Müçtehit Hükümleri Değiştirebilir mi?

Şeyh: Bildiğiniz gibi bazı alimlerimizin inancına göre, Peygamber (s.a.a) de şer-i hükümlerde bir müçtehitti. Dolayısıyla başka bir müçtehit, içtihat gereği ilk hükmü, yani helal veya haramı değiştirebilir. İşte bu yüzden Ömer de, “Ben onları haram kılıyorum” buyurmuştur!!

Davetçi: Siz beylerden, bir hatayı düzeltmek için başka hatalara düşeceğinizi beklemiyordum. Lütfen Allah-u Teala rızası için iyi düşünün, nass karşısında içtihat doğru mudur?

Peygamber (s.a.a)’i bu kadar düşürüp Ömer’i de bu kadar yükselterek iki müçtehit gibi karşı karşıya getirmeniz doğru mudur? Sizin bu dediğiniz Kur’ân ayetlerine de aykırı değil midir? Şimdi vakit dar olduğundan sadece bu ayetlerden bazısına işaret ediyorum:

Allah-u Teala Yunus suresi 15. ayette şöyle buyurmaktadır:

“...De ki: Onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem, benim için olacak bir şey değildir. Ben, yalnızca bana vahy olunana uyarım...”

Peygamber (s.a.a) bile kendi meylince vahiy olmaksızın hükümleri değiştiremediği halde vahiyden tümüyle uzak olan Ömer nasıl olur da helal ve haramı değiştirebilir? Halbuki Kur’ân Peygamber (s.a.a) hakkında Necm suresi 3 ve 4. ayette şöyle buyurmaktadır:

“O hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri) vahy olunandan başkası değildir.”

Hakeza Ahkaf suresi 9. ayette şöyle buyurmaktadır:


“Yoksa: Kendisi onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer ben onu uydurmuşsam, Allah tarafından bana gelecek şeyi savunmaya gücünüz yetmez. O sizin Kur’ân hakkında yaptığınız taşkınlıkları çok daha iyi bilir...”

Bu ayetler, Peygamber (s.a.a)’in tam manasıyla ahkam-ı İlahiye itaat etmesinin gerekliliğini göstermektedir. O halde ne Ömer ve ne de bir başka birisi, hükümleri değiştiremeye ve helalı haram yapmaya kesinlikle hakkı yoktur.

Şeyh: Şüphesiz halife Ömer, ümmetin salahını bu hükmün neshinde görmüştür. Zira bugün de bazı kimselerin bir saat veya bir ay boyunca bir kadını mut’a edip hamile veya hamile olmadan terk ettiğini görüyoruz. Bu fesadın yayılmasına neden olmaktadır.

Davetçi: Af edersiniz, bu beyanınız çok gülünç ve ilginçtir. Nasıl olur da bir avuç şehvet perest insanın yaptıklarını Allah’ın helal ve haramına ölçü sayıyorsunuz?

Eğer bir avuç şehvetperest insanın yaptığını ölçü olarak alırsanız, daimi nikahın da haram olması gerekir. Zira bazı insanlar makam veya mal için soylu bir kadınla daimi nikah kıymakta, sonra da öylece bırakıp gitmektedir. O halde dediğinize göre buradan yola çıkarak daimi nikahın da yanlış olduğunu söylemek gerekecektir.

Halka dini aşılamak gerekir. Dini görevlerini söylemek gerekir. Bir insan dindar olur da daimi nikahla evlenmekten mahrum kalırsa, zina etmeyeceği için gidip mut’a edecektir.

Bu adam dindar olduğu için mecburen mut’anın şartlarını araştıracaktır. Zira her hükmün şartları olduğunu, önce şartlarının gerçekleşmesinin gerektiğini, daha sonra da amel etmesi gerektiğini bilecektir. Bu yüzden, nikahlarken kadına mut’adan sonra bekleyeceği 45 günlük surede rahatça yaşayabileceği miktarda mehir verecektir.

Ayrıldıktan sonra da kadının hamile kalıp kalmadığını araştırmalıdır. Eğer kadın hamileyse o çocuk kendisinin olduğu için kadını korumalıdır, çocuk olduktan sonra da ona bakmak zorundadır. Eğer bu şartlara riayet etmezse, siz düşünmeden hemen helal olan bir hükmün nesh edildiğini iddia edemezsiniz.

Üstelik, dediğiniz doğru da olsa, toplumun faydasını Allah-u Teala ve Peygamber (s.a.a) kesinlikle Ömer’den daha iyi biliyorlardı. O halde neden toplumun hayrı için ashabı bundan alıkoymadılar?

Eğer Peygamber (s.a.a) nehiy etmemişse, hiçbir İmam ve halife, maslahat üzere Allah’ın helal kıldığını haram ederek mut’ayı yasaklayamaz.

