Zu’ş- Şehadeteyn Olan Huzeyme

Davetçi: Bu mananın en büyük delili, sizin muteber Sihah kitaplarında da rivayet edildiği üzere Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Huzeyme bin Sabit’in şehadetini iki kişinin şehadeti yerine kabul etmiştir ve onu “Zu’ş- Şehadeteyn” (iki şehadet sahibi) diye adlandırmıştır. O halde şehadet ayeti de tahsis edilebilir.

Huzeyme gibi mü’min bir sahabe bu ayeti tahsis edebildiğine göre, Tathir ayeti hükmü gereği masum olan Ali ve Fatıma (a.s) da daha evla bir şekilde istisna edilebilirler. Bu masum insanlar asla iftira ve yalan atmazlar. Dolayısıyla O’nları red etmek Allah-u Teala’yı reddetmek gibidir.

Fatıma’nın Şahitlerinin Red Edilmesi


Hz. Fatıma (a.s) Fedek’in kendi malı olduğunu söyledi. Babasının hayatta iken bunu kendisine bağışladığını ve o günden beri tasarrufta bulunduğunu beyan etti. 

Ama bilindiği gibi şer’i hükümlerin tam tersine ondan şahit istediler. Hz. Fatıma (a.s) da, Hz. Ali (a.s), Ümmü Eymen ve çocukları Hasan ve Hüseyin’i şahit olarak gösterdi. Ebu Bekir ise bunların şehadetini kabul etmedi. Acaba onların bu ameli, hakikate ve şer’i kaidelere aykırı değil miydi?

Fatıma (a.s)’ın tasarruf dışında hiçbir delili olmasaydı bile bu, şeriata göre hakkaniyeti için yeterliydi. Ayrıca bilmek icap eder ki Kur’ân da Hz. Fatıma’nın temizliğine tanıklık etmiş ve O’nun her türlü pislikten uzak olduğunu bildirmiştir. Yalan ve haksız iddiada bulunmak da o cümledendir. (Yani Hz. Fatıma (a.s) bunlardan da beridir.)

Özellikle de Hz. Ali (a.s) gibi kamil bir şahit, Hz. Fatma’nın hakkaniyetine tanıklık etti. Hz. Ali’nin tanıklığını reddetmek kesinlikle Allah-u Teala’yı reddetmektir.

Zira Aliyyu A’la olan Allah-u Teala, Kur’ân ayetlerinde Hz. Ali’yi sadık ve sıddık olarak tanıtmıştır. Allah-u Teala’nın tastık ettiği birinin tanıklığını hangi cüretle red ettiler? Oysa Kur’ân Ali ile birlikte olmayı, yani O’na uymayı emrediyor. Sadakatinin çok olduğundan sıdı abidesi olmuş ve sadık olarak zikredilmiştir. Nitekim Allah-u Teala Kur’an’da şöyle buyuruyor:

1- “Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sadıklarla (doğrularla) birlikte olun.”[8]

Hafız: Bu ayetin sizin amacınız ve Ali’ye (k.v) uymanın gerekli olması ile ne ilgisi vardır?


Ayette Geçen Sadıklardan Maksat Hz. Peygamber’le Hz. Ali’dir

Davetçi: Büyük ve değerli alimleriniz tefsir ve diğer kitaplarında bu ayetin Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu yazmışlardır. Buradaki “sadıklar” (doğrular)dan maksadın Hz. Muhammed (s.a.a) ile Hz. Ali (a.s), bazı rivayetlerde Ali, bazı rivayetlerde ise Eh-i Beyt olduğu yer almıştır.

İmam Sa’lebi Keşf’ul- Beyan tefsirinde, Celaluddin Suyuti Durr’ul- Mensur’da İbn-i Abbas’tan, Hafız Ebu Sa’d Abdulmelik bin Muhammed Harguşi Şeref’ul- Mustafa’da Esmai’den, Hafız Ebu Naim İsfahani ise Hilyet’ul- Evliya’da Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyorlar:

“Bu ayetteki sadıklar (doğrular)dan kasıt, Muhammed ve Ali’dir.”

