Ömer Bin Hattab’tan Menzilet Hadisi

Davetçi: Ebubekir Muhammed bin Caferi el-Mutayri ve Ebu’l- Leysi Nasr bin Muhammed Semerkandi el-Hanefi “Mecalis” kitabında, Muhammed bin Abdurrahman-ı Zehebi “Riyaz’un- Nezre”de, Mevla Ali Muttaki “Kenz’ul- Ummal”da, İbn-i Sabbağ-i Maliki “Fusul’ul- Muhimme”nin 125. sayfasında “Hasais”ten naklen,

İmam’ul- Harem “Zehair’ul- Ukba”da, Şeyh Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi’ul- Mevedde”de, İbn-i Ebi’l- Hadid “Nehc’ul- Belağa Şerhi”nin 3. cildinin 258. Sayfasında “Nakz’ul- Osmaniyye”den ve Şeyh Ebu Cafer İskafi bir kaç kelime farkıyla İbn-i Abbas’tan şöyle dediğini nakletmişlerdir:

Bir gün Ömer bin Hattap şöyle dedi: “Ali’nin adını (yani onun gıybetini etmeyi) bırakın. Çünkü ben Peygamber’den; “Ali’de üç özellik vardır” buyurduğunu duydum; eğer onlardan biri ben Ömer’de olsaydı, güneşin, üzerine doğduğu her şeyden benim için daha sevimliydi.”

Daha sonra şöyle devam etti: “Ben, Ebu Bekir, Ebu Ubeydet bin Cerrah ve Resulullah’ın ashabından bir grup kimseler O Hazretin huzurundaydık, Resulullah da Ali bin Ebi Talib’e yaslanmıştı. O sırada Ali’nin omzuna vurarak şöyle buyurdular:

“Ya Ali! Sen iman etme açısından müminlerin ilkisin, İslam açısından da Müslümanların ilkisin.”

Daha sonra şöyle buyurdular:

“Ya Ali! Sen bana nispetle Harun’un Musa’ya olan menzileti gibisin; sana düşman olduğu halde beni sevdiğini söyleyen yalan söylemiştir.”

Sizin mezhebinizde halife Ömer’in sözünü reddetmek câiz midir? Eğer câiz değilse, o zaman neden Amudi gibi hali herkese malum olan birinin basit sözlerini dikkati nazara alıyorsunuz?


Haber-i Vahidin Ehl-i Sünnet Mezhebindeki Hükmü

Bu konuyla ilgili sizin bir cümleniz cevapsız kaldı. O da şu ki buyurdunuz: “Bu hadis Haber-i Vahittir; Haber-i Vahidin de itibarı yoktur.”

Eğer biz, bu sözü söylersek, elimizdeki olan rical ölçülerine göre doğrudur. Ama bunu sizin söylemeniz gerçekten şaşılacak bir şeydir. Çünkü sizin mezhebinizde Haber-i Vahidin hücciyeti sabittir. Çünkü sizin muhakkik alimleriniz!

Haber-i Vahidi inkar edenin kafir veya fasık olduğunu söylemişlerdir. Örneğin: Melik’ul- Ulema Şehabuddin-i Devlet Abadi “Hidayet’üs- Süada”da şöyle demiştir:

“Kim haber-i vahid ve kıyası inkar eder ve onların hüccet olmadığını söylerse, kafir olmuş olur. Ama eğer bir adam; ‘Bu haber-i vahit sahih ve bu kıyas sabit değildir’ söylerse, kafir olmaz; ama fasık olur.”

Hafız: Güzel beyanınız ve Ehl-i Sünnet kitapları hakkındaki geniş bilginizden dolayı çok mutlu oldum. Oysa bize Şia alimlerinin Ehl-i Sünnet kitaplarını okumak bir yana dursun, ellerine almak istedikleri zaman, elleri bu kitaplara temas etmesin diye bir pense veya bir bez parçasıyla tuttuklarını söylüyorlardı.

Davetçi: Bu sözlerin doğruluğuna dair hiçbir delil yoktur. Bunlar, batı hayranları ve yerli şeytanların, suyu bulandırarak Müslümanlar arasındaki ihtilaftan kendi yararlarına istifade etmek için gizli eller vasıtasıyla icat ettikleri söylentilerdir. Bu konuda sizin ve bizim görevimiz sürekli olarak halkı uyarmaktır.

Kur’ân-ı Kerim Hucurat suresinin 6. ayetinde Müslümanları şöyle uyarmaktadır:

“Ey insanlar! Size fasık (yoldan çıkmış) bir adam bir haber getirse, onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük ederseniz de sonra yaptığınızdan pişman olursunuz.”

Biz alimler bundan gafil olmamalıyız. Eğer bu buyruk beylerin ölçüsü olmuş olsaydı, duydukları iddialar onlarda tesir bırakmaz ve bugün pişmanlık sebebi olmazdı.

Biz kafir, müşrik ve mürtetlerin kitaplarını elimize alırken nasıl olur da Müslüman kardeşlerimizin kitaplarına hakaret gözüyle bakarız! Sizin buyurduğunuzun tersine biz sizin büyük alimlerinizin muteber kitaplarını dakik bir şekilde okuyor ve sahih senetlere sahip olan hadisleri kabul ediyoruz. İlmi ve mantıki ihtilafların, mezhep ve itikatla herhangi bir bağlantısı yoktur.