Mut’anın Yasaklanışı Zinanın Artışına Neden Olmuştur


Eğer dikkat edecek olursanız, mut’a hükmü fesadın nedeni değildir. Aksine mut’ayı yasaklamak zinayı yaygınlaştırır. Zira daimi nikahla evlenemeyen gençler mut’ayı da Ömer yasakladığı için şehvetine hakim olamayınca mecburen zina edecektir.

Zinanın yaygın olduğu toplumlarda ise hürmet perdeleri yırtılır, insanlık namusu sarsılır, birçok cinsel hastalıklar yaygınlaşır ve aileler dağılıp perişan olur.

Nitekim imam Ahmed Sa’lebi ve Taberi kendi tefsirlerinde, imam Ahmed bin Hanbel ise Müsned’de mut’a ayetinin tefsirinde müsned olarak Hz. Ali (a.s )’den şöyle rivayet etmektedir: “Ömer mut’ayı yasaklamasaydı, kötüler dışında hiç kimse zina etmezdi.”

Hakeza İbn-i Cureyh ve Amr bin Dinar, Abdullah bin Abbas’dan şöyle rivayet etmekteler: “Mut’a rahmettir, Allah-u Teala onunla Muhammed’in ümmetine rahmet etmiştir. Eğer Ömer yasaklamasaydı kötüler dışında hiç kimse zina etmezdi.”

O halde Peygamber (s.a.a)’in ashabının da buyurduğu gibi mut’a zinanın sebebi değildir. Aksine mut’ayı yasaklamak zinayı yaygınlaştırmaktadır. Dolayısıyla Allah Teala’nın Peygamber (s.a.a) vasıtasıyla topluma bildirdiği hükümler, kıyamete kadar tüm insanlığın hayrınadır.

Burada söylenecek çok söz ve mut’anın haram olduğunu söyleyen görüşün batıl olduğu hakkında birçok delil vardır. Ama burası yeri değildir.

Ayrıca biz de bu konuyu bahsetmiyorduk, ben sadece Peygamber (s.a.a) zamanında yaygın olan bir amelin, uydurulan hadislerle değiştirildiğine örnek göstermek istemiştim.

İstedim bilesiniz ki, Allah’ın birçok hükümleri değiştirilmiş, helal ve haramlarla oynanmıştır. Şii ve Sünni ulemanın ittifak etmiş olduğu humus ve iki mut’a hükmü, Peygamber (s.a.a) zamanında ümmet arasında yaygın ve uygulanan bir şeydi. Sonradan Ömer kendi arzusunca hiçbir delil olmaksızın helali haram kılmıştır. 

Şimdi de milyonlarca Müslüman hiçbir delil olmaksızın sadece atalarının izinden giderek bu inancı savunmaktadır. Halbuki bizzat kendi muteber kitaplarınızdaki hadisler ve Kur’ân ayetleri humus ve bu iki mut’a hükümlerinin nesh edilmediğini açıkça beyan etmektedir.

Buna rağmen nesh edildiği hakkında hiçbir delil olmayan bu hükümlerle amel edenleri bizzat sapık ve dalalet ehli sayıyorsunuz.

Dolayısıyla ümmet arasında Ebu Talib (r.a)’in mümin ve Müslüman olduğu bilindiği halde Zehzah hadisi uydurularak tam tersi gösterilmiştir. Halk da düşünmeden taklit ederek gerçekleri çiğnemiştir.

Düşünen ve bilgi sahibi insanlar için bu kadar delil yeterlidir. Basiret ehlinin de bildiği gibi Ebu Talib’in iman etmiş olduğu hakkında birçok delil vardır, biz de özetle konuyu aktarmaya çalıştık.

Hz. Ali (a.s)’ın düşmanları Hariciler, Nasibiler ve Emeviler Ebu Talib (r.a)’in dirilerek Kelime-i Şahadeti söylemiş olduğunu görseler bile, yine tevil edecek, başka anlamlar çıkaracaklardır.

Bu konuda daha fazla bilgi isteyenler, Celaluddin Suyuti, Ebu’l- Kasım Belhi, Muhammed bin İshak, İbn-i Sa’d, İbn-i Kuteybe, Vakidi, imam Musuli, Şevkani, Telmesani, Kurtubi, Berzenci, imam Şa’rani, Ebu Cafer İskafi ve benzerlerinin kitaplarına müracaat etmelidir.

Bunların hepsi de Ebu Talib (r.a)’in iman ettiğini kabul etmekte ve genelde bu konuda müstakil kitaplar yazmışlardır.

Özetle bu söylenenlerden de anlaşıldığı gibi soy açısından Ali (a.s) büyük bir makama sahiptir. Ashaptan hiçbirisi o mukaddes makamda değildir.

Gerçek apaçık ortada, kimseye gizli değildir; Ancak kör olanlar, ayı göremiyorlar.