Şeyh Süleyman Hanefi de Yenabi’ul- Mevedde’nin (İstanbul baskısı) 39. babının 119. sayfasında Muvaffak bin Ahmed-i Harezmi, Hafız Ebu Naim İsfahani ve Himvini’den naklen İbn-i Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: “Bu ayetteki “sadıklardan”dan maksat Hz. Muhammed ve Ehl-i Beyti’dir.”

Büyük alimlerinizden olan İbrahim bin Muhammed Himvini Feraid’us- Simtayn’de, Muhammed bin Yusuf Genci eş-Şafii Kifayet’ut- Talib’in 62. babında, Muhaddis-i Şam ise kendi Tarih’inde müsneden şöyle rivayet ediyor: “Sadıklarla birlikte olun. Yani Ali bin Ebi Talib’le birlikte olun.”

2- “Doğruyu getiren ve onu tasdik edene gelince; işte muttaki (takva sahibi) olanlardır.”[9]

Celaluddin Suyuti, Durr’ul- Mensur’da, Hafız bin Merduye Menakıb’da, Hafız Ebu Naim Hilyet’ul- Evliya’da, Muhammed bin Yusuf Genci Kifayet’ut- Talib’in 62. Babında, İbn-i Asakir kendi Tarih’inde bir grup tefsir ehlinden, onlar da İbn-i Abbas ve Mücahid’den şöyle nakletmişlerdir: “Ayetteki “Doğruyu getiren”den maksat Hz. Muhammed, “onu tastık eden” ise Ali bin Ebi Talip’tir.”

3- “Allah’a ve O’nun resulüne iman edenler; işte onlar Rableri katında sıddıklar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükafatları ve nurları vardır.”[10]

İmam Ahmed bin Hanbel Müsned’de, Hafız Ebu Naim İsfahani “Ma Nezele Min’el- Kur’ân’i fi Ali’yyin”de İbn-i Abbas’tan, bu ayetin Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olduğunu ve O Hazretin de sıddıklardan olduğunu nakletmişlerdir.

4- “Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Ne güzel arkadaştır onlar!”[11]

Ayetteki “sıddıklar”dan maksat, Hz. Ali’dir. Sünni/Şii kanalıyla nakledilen sayısız rivayetler, Hz. Ali (a.s)’ın ümmetin sıddıkı (doğrusu), hatta sıddıkların en üstünü olduğunu vurguluyorlar.
Hz. Ali (a.s) Sıddıkların En Üstünüdür

Nitekim Fahr-u Razi Tefsir-i Kebir’de, Sa’lebi Keşf’ul- Beyan’da, Celaluddin Suyuti Durr’ul- Mansur’da, Ahmed bin Hanbel Müsned’de, İbn-i Şirveyh Firdevs’te, İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi, c. 2, s. 451’de, İbn-i Meğazili Şafii Menakıb’da, İbn-i Hacer-i Mekki Savaik’da Hz. Ali (a.s)’ın faziletleri hakkında rivayet etmiş olduğu 40 Hadis’in 30.

Hadisinde Buhari’den o da İbn-i Abbas’tan (son cümle hariç) naklen Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

“Sıddıklar (doğrular) üç kişidir; Yasin ailesinin mümini Habib-i Neccar, Firavun ailesinin mümini Hazkil ve onların en üstünü olan Ali bin Ebi Talip.”

Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi Yenabi’ul- Mevedde’nin 42. babının başında imam Ahmed’in Müsned’inden naklen, Ebu Naim, İbn-i Meğazili ve Harezmi Menakıb’da Ebi Leyla ve Ebu Eyyub Ensari’den naklen, İbn-i Hacer-i Mekki Savaik’te 40 hadisten 31. hadiste Ebu Naim’den naklen, İbn-i Asakir Ebi Leyla’dan naklen,

Muhammed bin Yusuf Genci Kifayet’ut- Talib’in 24. babında müsned olarak Ebi Leyla’dan rivayet etmekte ve rivayetin sonunda şöyle demektedir: “Muhaddis-i Şam kendi tarihinde, Hafız Ebu Naim Hilyet’ul- Evliya’da Hz. Ali (a.s)’ın haletlerinin tercümesinde, bunların hepsi de Hz. Muhammed (s.a.a)’den şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

“Sıddıkla (doğrular) üç kişidir; Yasin ailesinin mümini Habib Neccar (ki şöyle dedi: “Ey kavmim elçilere uyun”, Firavun ailesinin mümini Hazkil (ki şöyle dedi: “Acaba Allah Rabbim’dir diyen birini mi öldüreceksiniz.” ve onların en üstünü olan Ali bin Ebi Talip.”

