Hakikat Ehli İnsafla Yargılasınlar

Davetçi: O halde bildiğiniz gibi Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra, Hz. Ali (a.s) vasiyet gereği Peygamber (s.a.a)’in yıkanması, kefenlenmesi ve defniyle meşgulken Beni Saide Sakifesi’nde bir grup toplanarak Ebu Bekir’e biat etmiş, Hz. Ali’yi de biate davet edince Hz. Ali (a.s) neden biat etmedi?

Eğer Ebu Bekir’in hilafeti hak, icma meselesi sabit ve hakkaniyet delili olmuş olsaydı, Hz. Ali (a.s) takva ve züht abidesi olduğu hasebiyle bahaneye sarılmaz, haktan yüz çevirmezdi. Zira Peygamber (s.a.a)’in de buyurduğu gibi, hak nerede olsa Ali de orada olmalıdır.

Takvanın gereği de muttaki şahsın haktan yüz çevirmemesidir. Senetlerini de önceki geceler zikrettiğim hadislerde Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Ali hakladır, hak da Ali ile döner.”

Eğer o olaylar hak ve Ebu Bekir’in hilafete seçimi doğru olmuş olsaydı, Hz. Ali (a.s) sevgiyle onu karşılar, kabullenir ve asla muhalefet etmezdi.

Dolayısıyla Hz. Ali (a.s)’ın muhalefetinin iki nedeni olabilir; Ya Ali hakka aykırı davranmış, Peygamber (s.a.a)’in emrine isyan ederek O’nun halifesine biat etmemiştir; ya da hilafetin durumunu ve icma yolunu hakka aykırı bulmuş ve onu siyasi bir oyun bilmiştir.

Peygamber (s.a.a)’in de buyurduğu gibi sürekli hakla olan, Muttakilerin İmam’ı diye nitelendirilen, dünya ehli olmayan, makam ve mevki peşinde koşmayan, dünyayı üç talakla boşayan, zahiri riyaset peşinde olmayan Ali gibi birisi hakkında birinci ihtimal asla doğru değildir.

Dolayısıyla hilafeti siyasi bir oyun bildiğinden ve Allah-u Teala ve Resulünün rızasına aykırı bulduğundan biat etmekten çekinmiştir.

Şeyh: Efendimiz Ali’nin (k.v) biat etmediğini söylemekle ilginç sözler buyuruyorsunuz. Halbuki bütün hadis ve tarih kitaplarımız efendimiz Ali’nin Ebu Bekir’e biat ettiğini ve icmadan yüz çevirmediğini yazmaktadır.

Davetçi: Önceki geceler onca detaylı bir şekilde arz etmiş olduğum şeyleri unutmanızla size şaşırmak gerekir. Halbuki bizzat büyük alimleriniz, hatta Buhari ve Müslim’in Sahih’lerinde Hz. Ali (a.s)’ın hemen biat etmediği kaydedilmiştir.

Çoğu alimlerinizin itiraf etmiş olduğu üzere ilk gün zorla camiye götürüldüğü halde biat etmemiş, evine dönmüştür. İbrahim bin Sa’d, İbn-i Ebi’l- Hadid, Taberi ve diğer güvenilir alimleriniz ittifakla şöyle yazmışlardır: “Hz. Ali (a.s) 6 ay sonra biat etti.” Yani önceki gecelerde arz ettiğim gibi Hz. Fatıma (a.s)’ın vefatından sonra (ikrahla) biat etmiştir.

Faraza ki biat etti, ama neden 6 ay direndikten sonra biat etti? Aksine Hz. Ali (a.s) bu hilafetin doğru olmadığı için onlarla tartıştı, ihticaç etti. Halbuki Hz. Ali (a.s) gibi takva abidesi bir insan haktan uzak durmaz, hakkı ertelemezdi.

Şeyh: Her halde bunun bir sebebi vardır. Kendileri ne yaptıklarını daha iyi bilirler. 1300 yıl sonra bizim büyüklerin işlerine ve ihtilaflarına karışmamızın ne anlamı var! (Mecliste bulunanların gülüşmesi.)

Davetçi: Ben bu kadar cevabınızla yetindim; çünkü sizin mantıklı bir cevabınız olmadığı için bu tür cevaplara yöneldiniz. Halbuki konu akıllı ve insaflı kimseler nezdinde hiçbir delile ihtiyaç kalmayacak şekilde apaçık ortadadır. 

Büyüklerin ihtilafına karışmamak konusuna gelince; eğer o işin bizimle bir ilgisi olmazsa, onların ihtilafına karışmamız doğru değildir. Ama özelikle bu konuda yanılıyorsunuz. Her akıllı Müslüman gerçek bir dine sahip olmalıdır; taklidi bir dine değil! Dinde araştırmanın yolu işte budur.

