Abdestte Ayakların Yıkanması Kur’ân’ın Apaçık Nassına Aykırıdır

Abdest hakkındaki kesin bir hüküm de önce okuduğum ayette de beyan edildiği üzere başı, inci kemiklerine kadar da ayakları meshetmektir. Nitekim şöyle buyurulmaktadır: “Başınızı, inci kemiklerine kadar da ayaklarınızı meshedin.”

Şeyh: Ayakların yıkanması hususunda birçok rivayet vardır.

Davetçi: Evvela; sadece nassın teyit etmiş olduğu rivayetler kabul edilebilir. Yoksa naslara muhalif olan rivayetler merduttur. Apaçık nassın haber-i vahid ile nesh edilmesi mümkün değildir.

Ayet apaçık meshi emretmektedir. Dikkat ederseniz Kur’ân-ı Kerim’in zahiri de bu manaya delalet etmektedir. Zira Allah Teala ayetin başında şöyle buyurmaktadır: “Feğsilu vucuhekum ve eydiyekum...” (Yüzlerinizi ve ellerinizi yıkayın...) Ve eydiyekum’daki vav-ı atife vasıtasıyla yüzden sonra ellerin yıkanmasının gerekliliğini emretmektedir.

İkinci hükümde ise şöyle buyuruyor: “Vemsehu biruisukum ve erculekum” (Başınızı meshedin ve inci kemiklerine kadar ayaklarınızı da.) “Erculekeum”u vav-ı atifeyle bir öncesine yani “biruisukum” kelmesine atfederek ayakların da meshedilmesini emretmektedir.

Yüz ve ellerin yıkanmasına hükmedildiği gibi, burada baş ve ayakların meshedilmesi de emredilmektedir. Şüphesiz yıkamak meshin yerini alamaz.

Yani yüz ve elleri farz olarak yıkamak gerektiği gibi baş ve ayakları da farz olarak meshetmek gerekir. Birini meshederken diğerini yıkamak asla doğru değildir. Aksi takdirde iki cümle arasındaki “vav” harfi anlamsız kalır.

Ayrıca İslâmi hükümlerde zorluk ve meşakkat yoktur. Her akıllı insanın da kabul edeceği üzere ayakları yıkamak meshetmekten daha meşakkatlidir. Ayakları meshetmek kolay olduğu için şer’i hükümler de buna hükmetmiştir. Ayrıca ayetin zahiri de bunu göstermektedir.

Fahr-u Razi de bu ayetin tefsirinde, Kur’ân-ı Kerim’in zahirine göre meshin farziyeti noktasında uzun açıklamalar yapmıştır, ki burada anlatma imkanımız yok. İsteyenler gerçekleri bulmak için Fahr-u Razi’nin tefsirine müracaat etsinler.

Mest ve Çorabın Üzerine Mesh Etmek, Kur’an’ın Hükmüne Aykırıdır


Kur’ân hükümlerinin aksine ayakların yıkanmasından daha ilginç olan hüküm ise mest ve çorabın üzerine mesh edilmesidir. Burada da Kur’ân-ı Kerim’in açık hükümlerine aykırı görüşler açıklamışlardır.

Çünkü Kur’an ayakların üzerine mesh edilmesini hükmetmektedir, mest veya çorapların üzerine değil. Bu hükümleri de ilk hükümlerine yani ayakların yıkanması hükmüne aykırıdır.

Ayakların meshedilmesine cevaz vermezken, nasıl olur da mest veya çorabın mesh edilmesine cevaz vermekteler? Herkesin de bildiği gibi, mest veya çoraplara mesh etmek, ayaklara mesh etmekten ayrı bir şeydir. İbret alın ey basiret sahipleri!

Şeyh: Birçok rivayet, Peygamber (s.a.a)’in meste meshettiğine delalet etmektedir. Bu yüzden fakihler Resulullah’ın bu amelini, meste mesh etmenin delili bilmişlerdir.

Davetçi: Defalarca söylediğim gibi Peygamber (s.a.a)’in de buyurduğu üzere Kur’ân’a uymayan her rivayet merduttur. Zira birçok insan dinde tahrif yapmak için Peygamber (s.a.a)’den hadis uydurmuştur. Nitekim sizin alimleriniz de birçok rivayeti uydurma olduğu için red etmiştir.

Ayrıca bunu câiz bilen rivayetler de Kur’ân-ı Kerim’in açık hükmüne aykırıdır ve rivayetler arasında büyük bir çelişki vardır. Nitekim alimleriniz de bunu itiraf etmişlerdir. 

Örneğin: İbn-i Rüşd Bidayet’ul- Müçtehid ve Nihayet’ul- Muktesed c. 1 s. 15 ve 16’da şöyle demektedir: “Bu konudaki ihtilaf, ilgili rivayetler arasındaki çelişkiden ve etkilerinin farklılığından kaynaklanmaktadır.”

O halde Kur’ân-ı Kerim’in açık hükümlerine aykırı olan hadislere dayanmak akli ve ilmi açıdan merduttur. Zira bildiğiniz gibi sadece Kur’ân’la uyumlu hadisler kabul edilebilir. Ama Kur’ân-ı Kerim’in açık hükümlerine dayalı olan rivayetler itibarsızdır.
Sarığa Meshetmek de Kur’ân’a Aykırıdır

Nitekim bu ayette de açıkça; “Başlarınızı meshedin” buyurulmak-tadır. Bunun üzerine Şii alimleri Ehl-i Beyt’e uyarak ve hakeza Şafii, Maliki, Hanefi ve diğerleri başın meshedilmesini açıkça beyan etmiştir.