Gerçekten ilginçtir, adet ve bağnazlıklar nasıl da ilim ve insafınızı mağlup etmiş! Bizzat kendinizin rivayet etmiş olduğu birçok rivayetler de Kur’ân ayetleri gibi Hz. Ali (a.s)’ın sıddıkların en üstünü olduğunu ispat etmektedir. Bununla birlikte başkalarına sıddık diyorsunuz; oysa bir ayet dahi onların sıddık olduğuna dair nakledilmemiştir.

Allah aşkına muhterem beyler biraz insaf ediniz ve adetleri bir kenara bırakınız. Acaba Kur’ân-ı Kerim’in, sıddıklardan (doğrulardan) olduğunu söylediği ve kendisine uymayı emrettiği birinin şehadetinin reddedilmesi ve hatta kendisine hakaret edilmesi doğru bir şey miydi?

Acaba Resulullah (s.a.a)’in, “bu ümmetin sıddıkı” diye tanıttığı ve Kur’ân-ı Kerim’in de sadakatini doğruladığı birinin yalan yere tanıklıkta bulunmasını akıl kabul ediyor mu?
Ali, Hak ve Kur’an İledir

Peygamber-i Ekrem (s.a.a) “Hak Ali iledir ve Hak da Ali iledir.” diye buyurmamış mıdır? Nitekim Hatib Bağdadi Tarih-i Bağdadi, c. 4, s. 321’de, Hafız bin Merduye Menakıb’da, Deylemi Firdevs’te, Hafız Heysemi Mecme’uz- Zevaid, c. 7, s. 236’da, İbn-i Kuteybe el-İmamet’u Ve’s- Siyase, c. 1, s. 68’de, Hakim Ebu Abdullah Nişaburi Müstedrek c. 3, s. 124’de, imam Ahmed Hanbel Müsned’de, Taberani Evset’te, Hatib Harezmi Menakıb’da, Fahr-u Razi Tefsir c. 1, s. 111’de, İbn-i Hacer-i Mekki Cami’us- Sağir c. 2, s. 74, 75 ve 140’ta, yine Savaik’in 9. babının 2.

Faslında Hz. Ali (a.s)’ın faziletleri hakkındaki hadislerin 21. hadisinde (Evset’ten, o da Ümmü Seleme’den naklen), Şeyh Süleyman Belhi Hanefi, Yenabi’ul- Mevedde’nin 20 babında Cem’ul-Fevaid, Evsed ve Sağir-i Taberani, Feraid-i Himvini, Menakıb-ı Harezmi ve Rebi’ul- Ebrar-i Zemahşeri’den naklen (Ümmü Seleme ve İbn-i Abbas’tan naklen), hakeza Yenabi’ul- Mevedde Celaluddin Suyuti’nin Cami’us- Sağir’inden naklen b. 65, s. 185’de, hakeza s. 116’da Tarih’ul-Hulefa’dan naklen,

hakeza s. 358’de Feyz’ul-Kadir’in 4. cildinden İbn-i Abbas’tan naklen, s. 237’de Menakıb’us- Sab’in’in 44. hadisinden Sahib-i Firdevs’ten naklen, s. 283’de 59. babın zımnında Savaik’in ikinci faslından Ümmü Seleme’den naklen ve Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii de Kifayet’ut-Talib’de bazısını Ümmü Seleme’den, bazısını Ayşe’den, bazısını da Muhammed bin Ebu Bekir’den naklen Resulullah (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu yazmışlardır:

“Ali Kur’ân iledir, Kur’ân da Ali iledir; bu ikisi havuzun başında yanıma gelinceye kadar birbirinden ayrılmazlar.”