Biz tarihi incelediğimizde Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra ümmetin ve büyük sahabilerin ikiye ayrıldıklarını görüyoruz. Burada haklıyı takip edebilmek için hangisinin hak üzere olduğunu araştırmak zorundayız. Körü körüne atalarımızı takip etmek ve hiçbir araştırma yapmamak asla doğru değildir.

Şeyh: Herhalde siz Ebu Bekir’in hilafetinin hak üzere olmadığını söylemek istiyorsunuz. Eğer Ebu Bekir’in hilafeti haksız ve Hz. Ali (k.v) haklı olmuş olsaydı, o halde Hz. Ali gibi cesur ve hakkın icrası için büyük bir gayret içinde olan birisi, başkaları da kendisini teşvik etmiş olduğu halde neden kıyam etmedi? 

Sizin dediğiniz gibi neden altı ay sonra biat etti? Hatta namazlarda hazır oluyor, gerekli zamanlarda halifelerin istişare meclislerine katılıyor ve isabetli görüşler bile veriyordu.

Peygamberlerin Ümmetleri Arasında Susmaları, İnzivaya Çekilmeleri, Kıyam Etmemeleri Veya Kaçmaları, Taraftar ve Yardımcıları Olmaması Sebebiyledir

Davetçi: Evvela; enbiya ve vasiler İlahi emirler üzere hareket ederlerdi ve kendilerinden bir iradeleri yoktu. Dolayısıyla onları; neden kıyam etmediler, sustular veya neden düşmanlar karşısında kaçtılar veya gizlendiler diye eleştirmek olmaz.

Nitekim büyük enbiya ve vasilerin tarihini inceleyecek olursanız, bu tür olaylardan çok görürsünüz, özellikle Kur’ân bunlardan bazısına da değinmiştir. Onlar, taraftarlarının olmaması sebebiyle susmuş, oturmuş, kaçmış veya saklanmışlardır.

Nitekim Kamer suresi 10. ayette, Hz. Nuh peygamberin şu sözü bildirilmektedir:

“Bunun üzerine Rabbine: ‘Ben yenik düştüm, bana yardım et!’ diyerek yalvardı.”

Hakeza Meryem suresi 48. ayette, Hz. İbrahim amcası Azer’den yardım dileyip olumsuz cevap alınca şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Sizden de, Allah’ın dışında taptığınız şeylerden de uzlet ediyor (uzaklaşıyor) ve Rabbime yalvarıyorum.”

Hz. İbrahim amcası Azer’den yardım görmeyince uzlete çekildi; Hz. Ali (a.s) da işte bu yüzden gerekli taraftar ve yardımcı bulamadığı için bir köşeye çekildi.

Şeyh: Zannedersem bu uzletten maksat, kalbi uzlettir. Yani onlardan kalben uzaklaştı, mekan olarak değil.

Davetçi: Eğer her iki fırkanın da tefsirine bakacak olursanız, bu uzletin mekansal bir uzlet olduğunu görürsünüz, kalbi bir uzlet değil. Nitekim imam Fahr-u Razi Tefsir-i Kebir, c. 5, s. 809’da şöyle diyor: “Uzlet bir şeyden uzaklaşmak manasınadır, Hz. İbrahim’in uzleti mekan ve yol açısından onlardan uzaklaşmasıdır.”

Nitekim siyer alimlerinin de yazdığı gibi Hz. İbrahim Babil’den Fars dağlarına hicret etti. Yedi yıl o dağların eteğinde yaşadı. İnsanlardan uzaklaştı. Daha sonra Babil’e geri döndü, davetini açıkladı ve putları kırdı.

Bunun üzerine onu yakalayıp ateşe attılar. Allah-u Teala da ateşi ona soğuk ve selamet kıldı. Böylece risalet emrini ortaya çıkardı.

Kasas suresi 21. ayette de Hz. Musa hakkında şöyle buyurulmaktadır:

“Musa korka korka, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı ‘Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar.’ dedi.”

Allah’ın büyük peygamberleri bile korku içinden kaçarlarken Peygamber (s.a.a)’in vasisi uzlete çekilemez mi?

Allah-u Teala, A’raf suresi 150. ayette de İsrail oğullarının Hz. Musa’nın gıyabında Samiri’nin kandırmasıyla buzağıya taptığını ve Musa’nın halifesi olan Harun’un ise sükutunu rivayet ettikten sonra şöyle buyurmaktadır:

“Kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi:) Anam oğlu bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve neredeyse beni öldüreceklerdi.”

Kur’ân ayetlerinin de beyan etmiş olduğu üzere Hz. Peygamber (s.a.a) ve Hz. Musa’nın halifesi olan Hz. Harun tek başına olduğu ve ümmetin kendisini aşağıladığı bir sırada susarak kıyam etmemişlerdir.

Hz. Peygamber (s.a.a) de Hz. Ali (a.s)’ı Harun’un bir benzeri saymış ve Harun’un makamına sahip olduğunu açıkça beyan etmiştir. Hz. Ali (a.s) kendini, gerçekleşmiş bir olay karşısında tek başına bulunca Harun gibi sabr ve tahammül etmiştir.

