazetelerinde geniş bir
şekilde yer aldı. Allah-u Teâla’nın havl-u kuvvesi ve Hz. Hatem’ul- Enbiya (s.a.a)’in özel lütfüyle başarı daima benimleydi. Allah’ın yardımıyla, mukaddes İslam dininin ve hak mezhep olan
Caferiliğin hakkaniyetini isbat ettim.
Daha sonra “Dürr-ü Necef” adlı haftalık derginin muhterem müdürü sayın Ebu’l- Beşir Seyyid İnayet Ali şah Nakavi’nin önderliği ile “Siyalkut” şehrinin “İsna Aşarîye” derneği tarafından davet
edildim. Bunun üzerine o bölgeye doğru hareket ettim. İyi bir rastlantı üzere merhum “Risaldar Muhammed Ekrem Han”ın oğlu ve “Kolenl Muhammed Efdal Han” ın kardeşi ve eski samimi dostum olan
sayın “Serdar Muhammed Serverhan Risaldar” [6], muhtelif kesimlerden oluşan büyük bir cemaatle beni karşıladılar ve hep birlikte onların evine gittik. Hindistan’ın Kızılbaş ailesinin ünlü
Serdarlar’ı “Pencab”da oturuyorlar. Bunlar H. 1339-1340 (1918-1919) yıllarında “Kerbela”, “Kazimeyn” ve “Bağdat”ta hakimiyet kurmuşlardı. Yine bunlar “Siyalkut” şehrindeki Kızılbaş ailesinin
şerefli, ünlü ve mümin kişilerindendirler. Ayrıca o şehrin adliye idaresinin reisi idiler ve bütün halkın onlara karşı özel ihtiramları vardı.[7]
Benim “Pencab”a gitmemle ilgili haber gazeteler vesilesi ile yayınlanır yayınlanmaz, İran’a gitme niyetinde olduğum halde ve bu konudaki ciddiyet ve ısrarıma rağmen, çeşitli yerlerden özellikle
de “Pencab”da Şia alimlerinin iftiharlarından olup “Lahur”da oturan, otuz ciltlik “Levami’ut-Tenzil” tefsirinin sahibi Hüccet’ul- İslam Sayın “Seyyid Ali Razevi Lahuri” tarafından şahsıma
durmadan davet mektupları geliyordu.
Ayna zamanda Hindistan’ın “Pencab” şehrinde, Şia’nın büyük şahsiyetlerinden olan Kızılbaş kardeşler ve oradaki müminler tarafından “Peşaver” şehrine davet edildim.
Sayın “Muhammed Server Han”ın ısrarıyla bu daveti kabul edip 14 Recep’de o şehre doğru hareket ettim. Oraya vardığımda onlar tarafından fevkalade saygıyla karşılandıktan sonra minbere çıkıp
sohbet etmemi istediler. Hindistan dilini kamil bilmediğimden, Hindistan şehrinin hiç birinde minbere çıkıp sohbet etmedim. Ama “Peşaver” halkı genellikle Farsça’yı iyi bildiklerinden dolayı
ricalarını kabul ettim. İkindi vakitleri “İmam Bare”[8]de merhum Adil Beyk Risaldar’ın düzenlediği ve çeşitli mezhep ve dinlerden olan bir grup cemaatin de hazır bulunduğu mecliste görevimi
yapmaya çalışıyordum.
“Peşaver” halkının ekseriyeti Müslüman ve Ehl-i Sünnet kardeşlerden olduğundan dolayı üç saat süren konuşmam daha çok onlara yönelikti. Daha çok İmameti isbat edici konuşmalar yapıyordum.
İşte bundan dolayı onların mecliste bulunan alimleri benden özel bir meclis rica ettiler. Bunun üzerine bir kaç gece bulunduğum eve gelip saatlerce bu mevzularda ilmi tartışmalarda
bulunuyorduk.
Bir gün minberden aşağıya indiğimde büyük alimlerden “Hafız Muhammed Reşit” ve “Şeyh Abdüsselam” isminde iki kişinin geldiğini ve benimle görüşmek istediklerini haber verdiler. Bunlar benden
vakit aldıktan sonra, her gün akşam namazlarından sonra aralıksız 10 gece yanıma geldiler. Her gece vaktimiz genellikle altı yedi saat, bazen de sabaha kadar süren ilmi sohbet ve tartışmalar
geçiyordu. Son gecede Ehl-i Sünnet’in büyük şahsiyetlerinden altı kişi, hak olan Şia mezhebini kabul ederek Şia olduklarını ilan ettiler.
Gazete ve önemli dergilerin muhabirlerinden dört kişi, her iki fırka (Ehl-i Sünnet ve Şia)’nın muhterem şahsiyetlerinden yaklaşık iki yüz kişinin bulunduğu bu toplantıda her iki tarafın konuşma
ve münazaralarını kaydedip ertesi gün onları gazete ve dergilerde yayınlıyorlardı. Ben de be gecelerde gerçekleşen o konuşma ve tartışmaları, gazete ve dergilerden bir araya toplayarak siz
muhterem okuyucuların huzuruna sunuyorum. İşte bundan dolayı kitabı da “Peşaver Geceleri” diye adlandırdım.
Muhterem edebiyatçılar, kitapta gördükleri hataları kusur görmemelidirler. Çünkü münazara vakti hiç kimse lafız ve sözünün güzelliğine dikkat etmiyor, insanın bütün dikkati mana ve hakikatlerde
odaklanıyor. Gazete ve dergilerde naklolunan tartışma ve sözler, hiçbir değiştirme yapılmaksızın muhterem okuyucuların huzuruna takdim edilmiştir.
Bu tartışma ve münazaralarda konuşulan ve söz konusu edilen şeyler; Kur’ân-ı Kerim ve muteber hadislerden istifade edilen şeyler ile muhakkikler, üstatlar ve din alimlerinin önemli sözleri ve
gaybi lütuflardı.
Anka menziline kendim eriştim,
Bu merhaleyi Süleyman’ın kuşuyla aştım.
Peşaver’in büyük şahsiyetlerinden ve benim ev sahibim olan sayın “Mirza Yakup Ali han Kızılbaş” efendinin evi, yeterince geniş ve büyük bir cemaate ziyafet çekmek için her türlü imkana sahip
olduğundan münazara meclisine tahsis edildi. Tam on gece tartışma meclisi orada düzenlendi; o cemaate oldukça samimiyetle ziyafetler verildi.