Bazıları ise şu ibaretle rivayet etmişlerdir:

“Hak sürekli Ali iledir, Ali de hak iledir; bunlar asla birbirlerinden ayrılmazlar.”

İbn-i Hacer, Savaik’in 9. babının 2. faslında s. 77’de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in ölüm döşeğinde şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir:

“Ben sizin aranızda, Allah-u Teala’nın kitabını ve itretim olan Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum.”

Daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın elinden tutup kaldırarak şöyle buyurdular:

“Bu Ali Kur’ân iledir ve Kur’ân da Ali iledir; bunlar Havuz’da yanıma gelinceye kadar birbirinden ayrılmazlar. Ve ben onların her ikisinden kendilerine bıraktığım hilafet makamını soracağım.”

Yine genellikle Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar:

“Ali Hak iledir, Hak da Ali iledir; Ali nereye dönerse hak da onunla döner.”

Sibt bin Cevzi Tezkiret-u Havass’il- Ümme s. 20’de Gadir hadisinin zımnında Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Allah’ım, Ali nereye ve nasıl dönerse hakkı O’nunla döndür.”

İbn-i Cevzi, bu hadis hakkında görüşünü belirterek şöyle diyor: “Bu hadis, Ali ile ashaptan biri arasında ihtilaf olduğunda hakkın Ali ile olduğuna delalet etmektedir.”
Ali’ye İtaat, Allah’a ve Peygamber’e İtaattir

Bu zikrettiğim kitapların yanı sıra diğer muteber kitaplarınızda da nakledildiğine göre Peygamber-i Ekrem (s.a.a) birçok mekan ve mahallelerde farklı ibarelerle şöyle buyurmuştur:

“Ali’ye itaat eden bana itaat etmiştir, bana itaat eden ise Allah’a itaat etmiştir; Ali’yi inkar eden beni inkar etmiştir, beni inkar eden de Allah’ı inkar etmiştir.”

Ebu’l- Feth Muhammed bin Abdulkerim Şehristani Milel ve Nihel kitabında Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyor:

“Ali bütün durumlarda hak üzeredir; nereye dönerse dönsün hak O’nunla döner.”

Bunca muteber kitaplarınızda yer alan açık rivayetlere rağmen, Ali’yi red veya inkar etmek ve O’ndan yüz çevirmek, Allah-u Teala ve Resulünü red ve inkar etmek, hak ve hakikatten yüz çevirmek değil midir?

Ebu’l- Mueyyid Muvaffak bin Ahmed Harezmi Menakıb’da, Muhammed bin Talha eş-Şafii Metalib’us- Süul’de ve İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nde Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in açıkça şöyle buyurduğunu rivayet etmekteler:

“Ali’ye ikram eden bana ikram etmiştir, bana ikram eden de Allah-u Teala’ya ikram etmiştir; Ali’ye ihanet eden bana ihanet etmiştir, bana ihanet eden de Allah-u Teala’ya ihanet etmiştir.”

İnsaflı beyler, vuku bulan olayları, kendi kitaplarınızda yer alan bunca rivayet ve hadislerle tatbik ederek adalet üzere hükmedin ve zavallı Şiilere o kadar da kötümser olmayın.

Sizin; “Halife şeriatın zahirine göre hükmetmekle görevliydi, şehadet ayeti genel olduğu için de şeriatın kabul etmiş olduğu şahitler olmaksızın sadece bir iddia üzere Müslümanların malını Fatıma’ya veremezdi.” sözünüze gelince; önce de söylediğim gibi bu mal Müslümanların malı değildi, Fatıma (a.s)’ın tasarrufunda olan bir mülk ve bağıştı.

İkinci olarak; eğer halife gerçekten şeriat hükümlerini icra eden idiyse, bir saç tüyü kadar Şeriat hükümlerine aykırı davranmaması icap ederdi.