Ama maalesef Ahmed bin Hanbel, İshak, Sevri, Evzai vb. kimseler sarığa da mesh edilmesinin de câiz olduğunu söylemişlerdir. Halbuki aklı olan herkes sarığa meshin başa meshten ayrı olduğunu bilmektedir.

Baş; et, deri, kemik ve saçlardan ibarettir. Sarık ise başa konan bir parçadır. Aralarında büyük bir fark vardır.

Dikkat Etmek ve İnsafla Yargılamak Gerekir


Bütün fıkhi meselelerde dört mezhep arasında büyük ihtilaflar vardır ve genelde de Kur’ân hükümlerine aykırı hükümler mevcuttur. Ama buna rağmen bir birine kötümser olmamış ve herkes kendi mezhebine göre amel etmektedir. Bütün ölçülerin aksine nebiz ile abdest almanın cevazına hükmeden Ebu Hanife’yi ve Hanefileri müşrik ilan etmiyorsunuz. 

Hakeza Kur’ân-ı Kerim’in hükümlerine aykırı hüküm veren diğer alimleri de red etmiyorsunuz. Ama Ehl-i Beytin buyruklarına dayanan, buyruklarıyla amel eden Şii Müslümanları eleştiriyor ve Kur’ân-ı Kerim’in dengi olan Ehl-i Beyt’e uyanları Rafızî, müşrik ve kafir sayıyorsunuz. 

Önceki gecelerde, açıkça Şii Müslümanların müşrik olduğunu söylediniz. Şimdi de neden diğer Müslümanlar gibi namaz kılmadıklarını beyan ediyorsunuz.

Halbuki beş vakit namazın farzları konusunda aynı düşüncedeyiz. Aramızda ihtilaf yoktur. Feri konularda ise bütün Müslüman fırkalar arasında ihtilaflar mevcuttur.

Ebu’l- Hasan Eş’ari, Vasıl bin Ata, Ebu Hanife, Malik, Şafii, Hanbel, Hasan, Davud, Kesir, Ebu Sevr, Evzai, Sufyan-i Sevri, Hasan Basri, Kasım bin Selam ve diğer alimleriniz arasında da büyük ihtilaflar vardır.

Hakeza Ehl-i Beyt (a.s) alimleriyle Ehl-i Sünnet insanları arasında da büyük fark vardır. Eğer fakihlerin fetvaları eleştirilecekse, neden Ehl-i Sünnet’in farklı fırkaları eleştirilmemektedir?

Halbuki genelde Kur’ân-ı Kerim’in açık nassına karşı hüküm vermekte, apaçık nasları te’vil etmektedirler. Diğer fakihler ise başka hükümler vermekte, o diğerlerinin amel ve fetvasını da şirk ve küfür saymamaktadırlar.

Diğer birçok mesele gibi feri bir ihtilaf olan toprağa secde konusunda da maalesef ortalığı velveleye verdiniz. Şii Müslümanların müşrik ve putperest olduğunu ilan ettiniz. 

Ama kurumuş pisliğe secdeyi bile görmezlikten geliyor, itina etmiyorsunuz! Halbuki insaflıca bakacak olursanız, Şii alimlerinin hükümleri Kur’ân-ı Kerim’in hükümlerine daha yakındır.

Örneğin: Sizin alimleriniz pamuk, yün, ipek, deri vb. şeylerden yapılan sergileri de yerden saymaktadır ve üzerine secde etmektedirler. Halbuki yeryüzünde hiçbir akıllı insan bu dokunmuş maddelerin yerin bir parçası olduğunu kabul etmez. Hatta böyle düşünenlere gülerler.

Ama Ehl-i Beyt’e uyan ve; “Yere ve yerin bitirdiklerine, o da yenilmeyen ve giyilmeyen şeylere secde edilmelidir.” diyen Şii Müslümanları müşrik sayıyorsunuz. Öte yandan kurumuş pisliğe secde edenleri müşrik saymıyorsunuz!

Açıktır ki, İlahi emir gereği yere secde etmek, halıya secde etmekten farklıdır.

Şeyh: Siz Kerbela’dan alınan toprak parçasına secde ediyor, onu bir put gibi kucağınızda taşıyor ve bu toprağa secdenin farz olduğunu beyan ediyorsunuz. Bu amel apaçık İslâmi emirlere aykırıdır.

Davetçi: Şüphesiz bu cümleleri atalarınıza uyarak çocukluktan beri beyninize yerleşen ön yargılarla beyan ediyorsunuz. Bu konuda hiçbir deliliniz yoktur. 

Sizin gibi insaflı ve aydın bir alimin, bu tür temiz toprağı put diye adlandırması hiç de yakışmadı, şüphesiz İlahi adalet mahkemesinde bu iftiraların cevabını vereceksiniz. Temiz toprağı put ve muvahhidleri müşrik saydığınız için sorguya çekileceksiniz.

Her görüşü eleştirmek heva ve heves değil, senet ve delil üzere olmalıdır. Eğer Şii Müslümanların ilmihallerine bakacak olursanız, kendi cevabınızı açıkça orada görür ve böyle itirazlarda bulunmazsınız. Böylece de Ehl-i Sünnet kardeşleri Şii kardeşleri aleyhine kötümserliğe itmezsiniz.