Taberani şu eki de rivayet etmektedir

“Onlardan öne geçmeyin helak olursunuz, O’nlardan geri kalmayın helak olursunuz, O’nlara öğretmeye kalkmayın ki şüphesiz onlar sizden daha alimdirler.”

Başka bir rivayette Huzeyfe bin Useyd Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

“Benden sonraki İmamlar Ehl-i Beytimdendir. İsrail Oğulları’nın (on iki) önderi sayısıncadırlar. Dokuzu Hüseyin’in soyundandır. Allah-u Teala onlara benim ilmimi ve anlayışımı verir, onlara öğretmeye kalkmayın, onlar sizden daha alimdirler. Onlara tabi olun. Şüphesiz ki onlar hakladır ve hak da onlarladır.”

Ehl-i Sünnet alimlerinin rivayet etmiş olduğu bu rivayetler de İmamların ismet ve ilmini ispat eden akli delilleri teyit etmektedir. Bazı düşmanlar şek ve şüphe çıkarmak için; Kur’ân’da neden Ehl-i Beyt (a.s) imamlarının adlarının yazılmadığını söylemektedirler. Dün akşam da özel toplantıda benden bunu sordular, vakit geç olduğu için cevabını bugüne erteledim.

Şimdi Allah’ın izniyle bu soruya cevap vermeye çalışacağım. Bazılarının düştüğü yanlışlıklardan biri de Kur’ân’da bütün her şeyin en ince detayına kadar yer aldığını sanmasıdır. 

Halbuki Kur’ân semavi, muhkem bir kitaptır. Oldukça özet ve mücmel nazil olmuştur. Sadece tümel olaylara işaret etmiş, olayların teferruatını Peygamber (s.a.a)’e havale etmiştir. Nitekim Haşr suresi 7. ayette şöyle buyurulmaktadır:

“...Peygamber size ne verdiyse onu alın size ne yasakladıysa ondan da sakının...”

Kur’ân-ı Kerim’in bütün hükümlerine bakacak olursak, Kur’ân’da sadece külli ve tümel hükümlerin nakledildiğini, açıklanmasının ise Peygamber (s.a.a)’e havale edildiğini açıkça görürüz. Ama beyler itiraz ederek şöyle diyorlar: On iki İmamın adı Kur’ân’da olmadığı için kabul etmiyor ve itaat etmiyoruz.”

Onlara şöyle demek gerekir: “Eğer Kur’ân’da adı zikredilmeyen, teferruatı yer almayan her şeyin terk edilmesi gerekirse, raşit halifelere, Emevi, Abbasi ve diğer sultanlara itaati de terk etmemiz gerekir.

Zira Hz. Ali (a.s) dışında diğer raşit halifeler, Emevi, Abbasi ve diğer sultanlar hakkında da onların adları ve sayısı hakkında bir açıklama mevcut değildir. O halde neden onlara itaat ediyor ve muhaliflerini kafir ve müşrik sayıyorsunuz?

Bundan da öte Kur’ân’da zikredilmeyen her şeyin terk edilmesi söz konusu olmuş olsaydı, birçok ibadetler ve ahkamın da terk edilmesi gerekirdi. Zira onlardan hiçbirinin teferruatı Kur’ân’da yoktur. 

Hatta namaz hakkında bile böyle bir teferruat Kur’ân’da yoktur. Halbuki namaz dinin temelidir ve Şii Sünnî ittifakı esasınca da Peygamber (s.a.a) bu konuda çok büyük te’kit ve tavsiyelerde bulunmuş ve şöyle buyurmuştur.

“Namaz dinin direğidir. Eğer namaz kabul edilirse diğer amelleriniz de kabul edilir. Eğer namaz red edilirse diğer ameller de red edilir.”

Kur’ân’a bakacak olursanız namazın rekat sayısı, kılınışı, kıraat, rükû, secde, zikir ve teşehhüdü hakkında hiçbir açıklama mevcut değildir. O halde teferruatı Kur’ân’da zikredilmediği için namazı terk etmek mi gerekir? Halbuki durum böyle değildir. Kur’ân’da sadece “namaz kıl, namaz kılınız” gibi genel tabirler mevcuttur.

Rekat sayısı, farzları, müstahapları hakkında sadece Kur’ân-ı Kerim’in müfessiri olan Peygamber (s.a.a) açıklamada bulunmuştur. Diğer hüküm ve kanunların da sadece genel bölümleri Kur’ân’da açıklanmış, 

teferruatı, şartları ve desturları ise Peygamber (s.a.a)’e havale edilmiştir. Kur’ân’da namaz genel olarak beyan edilmiş ve namazın rekat sayısı, cüzleri ve emirlerini Peygamber (s.a.a) beyan buyurmuştur ve buna rağmen biz de namazla mükellefiz.

Dolayısıyla Peygamber (s.a.a)’den sonraki hilafet ve imamet konusu da Kur’ân’da özetle, “...Sizden olan emir sahiplerine itaat edin” diye beyan edilmiştir. Yani Allah-u Teala’ya ve Peygamber (s.a.a)’e itaatten sonra emir sahibine itaat emredilmiştir.

Elbette ki Şii ve Sünni alimlerin, emir sahiplerini kendileri tespit edemez. Nitekim namazı da kendi istek ve iradelerine göre yorumlayamazlar. Zira Şii Sünni ittifakıyla rivayet edilen bir hadiste Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor:

“Kur’ân’ı kendi görüşüne göre tefsir eden, ateşte yerini hazırlasın.”

Elbette her akıllı Müslüman Kur’ân hususunda Peygamber (s.a.a)’e müracaat etmelidir. Eğer bu konuda Peygamber (s.a.a) bir açıklama yapmışsa, Müslümanlar bağnazlıklarını bir tarafa bırakarak O’na itaat etmeli ve onunla amel etmelidirler.

Uzun bir süredir Şii ve Sünni rivayet ve tefsir kitaplarını mütalaa ediyorum. Henüz ulu’l- emr’den maksadın sultanlar olduğuna dair hiçbir hadis görmedim. Sünni ve Şii ittifakıyla rivayet edilen birçok rivayette, emir sahiplerinden maksadın kim olduğu sorulunca Peygamber (s.a.a) yeterli cevapları vermiş ve şöyle buyurmuştur: