Özrü Kabahatinden Daha Kötü

Davetçi: Özrü kabahatinden daha büyük bir şey söylediniz. Değerli büyük üstadım Hacı Şeyh Muhammed Ali Kazvini şöyle diyordu: “Bir hatayı düzeltmek isterlerken yüz hata yapıyorlar.” Aynen siz de halifenin apaçık bir hatasını savunmak için birçok hatalara düşüyorsunuz.

Söylediklerinizden anlaşıldığı üzere sanki Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ismet ve gayb alemiyle irtibat makamına sahip olduğu halde- ümmetin doğru yola erişme ve irşadı hususunda haşa sanki ümmetin salahını ve zararını düşünemiyordu da dolayısıyla Ömer Peygamber (s.a.a)’in hayrını düşünüyordu! Eğer alicenabınız şu ayet hakkında:

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşersiniz.”[1] iyice düşünecek olursanız, kesinlikle sözünüzü geri alacak ve Ömer’in yaptığı şeyi anlayacaksınız. 

Zira Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in emrine uymamak, vasiyetine engel olmak ve hezeyana kapıldığını söylemek, Peygamber (s.a.a)’i oldukça rahatsız etmiş ve dolayısıyla onları yanından dışarı çıkartmıştır.

Şeyh: Halifenin Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in iyiliğini düşündüğü, “Allah-u Teala’nın kitabı bize yeter” sözünden anlaşılmaktadır.

Davetçi: Aksine bizzat bu söz, Kur’ân’ı iyi bilmemenin veya kasten Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i incitmenin ve arzularına muhalif olan işleri engellemek istemenin göstergesidir.

Zira eğer Kur’ân hakkında yeterli bir bilgiye sahip olmuş olsaydı, Kur’ân-ı Kerim’in tek başına işlerin idaresi için yeterli olmadığını anlardı. Çünkü Kur’ân, ahkamın külliyatını beyan edip detayını bir açıklayıcıya havale eden mücmel ve mucez olan sağlam bir kitaptır.

Kur’ân’daki o mücmel ve kulli hükümlerin de nasih, mensuh, muhkem, müteşabih, genel, özel, mutlak, mukayyet, mücmel ve müevvel olanları vardır. Sıradan bir insanın, İlahi bir feyiz ve rabbani bir açıklayıcının açıklaması olmaksızın az lafızlı ve çok manalı bir kitap olan Kur’ân’dan istifade etmesi nasıl mümkün olabilir?

Bundan da öte, eğer Kur’ân tek başına yeterli olmuş olsaydı o halde neden Kur’ân; “Resulün verdiğini alın ve nehy ettiğinden sakının.” diye buyuruyor?

Hakeza şöyle buyuruyor: “Onu Resule veya kendilerinden olan emir sahiplerine götürselerdi, onların arasından işin içyüzünü anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi.”[2]

Dolayısıyla Kur’ân tek başına yeterli değildir. Kur’ân-ı Kerim’in gerçek müfessirleri olan Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’nin açıklayıcı beyanları da gereklidir.

Nitekim Şii ve Sünni’nin üzerinde ittifak etmiş olduğu üzere Peygamber-i Ekrem (s.a.a) önemine binaen defalarca, hatta ölüm döşeğinde bile şöyle buyurmuştur:

“Sizlere iki değerli emanet bırakıyorum: “Kur’ân-ı Kerim ve İtretim olan Ehl-i Beytimi. Bunlar havuzun başında yanıma gelinceye kadar birbirlerinden asla ayrılmazlar. Onlara sarılacak olursanız kurtulur ve ebedi olarak sapıklığa düşmezsiniz.”

Sizin gibi zeki insanların neden düşünmediğine şaşıyorum. Halbuki bilindiği gibi Kur’ân hükmü gereği de; “Peygamber heva heves üzere konuşmaz, söylediği her şey kendisine vahy edilmektedir.” 

Dolayısıyla bizzat Kur’ân kendisini ümmetin kurtuluş ve doğru yola erişmesi için yeterli görmüyor ve beyan makamında Ehl-i Beyt’le iç içe olduğunu ifade ediyor. Nitekim Peygamber-i Ekrem (s.a.a) de, Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’e uyulduğu takdirde ümmetin sapıklığa düşmeyeceğini açıkça beyan etmiştir. Ama Ömer, Kur’ân-ı Kerim’in tek başına yeterli olacağını söylüyor.

Lütfen insaflı olunuz ve hak üzere hüküm veriniz. Bir taraftan Allah-u Teala’nın elçisi Kur’ân-ı Kerim ve Ehl-i Beyt’e sarılmak gerektiğini, bunların birbirinden ayrılmayacağını ve uyanlara doğru yola erişme vesilesi olacağını beyan ediyor; 

diğer taraftan da Ömer Kur’ân-ı Kerim’in tek başına yeterli olduğunu, Ehl-i Beyt’i, hatta Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in yazılı hadislerini kabul etmediğini bile açıkça beyan ediyor.

Bunlardan hangisine uymak farzdır? Şüphesiz akıl sahibi hiçbir insan, Allah-u Teala ile irtibat halinde olan Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’i bir kenara bırakıp Ömer’i kabul etmek gerektiğini söyleyemez.

Sizler neden Ömer’in sözünü tutup Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in sözünü bir kenara attınız? Eğer gerçekten Kur’ân tek başına yeterli oldaydı Kur’ân şöyle buyurur muydu?: “Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun.”[3]

Görüldüğü gibi Kur’ân “Zikir ehli”ne sorulmasını emrediyor. Bu ayetteki “Zikir ehli” Peygamber-i Ekrem ve O’nun tertemiz Ehl-i Beyti’dir.

Nitekim önceki gecelerde arz ettim ki, sizin Suyuti gibi birçok büyük alimleriniz, bu ayetteki “Zikir ehli”nden maksadın Kur’ân-ı Kerim’in dengi olan Ehl-i Beyt (a.s) olduğunu beyan etmişlerdir.

Lütfen sözlerimize kötü gözle bakmayın ve sadece bizim bu sözleri eleştirdiğimizi zan etmeyin. İnsaf sahibi büyük alimleriniz de Ömer’in bu sözlerini eleştirmekteler.