O halde neden ayrıcalık yaparak bazı kimselere, şahitleri olmaksızın sırf bir iddia üzere Müslümanların malından onlara veriyordu? Bu hüküm ve halifenin ihtiyatı, sadece Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emaneti olan mazlum Fatıma (a.s) hakkında mı uygulandı? Halbuki bilindiği gibi Hz. Fatıma (a.s)’ın sözünün doğruluğu ve Hz. Ali (a.s)’ın tanıklığının kabulü herkesçe açık ve belliydi.

İbn-i Ebi’l- Hadid Nehc’ul- Belağa Şerhi’nin c. 4, s. 105’inde şöyle diyor: Bağdat’ın batı medresesinin üstadı Ali bin Fariki’ye; “Fatıma doğru sözlü biri miydi?” diye sordum. Cevaben; “Evet” dedi. Ben; “Eğer doğru sözlü biri idiyse, o halde halife neden Fedek’i Fatıma’ya vermedi?” diye sorduğumda, tebessüm ederek şaka ehli olmadığı halde güzel bir söz söyledi; o sözün özeti şudur:

“Eğer o gün sırf iddia üzere Fedek’i Fatıma’ya vermiş olsaydı, Fatıma ertesi gün de gelir kocası için hilafeti isterdi. Böyle olunca da halife mecburi olarak hakkı haklıya vermesi gerekirdi; çünkü önceden onun sadakatini onaylamıştı.”

Binaenaleyh bu konu büyük alimleriniz nezdinde apaçıkmış; insaf üzere gerçeği tasdik etmişlerdir. İlk günden beri hak mazlum Fatıma (a.s) ile idi. Ancak siyaset, makamlarını korumak için bilerek Fatıma’nın kendi hakkından mahrum edilmesini icap ediyordu.

Hafız: Halife kime şahit olmaksızın Müslümanların malını verdi?
Cabir Olayı ve Ona Mal Bağışlanması, Akıl Sahiplerinin İbret Almasına Sebep Olmaktadır

Davetçi: Örneğin Cabir; “Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bana Bahreyn malından (bir miktar mal) vereceğini vaad etmişti” diye iddia edince, itiraz edilmeden ve şahit istenmeden Müslümanların malından 1500 dinar kendisine verildi.

Hafız: Evvela; bu haberi ben görmemişim, sizin kitaplarınızda olabilir. Ayrıca bilmek icap eder ki şahit istemediği nereden bellidir?

Davetçi: Görmemeniz çok ilginç; çünkü alimleriniz adil bir sahabenin rivayet etmiş olduğu haber-i vahidin kabul edileceğine dair getirdikleri delil Cabir bin Abdullah bin Ensari’nin bu haberidir.

Nitekim Şeyh’ul- İslâm Askalani Feth’ul- Bari fi Şerh-i Sahih’il-Buhari, “Men Yukeffilu An Meyyitin Deynen” babında şöyle diyor:

“Bu haber, sahabeden adil olanların verdiği haberin kabul edilebileceğine delalet etmektedir; bu kendi menfaatine de olsa fark etmez. Çünkü Ebu Bekir Cabir’den, iddiasının sıhhati hakkında şahit istemedi.”

Bu haberi Buhari kendi Sahih’inde daha detaylı olarak nakletmiştir. Hums kitabının “Ma Kataa’n- nebiyyu min’el Bahreyn” babında şöyle yazmıştır: “Bahreyn malını Medine’ye getirdiklerinde Ebu Bekir’in münadisi şöyle seslendi: “Her kime Peygamber-i Ekrem (s.a.a) bir şey vaat etmişse veya Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den bir alacağı varsa gelip alsın.”

Cabir gelerek; “Resulullah (s.a.a) Bahreyn malından bana (bir miktar mal) vermeyi vaat etmişti.” dedi.

Bahreyn fethedilip Müslümanların tasarrufuna geçince, şahit istenmeksizin sırf iddia üzere Cabir’e 1500 dinar verildi.