Nitekim önceki geceler arz etmiş olduğum büyük alimlerinizin de kitaplarında yer alan rivayetler esasınca, Hz. Ali (a.s) zorla mescide götürülüp biat etmesi için üzerine kılıç çekildiğinde, Peygamber (s.a.a)’in kabrine gitmiş ve Harun’un Musa’ya söylediği şu sözü tekrarlamıştır:

“Ey Anam oğlu bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve neredeyse beni öldüreceklerdi.”

Yani ey Resulullah (s.a.a) gör bak bu ümmet beni yalnız bıraktı, zayıf gördüler ve beni öldürmek istiyorlar.

Peygamber (s.a.a) bile Mekke’de 13 yıl sükut etti ve sonunda da geceleyin vatanından kaçmak zorunda kaldı.

O da önceki Peygamberler gibi taraftarları ve dostları olmadığı için sabretmiş, sonra da kaçmıştır. Tahammül edilemeyen şeylerden kaçmak Peygamberlerin sünnetidir. Hatta Hz. Peygamber (s.a.a) kudret zamanında bile kavminin bütün bidatlerini ortadan kaldıramadı.

Şeyh: Hz. Peygamber (s.a.a)’in bidatleri ortadan kaldıramadığına nasıl inanılabilir?


Davetçi: Hamidi Cem’un Beyn’es- Sahihayn’de, imam Ahmed bin Hanbel ise Müsned’de, Peygamber (s.a.a)’in Ümm’ül müminin Aişe’ye şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

“Eğer insanlar cahiliye zamanına yakın olmasaydı ve kalben inkar edeceklerinden korkmasaydım, Kabe’yi yıkıp Hz. İbrahim zamanında olduğu gibi dışarıda kalan bölümlerini de içine alır ve evi yere oturturdum. Doğu ve batı tarafına iki kapı açardım ve temelini Hz. İbrahim’in bina etmiş olduğu temel üzere kurardım.”

Beyler biraz insaflı olun, Peygamber (s.a.a) gibi o büyük makama sahip İlahi bir insan bile sahabesi arasında şirk ve küfrün eserlerini yok etme noktasında ihtiyatlı davranıyorsa (kendi alimlerinizin yazmış olduğuna göre) ve İbrahim’in binasında yapılan bidatleri değiştirip asıl şekline döndüremiyorsa, 

inatçı ve bağnaz ve hasetçi bir kavim karşısında Hz. Ali (a.s) gibi birisinin ihtiyat etmesi normal bir şeydir. Zira onlar fırsat kolluyor, dine büyük bir darbe vurmak istiyorlardı.

Nitekim Vasıti, İbn-i Meğazili ve Hatib-i Harezmi, kendi Menakıp’larında Peygamber (s.a.a)’in Hz. Ali’ye şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler:

“Ümmet sana karşı kinlidir, benden sonra sana hile yapacak, içlerinde olanı açığa vuracaktır; Allah-u Teala’nın sana mükafat vermesi için sabretmeni vasiyet ediyorum .”

Hz. Ali’nin Peygamber (s.a.a)’in Vefatından Sonra Muhalifleriyle Savaşmamasının Nedeni ve Allah İçin Susup Sabretmesi

Hz. Ali (a.s) hayatında asla kendini görmeyen yegane kahramandı. O sadece Allah’ı görüyordu, bütün varlığı Allah’ta fenaya ermişti. Kendini, yakınlarını, imameti, hilafeti ve riyaseti,

sadece Allah-u Teala için istiyordu, düşmanları karşısında hakkını elde etmek için kıyam etmemesi de Allah-u Teala içindi. O, insanların tefrikaya düşüp cahiliyeye dönmesinden korkuyordu.

Nitekim Hz. Fatıma (a.s) hakkı gasp edildikten sonra ümitsizce evine dönüp Hz. Ali’ye şöyle arz ettiğinde:

“Anne karnındaki çocuk gibi evine kapanmışsın, itham edilmiş bir sanık gibi evine gizlenmişsin, atmacaların kanadını kırdıktan sonra şimdi zayıf kuşların kanadında aciz kalmışsın, onlara gücün yetmiyor.

Halbuki Ebubekir zorla babamın evlatlarına bıraktığı maişeti kesiyor, bana karşı açıkça düşmanlık yapıyor ve benimle mücadele ediyor.”

Hz. Ali (a.s) bu çok uzun konuşmayı dikkatlice dinledi ve susunca da verdiği kısa bir cevapla onu ikna etti. Bu cümleden şöyle buyurdu:

“Ey Fatıma, ben din ve hakkı alma hususunda mümkün olduğu kadar gayret ettim. Sen bu dinin baki kalmasını ve babanın adının ebediyen minarelerden yükselmesini istiyor musun?”