Peygamber (s.a.a) de bir hadiste şöyle buyuruyor

Gıybetten sakının; gıybet, zinadan daha kötüdür.


Gıybetin zinadan kötü olmasının nedeni, zinanın şahsi zararının, gıybetinse türsel (diğer kimselere) zararlarının olmasıdır. Öyle ki denildiği üzere, eğer zina eden tövbe ederse şartsız kabul edilir.

Ama gıybet eden gıybet etmiş olduğu kimseyi razı etmediği takdirde, tövbesi kabul olmaz. Bunun detaylı şartları geniş kitaplarda yer almıştır.

Müslümanların birbirine kötümser olmasının, kin ve düşmanlıkla bakmasının sebeplerinden biri gıybettir. Gıybeti terk ederseniz ihtilaflarınız ortadan kalkar. Müslüman kardeşlerinize kötü zanda bulunmayınız.

Dedikodudan sakının, aksi takdirde Allah’ın ve insanların gazabına uğrarsınız. Laf taşıyanlar ve gıybet edenler fitnecilerdir. Bunları kendinizden uzaklaştırınız. Aranıza ihtilaf ve fitne sokmalarına müsaade etmeyiniz. 

Onlar yabancıların uşaklarıdır. Onlar genelde yabancıların ajanlarıdır. Din kılığı içinde ihtilaf çıkarmaya çalışıyorlar. Düşmanların galebesi için ortam hazırlıyorlar.

Bazıları konuşmalarıyla, bazıları da kalemiyle Şia aleyhine kitaplar yazarak Müslümanlar arasında düşmanlık yaratıyorlar. Üç yüz milyon Şii alemini İslâm dünyasından ayırmaya çalışıyorlar.

Muhterem beyler dikkat etmelidirler ki, ilmi tartışmalar ve dini münazaralar, Müslümanlar arasında kin ve düşmanlık icat etmemelidir. Ne kadar farklı inançlarımız da olsa, hepimiz “La ilahe illallah, Muhammed Resulullah (s.a.a)” diyoruz. Hepimizin bir kitabı, bir kıblesi var, biz de zahire bakmalıyız.

Gerçi zahir mecazdır, ama bir gün, “mecaz, apaçık gerçeğin köprüsüdür” kaidesince apaçık gerçeğe dönüşebilir. O halde birbirimizle kardeş olmalıyız, tevhid düşmanlarına, bizlere galip olması için fırsat vermemeliyiz.

Sünni ve Şiiler birbirine kin ve düşmanlıkla bakmamalıdır. Birbirine karşı iyimser olmalıdır.

Ben bütün Müslümanlardan küçüğüm, bir vaiz ve mübelliğ olarak ilan ediyorum ki, eğer alim veya cahil, canlı veya ölü herhangi bir Sünni kardeşime karşı düşmanlık ve kötümserlik içindeysem, Allah’ın kudret ve kuvvetinden dışarı olayım, bu büyük bir yemindir.

Her nerede bir Sünni kardeşimi görsem onu bir kardeş gibi kabul ettim, sevinç ve dertlerime ortak bildim.

Ehl-i Sünnet kılığına giren bir avuç harici ve nasibiler, yazdıkları yazılar ve sözleriyle Müslümanlar arasına fitne sokmakta, Şia aleyhine kitaplar yazarak onları tekfir etmekte, halkı Şiiler aleyhine tahrik etmekteler.

Şii Müslümanları katliam etmek ve Şia alimlerinin ölüm fetvasını vermek, bu tür insanların tahrikleri neticesinde olmuştur. Onlarla anlaşamayız, onlar kafirlerin uşaklarıdır. 

Efendilerinin emriyle Müslümanların arasına fitne sokuyorlar. İttihat feryadıyla perde altında Müslümanlar arasında ihtilaf çıkarmaya çalışıyorlar. Her Müslüman cahil olsun veya alim, bu tür insanları hangi makamda olurlarsa olsunlar kendilerinden uzaklaştırmalı, Müslümanlar arasında birliği sağlamalıdırlar.

Bunlar üçüncü halife Osman bin Affan’ın etrafına toplanıp halife adına her işi yapan ve Müslümanları tahrik etmek için onu mektuplar yazmaya zorlayan kimselerin takipçileridir. Sonunda Osman öldürülünce de, “Müslümanlar halifesini öldürdü.” diyerek İslâm’a büyük bir darbe indirdiler. Sonra da Muaviye ve Yezid’in etrafına toplanarak Ehl-i Beyt’i ve taraftarlarını katlettiler.