Hakeza Celaluddin Suyuti, Tarih’ul- Hulefa kitabının “Hilafet-i Ebu Bekir” faslında, Ebu Bekir’in hilafeti zamanında ortaya çıkan olayları rivayet ederken Cabir’in olayını da rivayet etmektedir.

Beyler şimdi Allah için söyleyin, acaba bu amel bir ayrıcalık ve fark gözetmek değil miydi? Eğer Ebu Bekir şehadet ayetinin hilafına şahit istemeksizin Müslümanların malından sırf iddia üzere Cabir’e bir miktar para vermişse ve bunda bir sakınca da görmemişse, Fedek’i de,

Müslümanların malı olmuş olsaydı bile (halbuki bilindiği gibi Fatıma Fedek’te tasarruf ediyordu), Resulullah (s.a.a)’in emaneti ve doğru sözlü kızı olan Hz. Fatıma’nın kalbini kırmaması ve iddiasını kabul ederek kendisine geri çevirmesi gerekirdi.

Ayrıca bilmek icap eder ki Buhari ve diğer alimler, kendi menfaatine bile olsa adil bir sahabenin haberini kabul etmektedirler. Ama bilindiği gibi sıra Hz. Ali (a.s)’a gelince, kendi lehine olduğu bahanesiyle Hazretin sözünü reddetmektedirler. 

Acaba Hz. Ali ashaptan, hatta ashabın en mükemmel bir ferdi değil miydi? Eğer meseleye insaflıca bakacak olursanız, işin içinde bir hile olduğunu, hak ve hakikatin icra edilmesi niyetinde olunmadığını tasdik edersiniz.

Hafız: Ebu Bekir’in Cabir’den şahit istememesinin sebebi, Cabir’in Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in yakın ashabından ve O’nun terbiye etmiş olduğu bir kişi olmasından dolayıdır. 

Ayrıca bilmek icap eder ki Cabir; “Kim bilerek bana iftira ve yalan isnat ederse cehennemde yerini hazırlamalıdır.” hadisini de mutlaka duymuştur. Bu şiddetli tehdit karşısında, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in yakını ve O’nun terbiye etmiş olduğu mümin bir sahabe kesinlikle boş yere iftira ve yalan söylemez, bu değersiz dünya için ahiretini bozmaz ve Resulullah’a isnat ederek yalan söz nakletmez.

Davetçi: Acaba Cabir mi Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e daha yakındı, yoksa Hazretin terbiye etmiş olduğu Hz. Ali ve Hz. Fatıma mı?

Hafız: Şüphesiz Ali ve Fatıma (r.z) ömürlerinin başından beri Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in terbiyesi altında büyümüşlerdir ve O Hazrete herkesten daha yakın idiler.

Davetçi: O halde Hz. Ali ve Hz. Fatıma (a.s)’ın, böyle şiddetli bir tehdit karşısında Hz. Peygamber’e iftira ve yalan isnat etmeyeceklerini kabul ediniz.

Dolayısıyla onlar Fatıma-i Sıddika (a.s)’ın iddiasını kabul etmeliydiler; zira onlar da sizin itiraf ettiğiniz gibi Ali ve Fatıma’nın Cabir’den, hatta bütün ashaptan daha üstün olduğunu biliyorlardı. Nitekim Hz. Ali ve Hz. Fatıma (a.s) ne de olsa Tathir ayetinin muhatabı olmuş masum kimselerdi.

Tathir ayeti açıkça Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin’in masumiyetine delalet etmektedir.

Ayrıca bilmek icap eder ki kendi alimleriniz de onların sadakat ve doğruluğunu tasdik etmişlerdir. Nitekim Peygamber-i Ekrem (s.a.a) Hz. Ali (a.s)’ı “ümmetin sıddıkı ve doğru olanı” diye tanıtmış, Allah-u Teala da Kur’ân’da O’nu “sadık” diye nitelendirmiştir.

Hz. Fatıma (a.s) hakkında ise hadis pek çoktur. Örneğin: Hafız Ebu Naim İsfahani Hilyet’ul- Evliya c. 2, s. 42’de Aişe’den şöyle rivayet etmektedir:

“Babası dışında Fatıma’dan daha doğru sözlü birini görmedim.”
Tathir Ayetinin Nüzulü Hakkında Eleştiri

Hafız: Bize göre Tathir ayetinin bu beş kişi hakkında indiği iddiası kesin değildir. Siz bizim kitaplarımızı da anlaşıldığı kadarıyla yakından biliyorsunuz, bu konuda hata ettiğinizi kabul edin; zira Kadı Beyzavi ve Zemahşeri’ye göre Tathir ayeti Resulullah (s.a.a)’in hanımları hakkında nazil olmuştur; bu ayetin beş kişi hakkında indiğini söyleyen bir rivayet varsa da zayıftır;

çünkü bu ayet bu mananın tam aksine delalet etmektedir. Ayetin başı ve sonu Peygamber (s.a.a)’in hanımları hakkındadır; bu yüzden ayetin ortasını çıkarıp başkalarına ekleyemeyiz.
Tathir Ayeti’nin Hz. Peygamber’in Eşleri Hakkında Nazil Olmadığının İspatı ve Eleştirinin Cevabı

Davetçi: Sizin bu iddianız birçok açıdan doğru değildir. Evvela; ayetin başı ve sonunun Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hanımları hakkında olduğunu ve bu yüzden Ali ve Fatıma’nın ayetin muhatabı olmadığı hakkındaki sözünüze gelince; cevabı şudur ki, insanlar günlük konuşmalarında bazen konuşurken aniden sözlerini başka bir yöne atfederek başkalarına hitaben konuşuyorlar ve daha sonra da yeniden ilk sözlerine dönüyorlar.

Böyle bir şey Arap edebiyatı ve şiirlerinde oldukça çoktur, hatta Kur’an’da bile birçok örneği vardır. Özellikle Ahzap süresine dikkat ediniz, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hanımlarına hitap ederken aniden müminlere hitap edilmekte, sonra yeniden kendilerine dönülmektedir. Bunun şahitlerini detaylı olarak size arz edebilirim. Ama bilindiği gibi bu toplantı buna müsait değildir.

Ayrıca bilmek icap eder ki eğer bu ayet Resulullah (s.a.a)’in hanımları hakkında olmuş olsaydı onlara özgü müennes zamir (dişi çoğul edatı) kullanılması ve böylece “liyuzhibe ankünne ve yutahhirrekunne” denilmesi icap ederdi. Ama bilindiği gibi görüyoruz ki ayette müzekker edatı (kum) kullanılmıştır, bu da ayetin hanımlar hakkında değil, Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’i hakkında nazil olduğunu açıkça göstermektedir.

Nevvab: Size göre de Hz. Fatıma o topluluktan biridir; o halde neden Hz. Fatıma göz önünde bulundurulmamış ve O’nun hakkında tenis (dişi) zamiri kullanılmamıştır?

Davetçi: (Alimlere işaret ederek) Alimlerin de bildiği gibi Hz. Fatıma’nın olmasına rağmen müzekker zamirinin kullanılması edebiyattaki tağlip (ekseriyet) sanatı itibariyledir. Bir topluluk içinde erkeklerin çoğunlukta olduğu yerde müzekker zamir kullanılmaktadır, hatta bizzat bu ayetteki müzekker kip, bu görüşün zayıf olmadığını, aksine güçlü olduğunu göstermektedir.

Eğer bu ayet Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in hanımları hakkında nazil olmuş olsaydı, kadınlar topluluğu için müzekker edatının kullanılması hata olurdu.

Bunlardan ilave, bilmek icap eder ki sizin muteber kitaplarınızda da yer alan sahih hadisler, bu ayetin hanımlar hakkında değil Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyti hakkında nazil olduğuna hükmetmektedir.

Nitekim İbn-i Hacer-i Mekki bütün bağnazlığına rağmen bu ayet hakkında Savaik’ul- Muhrika adlı kitabında şöyle diyor: “Çoğu müfessirler bu ayetin Ali, Fatıma Hasan ve Hüseyin hakkında nazil olduğunu beyan ediyor; zira ayette “müzekker” (erkek) zamiri kullanılmıştır.”