Acaba sizin, Şia öğrencilerinin Sarf, Nahiv, Meani, Beyan, Mantık, lügat, Tefsir ve Kelamda sizin alimlerinizin yazmış olduğu kitaplardan istifade ettiklerinden haberiniz yok mudur? O halde nasıl olur da o kitapları herhangi bir vesileyle yerden kaldırmış olurlar.

Elbette sizin nakledilmiş olan hadislerinizin senedinde yer alan bazı ravileriniz yerilmiştir, onların sözlerine itina edilmez. Enes, Ebu Hureyre, Semure ve diğerleri ki daha önce de arz etmiştim. Nitekim sizin kendi alimlerinizden bazıları da onları reddetmektedirler; Ebu Hanife de bunlardan birisidir.

Biz de yukarıda adı zikredilen şahıslardan nakletmiş olan hadisleri kabul etmemekte ve reddetmekteyiz. Bunların dışında sizin muhakkik alimlerinizce yazılmış ilmi kitaplar üzerinde dikkatle durmaktayız. Özellikle benim, Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt’in hayatları üzerinde araştırmamdaki en fazla okuduğum ve kaynak edindiğim kitaplar, sizin kitaplarınız olmuştur.

Kendi şahsı kütüphanemde, 200 cilt civarında Ehl-i Sünnet alimlerinin tefsir, hadis ve tarih kitapları bulunmaktadır ve ben araştırmalarımda bunlardan istifade ediyorum. 

Ama bizim ulemamız sarraf gibidir ve bu kitaplardaki doğru ve yanlışları birbirinden ayırt ediyorlar; Fahri Razilerin İbn-i Hacerlerin, Ruzbehanların, Amudilerin ve İbn-i Teymiyelerin şüphe ve işkallarına aldanmıyor ve onların yanlış fikirlerinin tesiri altında kalmıyorlar.

Lütfen kabul buyurunuz ki benim Hz. Peygamber’in Ehl-i Beytine ve masum İmamların makamına olan yakin derecesindeki marifetim daha çok sizin muteber kitaplarınızı okumam sayesinde olmuştur.

Hafız: Konudan çok uzaklaştık, lütfen siz menzilet hadisinin Hz. Ali’nin nübüvvet makamına nasıl delalet ettiğini ve Ali’nin (k.v) hangi yolla nübüvvet makamına sahip olduğunu açıklayınız.

Davetçi: Bize mütevatir olarak yetişen bu hadis-i şeriften, Emir’ul- Muminin Hz. Ali (a.s) için üç özellik sabit olmaktadır:

1- Mana ve hakikatte O Hazret için olmuş olan nübüvvet makamı .

2- Hz. Peygamber’den sonra zahiri hilafet ve önderlik makamının O Hazrete yetişmesi.

3- Hz. Ali’nin bütün ashaptan ve diğer insanlardan üstün oluşu.

Çünkü Hz. Peygamber (s.a.a) menzilet hadisiyle Hz. Ali’nin, Hz. Harun’un menziletine (konumuna) sahip olduğunu açıklamıştır. Harun (a.s) da nübüvvet ve Hz. Musa’nın halifesi olma makamına sahip olup Beniisrail’den üstündü.

Nevvab: Kıble sahip (alicenap) bağışlayınız; Hz. Musa’nın kardeşi Harun (a.s) acaba nebi miydi?

Davetçi: Evet, Hz. Harun nübüvvet makamına sahipti.

Nevvab: İlginç, ben şimdiye kadar duymamıştım. Acaba Kur’an’da da sizin bu sözünüzü kanıtlayacak bir ayet var mıdır?

Davetçi: Evet, birkaç ayette Allah-u Teâla O Hazretin nebiliğini açıklamıştır.

Nevvab: Mümkünse o ayetleri, feyizlerinden istifade etmemiz için okuyunuz.

Davetçi: Nisa suresinin 163. ayetinde şöyle buyuruyor:

“Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a Yakub’a ve torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik. Davud’a da Zebur verdik.”

19. (Meryem) surenin 52. ayetinde de şöyle buyuruyor:

“O’na (Musa’ya) Tur’un sağ yanından seslendik ve onu (kendisiyle) gizlice söyleşmek için yaklaştırdık. Ona rahmetimizden kardeşi Harun’u da bir peygamber olarak armağan ettik.”

Hafız: Sizin bu istidlalinize göre hem Muhammed (s.a.a) ve hem de Ali (a.s) peygamber olarak halka gönderilmişlerdir?

Davetçi: Ben sizin beyan ettiğiniz şekilde söyledim. Sizin kendiniz de peygamberlerin sayısı hakkında ihtilaf olduğunu biliyorsunuz. Peygamberlerin 120. bin veya daha fazla olduğu bile yazmışlardır.

Ama onların hepsi zaman gereksinimce kendi dönemlerindeki kitap ve ahkam sahibi peygambere tabi idiler. Onlardan sadece beş tanesi ulu’l- azm idi.

Onlar; Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve makamı hepsinden daha yüksek olan Hz. Hatem’ul- Enbiya Muhammed Mustafa (s.a.a)’dir; ki o makam da hatemiyet makamıdır.