Müslümanların tarihini lekelediler. Şimdi de her yerde kitap, makale ve dergilerle fitne ateşini yakıp Müslümanlar arasında ihtilaf çıkarmak istiyorlar.

Beyler, lütfen Muaviye’nin müşaviri olan Rumlu köle Sercun’un hayatına bir bakınız. Bir esir olarak Muaviye’nin sarayına girmiş ve bütün işlerde Muaviye’nin danıştığı bir kimse haline gelmiştir. Nitekim Muaviye ölürken de sözde akıllı olduğu için Sercun ile istişarede bulunulmasını vasiyet etmiştir.

Yezid de Hz. Hüseyin hakkında onunla istişare etti. Sercun işi bitirmesi için Ubeydullah’ı Kufe’ye vali tayin etmesini istedi. Yezid de Ubeydullah’ı Kufe’ye hakim kılarak Ehl-i Beyt (a.s)’ın katline ve Kerbela olayına neden oldu.

O halde yabancılar, her zaman farklı elbise ve isimlerle Müslümanlar arasına girmiş ve yabancıların hakimiyeti için ortam hazırlamışlardır.

Lütfen bu dediklerimi not alınız. Burada olmayanlara ulaştırınız. Harici ve Nasibiler karşısında el ele veriniz. Birbirinizin cami ve toplantılarına katılınız. Birbirinize karşı merhametli olunuz.

Bir kaç kelime ilmi sohbetler için birbirinizden ayrılmayınız. Allah-u Teala’ya yemin ediyorum ki, tartıştığımız on gün boyunca hiçbir Müslüman’a karşı kötü gözle bakmadım. Şimdi de burada Sünni kardeşlerimin güzel ve nurani yüzlerini görüyorum. Sürekli onlarla dost olmak ve dini işlerde samimice birlikte çalışmak istiyorum.

Muhterem beyler, Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’i, bizlere Müslümanlarla iyi geçinmeyi emretmiş ve kendileri de böyle davranmışlardır.

Nitekim bir rivayette ravi İmam Sadık’a şöyle diyor: “Ben muhaliflerin camisinden nefret ediyorum, orada namaz kılmak istemiyorum, bu iyi midir yoksa kötü mü?” İmam Sadık şöyle buyuruyor:

“Camiler Allah’ın evleridir, bilmiyor musun yapılan her cami, Peygamber’in veya öldürülen Peygamber’in vasisinin kabri üzerine bina edilmiştir, o halde orada o Peygamber’in veya vasisinin bir damla kanı vardır.

O kan sebebiyle de Allah-u Teala o camilerde anılmasını istemiştir. Öyleyse orada farzları ve nafilelerinizi kılın.”

Şia alimleri bu tür rivayetlerden çok yüce anlamlar çıkarmışlardır. Ama öğle vakti yaklaştığı için hepsini rivayet edemiyorum. Merhum Seyyid Mehdi Bahr’ul- Ulum Menzume-i Fıkhiyye’de şöyle demiştir:


Camilerde namazın faziletinin sırrı


Orada şehit edilen masumun kabri sebebiyledir.

Bu fazilet orada dökülen tertemiz kan sebebiyledir,

Allah-u Teala onu kendisini anan kul için tertemiz kılmıştır.

Beyler, işte Ehl-i Beyt (a.s), taraftarlarını böyle terbiye etmiştir. Beyler, farz ve nafile namazlarınızda birbirinizin camilerinize gidiniz, birbirinize hakaret etmeyiniz, düşmanlar çeşitli ihtilaflarla ve fıkhi farklılıklarınızı bahane ederken sizi birbirinize düşürmekte, aranıza nifak ve düşmanlık sokmaktadır.

Onların aksine fıkhi ihtilaflarınıza aldırmadan hepiniz kendi yolunuza devam ediniz, birbirinize karşı dost ve merhametli olunuz.

Şii ve Sünni kardeşler, eli bağlı ve açık, mühürlü veya mühürsüz (toprak parçasına veya halıya secde ederek) yan yana namaz kılınız. Birbirinizin cami ve toplantılarına katılınız.

Hanbeliler, Malikiler, Şafiiler ve Hanefiler bütün fıkhi ihtilaflarına rağmen kardeşçe yaşadıkları gibi Şii kardeşlerini de muhabbetle kucaklayarak ibadet ve inançlarınızın gereğini yapmalı, birbirinize hakaret etmemelisiniz. Birbirinize düşmanca bakmayınız.

Alim kılığında da olsa sizi birbirinizin aleyhinize tahrik etmeye çalışan birini gördüğünüzde, kesin bilin ki o yabancıların uşağıdır. Aranıza fitne sokarak yabancılara ortam hazırlamaktadır. İslâmi azametinizi korumak için onları kovunuz.

Beyler, nifak ve ihtilaflardan kaçınmanın en iyi yolu, Hz. Ali (a.s)’ın gösterdiği yoldan yürümektir. Herkes kendi akli inançlarını korusun, birbiriyle ittihat etsin, Müslümanlar birbiriyle ihtilafa düşmesin.

Hz. Ali (a.s) kendini hilafete layık gördüğü halde Şıkşıkıyye hutbesinin başında şöyle diyor: “Allah-u Teala’ya and olsun ki Ebi Kuhafe oğlu, hilafete göre yerimin değirmen taşının mili gibi olduğumu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi...”

Ama Peygamber (s.a.a)’in vasiyeti üzere O’nu yıkayıp kefenledikten sonra Sakife fitnesinden haberdar oldu ve kendini bir avuç muhalifler karşısında gördü. 

Halbuki ümmet arasında, Peygamber (s.a.a)’den gizli veya açık, hakkında nas olan Hz. Ali (a.s )’den başka birisi yoktu. Büyük sahabiler ve Haşim oğulları Hz. Ali (a.s)’ın etrafında toplandılar. Ebu Süfyan önderliğindeki Ümeyye oğulları da Hz. Ali (a.s)’ı kıyama davet ettiler. Ama Hz. Ali (a.s) aklı ve düşüncesiyle, kıyam etmiş olduğu takdirde İslâm’da bölünmelerin olacağını anladı.

İhtilaf sebebiyle yıllardır fırsat kollayan düşmanlar Müslümanlara galebe çalacak, dini ortadan kaldıracak ve yeni Müslüman olmuş kimseler İslâm’dan dönecekti. Bu yüzden bütün zorluklara rağmen sabretti ve şöyle buyurdu: “Gözümde diken, boğazımda kemik parçası kalırcasına sabrettim.”

Muhalifleriyle savaşmadı; çünkü İslâm daha yeni gelmişti ve iç savaşla büyük bir fitne kopacaktı. Bu da İslâm’ın yok olmasına neden olabilirdi. Bu yüzden muhalifleriyle idare etmeye çalıştı. 

Kendi inançlarında sabit olduğu halde İslâm dinini güçlendirmek için camiye gidiyor, namaz kılıyordu. Fırsatçılara fırsat vermiyor, fitneleri önlüyordu. Nitekim defalarca şöyle buyurmuştur:

“Allah-u Teala’ya and olsun, Müslümanların tefrikasından ve küfre dönüşlerinden korkmasaydım, hakkımı almak için kıyam ederdim ve bu durumu değiştirirdim. Ama sabretmenin Müslümanların kanını dökmekten daha hayırlı olduğunu görünce sabrettim.”

Böylece sahabenin büyüklerinden olan dostlarını ve Şii Müslümanları da muhalefetten alı koydu. Sadece ilk bir kaç gün kendi hakkaniyetini ispat etmek için tartıştı.

Ama sonraları halifelerin hilafeti müddetince ihtilafa sebep olacak hiçbir harekette bulunmadı. İslâm’ı korumak ve Müslümanları güçlendirmek için onlarla idare etmeye çalıştı. İslâm’ın gurbet günü olan bu günde Müslümanlar, bağnazlık ve inatlarını bir kenara atmalıdırlar.

Haklılığımız akıl, nakil ve sünnetçe de sabit olmasıyla birlikte Peygamber (s.a.a)’den sonra olan olayları asla inkar edemeyiz. Zahirde sırasıyla Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali hilafete geçmiş, Peygamber (s.a.a)’in haber verdiği o otuz yılda İslâm’a büyük hizmet edilmiş, tevhid bayrağı tüm dünyada dalgalanmıştır.

Hz. Ali (a.s ) da hakkaniyetini defalarca beyan etmiş olduğu halde ve kendini hilafet sahibi bildiği halde İslâm’ın zahirini korumak ve fitneyi önlemek için cami ve cemaatlere katılıyor, kendisiyle istişare edilince de sorunları hallediyor, çocuk ve Şialarını da iş ve hizmete teşvik ediyordu. Dolayısıyla biz de Müslümanlar arasında fitne çıkmasına müsaade etmemeliyiz.

Toplumu ifsat eden fitnecileri kendimizden uzaklaştırmalı, yabancılara fırsat vermemeliyiz. Onlar İslâm’ı yok etmek ve Müslümanları zelil kılmak istiyorlar. Hakkaniyeti ispat etmek ve delil göstermek düşmanlık sebebi olamaz. Biz de tartıştığımız on gece boyunca haklılığımızı ortaya koymaya çalıştık ve çalışacağız.

Ama Hz. Ali (a.s), kendini gerçekleşmiş bir olay karşısında görünce, nasıl fitne ve fesat çıkmasın diye sabretti ve muhalefet etmediyse, biz de tarihte olup biten bir işle karşı karşıyayız. Tarihe baktığımızda Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Hz. Ali (a.s) her ne yolla olursa olsun birbiri ardınca hilafete geçmiş, birbirleriyle birliği sağlamışlardır.

Sünni kardeşler, Nasibi, Harici ve İslâm düşmanlarının istememesine rağmen Şii Müslümanların cami ve mukaddes mekanlarına gitmeli, birlik ve beraberlik içinde olmalıdırlar. 

Birbirlerine kin ve düşmanlıkla bakmamalıdırlar. Kardeşlik içinde yabancılara engel olmalıdırlar. Düşmanlar, buldukları en küçük bir zaaf noktasından sızmakta ve birliğinizi bozmak istemektedirler.

Bu birlik sayesinde İslâm dünyasında görülen bütün gevşeklik ve zaafları yok etmeye çalışın. İlk başta alimler, kavmin büyükleri, sonra da bütün Sünni ve Şiiler bu konuda fedakarlık etmelidirler. Bu büyük sorumluluğu üstlenmeli, ihtilafları birlik ve beraberliğe dönüştür-melidirler.

Bugün büyük bir gündür. Mücahitlerin önderi Hz. Hüseyin’in kutlu doğum günüdür. Hz. Hüseyin H. 61 yılında Kerbela’da büyük bir birlik oluşturdu. 72 kişi tek yürek halinde tevhid düşmanlarının karşısında saf kurdular.

Zahiren mağlup olsalar da onların o cesareti, birliği ve fedakarlığı tevhid bayrağını tüm dünyada dalgalandırdı ve tüm dünyada düşmanların kökünü kazıdı.

Beyler, duyduğum kadarıyla bizim ilmi tartışmalarımızdan düşmanlar su-i istifade etmek ve Müslümanlar arasına fitne sokmak istiyorlar. Onların bu tahrikleri genç kardeşlerimizi etkileyebilir ve korkunç sonuçlara neden olarak düşmanları sevindirebilir.

O halde uyanık olun, kanmayın, bilin ki Müslümanların bölünmesi ve birbirlerine düşmanlığı İslâm düşmanlarının sevinmesine neden olacaktır.

Son olarak buradaki Şii Sünni bütün kardeşlerimden rica ediyorum, bugün kutlu bayram günüdür, minberden inince İslâm’ın emrettiği üzere tokalaşarak kucaklaşın, samimice sarışın, birlik ve beraberlik içinde olun. 

Allah korusun birbirinize kırgınsanız, Allah-u Teala rızası ve İslâm’ın vahdet ve azameti için bunu gidermeye çalışın, ben de hepinize can-u gönülden hizmete hazırım.

Şimdi öğle vaktidir. Camiye gidene kadar öğle namazının vaktinde kılma faziletini kaçırabiliriz. Bu yüzden burada cemaat namazı kılalım. Hamt olsun Şii ve Sünni alimleri buradalar. Hangisini öne geçirirseniz ben de ona uyarım. İslâm ve Müslümanların birliğine katkıda bulunarak Allah’tan ve ceddim Peygamber (s.a.a)’den sevap ümit ediyorum.

Düşmanlar bilsinler ki Sünni ve Şiiler arasında asla nifak, ikilik ve kötümserlik yoktur. Hepimiz kafirlere karşı savaşmak için her türlü fedakarlığa hazırız.

Ayrıca dün geceki aziz misafirlerimiz, ilim ve bilgi sahibi Hafız Muhammed Reşid ve Şeyh Abdüsselam vedalaşıp vatanlarına dönüyorlar. Ben de Meşhed’e İmam Rıza’yı ziyarete gitmek istiyorum.

Bütün kardeşlerime, özellikle de burada bana büyük sevgi gösteren Şiilere minnettarım. Sünni Şii bütün Müslümanların izzetini, selametini, başarısını ve birliğini Ehl-i Beyt (a.s)’ın yüzü suyu hürmetine yüce Allah’tan diliyorum. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi hepinizin üzerine olsun.